bekleyiş.
devamını gör...

kötü zan, anlamına da gelen ”su-i zan”  kötümserlik ve hiçbir şeyi beğenmeme durumudur.
yani insanların her zaman kötü bir iş yaptığını düşünme hali.
bir bakıma insanı temelsiz kaygı, kuruntu ve kuşkulara sürükleyen, toplumsal ilişkileri mahveden tehlikeli ve sinsi bir hastalık.
bu bakış açısı çoğu zaman subjektif ve yanlıştır.
fakat bazen insanların da hata yapabileceğini akıldan çıkarmamak lazımdır. bu da çok abartılı olmamalıdır.
zira ne hayat, ne insanlar hiçbir zaman çok temiz ya da çok kirli değildir.
hayat bir sınanma yeridir. insan da bu sınanmanın içerisindedir.
yine de negatif düşünen bir kimsenin negatif sonuçlar alması gibi kötü zandan olabildiğince kaçınmak gerekir...
devamını gör...

hikayenin kahramanı lou andreas-salomé, rus asıllı bir psikanalist ve yazar.
dünyadaki ilk kadın psikanalist olma unvanını taşıyan entelektüel ve akıllı olmasının yanı sıra, narsist ve feminist karakteriyle de bilinen güzel kadın.

1882 yılının mayıs ayında friedrich nietzsche ile tanıştı. birlikte tüm toplumu, kültürü, dinleri tartışıyorlardı. salome’un özgür ruhu, güzelliği ve fikirleri nietzsche’nin aklını başından almıştı. fakat tek taraflı kalacaktı bu aşk…aşkına karşılık alamamak ve evlilik teklifinin reddedilmesi nietzsche’yi derin acılara sürükledi. onun derin acıları bugün okuduğumuz bazı muhteşem eserlere ilham kaynağı oldu…
"hangi yıldızlardan düşüp birbirimizi bulduk biz. bu kadar düz bir cümlenin bu kadar karmaşık olmasına neden olan kadın.” bu sözler, “nietzche ağladığında” isimli kitapta bahsedilen, nietzsche’nin bu aşka dair duygularını açıklayan cümleleridir.
ilerleyen zamanlarda freud da salome'ye olan hayranlığını şu cümleyle özetleyecek:"ona duyduğum aşkı ve hayranlığı açıkça söylemiş olmayı isterdim” diyerek büyük pişmanlığını dile getirecek.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

izledigin zaman o insanların hiçbirinin şuan hayatta olmadığı aklına gelince bir tuhaf oluyor insan.
devamını gör...

sahaf ve kitapevlerinin gereksiz tavırlarına maruz kalmak istemeyen, yüzde 50 kar elde etmeye çalışan çakallara pas atmayan kişidir. kitabevi gezdiği falan da yoktur. bütçesine göre davranan akıllı insandır.

amazonda kitaplar 5 liraya kadar düşmüşken affedersiniz de ben on katı ücret ödemeyi övemem.
devamını gör...

bizim başaramadığımızı köpekler başarmış, tebrik ediyorum.
medeniyet budur.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yaptıklarımdan eşşek gibi pişman olmadım . hatta iyi ki yapmışım . hayatımı mahvettiğim için çok mutluyum.
devamını gör...

kütüphanelerde sabahlamış, bilgiye ulaşmanın zor olduğu dönemlerde yaşamış nesillerin gıcığına gitmektedir. bana kalırsa hibrit bir nesil olarak görüşüm, her şey internette bulunmaz fakat her şey kitaplarda da bulunmaz.
devamını gör...

ay'ın hem romantik, hem egzotik, hem masalsı, hem destansı evresi. ufukta iken sarımtrak hali gümüş parlak bir tepsi gibiyken, en tepedeki hali de karpuzlu balkon lambası gibi.
devamını gör...

prof. dr. oktay sinanoğlu'nun internet sözcüğü yerine önermiş olduğu isim. kimi bilişim uzmanları da türkçe karşılığı bulunan bilgisayardan esinlenerek bilgisunar sözcüğünü tedavüle soktular ama bu sözcük de karşılığını bulmadı. eğer ki bilgisunar sözcüğü tdk sözlüğüne alınmış olsa işin rengi değişebilirdi.
devamını gör...

sözü ve bestesi (bkz: sarper özsan)'a ait olup, tiyatro oyun müziği için yazılmıştır. müzik evrenseldir. her ne kadar komünizm ve komünizm edebiyatından tiksinsemde komünist şarkıları ve marşları gerçekten insanı dinlerken etkiliyor ve mest ediyor.
devamını gör...

bu işlerin din ile allahla falan alakası yok deyince de dinsiz diyolar insanlara .
devamını gör...

kampanya hayata geçerse, 1500 karma puanımın yönetim tarafından iadesini talep edeceğimin bilinmesini isterim.*
devamını gör...

