edebiyatçıların ilginç ölümleri
ahmet haşim bir süredir hasta olarak yattığı yatağından, bir gün bir anda telaşla fırlar. kendisine bakmakta olan ve maaşını kendisine bırakmak maksadıyla yakın bir dönemde evlenmiş olduğu eşi, onun yatağından hasta hasta kalktığını görünce hemen terliklerini getirir. ahmet haşim "canım, şimdi sırası mı!" diye bağırır ve yatağa yığılıp kalır. son sözleri bunlar olmuştur.
devamını gör...
ihtiyaç duyulduğunda bulunamayan şeyler
tel toka. asla ihtiyacım varken bulamıyorum.
devamını gör...
meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz
bu mantıkla ölüleri ölü saymazsanız dünyada ölüm kalmaz çıkarımı yapılabilir mi? öyleyse ölümsüzlüğü bulmaya bir adım daha yaklaştık demektir*.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının mal varlıkları
ev, araba, arsa, dükkan. hepsi ziyadesiyle var.
ama yanımda kimse yoksa neye yarar ki?
keşke sokakta yatan biri olsaydım da yanımda birisi olsaydı.
ama yanımda kimse yoksa neye yarar ki?
keşke sokakta yatan biri olsaydım da yanımda birisi olsaydı.
devamını gör...
hit the road jack
amerikalı blues sanatçısı ray charles robinson tarafından 1962 yılında çıkarılan unutulmaz ve herkesin hayatının herhangi bir döneminde işittiği parça.
devamını gör...
yazarların uyumama sebepleri
ilk defa taşınıyorum. eşya toplamak ne kadar zor bi şeymiş. her şey tamam diyorsun yine ıvır zıvır bir şeyler çıkıyor. uyku bize haram oldu sözlük.
devamını gör...
katı yürekli
ülkemizde daha çok "taş kalpli" veyahut "vicdansız" şeklinde nitelendirilir.
devamını gör...
yiğit bulut
aslında, ülkemizdeki insanların büyük çoğunluğunun yansımasıdır yiğit bulut. sadece daha göz önündedir, yandaş olmasının faydalarını daha fazla görmüş, bundan iyi yararlanmıştır. sokaktaki vatandaşlardan tek farkı belki de budur.
bu ülkenin büyük bir kesimi, öyle çok onurlu, gururlu insanlar değildir. menfaati ne gerektiriyorsa, ona göre davranır, güçlü kimse onun yanında yer alır, yerine göre kraldan çok kralcıdır, gemilerdeki fareler misali, batan gemiyi ilk onlar terk eder, sığınacağı başka bir gemi, başka bir erk ararlar. bu onlar için hayat felsefesi olmuştur. değiştiremezler bu huylarını, değiştirmek de istemezler, çünkü iktidar insanları cezbeden bir günah gibidir, aids hastası olan çok çekici bir kadın gibidir. her türlü riskine rağmen, ondan uzaklaşamazsınız.
şimdi saatlerimizi on yıl ileriye alalım, akp iktidarı yıkılmış, recep erdoğan siyaseti bırakmış, köşesine çekilmiş, anılarını yazıyor. ülke, dünyadaki siyasi rüzgara kapılmış, daha sosyalist, daha özgürlükçü bir hale bürünmüş. ve 10 yıl önceki hükümetin baskıcı, muhafazakar, beceriksiz yönetimini eleştiren, şimdiki iktidarı göklere çıkaran gazetenin genel yayın yönetmeni ; sakallarını kesmiş, yeni boyattığı saçlarını geriye doğru yatırmış bir insan. fotoğrafında acı acı gülümserken, gözleri şunu söylüyor; 'yok aslında birbirimizden farkımız'..
bu ülkenin büyük bir kesimi, öyle çok onurlu, gururlu insanlar değildir. menfaati ne gerektiriyorsa, ona göre davranır, güçlü kimse onun yanında yer alır, yerine göre kraldan çok kralcıdır, gemilerdeki fareler misali, batan gemiyi ilk onlar terk eder, sığınacağı başka bir gemi, başka bir erk ararlar. bu onlar için hayat felsefesi olmuştur. değiştiremezler bu huylarını, değiştirmek de istemezler, çünkü iktidar insanları cezbeden bir günah gibidir, aids hastası olan çok çekici bir kadın gibidir. her türlü riskine rağmen, ondan uzaklaşamazsınız.
