ölü evine yemek yemeye gitmek
normali ölü evine yemek götürmektir. o kadar derdin tasanın arasında bir de misafir karnını doyurmayı düşünüyor ev sahipleri.
çok düşüncesiz insanlar var gerçekten.
çok düşüncesiz insanlar var gerçekten.
devamını gör...
giuseppe mazzini
genç italya hareketinin kurucusudur. italyan milliyetçi'sidir.roma'da kurulu bir cumhuriyetçi hükümetin başına geçirilmiş ancak düşürülerek sürgünü gönderilmiştir.
devamını gör...
kız isteme cinsiyetçi midir sorunsalı
cinsiyetçidir. bu yüzden biz kocamı da istedik. maksat eşitlik olsun.
devamını gör...
6 kelimelik hikayeler
"altından kafesinden çıkmaya çalışırken kırıldı kanatları"
devamını gör...
rüya defteri tutmak
bunu yapan başka insanların olduğunu görmek beni memnun etti. düzenli olarak günlük tutmayan biri olmama rağmen rüyalarım için böyle bir defter edinmem biraz ilginç gelmiyor değil. bir yerde okuduğum kadarıyla, uyandıktan sonraki ilk 10 dakika içinde rüyalarımızın yüzde 90' ı kadarını unutuyoruz. bu nedenle defteri her zaman başucumda tutarım ki, uyanır uyanmaz gördüğüm rüyaları en ufak detaylarıyla yazabileyim. diğer yazarların da belirttiği gibi, bilinçaltında olan bitenleri yorumlayabilmek açısından oldukça faydalı bir yöntem. ayrıca gelecekteki pek çok projeniz için ilham kaynağı olabilecek kadar zengin bir dünya.
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
sırbistan da subotica denilen bir yerdeyim,güzel de bir kaç dostluk kurmuşum,oradaki askeri yetkililerden birinin kızı ile de samimiyim ama dostluk sınırlarımızı muhafaza ediyoruz.
evimde onları ağırladığım bir yemek sonrası bu askeri yetkilinin kızı bulaşıklara yardım etmek için kalmak istedi,gerek vardı yoktu derken kaldı.
eğer bir eğlenceye gitmeyeceklerse erken yatılan bir yer ve erken kalkılan ama daha sonra gördüm ki bu benim tanıştıklarıma özel bir durum bildiğin tembeller.
türkiye ile aramızda 1.5-2 saat gibi bir zaman aralığı var türkiye de saat 24:00 ise orada 22:00 gibi.
bu saatlerde ben bulaşıkları durulayıp makineye dizerken nina da (generalin kızı) kahve içiyordu,koca fincan da türk kahvesi,burda sabah sabah böyle içiyorlar genelde.
kardeşim mesaj attı,abi senin pehlivan uyumuyor amcam bana masal anlatsın deyip duruyor,müsaitsen görüntülü arayabilir misin?
tebessüm ettim bir kaç dakika sonra aradım ve konuşmaya başladım,tabii ben konuşuyorum karşımdan böğürtü geliyor çığlık geliyor lan yer elması niye uyumadın sen diyorum?
kargayla tavşanı anlat bana dedi
oturdum salonda başladım anlatmaya,çok yaramaz bir karga varmış birde kar gibi beyaz bir tavşan...
tabii ben dalmışım tosuna masala kızı nerdeyse unuttum tosunun da göz kapakları gitti gidiyor ama direniyor velet uyumamak için belli ki özlemiş beni.
özür dilemek için yan tarafa dönerken ıslak bir çift göz ile karşılaştım “lütfen bir şey deme” dedi ve gelip başını dizime koydu “babam bana hiç masal anlatmadı,sen anlatırmısın? ama kendi dilinde anlat lütfen ben anlarım,hem masallar hep güzel biter di mi?” dedi.
kül kedisini anlatmaya başladım,bir yandan saçlarını okşuyor bir yandan masal anlatıyordum çok geçmeden o da uyudu.
kucağıma alıp yatağa yatırıp üzerine battaniyeyi örtüp salona döndüm.
bir kahve de kendime alıp sessizliğin sesini dinlemeye ve düşünmeye başladım kim bilir o da nelere katlandı diye.
hepimiz yaralıyız,kimimizin ki derinlerde çok ama çok,kimisi ise belki bir el uzatsak tutacak kadar.
mesnevi de okuduğum bir cümle geliyor aklıma,insanı her şeyden soyduğun zaman sadece duygular kalır diye.
gerçekten öyle.
insanlığın ortak dili duygulardır.
evimde onları ağırladığım bir yemek sonrası bu askeri yetkilinin kızı bulaşıklara yardım etmek için kalmak istedi,gerek vardı yoktu derken kaldı.
eğer bir eğlenceye gitmeyeceklerse erken yatılan bir yer ve erken kalkılan ama daha sonra gördüm ki bu benim tanıştıklarıma özel bir durum bildiğin tembeller.
türkiye ile aramızda 1.5-2 saat gibi bir zaman aralığı var türkiye de saat 24:00 ise orada 22:00 gibi.
bu saatlerde ben bulaşıkları durulayıp makineye dizerken nina da (generalin kızı) kahve içiyordu,koca fincan da türk kahvesi,burda sabah sabah böyle içiyorlar genelde.
kardeşim mesaj attı,abi senin pehlivan uyumuyor amcam bana masal anlatsın deyip duruyor,müsaitsen görüntülü arayabilir misin?
tebessüm ettim bir kaç dakika sonra aradım ve konuşmaya başladım,tabii ben konuşuyorum karşımdan böğürtü geliyor çığlık geliyor lan yer elması niye uyumadın sen diyorum?
kargayla tavşanı anlat bana dedi
oturdum salonda başladım anlatmaya,çok yaramaz bir karga varmış birde kar gibi beyaz bir tavşan...
tabii ben dalmışım tosuna masala kızı nerdeyse unuttum tosunun da göz kapakları gitti gidiyor ama direniyor velet uyumamak için belli ki özlemiş beni.
özür dilemek için yan tarafa dönerken ıslak bir çift göz ile karşılaştım “lütfen bir şey deme” dedi ve gelip başını dizime koydu “babam bana hiç masal anlatmadı,sen anlatırmısın? ama kendi dilinde anlat lütfen ben anlarım,hem masallar hep güzel biter di mi?” dedi.
kül kedisini anlatmaya başladım,bir yandan saçlarını okşuyor bir yandan masal anlatıyordum çok geçmeden o da uyudu.
kucağıma alıp yatağa yatırıp üzerine battaniyeyi örtüp salona döndüm.
bir kahve de kendime alıp sessizliğin sesini dinlemeye ve düşünmeye başladım kim bilir o da nelere katlandı diye.
hepimiz yaralıyız,kimimizin ki derinlerde çok ama çok,kimisi ise belki bir el uzatsak tutacak kadar.
mesnevi de okuduğum bir cümle geliyor aklıma,insanı her şeyden soyduğun zaman sadece duygular kalır diye.
gerçekten öyle.
insanlığın ortak dili duygulardır.
devamını gör...
anonim yazar
küçük bir çaylakken takibe aldığım ilk yazardı. neden takibe alıyoruz zerre fikrim yoktu mahlası unutmamak için iyi bir çözüm gibi gelmişti. ben bunları düşünürken elinde büyümüşüm, haberim yokmuş.
devamını gör...
covid-19 aşısında öncelik sırasının belli olması
sağlık bakanlığı, covid19asi.saglik.gov.tr adresinde aşı olacak meslek gruplarının sıralı listesini paylaştı.
--- alıntı ---
hastalığa maruz kalma, hastalığı ağır geçirme ve bulaştırma riskleri ile hastalığın toplumsal yaşamın işleyişi üzerindeki olumsuz etkisi değerlendirilerek covıd-19 aşısı uygulanacak gruplar belirlenmiş olup bu gruplara sırasıyla uygulanacaktır.
--- alıntı ---
kaynak
--- alıntı ---
hastalığa maruz kalma, hastalığı ağır geçirme ve bulaştırma riskleri ile hastalığın toplumsal yaşamın işleyişi üzerindeki olumsuz etkisi değerlendirilerek covıd-19 aşısı uygulanacak gruplar belirlenmiş olup bu gruplara sırasıyla uygulanacaktır.
--- alıntı ---
kaynak
devamını gör...
aylak adam
yusuf atılgan'ın tarzını ve hissettirmek istediği bilinç karmaşasını başlarda hazmetmek zor olsa da zamanla akıcı bir okuma sağlayan kaliteli bir kitaptır.
c.'de gördüğüm şey onun çocukluk travmasıyla karışık oedipus kompleksinin, c.'nin yaşam tarzını ve yaşama bakış açısını ne denli belirlediğiydi. c., pek ortalıkta görünmeyen, göründüğü zaman da sıkıcı bir sessizliğin sebebi olan, şefkatin ve huzurun kaynağı olan c.'nin teyzesini kendisinden uzaklaştıran babasını sevmiyordu. kulak olayı da cabası. c.'nin aylaklığının sebebi bana göre babasıydı. bu aylaklık, frank underwood'un babasının mezarına işemesinin c.'nin yaşam tarzında karşılığıydı. c.'ye ne iş yaparsın diye sorduklarında bir keresinde "aylakım ben, çalınmış paraları yerim." demişti. topluma karşı izleyici tavrını, yabancılığını ve hoşnutsuzluğunu da göz önüne alırsak babasından kaynaklı bu aylaklık c.'nin işine geliyordu.
belirsizliğin içinde türlü senaryolar kurup "nedir bana acı çektiren? ne istiyorum? kimim ben?" sorularını aşmış bay c.; her şeyin farkındaydı, kim olduğunu ve ne istediğini çok iyi biliyordu. belirsizliğin ne denli acı çektirici olduğunu bilirim, midem bulanır belirsizlikten. bay c. bana kesinliğin daha acı çektirici olduğunun çıkarımını yapmamı sağladı. insanların tutunduğu unsurları gülünç bulan c.; bir kurguya, bir arzuya tutunmuştu. c, ayşe'nin günlüğünde 23 temmuzun yanına yazılmış "onu seviyorum" cümlesini okuduğunda içinden "yalan! beni sevseydin o günün 23 temmuz olduğunu bilmezdin" demişti. yusuf atılgan'ın aşka bakış açısı mıdır yoksa insanlarda sık rastlanılan şu arzuya ve kurguya bilinçsizce düşkünlüğe dikkat çekmek istemesi midir bilinmez. oscar wilde ne güzel söylemiş; "hayatta iki türlü trajedi vardır: biri istediğini elde edememek, diğeriyse istediğini elde etmektir."
c.'de gördüğüm şey onun çocukluk travmasıyla karışık oedipus kompleksinin, c.'nin yaşam tarzını ve yaşama bakış açısını ne denli belirlediğiydi. c., pek ortalıkta görünmeyen, göründüğü zaman da sıkıcı bir sessizliğin sebebi olan, şefkatin ve huzurun kaynağı olan c.'nin teyzesini kendisinden uzaklaştıran babasını sevmiyordu. kulak olayı da cabası. c.'nin aylaklığının sebebi bana göre babasıydı. bu aylaklık, frank underwood'un babasının mezarına işemesinin c.'nin yaşam tarzında karşılığıydı. c.'ye ne iş yaparsın diye sorduklarında bir keresinde "aylakım ben, çalınmış paraları yerim." demişti. topluma karşı izleyici tavrını, yabancılığını ve hoşnutsuzluğunu da göz önüne alırsak babasından kaynaklı bu aylaklık c.'nin işine geliyordu.
belirsizliğin içinde türlü senaryolar kurup "nedir bana acı çektiren? ne istiyorum? kimim ben?" sorularını aşmış bay c.; her şeyin farkındaydı, kim olduğunu ve ne istediğini çok iyi biliyordu. belirsizliğin ne denli acı çektirici olduğunu bilirim, midem bulanır belirsizlikten. bay c. bana kesinliğin daha acı çektirici olduğunun çıkarımını yapmamı sağladı. insanların tutunduğu unsurları gülünç bulan c.; bir kurguya, bir arzuya tutunmuştu. c, ayşe'nin günlüğünde 23 temmuzun yanına yazılmış "onu seviyorum" cümlesini okuduğunda içinden "yalan! beni sevseydin o günün 23 temmuz olduğunu bilmezdin" demişti. yusuf atılgan'ın aşka bakış açısı mıdır yoksa insanlarda sık rastlanılan şu arzuya ve kurguya bilinçsizce düşkünlüğe dikkat çekmek istemesi midir bilinmez. oscar wilde ne güzel söylemiş; "hayatta iki türlü trajedi vardır: biri istediğini elde edememek, diğeriyse istediğini elde etmektir."
devamını gör...
simyacı
her ne kadar son yıllarda aşırı popüler olduğu için belli bir kesim tarafında anlaşılmadan sadece popüler olduğu için okunsa da asıl okumanın ve popülerlikten çok kitabın ne demek olduğunu bilen ve ona değer veren insanlar tarafından okunması gereken muhteşem bir kitap olduğu su götürmez bir gerçek. özellikle okurken insanın kendi benliği hakkında düşünmesini sağlayan, insanın kendini bulma arayışı sırasında nasıl bir yol kat etmesi gerektiğini anlatan ince ince işlenmiş her bir detay kitabı popüler olmaktan çok değer görmesi gereken bir eser olarak bizlere sunuyor. ayrıca bu kitabı hakkını vererek okuduğunuz zaman sanki yazıldığı dönemin aksine hangi dönemde okunursa okunsun o dönemin insanı için o dönem içerisinde hissettiklerine çok güzel bir şekilde ayak uydurabilen ender kitaplardan sadece bir tanesi. bir gün okumaya karar verirseniz mutlaka popüler olduğu için ya da sadece elinizde bulunan herhangi bir kitap olduğu için okumamaya dikkat edin. değer görmesi gereken sizi kendi benliğiniz hakkında düşündüren ve sizi benliğinize doğru kısa bir yolculuğa çıkaracak olan bir kitap gibi düşünerek okuyun.
not: insanın kendini bulma arayışını hiç bu kadar derinden herhangi bir kitapta okumamıştım.
not: insanın kendini bulma arayışını hiç bu kadar derinden herhangi bir kitapta okumamıştım.
devamını gör...
çok pis dedikodu döndüğü düşünülen yerler
(bkz: öğretmenler odası) yani hatırlıyorum öğretmenler odasına girince bir sessizlik bir gerginlik oluşurdu hayır ne konuşuyorlar böyle de biz girince susuyorlar.
ikinci olarak, kız whatsapp grupları, bu kesin bilgidir.
her şey ama her şey konuşulur.
editasyon: arkadaşlar içeriden bilgi geldi öğretmenler odasında çok az dedikodu dönüyormuş.*
ikinci olarak, kız whatsapp grupları, bu kesin bilgidir.
her şey ama her şey konuşulur.
editasyon: arkadaşlar içeriden bilgi geldi öğretmenler odasında çok az dedikodu dönüyormuş.*
devamını gör...
kamp yapmak
insanın doğaya yani asıl ailt olduğu yerde zaman geçirmesi.
bu yüzden kamp insanların hoşuna gidiyor, çünkü ait olduğumuz yerde, doğayla iç içeyiz.
biz de bu dünyada yaşıyor, ve huzuru orada buluyoruz.
bu yüzden kamp insanların hoşuna gidiyor, çünkü ait olduğumuz yerde, doğayla iç içeyiz.
biz de bu dünyada yaşıyor, ve huzuru orada buluyoruz.
devamını gör...
semiha berksoy
semiha berksoy 1910 doğumlu sanatçıdır.
tarihte ilklerle anılan türk kadınlarından biridir.
annesi fatma saime ressam ve heykeltraş, babası rıza cenap berksoy şairdir. okullarının tamamını birincilikle bitirmiştir. annesini erken yaşta kaybeden berksoy, babasının tekrar evlenmesi üzerine amcasının yanında yaşadı.
ilk öykülerini ilkokulda yazmaya başladı...ortaokulda ise bir şan hocasından şan dersleri aldı...
liseyi istanbul kız lisesinde okudu... o sıralarda istanbul konservatuvarı kurulunca orada şan çalıştı...
1929 da ilk konserini verdi bu konserde nikolay rimski korsakov'un sadko operasından değişik aryalar seslendirken kendisine eşlik eden isim cemal reşit rey dir.
aynı dönemde güzel sanatlar akademisini de kazandı. resim, heykel ve seramik çalıştı...
sahne sanatlarına ağırlık verince güzel sanatlara ara vermek zorunda kaldı...
tepeden tırnağa sanatçı olan bu kadının hayatının asıl dönüm noktası olan operayla tanışması ise şöyledir.
darülbedayide tiyatro sınavını kazandı...1931'da muhsin ertuğrul ''istanbul sokakları'' filmini çekmektedir. bu ilk sesli türk filmidir. kendisi semiha rolünü oynamaktadır... çekimler için paris'e gidince orda bir opera dinledi ve operaya aşık oldu...
bu arada darülbedai'yi'de bitirmiştir. okulun mezun ettiği tek kız öğrencidir.
bu aşamadan sonra bir çok müzikal, tiyatro da sahne aldı...
ama asıl önemli olayı ise avrupa'da opera sahnesine çıkan ilk türk sanatçı ünvanını aldığı oyundur. bakınız altını çizerim; kadın demiyorum sanatçı diyorum.
1939 yılında berlin operasında ariande auf naxos isimli eserde rol alarak avrupada opera sahnesine çıkan ilk türk olmuştur.
ilk türk operası olan oyundada kendisi oynamıştır. tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9...
nazım hikmetin yazdığı bir çok oyunda yer aldı. hatta nazım kendisi için bir rüyadır isimli eseri yazdı.. tabiki başrolünü kendisi oynadı...tosca operasında başrolken nazımın cezaevinde ziyaretine gitti...
nazımla mektuplaşmaları ''nazım hikmet ve toscası semiha berksoy'' ismiyle kitaplaştı...
daha resim çalışmalarına devam etti o işide hakkını vererek yaptı...
yani arkadaşlar bu kadının hayatı böyle yazmakla bitmez...
geriside imece usulü gelir zaar...
şimdilik benden bu kadar...
''''
tarihte ilklerle anılan türk kadınlarından biridir.
annesi fatma saime ressam ve heykeltraş, babası rıza cenap berksoy şairdir. okullarının tamamını birincilikle bitirmiştir. annesini erken yaşta kaybeden berksoy, babasının tekrar evlenmesi üzerine amcasının yanında yaşadı.
ilk öykülerini ilkokulda yazmaya başladı...ortaokulda ise bir şan hocasından şan dersleri aldı...
liseyi istanbul kız lisesinde okudu... o sıralarda istanbul konservatuvarı kurulunca orada şan çalıştı...
1929 da ilk konserini verdi bu konserde nikolay rimski korsakov'un sadko operasından değişik aryalar seslendirken kendisine eşlik eden isim cemal reşit rey dir.
aynı dönemde güzel sanatlar akademisini de kazandı. resim, heykel ve seramik çalıştı...
sahne sanatlarına ağırlık verince güzel sanatlara ara vermek zorunda kaldı...
tepeden tırnağa sanatçı olan bu kadının hayatının asıl dönüm noktası olan operayla tanışması ise şöyledir.
darülbedayide tiyatro sınavını kazandı...1931'da muhsin ertuğrul ''istanbul sokakları'' filmini çekmektedir. bu ilk sesli türk filmidir. kendisi semiha rolünü oynamaktadır... çekimler için paris'e gidince orda bir opera dinledi ve operaya aşık oldu...
bu arada darülbedai'yi'de bitirmiştir. okulun mezun ettiği tek kız öğrencidir.
bu aşamadan sonra bir çok müzikal, tiyatro da sahne aldı...
ama asıl önemli olayı ise avrupa'da opera sahnesine çıkan ilk türk sanatçı ünvanını aldığı oyundur. bakınız altını çizerim; kadın demiyorum sanatçı diyorum.
1939 yılında berlin operasında ariande auf naxos isimli eserde rol alarak avrupada opera sahnesine çıkan ilk türk olmuştur.
ilk türk operası olan oyundada kendisi oynamıştır. tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9...
nazım hikmetin yazdığı bir çok oyunda yer aldı. hatta nazım kendisi için bir rüyadır isimli eseri yazdı.. tabiki başrolünü kendisi oynadı...tosca operasında başrolken nazımın cezaevinde ziyaretine gitti...
nazımla mektuplaşmaları ''nazım hikmet ve toscası semiha berksoy'' ismiyle kitaplaştı...
daha resim çalışmalarına devam etti o işide hakkını vererek yaptı...
yani arkadaşlar bu kadının hayatı böyle yazmakla bitmez...
geriside imece usulü gelir zaar...
şimdilik benden bu kadar...
''''
devamını gör...
2021 eurovision şampiyonuna uyuşturucu soruşturması
hakedilen bir birincilikti gerisi teferruat. ben sahne performansına yaptıkları müziğe bakarım varsa böyle bir durum zararı kendilerine.ben bu grubu måneskin'i sevdim yaptıkları müziğin ruhunu taşıyorlar. geçen sene kötü çocuk görünümlü izlanda grubu hatari vardı ev sahibi ülke israil de olmalarına rağmen cesurca filistin bayrağı'nı salladılar. dışardan baksan ne alaka dersin.
birkaç aykırı hareket yaptılar diye hemen karalamak saçma geldi.sonuçlar temiz çıkarsa ne olucak eurovision'a leke sürülmediği mi ispatlanacak.
bunları soruşturacaklarına gitsinler dünya starlarını soruştursunlar hepsi göz önünde. eurovision burası hepimiz uslu çocuğuz iki yüzlülüğüne gerek yok.
birkaç aykırı hareket yaptılar diye hemen karalamak saçma geldi.sonuçlar temiz çıkarsa ne olucak eurovision'a leke sürülmediği mi ispatlanacak.
bunları soruşturacaklarına gitsinler dünya starlarını soruştursunlar hepsi göz önünde. eurovision burası hepimiz uslu çocuğuz iki yüzlülüğüne gerek yok.
devamını gör...
aptal yerine konmak
23 yıldır türk halkı aptal yerine konuyor, ama fark eden sayısı %45 geçmez.
devamını gör...
oscar wilde
the ballad of reading gaol'u okunmadan ölünmemesi gereken şair ve yazar. o meşhur oysa herkes öldürür sevdiğini şiiri aslında reading zindanı balladı'nda geçer. bazı dizeler; savaşın en hararetli yerinde etinizi de beraberinde götüren bir mermi gibidir. daha başka nasıl ifade edilir bilemedim.
--- alıntı ---
yasaların yargısı doğru mudur
ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
bildiğim tek şey bu hapishanede
demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
bir yıl kadar uzundur her geçen gün
yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
kabil'in habil'i öldürdüğü
günden beri hiç dinmedi acılar
çünkü insanların insanlar için
koymuş olduğu bütün yasalar
tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
taneyi eleyip samanı tutar.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
yasaların yargısı doğru mudur
ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
bildiğim tek şey bu hapishanede
demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
bir yıl kadar uzundur her geçen gün
yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
kabil'in habil'i öldürdüğü
günden beri hiç dinmedi acılar
çünkü insanların insanlar için
koymuş olduğu bütün yasalar
tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
taneyi eleyip samanı tutar.
--- alıntı ---
devamını gör...
natacha atlas
avrupa ve ortadoğu köklerinden açığa çıkan çok kültürlülüğünü müziğine de yansıtmış, bazen işveli bazen çok hüzünlü sesin sahibi, dünyaca tanınmış kadın şarkıcı.
atlas’ ı güney koreli yönetmen kim ki-duk’un filminde gafsa parçasıyla da duyarsınız, “groove alla turca” albümünde burhan öçal darbukası eşliğinde katibim şarkısını seslendirirken de...
(bkz: kingdom of heaven (film)) müziği “light of life” ile mistisizmi hissedersiniz. müziğiyle bir kuzey afrika otantiği “feres” i dinlerken, çöl esintileriyle petra’ ya gidersiniz.
ya da yorumladığı en sevdiğim iki parçası, balkan halk şarkısı “ajde jano”ile neşelenir, françoise hardy parçası mon amie la rose ile kederlenirsiz.
özetle kendisi müzikte kültürlerin bileşkesinin en güzel örneklerinden biridir.
atlas’ ı güney koreli yönetmen kim ki-duk’un filminde gafsa parçasıyla da duyarsınız, “groove alla turca” albümünde burhan öçal darbukası eşliğinde katibim şarkısını seslendirirken de...
(bkz: kingdom of heaven (film)) müziği “light of life” ile mistisizmi hissedersiniz. müziğiyle bir kuzey afrika otantiği “feres” i dinlerken, çöl esintileriyle petra’ ya gidersiniz.
ya da yorumladığı en sevdiğim iki parçası, balkan halk şarkısı “ajde jano”ile neşelenir, françoise hardy parçası mon amie la rose ile kederlenirsiz.
özetle kendisi müzikte kültürlerin bileşkesinin en güzel örneklerinden biridir.
devamını gör...
cehalet
filozof olan karl popper’ın bir sözü bu durumdaki görüşlerimi yansıtmaktadır.
karl’a göre gerçek cehalet; “bilginin yokluğu değil, onu edinmeyi reddetmektir.”
karl’a göre gerçek cehalet; “bilginin yokluğu değil, onu edinmeyi reddetmektir.”
devamını gör...
fc barcelona
türkiyedeki barcelona taraftarları yüzünden menfi hislerimin artmasına sebep olan takım.
son yıllarda , dünya futbolu, barça ile yatıyor, barça ile kalkıyor. elbette kimin kimle yatıp kalktığı bizi alâkadar etmez. nethekim özel hayatın gizliliği denen bir realite var.
kimileri bu takımı asrın takımı ilan ederken, kimileri de böyle bir takımın bir daha yer yüzünde boy gösteremeyeceğini iddia ediyor. görüştür saygı duyduk diyelim-
bunu yaparken de, barça'ya atfedilen kutsiyetin biri bin para. hele ülkemizdeki barça fanatikleri ki, biz onlara barçala behçet diyoruz, gemi azıya almışlar sallıyorlar da sallıyorlar.
yok efendim barça ezilenlerin takımıymış da, soldan soldan geliyormuş da, faşizme karşı omuz omuzaymış da. sanırsınız ki, takımı marx amca kurmuş, engels amca da ikinci başkanı.
evet ret edemeyeceğimiz bazı tarihi enstrümanlar mevcut. ama popodan üfürmek suretiyle, dilden dile aktarılan ve gerçekleri ters yüz eden efsaneleştirme çabaları bu enstrümanların da bozuk ses vermesine neden oluyor.
bu sebeple, bazı hususları barçala behçetlere hatırlatmayı bir görev addederiz;
barcelona'yı katalanlar kurmadı. an itibarıyla milli takım gözüyle baktıkları ve sonsuz bağlılık duydukları bu takımın harcında katalan parmağı yok. gamper katalan değil, kurucular arasında da, o çok nefret ettikleri ispanyollar var.
yani nereden tutarsanız tutun kuruluş elde kalıyor. efsane ölü doğuyor.
elbette ki ispanya iç savaşı dönemindeki tutumları ve mücadelelerini saygı ile karşılıyoruz amma velâkin bu tarz meselelere mabadi düzlemden değil, gerçeklerden hareket ederek bakmak gerektiğine inanıyoruz.
gelelim ikinci hatırlatmamıza, katalanları ezilen olarak görmek kadar uçuk bir düşünce olamaz. böyle düşünüyorsanız hayatınız da hiç katalan görmemişsiniz demektir. görmüşseniz de kesinlikle körsünüz ya da analiz yeteneğiniz sıfır! katalanlar kadar kibirli ve burnu havada elemanlar görmek şu fani dünyada çok zor. gerek taraftar profili gerekse halk profili tepeden bakmak suretiyle kendilerini olimpos'un tepesine oturmuş zeus'un başparmağındaki nasır zannetmekle meşgul.
bölgenin gelişmişlik düzeyi çok yüksek ve ispanya geneline oranla da, yaşam standartları bire beş veriyor. yani geldiğimiz nokta da ezen- ezilen çelişkisi falan yok. bu basit palavradan öteye gitmiyor. madrid'e faşist takım diye lanet yağdıran barçala behçetler, mikro milliyetçi, mabadı kalkık tempra modunda, ortada arzı endam eden katalanlara tapıyor ya ifrit oluyorum arkadaş.
ayıp ediyorsunuz barçala behçetler! atlethic bilbao'ya ayıp ediyorsunuz. roma'ya ayıp ediyorsunuz. livorno'ya ayıp ediyorsunuz. gerçek anlamda halk takımı olan takımlara, sınıfsal mücadele de simgeleşen camialara ayıp ediyorsunuz. yalan yanlış bilgi höpürdetmeleriyle barça aşkınızı millete angaje etmeye çalışıyorsunuz ya ayıbın kuyruklusunu kendinize ediyorsunuz.
sizlerin sayesinde ''içimde ki barça aşkı bambaşka o büyük taraftarınla çok yaşa (...)'' tezahüratını seslendirmeden duramıyorum. barça'yı izlediğim her maç rakip takım golü attığında sevinçten kendimi kaybetmemin sebebi sizsiniz ve bu itici tavırlarınız. bulmuşsunuz hemen hemen her maçını kazanan bir jenerasyon dayamışsınız sırtınızı ona, barçalıyım diye ortalıkta bu yalanlarla birlikte geziyorsunuz. oynadıkları futboldan zevk alanları ise tenzih ediyorum. ne de olsa göz pası silmek möhim bir mesele.
neyse efendim işte böyle. ''barçala behçet''lerin sayesinde bir numaralı barça düşmanı oldum. ha şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim real'den hiç mi hiç haz etmem.
oh be içimi döktüm rahatladım.
ha bu arada azalarak bitmeye başladıklarının da altını çizmem lazım. bahsettiğim dönem takriben son 10 yıllık dönem. xavi yok artık, iniesta yok. messi de yolcu. biraz durulurlar diye ümit ediyorum. azıcık kafamız rahat eder *
son yıllarda , dünya futbolu, barça ile yatıyor, barça ile kalkıyor. elbette kimin kimle yatıp kalktığı bizi alâkadar etmez. nethekim özel hayatın gizliliği denen bir realite var.
kimileri bu takımı asrın takımı ilan ederken, kimileri de böyle bir takımın bir daha yer yüzünde boy gösteremeyeceğini iddia ediyor. görüştür saygı duyduk diyelim-
bunu yaparken de, barça'ya atfedilen kutsiyetin biri bin para. hele ülkemizdeki barça fanatikleri ki, biz onlara barçala behçet diyoruz, gemi azıya almışlar sallıyorlar da sallıyorlar.
yok efendim barça ezilenlerin takımıymış da, soldan soldan geliyormuş da, faşizme karşı omuz omuzaymış da. sanırsınız ki, takımı marx amca kurmuş, engels amca da ikinci başkanı.
evet ret edemeyeceğimiz bazı tarihi enstrümanlar mevcut. ama popodan üfürmek suretiyle, dilden dile aktarılan ve gerçekleri ters yüz eden efsaneleştirme çabaları bu enstrümanların da bozuk ses vermesine neden oluyor.
bu sebeple, bazı hususları barçala behçetlere hatırlatmayı bir görev addederiz;
barcelona'yı katalanlar kurmadı. an itibarıyla milli takım gözüyle baktıkları ve sonsuz bağlılık duydukları bu takımın harcında katalan parmağı yok. gamper katalan değil, kurucular arasında da, o çok nefret ettikleri ispanyollar var.
yani nereden tutarsanız tutun kuruluş elde kalıyor. efsane ölü doğuyor.
elbette ki ispanya iç savaşı dönemindeki tutumları ve mücadelelerini saygı ile karşılıyoruz amma velâkin bu tarz meselelere mabadi düzlemden değil, gerçeklerden hareket ederek bakmak gerektiğine inanıyoruz.
gelelim ikinci hatırlatmamıza, katalanları ezilen olarak görmek kadar uçuk bir düşünce olamaz. böyle düşünüyorsanız hayatınız da hiç katalan görmemişsiniz demektir. görmüşseniz de kesinlikle körsünüz ya da analiz yeteneğiniz sıfır! katalanlar kadar kibirli ve burnu havada elemanlar görmek şu fani dünyada çok zor. gerek taraftar profili gerekse halk profili tepeden bakmak suretiyle kendilerini olimpos'un tepesine oturmuş zeus'un başparmağındaki nasır zannetmekle meşgul.
bölgenin gelişmişlik düzeyi çok yüksek ve ispanya geneline oranla da, yaşam standartları bire beş veriyor. yani geldiğimiz nokta da ezen- ezilen çelişkisi falan yok. bu basit palavradan öteye gitmiyor. madrid'e faşist takım diye lanet yağdıran barçala behçetler, mikro milliyetçi, mabadı kalkık tempra modunda, ortada arzı endam eden katalanlara tapıyor ya ifrit oluyorum arkadaş.
ayıp ediyorsunuz barçala behçetler! atlethic bilbao'ya ayıp ediyorsunuz. roma'ya ayıp ediyorsunuz. livorno'ya ayıp ediyorsunuz. gerçek anlamda halk takımı olan takımlara, sınıfsal mücadele de simgeleşen camialara ayıp ediyorsunuz. yalan yanlış bilgi höpürdetmeleriyle barça aşkınızı millete angaje etmeye çalışıyorsunuz ya ayıbın kuyruklusunu kendinize ediyorsunuz.
sizlerin sayesinde ''içimde ki barça aşkı bambaşka o büyük taraftarınla çok yaşa (...)'' tezahüratını seslendirmeden duramıyorum. barça'yı izlediğim her maç rakip takım golü attığında sevinçten kendimi kaybetmemin sebebi sizsiniz ve bu itici tavırlarınız. bulmuşsunuz hemen hemen her maçını kazanan bir jenerasyon dayamışsınız sırtınızı ona, barçalıyım diye ortalıkta bu yalanlarla birlikte geziyorsunuz. oynadıkları futboldan zevk alanları ise tenzih ediyorum. ne de olsa göz pası silmek möhim bir mesele.
neyse efendim işte böyle. ''barçala behçet''lerin sayesinde bir numaralı barça düşmanı oldum. ha şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim real'den hiç mi hiç haz etmem.
oh be içimi döktüm rahatladım.
ha bu arada azalarak bitmeye başladıklarının da altını çizmem lazım. bahsettiğim dönem takriben son 10 yıllık dönem. xavi yok artık, iniesta yok. messi de yolcu. biraz durulurlar diye ümit ediyorum. azıcık kafamız rahat eder *
devamını gör...