biraz uzun oldu ama hadi bakalım...
cenaze

mustafa erdem sekiz numaralı ölü evi’nin kapısında nefes almak için durduğunda öğle vakti olmuştu. izmir'de hava son altı senedir olduğu gibi sabit 42 dereceydi ve güneş insanoğlunu yakmaya ant içmişçesine, ışınlarını en yoğun haliyle gönderiyordu. gri saçlarından akan terler buruşmuş yanaklarından aşağı doğru süzüldü. elleri, düşük bel şortunun cebinde, cam kapının önünde dururken, neden binaya "ölü evi" dediklerine anlam vermeye çalıştı. evden başka her şeye benziyordu. iki parçadan oluşan binanın alt kısmı, simsiyah taş kaplıydı. binanın bütünü üç kat yüksekliğindeydi ve tam bir küptü. hiç penceresi olmayan bu kütlenin üzerinde ise bembeyaz göğü yırtmaya çalışan dört adet kule yükseliyordu. bulunduğu geniş, boş, tamamıyla çimen kaplı arazide, garip bir oyuncak parçası gibi duruyordu aslında. ablasının üç dört yaşlarında lego oynarken çekilmiş bir fotoğrafı zihninde canlandı. kendi kendine gülerek binanın kapısını açtı ve içeri girdi. ölüm soğukluğunda ve hiçliğinde gri giriş holün tam ortasında camdan yapılma bir banko duruyordu. arkasında yirmili yaşlarında üçü de sarışın ve bronz tenli görevli, önlerindeki saydam ekranlara bakarak oturuyorlardı. bankoya yanaştı ve "merhaba" dedi. adam gülümseyerek başını kaldırdı " iyi günler, hoş geldiniz. isminiz?
mustafa tek düze bir ses tonuyla ismini söyledi ve "ablam selda erdem'in ölüm törenin üçüncü faslı için gelmiştim," dedi.
görevli suratında kurumsal bir ifadeyle " evet mustafa bey töreniniz için oda hazır. tek başınıza mı geldiniz? kayıtlarımızda annenizin sağ olduğu ve ilk törene katıldığı yazıyor."
"bugün gelmeyecek" dedi mustafa dişlerini sıkarak. "bu yöntemi herkesin kabul etmesini beklemiyorsunuz herhalde" sesi boş duvarlarda emilip gidiyordu. törenin en zor aşamalarından biri. vücudu bu şekilde görmeye dayanamaz. kalp hastası zaten." dedi. bir an önce görevliden uzaklaşmak istiyordu çünkü adamın suratındaki gülümseme bir türlü kaybolmuyordu konuşurken. görevli daha yüksek bir ses tonuyla "anlıyorum. gelmeleri kendileri için iyi olabilirdi aslında. biliyorsunuz, kemiklerin ortaya çıkmasını gözlemlemek, ölümle barışmanın bir aşaması" dedi.
biraz daha dişlerini sıktı ve "bilgilendirme için teşekkür ederim. bu tören uygulamaları geleli henüz iki yıl oldu. eski toprakların bu işe alışamamasını normal karşılarsınız herhalde" dedi sesi sert. cümlesini bitirince ellerini beline koydu. sadece öfkelendiğinde kendinden emin oluyordu mustafa, normalde mülayim bir adamdı. otuz senelik öğretmenlik hayatında sakinliğinden bir gram kaybetmeden altmış yaşına gelmişti. görevlinin sesi biraz olsun silikleşti, "peki daha fazla sizi burada tutmayayım. kısa bir bilgilendirme yapmak zorundayım. odaya girdikten ve kapı kapandıktan sonra yarım saatiniz var içeride. kendinizi iyi hissetmediğinizde ya da çıkmak istediğinizde, kapının sağında yer alan mavi düğmeye basmanız yeterli. girdiğiniz andan itibaren, çıkışınıza kadar tüm süreç sesli ve görüntülü olarak kayıt altında olup tarafınıza gönderilecektir." sonra birileri iğne batırmış gibi ani hareketle ayağa kalktı. mekânın sağ tarafında kara delik misali duran koridoru göstererek “buyurun size kapıya kadar eşlik edeyim. dört numaralı oda ayarlandı," dedi.
mustafa adamın yanında bir dakika daha kalamayacağını anladı ve elini kaldırarak, "hayır, teşekkür ederim. eşlik etmenize gerek yok. bulabilirim odayı," dedi ve koridora geçti spor ayakkabıları yumuşak olmasına rağmen sert adımları sert zeminin üzerinde deliyordu havayı. otomatik ışıklar tek tek yanmaya başladı. giriş holü ne kadar griyse burası da o kadar başkaydı. zemin, tavan, duvarlar gökyüzünün en parlak mavisine boyanmış. havada boşlukta yürüyormuşsun hissi uyandırıyordu. sağlı sollu ayna kaplı kapıların yanından geçerken mustafa göz uncuyla kendi yansımasına baktı. aynaların üzerinde kumlamadan yapılmış oda numaraları parıldıyordu. dört numaralı odanın kapısına geldiğinde durdu. kendi görüntüsü karşısında her zaman yaptığı gibi, burnunun üzerindeki küçük siyah noktaları kontrol etti. alnındaki derin kırışıklıkları yokladı. son olarak parıldayan gri saçlarında ellerini gezdirdi. yoğun sigara içmekten acıyan ciğerlerine bir derin nefes daha çekti ve kapının yanında yer alan retina okuyucusuna gözünü yanaştırdı. tiz bir onaylanma sesinden sonra, ayna kapı sessizce odanın içerisine doğru açıldı. ağır bir lavanta kokusu gözlerini yaktı birden. ablasının en sevdiği kokuydu. ölü evleri, ilk kayıtta vefat eden kişi hakkında verilen bilgiler doğrultusunda düzenliyordu törenleri. üç hafta önce ablasının bedenini buraya getirdiklerinde bir form doldurmuşlardı. en sevdiği renk, en sevdiği yemek, en sevdiği koku ve daha birçok kişisel bilgiyi bir