şimdi saatlerimizi on yıl ileriye alalım, akp iktidarı yıkılmış, recep erdoğan siyaseti bırakmış, köşesine çekilmiş, anılarını yazıyor. ülke, dünyadaki siyasi rüzgara kapılmış, daha sosyalist, daha özgürlükçü bir hale bürünmüş. ve 10 yıl önceki hükümetin baskıcı, muhafazakar, beceriksiz yönetimini eleştiren, şimdiki iktidarı göklere çıkaran gazetenin genel yayın yönetmeni ; sakallarını kesmiş, yeni boyattığı saçlarını geriye doğru yatırmış bir insan. fotoğrafında acı acı gülümserken, gözleri şunu söylüyor; 'yok aslında birbirimizden farkımız'..
devamını gör...
cep telefonunu bozulana kadar kullanan insan
hayat şartları..
devamını gör...
yazarların küçük hırsızlıkları
ooo, hırsızlık mı?
hırsızlık ne ki bakkal soymuştuk biz. böyle bir ekip kurduk dört beş kişi, biri marketçi beyi lafa tutuyor; diğerleri ceplere çikolataları dolduruyor. sonra diğer markete gidiyoruz; oradaki marketçi hanımla da aynı taktiği gerçekleştiriyoruz. bir de cakamız var ki sormayın. soygun yaptık diye sağda solda anlatıyoruz. birkaç gün böyle gitti. sonra bir gün yengem geldi. o hanım var ya sandığımız kadar aptal değilmiş, abi de babamın arkadaşı olduğu için ses etmiyormuş. marketçi hanım, yengeme ispiyonlamış. ben böyle ağlıyorum falan ama kar etmiyor. babamın bir bakışı vardır, içim cız eder. soruyor. "paran mı eksikti, istediğin bir şey mi alınmadı, seni buna iten ne, nasıl hem günah olan hem de bizi aşağılayan davranışı yaparsın? şimdi ne aldın söyle? gidip onların hepsini sen ödeyeceksin!" kalbim güm güm, ağlaya ağlaya gidiyorum markete. sizden şunları şunları aldık gizlice, parasını ödemeye geldim, diyorum boynum bükük, bükük değil komple yerde.
iyi bir ders oluyor, küçük bana. sonra yolda para bulsam benim değil deyip alamaz hala geliyorum. biliyorum çünkü nasıl bir utanç verdiğini. ahhh çocuk ben, yaramazlıklarınla anne-babanı kaç kez utandırdın!
tanım neydi : sanırım çocuk hırsız. *
hırsızlık ne ki bakkal soymuştuk biz. böyle bir ekip kurduk dört beş kişi, biri marketçi beyi lafa tutuyor; diğerleri ceplere çikolataları dolduruyor. sonra diğer markete gidiyoruz; oradaki marketçi hanımla da aynı taktiği gerçekleştiriyoruz. bir de cakamız var ki sormayın. soygun yaptık diye sağda solda anlatıyoruz. birkaç gün böyle gitti. sonra bir gün yengem geldi. o hanım var ya sandığımız kadar aptal değilmiş, abi de babamın arkadaşı olduğu için ses etmiyormuş. marketçi hanım, yengeme ispiyonlamış. ben böyle ağlıyorum falan ama kar etmiyor. babamın bir bakışı vardır, içim cız eder. soruyor. "paran mı eksikti, istediğin bir şey mi alınmadı, seni buna iten ne, nasıl hem günah olan hem de bizi aşağılayan davranışı yaparsın? şimdi ne aldın söyle? gidip onların hepsini sen ödeyeceksin!" kalbim güm güm, ağlaya ağlaya gidiyorum markete. sizden şunları şunları aldık gizlice, parasını ödemeye geldim, diyorum boynum bükük, bükük değil komple yerde.
iyi bir ders oluyor, küçük bana. sonra yolda para bulsam benim değil deyip alamaz hala geliyorum. biliyorum çünkü nasıl bir utanç verdiğini. ahhh çocuk ben, yaramazlıklarınla anne-babanı kaç kez utandırdın!
tanım neydi : sanırım çocuk hırsız. *
devamını gör...
songs of faith and devotion

depeche mode'un 1993 tarihli 9. stüdyo albümü.
albümden i feel you, walking in my shoes, condemnation ve in your room olmak üzere 4 single çıkmıştır.
depeche mode için, her anlamda değişimin en yoğun hissedildiği albüm denilebilir. müzikal anlamda violator ile başlayan, daha yalın ve vurgulu synthsizer kullanımı formülüne uygun şekilde hareket edilmiş, loop'a alınmış gospel tınıları ile kendini çok daha fazla hissettirmiştir.
albüm, depeche mode'da olduğu gibi hayranlar için de değişime neden olmuştur; albümü beğenen ve benimseyen bir kitle vardır, ancak grup gittikçe synth-pop'tan uzaklaşan, 90'ların değişen ana trend müziğine uygun, daha "rock" bir albüm ile karşımıza çıkmaktadır.
müzikal anlamdaki başarısını bir kenara bırakırsak sofad, depeche mode'un en "dibe vurmuş" albümüdür. albümün ilk kaydı, madrid'de kiralanan bir villanın stüdyo haline getirilmesi ile gerçekleştirilmiştir. en sancılı kayıt sürecinin yaşandığı albüm de denilebilir. sex&drugs and rock'n roll'un dibine vuran junkie bir solist, ortalıkta dolanıp mali işlerle uğraşan bir arkadaş, şarapçı bir söz yazarı/bestekar ile yetenekli bir prodüktorün bir araya gelmesi ve bu arkadaşların birbirlerini görmeye tahammül edemezken kayıt boyunca kendilerini villaya kapatmalarının sonucunda oluşan sancılı ortam, albümün bel kemiğini oluşturmaktadır. her ne kadar albümde ve albümdeki şarkılara çekilen kliplerde dini motiflere yer verilmiş olsa da inanç ve bağlılığın şarkılarının neye veya kime olduğu noktasında şeffaflık söz konusu değildir.
albüm, aynı zamanda grubun en uzun süren turnesine eşlik eden ana albümdür. 1993 yılında devotional tour ve bu turnenin beklenenden daha başarılı sürmesi sonrası 1994 yılında exotic tour gerçekleştirilmiştir. nitekim grup içi yaşanan çatışmalar ve aynı zamanda gruba katkısının yeteri kadar değer görmediğini düşünen alan wilder, albümün ilk kaydı esnasında gruptan ayrılmayı kafasına koymuşken bu kararını turne bitimine kadar ertelemiş, turne bitimiyle beraber gruptan ayrıldığını açıklamıştır.
her şey bi yana, rahatlıkla söyleyebilirim ki bu albüm depeche mode'un en dibe vurmuş albümü olmakla birlikte, grubun gerçek potansiyelini en iyi şekilde yansıttığı albümdür. martin l. gore lirikalite bakımından en sansürsüz ve vurgulu şekilde istediklerini ifade etmiştir; dave gahan'ın sesi her ne kadar madde kullanımından dolayı (göreceli olarak) eskisi gibi olmada da albümün genel havasına gayet uygundur; kuvvetlidir ama bir o kadar da bitap düşmüştür. alan wilder grupta yer aldığı son albümde istediği karanlık ve derin formattaki müziği yapabilmiş, iyi ki de yapmıştır. aynı zamanda müzikal yeteneğinin sadece synthsizer kullanmaktan ibaret olmadığını da göstermektedir, albümdeki back-drumming kit'ler, kendisi tarafından icra edilip kaydedilmiştir. sadece bununla sınırlı kalmayarak henüz 6 aylık tecrübeyle 1993 ve 1994 turnelerinde davulda adeta yardırmaktadır.
özet olarak baş tacı albümlerdendir, canlı performansı stüdyo kaydını aşan albümlerdendir aynı zamanda. dinleyin, dinletin efenim.
devamını gör...
predestination
robert anson heinlein tarafından yazılmış olan all you zombies adlı kısa bilim kurgu öyküden esinlenilerek çekilmiş 2014 avustralya yapımı film.
bu öykü bir seminerde michio kaku tarafından da dinleyicilere anlatıldı.
ben de özetlemeye çalışayım size mevzuyu.
--! spoiler !--
- yıl 1945. bir kız bebekle beraber çıkagelen ve onu yetimhaneye bırakan bir yabancı görürüz ilk olarak öyküde. rahibeler onu alır ve adını jane koyarak büyütürler. büyürken de sürekli olarak anne ve babasının kim olduğunu merak eder.
- jane 17 yaşına gelince biriyle tanışır ve sevgili olur. ondan hamile kalır ancak sevgilisi onu terk eder.
- 9 ay sonra hastanede bir kız doğurur jane. ancak aşırı derecede kanaması vardır ve doktorlar hayatta kalması için son bir şans olarak bir deneme yaparlar: onun cinsiyetini değiştirirler. o artık jim'dir. üstelik ameliyattan hemen önce kim olduğu belirsiz biri bebeğini de çalmıştır jane'in, yani yeni jim'in.
- yaşamına jim olarak devam eder ama yaşadıkları nedeniyle alkolik olup çıkmıştır. sürekli bardadır. kim olduğunu, ailesini soranlara cevap veremedikçe içmeye de devam eder. ta ki bir bar kavgasına karışıp dayak yediği güne dek...
- barmen yanına gelir, onu ayıltır ve "ben bir zaman yolcusuyum. istersen zaman makinesi ile geçmişe gidip aileni bulalım" der. jim hemen atlar tabii bu teklife mal bulmuş mağribi gibi...
- geçmişe giderler. jim şaşkın şaşkın etrafta dolanırken güzel bir kızla tanışır ve sevgili olurlar. hem ziyaret hem ticaret durumları...
- ancak doğa kanunları yine rahat durmaz ve jim kızı hamile bırakır. sonra bir tartışma nedeniyle ayrılırlar. jim, eskiden jane olduğu günleri anımsar. o zaman çocuğu, kim olduğunu bilmediği biri tarafından kaçırılmıştır malum. bu çocuğunun kötü ellere geçmesini önlemek ister. bebek doğunca onu hastaneden kaçırır ve zaman makinesi ile 1945'e geri giderek yetimhaneye bırakır.
- rahibeler bebeği bulur ve ona jane adını vererek onu büyütürler. jane büyüyene dek "annem kim, babam kim, kim kim kim? kiziroğlu mustafa bey..." şeklinde takılır.
- bu esnada jim artık hayatını bir sarhoş olarak geçirmemeye karar vermiştir. gidip zamanda yolculuk yapan bir ekibe katılır. birçok olayda rol alır ve yaşlanır. "bunca görevde rol aldım ama son bir iş daha yapacağım" der ve şuna karar verir: "son görevim için zamanda tekrar geriye döneceğim ve barda gördüğüm, sürekli anne babasını arayan o adamla tanışıp ona ailesini bulacağım." ve geriye dönerek kendisiyle tanışır.
all you zombies zaten "ben nereden geldiğimi biliyorum ama siz zombiler; siz nereden geldiniz?" temalı bir şekilde son bulur.
yani zaten esas olay jane'in esas anne babasını bilemiyor ve işin içinden çıkamıyor oluşumuzdur. bu nedenle de film aslında amacına ulaşmıştır.
--! spoiler !--
burada devreye şu da giriyor olabilir tabii: bir teorik fizik görüşüne göre zamanda, zaman makinesinin icadından daha geriye gidilemez. bu nedenle de biz bu olayda jane'in yetimhaneye bırakıldığı noktadan öteye gidemiyor olabiliriz.
bir de bitirmeden benzer bir hikâye daha yazmak istiyorum.
--- alıntı ---
yetişkin bir kızı olan bir dul kadınla evlenmiştim.
babam da üvey kızımla tanışınca, ona aşık oldu ve sonunda da kandırdı ve evlendiler.
böylece babam damadım oldu. üvey kızım da annem durumuna geldi.
karım bir oğlan doğurdu.
çocuk tabii ki babamın kayın biraderi ve üvey annemin kardeşi olarak benim dayım sayıldı,
üvey annem de bir oğlan doğurdu. böylece kardeş sahibi oldum.
ama üvey kızımın çocuğu olduğundan, aynı zamanda da torunum sayıldı.
iş bu kadarla da bitmedi.
karım annemin annesi olduğu için, benim büyük annem sayıldı.
ben de babamın babası oluyordum.
sonunda kendimin dedesi olmuştum...
--- alıntı ---
bu öykü bir seminerde michio kaku tarafından da dinleyicilere anlatıldı.
ben de özetlemeye çalışayım size mevzuyu.
--! spoiler !--
- yıl 1945. bir kız bebekle beraber çıkagelen ve onu yetimhaneye bırakan bir yabancı görürüz ilk olarak öyküde. rahibeler onu alır ve adını jane koyarak büyütürler. büyürken de sürekli olarak anne ve babasının kim olduğunu merak eder.
- jane 17 yaşına gelince biriyle tanışır ve sevgili olur. ondan hamile kalır ancak sevgilisi onu terk eder.
- 9 ay sonra hastanede bir kız doğurur jane. ancak aşırı derecede kanaması vardır ve doktorlar hayatta kalması için son bir şans olarak bir deneme yaparlar: onun cinsiyetini değiştirirler. o artık jim'dir. üstelik ameliyattan hemen önce kim olduğu belirsiz biri bebeğini de çalmıştır jane'in, yani yeni jim'in.
- yaşamına jim olarak devam eder ama yaşadıkları nedeniyle alkolik olup çıkmıştır. sürekli bardadır. kim olduğunu, ailesini soranlara cevap veremedikçe içmeye de devam eder. ta ki bir bar kavgasına karışıp dayak yediği güne dek...
- barmen yanına gelir, onu ayıltır ve "ben bir zaman yolcusuyum. istersen zaman makinesi ile geçmişe gidip aileni bulalım" der. jim hemen atlar tabii bu teklife mal bulmuş mağribi gibi...
- geçmişe giderler. jim şaşkın şaşkın etrafta dolanırken güzel bir kızla tanışır ve sevgili olurlar. hem ziyaret hem ticaret durumları...
- ancak doğa kanunları yine rahat durmaz ve jim kızı hamile bırakır. sonra bir tartışma nedeniyle ayrılırlar. jim, eskiden jane olduğu günleri anımsar. o zaman çocuğu, kim olduğunu bilmediği biri tarafından kaçırılmıştır malum. bu çocuğunun kötü ellere geçmesini önlemek ister. bebek doğunca onu hastaneden kaçırır ve zaman makinesi ile 1945'e geri giderek yetimhaneye bırakır.
- rahibeler bebeği bulur ve ona jane adını vererek onu büyütürler. jane büyüyene dek "annem kim, babam kim, kim kim kim? kiziroğlu mustafa bey..." şeklinde takılır.
- bu esnada jim artık hayatını bir sarhoş olarak geçirmemeye karar vermiştir. gidip zamanda yolculuk yapan bir ekibe katılır. birçok olayda rol alır ve yaşlanır. "bunca görevde rol aldım ama son bir iş daha yapacağım" der ve şuna karar verir: "son görevim için zamanda tekrar geriye döneceğim ve barda gördüğüm, sürekli anne babasını arayan o adamla tanışıp ona ailesini bulacağım." ve geriye dönerek kendisiyle tanışır.
all you zombies zaten "ben nereden geldiğimi biliyorum ama siz zombiler; siz nereden geldiniz?" temalı bir şekilde son bulur.
yani zaten esas olay jane'in esas anne babasını bilemiyor ve işin içinden çıkamıyor oluşumuzdur. bu nedenle de film aslında amacına ulaşmıştır.
--! spoiler !--
burada devreye şu da giriyor olabilir tabii: bir teorik fizik görüşüne göre zamanda, zaman makinesinin icadından daha geriye gidilemez. bu nedenle de biz bu olayda jane'in yetimhaneye bırakıldığı noktadan öteye gidemiyor olabiliriz.
bir de bitirmeden benzer bir hikâye daha yazmak istiyorum.
--- alıntı ---
yetişkin bir kızı olan bir dul kadınla evlenmiştim.
babam da üvey kızımla tanışınca, ona aşık oldu ve sonunda da kandırdı ve evlendiler.
böylece babam damadım oldu. üvey kızım da annem durumuna geldi.
karım bir oğlan doğurdu.
çocuk tabii ki babamın kayın biraderi ve üvey annemin kardeşi olarak benim dayım sayıldı,
üvey annem de bir oğlan doğurdu. böylece kardeş sahibi oldum.
ama üvey kızımın çocuğu olduğundan, aynı zamanda da torunum sayıldı.
iş bu kadarla da bitmedi.
karım annemin annesi olduğu için, benim büyük annem sayıldı.
ben de babamın babası oluyordum.
sonunda kendimin dedesi olmuştum...
--- alıntı ---
devamını gör...
ertelemek
insana otobüste ev ödevi yaptırır.
sıkış tepiş oturduğun yerde içine taş doldurmuş şüphesi uyandıracak kadar ağır çantanı zar zor kucağına alırsın. lanet olsun bu hayata diyip gereken malzemeleri çıkarırsın ve başlarsın hunharca yetiştirme çabasına.
otobüs sallanır, yazdığın harfin munzurluğu tutup, raydan çıkıp dört satır aşağılara kayar. eyvah! bir de ödevi evde değil de otobüste yaptın, gerekli özveriyi göstermedin! diye azar işiteceğini bilirsin. yine de son bi gayret devam edersin çabalamaya.
yandakinin kolu çarpar, kalem yere düşer, eğilirsin almak için, kalkarken kafanı koltuğun bir kısmına çarparsın. hocanın, okulun, böyle hayatın annesine son bir selam gönderip toplarsın eşyalarını ve kalemi alırken savrulmuş saçlarını.
en azından okula erken varayım da hoca gelmeden 10-15 dk’lık süreçte yetiştireyim dersin. düşüncelerini toplayamazsın ve yarım yamalak bir ödev vermektense gururunla evde unuttum der, gözlerini devirir oturursun yerine.
ne çektiğini kim bilecek, boşver!
yaşadığın strese değer mi? şimdiye dek benim yaşadıklarıma değmedi.
sıkış tepiş oturduğun yerde içine taş doldurmuş şüphesi uyandıracak kadar ağır çantanı zar zor kucağına alırsın. lanet olsun bu hayata diyip gereken malzemeleri çıkarırsın ve başlarsın hunharca yetiştirme çabasına.
otobüs sallanır, yazdığın harfin munzurluğu tutup, raydan çıkıp dört satır aşağılara kayar. eyvah! bir de ödevi evde değil de otobüste yaptın, gerekli özveriyi göstermedin! diye azar işiteceğini bilirsin. yine de son bi gayret devam edersin çabalamaya.
yandakinin kolu çarpar, kalem yere düşer, eğilirsin almak için, kalkarken kafanı koltuğun bir kısmına çarparsın. hocanın, okulun, böyle hayatın annesine son bir selam gönderip toplarsın eşyalarını ve kalemi alırken savrulmuş saçlarını.
en azından okula erken varayım da hoca gelmeden 10-15 dk’lık süreçte yetiştireyim dersin. düşüncelerini toplayamazsın ve yarım yamalak bir ödev vermektense gururunla evde unuttum der, gözlerini devirir oturursun yerine.
ne çektiğini kim bilecek, boşver!
yaşadığın strese değer mi? şimdiye dek benim yaşadıklarıma değmedi.
devamını gör...
normal sözlük aşık atışması
istediğin kahve olsun salata
burada var ama uykusuz o da
herkeste yeme sevdası var sonumuz hayrola
hadi bir tur dönelim halaya.
burada var ama uykusuz o da
herkeste yeme sevdası var sonumuz hayrola
hadi bir tur dönelim halaya.
devamını gör...
forrest gump'taki jenny
sanıldığı ya da ilk düşünüldüğü gibi kaşar bir kadın değildir. her işi düştüğünde forrest'a koşmamıştır. ki ben jeny ile ilgili fikrini kime sorsam -kadın erkek farketmez- jenny'e benzer yakıştırmalar yapmıştır. eğer film sakin ve akil kafayla izlenirse anlaşılacaktır ki jenny; kadının henüz daha yeni yeni varoluşunu kabul ettirme mücadelesine girdiği 60-80 arası batı toplumunda var olmuş ve dönemin şartları gereği kendi varoluşunun, haklarının, zevklerinin, arzularının ve insan olduğunun farkına varmış, kendi istediğinin peşine düşmüş bir kadındır.
(bkz: mad men) izleyenler bilir, kadınların o dönemden önce ve o dönem bir şey istediğinde ne yaşadığını. (bkz: peggy olson)
jenny; kendi değerinin farkına varmış, ne istediğini bilen, kendine güvenen bir kadındı kanımca. forrest'ın çabası, sevgisi ne kadar güzel ve masumsa jenny'ninki de o kadar kutsal ve özeldi bence. -ki böyle olmadığını düşünen kişilerin düştüğü hataya ben de çok düştüm.-
dönemin şartlarında kendine yakıştırdığını istedi, onu kovaladı; -doğru yada yanlış, tartışılır. -. forrest zihinsel engelli ve bu kadar mükemmel bir karakter olmasaydı; o film bu kadar duygusal ve yüreğe dokunan bir hal almayacaktı. (bkz: forrest gump) filminin bu kadar güzel olmasının bir sebebi de bu bence. bu kadar masum, iyi ve kalbini kırmaaktan imtina edeceğiniz bir karakter ile; kendinin ve haklarının yeni yeni farkına varmış bir karakteri çarpıştırması. (filmin geçtiği dönemler için diyorum)
jenny başı sıkıştığında forrest'ı bulmadı. jenny film boyunca; kendince ne iyi ne doğru özgürce onu deneyimledi. cefasını da kendi çekti. kendi başına şarkı söylemeyi denediğinde de, ırkçı grupta da; balkonun kenarında çıkıp atlamayı düşündüğü 80'ler dünyasında da. sansı ise; forrest gibi saf ve şanslı bir karakterin onu bir şekilde bulması oldu. forrest jenny ne zaman yardıma ihtiyacı olsa orada var oldu bir şekilde. jenny'de bu akımlar geçtiğinde ve yolun sonuna geldiğinde; annesi olduğu, canından parçasını güvenerek emanet ederek yaptığı hataların bedelini canıyla ödedi, ve gitti.
(bkz: mad men) izleyenler bilir, kadınların o dönemden önce ve o dönem bir şey istediğinde ne yaşadığını. (bkz: peggy olson)
jenny; kendi değerinin farkına varmış, ne istediğini bilen, kendine güvenen bir kadındı kanımca. forrest'ın çabası, sevgisi ne kadar güzel ve masumsa jenny'ninki de o kadar kutsal ve özeldi bence. -ki böyle olmadığını düşünen kişilerin düştüğü hataya ben de çok düştüm.-
dönemin şartlarında kendine yakıştırdığını istedi, onu kovaladı; -doğru yada yanlış, tartışılır. -. forrest zihinsel engelli ve bu kadar mükemmel bir karakter olmasaydı; o film bu kadar duygusal ve yüreğe dokunan bir hal almayacaktı. (bkz: forrest gump) filminin bu kadar güzel olmasının bir sebebi de bu bence. bu kadar masum, iyi ve kalbini kırmaaktan imtina edeceğiniz bir karakter ile; kendinin ve haklarının yeni yeni farkına varmış bir karakteri çarpıştırması. (filmin geçtiği dönemler için diyorum)
jenny başı sıkıştığında forrest'ı bulmadı. jenny film boyunca; kendince ne iyi ne doğru özgürce onu deneyimledi. cefasını da kendi çekti. kendi başına şarkı söylemeyi denediğinde de, ırkçı grupta da; balkonun kenarında çıkıp atlamayı düşündüğü 80'ler dünyasında da. sansı ise; forrest gibi saf ve şanslı bir karakterin onu bir şekilde bulması oldu. forrest jenny ne zaman yardıma ihtiyacı olsa orada var oldu bir şekilde. jenny'de bu akımlar geçtiğinde ve yolun sonuna geldiğinde; annesi olduğu, canından parçasını güvenerek emanet ederek yaptığı hataların bedelini canıyla ödedi, ve gitti.
devamını gör...
eskortluk yapan kızın tecavüze uğrayıp ağlamasının bir anlamı yok
yıllar önce ülkemizde hayat kadınına tecavüz eden kimse için üçte iki oranında indirim öngören bir yasa vardı. (bkz: tck 438) bu maddenin kaldırılması için epey eylemler yapılmıştı.
başrollerinde gülşen bubikoğlu ve berhan şimşek olan 1990 yapımı madde 438 isimli film bu konuyu işlemektedir.

not: müge anlı'yı dinlemedim. sözleri çarpıtılmış olabilir. kendisinden bağımsız olarak söylemeliyim ki hukuka ve insanlığa aykırı, hastalıklı bir düşünce yapısıdır.
başrollerinde gülşen bubikoğlu ve berhan şimşek olan 1990 yapımı madde 438 isimli film bu konuyu işlemektedir.

not: müge anlı'yı dinlemedim. sözleri çarpıtılmış olabilir. kendisinden bağımsız olarak söylemeliyim ki hukuka ve insanlığa aykırı, hastalıklı bir düşünce yapısıdır.
devamını gör...
yazarların mezun olduğu liseler
anadolu kız meslek lisesi.
devamını gör...
komünizm
emek sermaye ilişkisinde emeği savunan, işçilere emekçilere haddinden fazla değer veren, özel mülkiyet olmadan herkesin eşitçe yaşamasını isteyen, kapitalizm denen foseptik çukurunu reddeden, serbest piyasa ekonomisini yerden yere vuran ve dil din ırk ayrımı gözetmeksizin barış içinde yaşamayı hedefleyen ideoloji gibi ideolojidir.
yalnız komünizm başlığına bakınca herkes aşırı derecede gömmüş, bu ideolojinin fakirliği yoksulluğu getireceği tarzında söylemlerde bulunulmuş. ulan herkesin ihtiyacı olacak şekilde yaşamayı hedefleyen bir ideoloji nasıl yoksulluk fakirlik getirsin? bir insan zaten ihtiyacı olanla yaşar fazlası ne derece mantıklı? aç gözlülük diyoruz biz buna.
eşitlikten ve adaletten neden korkuyoruz bu kadar? sanki bir insandan üstün olunca elimize ne geçecek? özel mülkiyet olmadan, belli bir gelirle yaşamanın neresi kötü? ayrıca güçlüden yana değil de güçsüzden yana olan bir ideolojidir aynı zamanda. patron işçi ilişkisinden zararlı çıkan kimdir? yine işçidir. işte komünizmde kimse zarara girmez, herkes emeğinin karşılığını ihtiyacı kadar alır.
sosyal ekonomi herkese şarttır bunu bilir bunu söylerim her zaman.
karl marx boşuna ağartmamış saçı sakalı bu yolda.
yalnız komünizm başlığına bakınca herkes aşırı derecede gömmüş, bu ideolojinin fakirliği yoksulluğu getireceği tarzında söylemlerde bulunulmuş. ulan herkesin ihtiyacı olacak şekilde yaşamayı hedefleyen bir ideoloji nasıl yoksulluk fakirlik getirsin? bir insan zaten ihtiyacı olanla yaşar fazlası ne derece mantıklı? aç gözlülük diyoruz biz buna.
eşitlikten ve adaletten neden korkuyoruz bu kadar? sanki bir insandan üstün olunca elimize ne geçecek? özel mülkiyet olmadan, belli bir gelirle yaşamanın neresi kötü? ayrıca güçlüden yana değil de güçsüzden yana olan bir ideolojidir aynı zamanda. patron işçi ilişkisinden zararlı çıkan kimdir? yine işçidir. işte komünizmde kimse zarara girmez, herkes emeğinin karşılığını ihtiyacı kadar alır.
sosyal ekonomi herkese şarttır bunu bilir bunu söylerim her zaman.
karl marx boşuna ağartmamış saçı sakalı bu yolda.
devamını gör...