tablete girip görevlilere teslim etmişlerdi. “bugün demek ki kokuyu ön planda tutacaklar,” dedi mustafa kendi kendine ve odaya girdi. penceresiz odanın zemini ahşap kaplıydı. hafif gıcırdıyordu spor ayakkabılarıyla bastıkça. ikinci fasıl töreni altı numaralı odada yapmışlardı ve orada tek bir pencere yer alıyordu, dışarıya çimenliğe bakan. keşke bu oda da olsa diye geçirdi içinden. ihtiyaç olmamasına rağmen duvarlarda perdeler asılıydı rengarenk kumaşlardan yapılmış. ablası kumaşları ve modayı seviyor diye yazmışlardı. herhalde ondan bu kadar çaputu doldurmuşlardı odaya. odanın tam ortasında, camdan tabutun ineceği yerde mermer kaide duruyordu. kaidenin önünde ise rahat, kırmızı bir kanepe. bu sefer tam bir renk cümbüşüne çevirmişlerdi mekânı. beden ne kadar çürüyorsa renkleri o kadar artıyorlardı aslında. ölü evlerinin genel yaklaşımıydı bu, bir dergide okuduğuna göre. mustafa spor ayakkabılarını çıkardı. çıplak ayaklarıyla bağdaş kurarak koltuğa oturdu ve başını ışıklandırılmış tavana kaldırdı. mermer kaidenin üzerinde tavanda yer alan kapaklar parlak paslanmaz metaldendi. bir piyano, ne acıklı, ne neşeli dansına başladı. sonra tavandaki kapaklardan tok bir ses geldi. selda'nın bedeni cam tabutunun içerisinde yavaş yavaş inmeye başladı. kapakların aralığından mustafa yukarı yükselen beyaz kuleyi ve içerisinde ablasınınki gibi daha onlarca cam tabutu görebiliyordu. tıpkı çok katlı otomatik otoparklarda olduğu gibi beyaz kulelerin içerisinde istifleniyordu tabutlar. cam kabuk kaidenin üzerine hafif bir tıslama sesi yaparak oturdu. mustafa'nın soluk alışı sıklaşmıştı. iki gündür internette bedenin ölümden sonraki geçirdiği fazları araştırıyordu. babasının ölümünde bunların hiçbirine gerek kalmamıştı. klasik biçimde toprağa gömülmüş, kırkı geldiğinde ise annesi dua okutmuştu. ablasının vasiyeti ise oldukça netti. yeni sisteme göre törenlerin yapılmasını istiyordu. ateistler hükümet kurduğundan beri birçok alana el atmışlardı. ölüm ve gömülme de bunlardan biriydi. bu sebeple tüm bu garip yapılar ortaya çıkmıştı. annesi ne kadar karşı çıkarsa çıksın, mustafa vasiyeti yerine getirme konusunda ısrarlıydı. bu sebeple iki gündür araştırıyordu. beden ölümden itibaren yirmi altı aşamadan geçiyordu. kemiklerin gözükmesi yirmi beşinci aşamaydı ve üçüncü haftanın sonunda gözlemlenebiliyordu. ablasının tabutu tam olarak kaidenin üzerine geldiğinde ne ile karşılaşacağının fotoğraflarını görmüştü ama gerçek çok daha çarpıcıydı. cam tabutun tabanında 15 santimlik bir toprak bulunuyordu. onun üzerinde ise, bedenden kalanlar bölük börçük duruyordu. bağırsaklardan yayılan toksinlerin gücü çok kuvvetliydi. ince bir tabaka halinde kemiklerin üzerinde böğürtlen renginde, parçalar halinde etler duruyordu hala. kafatası ise oldukça net biçimde ortaya çıkmıştı. burnu tamamen yok olmuş gözleri erimiş gitmişti. müzik hareketlendi. ince bir saksafon konuştu. ayakları karıncalanmaya başlayan mustafa kalktı ablasından arta kalanların yanına yaklaştı. o sırada duvarların üzerindeki perdeler aralandı ve avuç içi büyüklüğünde projeksiyon cihazları belirdi. müzik iyice hareketlenmişti. kontrbas devreye girmiş, çılgınca söyleniyordu. projeksiyonlar çalışmaya başladı ve ablasının daha önce ölü evine teslim ettikleri fotoğrafları duvarlardaki perdelerde belirmeye başladı. ablası üzgün, mutlu, birilerinin yanında, yalnız, bir dağın tepesinde, denizin dibinde. görüntüler akıp gidiyordu. mustafa önündeki kemik ve et yığınına baktı. tabutun üzerine eğildi ve camı öptü. gözlerinden yaş gelmedi bu sefer. gittiğini biliyordu. burada yatanın maddesel bir dönüşüm olduğunu biliyordu. bir ruhun olmadığını biliyordu. yine de kendini tutamadı ve " umarım dönüştüğün şeyde mutlusundur " dedi yüksek sesle. sonra kırmızı kanepeye tekrar oturdu o sırada telefonu çaldı. annesinin sesi yorgun geliyordu. " ne yaptın yavrum" diye sordu. " iyiyim içerideyim" diye cevap verdi. tek düze ses tonuna geri dönmüştü mustafa. "nasıl durumu?" diye sordu annesi sesindeki korkuyu gizleyemeden. cevabı almak istemiyordu aslında ama merakına yenik düştü her zamanki gibi. " kemikleri gözüktü. " karşı tarafta derin bir sessizliğin ardından telefon kapandı. müzik hala devam ediyordu. bu sefer bir kadın sesi anlamadığı dilde sanki ağlamanın gücünü anlatıyordu. perdelerde görüntülerin geçiş hızları yavaşladı. mustafa artık daha fazla kalmasına gerek olmadığını düşünerek ayna kapıya yanaştı ve düğmeye bastı. bekledi ve kapı bu sefer biraz daha hızlı açıldı. karşısında görevli duruyordu.
" erken çıktınız mustafa bey" dedi parlak beyaz dişlerini gururla göstererek.
" bu kadarı yeterli " diye cevap verdi mustafa. o sırada fark etti spor ayakkabılarından birinin bağcığı bağlanmamıştı.
devamını gör...

karnozin, alanin ve histidin amino asitlerinden oluşan bir dipeptid molekülüdür. kas ve beyin dokusunda yoğun olarak bulunur.
devamını gör...

susmak asalet değil, erdemdir diye bağırıp çağırmak istediğim başlık.

bir de susturmak var. böyle kodun mu lafı susarlar. susturmakta asalettir o zaman.
devamını gör...

theodor w. storm'un, 1888'de yazdığı, türkçeye hayalet süvari olarak çevrilmiş uzun soluklu hikayesi.

başlangıçta oldukça korkutucu, gizemli bir şekilde başladıktan sonra tamamen bir drama dönüşmüş, insanı okurken yerine çivileyen bir hikaye bu, gerçekten de tanıtım yazılarında geçtiği gibi: insanla doğanın mücadelelerinden bir tanesi.
devamını gör...

nightwish ile koca bir türün doğmasını sağlayan lirik soprano. turunen, sibelius academy ve hochschule für musik karlsruhe'de şan eğitimi aldı. senfonik metal grubu nightwish onun sesi ile parladı. dramatik, "opera" vokal ve sert, hızlı gitar riffleri grubun en güzel özeti. kısa süre sonra "opera metal" olarak adlandırılan senfonik metal tarzları, diğer birçok metal gruba ve sanatçıya ilham verdi. turunen, 21 ekim 2005'te (grubun end of an era konserinin performansından hemen sonra ) kişisel nedenlerden dolayı gruptan çıkarıldı.
solo albümleri;
henkäys ıkuisuudesta (2006)
my winter storm (2007)
the seer ep (2008)
what lies beneath (2010)
colours in the dark (2013)
ave maria – en plein air (2015)
the shadow self (2016)
ın the raw (2019)
devamını gör...

bilge kağanın, kardeşi kül tigin'in ölümü üzerine söylediği sözdür. köktürk anıtlarında geçer.
zaman tanrısı buyurur, insanoğlu hep ölmek için türemiş şeklinde çevrilebilir.
devamını gör...

güney afrika cumhuriyeti'nin afrikaans denilen resmi dili. beyaz ve coloured denilen melezlerin anadilidir.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim