fotoğraf
t: tıpkı cemal süreya'nınki gibi tüyleri ürperten bir melih cevdet anday şiiri.
anday, oktay rifat, orhan veli ve şinasi baray birlikte bir fotoğraf çektirirler. onun üzerine şu diziler yazılır:
dört kişi parkta çektirmişiz,
ben, orhan, oktay, bir de şinasi...
anlaşılan sonbahar
kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
yapraksız arkamızdaki ağaçlar...
babası daha ölmemiş oktay'ın,
ben bıyıksızım,
orhan, süleyman efendiyi tanımamış.
ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
oysa hayattayız hepimiz.
anday, oktay rifat, orhan veli ve şinasi baray birlikte bir fotoğraf çektirirler. onun üzerine şu diziler yazılır:
dört kişi parkta çektirmişiz,
ben, orhan, oktay, bir de şinasi...
anlaşılan sonbahar
kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
yapraksız arkamızdaki ağaçlar...
babası daha ölmemiş oktay'ın,
ben bıyıksızım,
orhan, süleyman efendiyi tanımamış.
ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
ölümü hatırlatan ne var bu resimde?
oysa hayattayız hepimiz.
devamını gör...
pame radyo yayını
bu programı en çok seven domestic hıyar için bir şarkı istiyorum.
bu arada ben de çok sevdim programı.
ezgiler dil bizim oralardan gibi.
bu arada ben de çok sevdim programı.
ezgiler dil bizim oralardan gibi.
devamını gör...
milyarlarca yıl önce bir günün 18 saat sürmesi
dünyada yaşanan günlerin uzunluğu dünya ile ay arasındaki çekim kuvvetinden kaynaklandığı düşünülüyor. ay ile dünya arasındaki uzaklık arttıkça dünyanın dönüş hızı yavaşlıyor ve bir günü daha geç bitirmesine sebep oluyor.
yapılan bir araştırmada 1.4 milyar yıl önce dünya'da bir günün 18 saat olduğu bulundu. zamanla ay dünyadan uzaklaştıkça dünyanın dönüş hızı yavaşladı ve günümüzde bir günü 24 saat yaşar hale geldik.
yapılan araştırmalara göre günlerimiz her yıl 0.000018 saniye uzamakta ve ay ise dünya'dan bir yılda 3.8 santimetre kadar uzaklaşmaktadır.
bu hızla devam ederse yaklaşık 1.2 milyar yıl sonra günlerimiz yaklaşık 30 saat olacak gibi duruyor.*
yapılan bir araştırmada 1.4 milyar yıl önce dünya'da bir günün 18 saat olduğu bulundu. zamanla ay dünyadan uzaklaştıkça dünyanın dönüş hızı yavaşladı ve günümüzde bir günü 24 saat yaşar hale geldik.
yapılan araştırmalara göre günlerimiz her yıl 0.000018 saniye uzamakta ve ay ise dünya'dan bir yılda 3.8 santimetre kadar uzaklaşmaktadır.
bu hızla devam ederse yaklaşık 1.2 milyar yıl sonra günlerimiz yaklaşık 30 saat olacak gibi duruyor.*
devamını gör...
sanat tarihi bölümü
caravaggio, da vinci, raffaello diyerek gittiğim ve umduğumu bulamadığım, daha çok türk-islam sentezi neticesiyle türk ve islam sanatı ile bunaldığım çok sevgili eski bölümüm...
ne yazık ki bu güzel bölüm, birçok üniversite *içerisinde mezun olduğum üniversite başını çekebilir* siyasetin de getirisi ile avrupa sanatına ilgi duyan insanları bölümden soğutmaya yemin etmiş, avrupa sanatı kısmını oldukça yüzeysel anlatmış ve mezun olan birçok insanın 3 rönesans ressamı, 2 gotik dönem mimarı sayamayacak kadar bilgi birikiminden uzak insanları mezun vermişlerdir.
şunu da ne yazık ki söylemeden edemeyeceğim, oldukça düşük sıralama-puan ile girilebilen bu güzel bölüm, üniversiteyi bir yüksek öğrenim olarak görmekten çok uzak insanların da içinde bulunması ile yozlaşmış ve üzücü bir şekilde sadece öğrencilerin değil, öğretmenlerin de artık eğitim vermekten ziyade, "şu itleri mezun edelim de ne halleri varsa görsün..." moduna girmelerine neden olmuştur bana kalırsa...
ne yazık ki bu güzel bölüm, birçok üniversite *içerisinde mezun olduğum üniversite başını çekebilir* siyasetin de getirisi ile avrupa sanatına ilgi duyan insanları bölümden soğutmaya yemin etmiş, avrupa sanatı kısmını oldukça yüzeysel anlatmış ve mezun olan birçok insanın 3 rönesans ressamı, 2 gotik dönem mimarı sayamayacak kadar bilgi birikiminden uzak insanları mezun vermişlerdir.
şunu da ne yazık ki söylemeden edemeyeceğim, oldukça düşük sıralama-puan ile girilebilen bu güzel bölüm, üniversiteyi bir yüksek öğrenim olarak görmekten çok uzak insanların da içinde bulunması ile yozlaşmış ve üzücü bir şekilde sadece öğrencilerin değil, öğretmenlerin de artık eğitim vermekten ziyade, "şu itleri mezun edelim de ne halleri varsa görsün..." moduna girmelerine neden olmuştur bana kalırsa...
devamını gör...
kafa sözlük
son 2-3 günde çok fazla yazar alındı sanırım. 100 karma puandan vazgeçilmişti. anladığım kadarıyla artık 10 tanım kuralı da askıya alındı. 6 tanımlı pek çok yazara denk geldim.
iyi mi oldu kötü mü bilmem. göreceğiz.
iyi mi oldu kötü mü bilmem. göreceğiz.
devamını gör...
ölmeden önce yapılacak bir şey
dünyanın yedi harikasını görmek.
devamını gör...
felsefeye başlayacaklara kitap önerileri
felsefeye başlamanız için ilk önce bir temele ihtiyacınız var bu elzemdir. bunu yapmazsanız 5 sayfa okuyup ne diyo bu niçe ne mal adammış ya dersiniz. bu temel içinse üç kitaba ihtiyaç duyarsınız.
1-felsefeye giriş (bkz: ahmet arslan)
2-felsefe tarihi (bkz: ahmet cevizci)
veya (bkz: bertrand russell)'ın alfa yayınlarından 3 ciltlik batı felsefesi tarihi kitabı.
3-felsefe sözlüğü (bkz: ahmet cevizci)
felsefeye giriş kitabını hatmetip filozoflar ve fikirleri hakkında biraz ön bilgiye sahip olduktan sonra soğumadan felsefe tarihine geçiniz.
"ben düşüncesini bildikten sonra napayım tarihini bilader" demeyiniz lütfen. çünkü felsefe tarihi filozofların düşüncelerini daha iyi anlamak ve onlara objektif bakabilmeniz adına elzemdir.
buna en iyi örnek ünlü alman filozof (bkz: nietzsche)'dir. nietzsche zamanında bir rus hatunu düşüremeyip onun acısını kaldıramadığı için büyük ölçüde bundan ötürü kadınlarla ilgili negatif şeyler yazmıştır. siz nietzsche'nin neyden etkilendiğini bilmeyip "adam haklı lan bilader" deyip sevgilinizden ayrılıp ardından kadınlara küsüp yalnızlık içinde kahrolmayın diye felsefe tarihi elzemdir. filozofların subjektif ve objektif düşüncelerini ayırıp onları daha iyi eleştirin diye felsefe tarihi elzemdir.
filozoflar aynı kelimeleri bile farklı anlamda kullanır. buna en iyi örnekse (bkz: hegel)'dir.
filozofları daha iyi anlamanız için terimlerini çok iyi kavramanız gerekir işte burada da felsefe sözlüğü devreye girer.
bu kitaplarla temeli attıktan sonra tebrikler artık siz de bir filozof adayı oldunuz demektir. (bkz: komik olmayan şakalar)
buradan sonra kişinin tercihine bağlı olarak kitap seçimleri yapılabilir. benim tavsiyem ilk önce biraz antik yunana bakmanızdan yanadır fakat bu şart değildir. neticede felsefe matematik gibi birikimli bir bilim değildir en baştan başlamanıza gerek yoktur keza felsefe bilim de değildir.
ama tavsiyem ilk önce (bkz: sokrates) (bkz: platon) (bkz: aristoteles) üçlüsüne bakmanızdan yanadır.
bunlar için ilgi alanınıza göre googleden araştırmalar yapınız fakat en temellerden olan herkesin bildiği sokrates'in fikirlerini platonun yazdığı "devlet" kitabını okumanızda fayda var.
yunana da az bakındındıktan sonra istediğinizi istediğiniz şekilde okuyabilirsiniz.
dipnot:dostlarım bu yazılanlardan sonra sizden tek bir ricam var oda nietzsche'yi ihmal etmeyip zerdüştü okumanızdır.
1-felsefeye giriş (bkz: ahmet arslan)
2-felsefe tarihi (bkz: ahmet cevizci)
veya (bkz: bertrand russell)'ın alfa yayınlarından 3 ciltlik batı felsefesi tarihi kitabı.
3-felsefe sözlüğü (bkz: ahmet cevizci)
felsefeye giriş kitabını hatmetip filozoflar ve fikirleri hakkında biraz ön bilgiye sahip olduktan sonra soğumadan felsefe tarihine geçiniz.
"ben düşüncesini bildikten sonra napayım tarihini bilader" demeyiniz lütfen. çünkü felsefe tarihi filozofların düşüncelerini daha iyi anlamak ve onlara objektif bakabilmeniz adına elzemdir.
buna en iyi örnek ünlü alman filozof (bkz: nietzsche)'dir. nietzsche zamanında bir rus hatunu düşüremeyip onun acısını kaldıramadığı için büyük ölçüde bundan ötürü kadınlarla ilgili negatif şeyler yazmıştır. siz nietzsche'nin neyden etkilendiğini bilmeyip "adam haklı lan bilader" deyip sevgilinizden ayrılıp ardından kadınlara küsüp yalnızlık içinde kahrolmayın diye felsefe tarihi elzemdir. filozofların subjektif ve objektif düşüncelerini ayırıp onları daha iyi eleştirin diye felsefe tarihi elzemdir.
filozoflar aynı kelimeleri bile farklı anlamda kullanır. buna en iyi örnekse (bkz: hegel)'dir.
filozofları daha iyi anlamanız için terimlerini çok iyi kavramanız gerekir işte burada da felsefe sözlüğü devreye girer.
bu kitaplarla temeli attıktan sonra tebrikler artık siz de bir filozof adayı oldunuz demektir. (bkz: komik olmayan şakalar)
buradan sonra kişinin tercihine bağlı olarak kitap seçimleri yapılabilir. benim tavsiyem ilk önce biraz antik yunana bakmanızdan yanadır fakat bu şart değildir. neticede felsefe matematik gibi birikimli bir bilim değildir en baştan başlamanıza gerek yoktur keza felsefe bilim de değildir.
ama tavsiyem ilk önce (bkz: sokrates) (bkz: platon) (bkz: aristoteles) üçlüsüne bakmanızdan yanadır.
bunlar için ilgi alanınıza göre googleden araştırmalar yapınız fakat en temellerden olan herkesin bildiği sokrates'in fikirlerini platonun yazdığı "devlet" kitabını okumanızda fayda var.
yunana da az bakındındıktan sonra istediğinizi istediğiniz şekilde okuyabilirsiniz.
dipnot:dostlarım bu yazılanlardan sonra sizden tek bir ricam var oda nietzsche'yi ihmal etmeyip zerdüştü okumanızdır.
devamını gör...
cahilim demenin alternatif yolları
''devletimiz ne yapıyorsa bir bildiği vardır''
''bizim aklımız ona yetmez''
''bizim aklımız ona yetmez''
devamını gör...
hüsnüzan
"hüsn-ü zan" bir başkası hakkında olumlu düşünme, umut etme ya da iyimserliktir.
tabii bu saf ve derin bir iyimserlik değil; ihtiyat ve güven ile birlikte gösterilmesi gereken bir iyimserliktir.
iyiye ya da kötüye yorumlanabilecek herhangi bir olayı iyi tarafınından bakmamızı sağlayan, her daim gönlümüzde ve kalbimizde yer edinmesi gereken tarifi güzel, kendisi güzel bir meziyet.
yani iyilik iyilik getirir, kötülük kötülük getirir gibi bir şey!..
tabii bu saf ve derin bir iyimserlik değil; ihtiyat ve güven ile birlikte gösterilmesi gereken bir iyimserliktir.
iyiye ya da kötüye yorumlanabilecek herhangi bir olayı iyi tarafınından bakmamızı sağlayan, her daim gönlümüzde ve kalbimizde yer edinmesi gereken tarifi güzel, kendisi güzel bir meziyet.
yani iyilik iyilik getirir, kötülük kötülük getirir gibi bir şey!..
devamını gör...
sosyalizmin alfabesi
leo huberman'ın sosyalizmi 4 ana başlık altında; 1-) kapitalizmin sosyalist açıdan tahlili, 2-) sosyalizm kapitalizmi suçluyor, 3-) değişmeyi savunanlar, 4-) sosyalizm, irdelediği eser.
bir sınıf mal sahipliği ile, öteki sınıf emeği ile yaşıyor. kapitalist sınıf, gelirini, başkalarını kendi hesabına çalıştırarak elde eder; oysa işçi sınıfı, gelirini, yaptığı işin karşılığı ücret biçiminde sağlar. yaşamak için gerekli malların üretiminde emek baş yeri tuttuğuna göre, emeği sağlayanın bunun karşılığında çok cömertçe ödüllendirildiğini sanabilirsiniz. oysa hiç de böyle değildir. kapitalist toplumda en çok çalışan değil, en fazla şeye sahip olan, gelirden aslan payını alır. sy 10
amerikan halkına yutturulmak istenen en büyük yalanlardan biri de, ekonomik sistemimizin, "serbest özel teşebbüs" sistemi olduğunu durup dinlenmeden öne sürülmesidir. bu, doğru değildir. ekonomik sistemimizin yalnız bir kısmı, rekabetçi, serbest ve bireycidir. geri kalan tam tersidir: tekelleştirilmiş, denetim altına alınmış ve kolektivisttir. sy 15
bu kadar geniş bir egemenliğe sahip bulunan tekelci kapitalistlerin, fiyatları diledikleri gibi saptamak durumunda olduklarını görüp anlamak güç değildir. ve böyle yapıyorlar. fiyatları, en fazla karı elde edecek noktada saptıyorlar. bunu, ya kendi aralarında anlaşarak yapıyorlar veya en güçlü kumpanya fiyatı ilan ediyorlar, ötekilerde " kaptanı izle" oyununa katılıyorlar. bir de sık sık olduğu gibi, temel patentleri denetimleri altında bulunduruyorlar ve gerekli üretim iznini, ancak kendi çizgilerinde gitmeyi kabul edenlere veriyorlar. sy 17
kapitalist sınıf, işçi sınıfını sömürerek, servetle, güçle ve itibarla cömertçe ödüllendirilmiş; oysa işçi sınıfı, güvensizlik, yoksulluk, sefil hayat koşulları içine itilmiştir.
bu durumda, mevcut mülkiyet ilişkisinin - azınlığın bu denli yararına, çoğunluğun bu denli zararına olan bu mülkiyet ilişkisinin- devamını sağlamak için bir yol, bir yöntem bulunması gerekir. zengin azınlığın, emekçi çoğunluk üzerinde, toplumsal ve ekonomik egemenliğinin sürüp gitmesini sağlayacak güce sahip bir kurumun varlığı zorunludur.
böyle bir kuruluş da vardır: devlet. sy 27
kapitalizmin propagandacıları, bizi, sosyalizmin, özgürlüklerin sonu demek olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. oysa gerçek tam tersidir. sosyalizm, özgürlüğün başlangıcıdır. sosyalizm, insanlığa en büyük acıları veren kötülüklerden kurtulmak demektir: ücret köleliğinden, sefaletten, toplumsal eşitsizlikten ,güvensizlikten, ırk ayrımından, savaştan kurtuluş demektir.
sosyalizm, uluslararası bir harekettir. programı dünyanın bütün ülkelerinde aynıdır: vahşi rekabet sistemi yerine, işbirliğine dayanan uygar yönetimi koymaktır. her insanın refahının bütün insanların refahı ile gerçekleşebileceği insanların kardeşliğine dayanan toplumu kurmaktır.
sosyalizm, gerçekleşemeyecek bir düş değildir. toplumsal evrim sürecinde bir ileri adımdır ve gerçekleşme zamanı gelmiştir. sy 91
bir sınıf mal sahipliği ile, öteki sınıf emeği ile yaşıyor. kapitalist sınıf, gelirini, başkalarını kendi hesabına çalıştırarak elde eder; oysa işçi sınıfı, gelirini, yaptığı işin karşılığı ücret biçiminde sağlar. yaşamak için gerekli malların üretiminde emek baş yeri tuttuğuna göre, emeği sağlayanın bunun karşılığında çok cömertçe ödüllendirildiğini sanabilirsiniz. oysa hiç de böyle değildir. kapitalist toplumda en çok çalışan değil, en fazla şeye sahip olan, gelirden aslan payını alır. sy 10
amerikan halkına yutturulmak istenen en büyük yalanlardan biri de, ekonomik sistemimizin, "serbest özel teşebbüs" sistemi olduğunu durup dinlenmeden öne sürülmesidir. bu, doğru değildir. ekonomik sistemimizin yalnız bir kısmı, rekabetçi, serbest ve bireycidir. geri kalan tam tersidir: tekelleştirilmiş, denetim altına alınmış ve kolektivisttir. sy 15
bu kadar geniş bir egemenliğe sahip bulunan tekelci kapitalistlerin, fiyatları diledikleri gibi saptamak durumunda olduklarını görüp anlamak güç değildir. ve böyle yapıyorlar. fiyatları, en fazla karı elde edecek noktada saptıyorlar. bunu, ya kendi aralarında anlaşarak yapıyorlar veya en güçlü kumpanya fiyatı ilan ediyorlar, ötekilerde " kaptanı izle" oyununa katılıyorlar. bir de sık sık olduğu gibi, temel patentleri denetimleri altında bulunduruyorlar ve gerekli üretim iznini, ancak kendi çizgilerinde gitmeyi kabul edenlere veriyorlar. sy 17
kapitalist sınıf, işçi sınıfını sömürerek, servetle, güçle ve itibarla cömertçe ödüllendirilmiş; oysa işçi sınıfı, güvensizlik, yoksulluk, sefil hayat koşulları içine itilmiştir.
bu durumda, mevcut mülkiyet ilişkisinin - azınlığın bu denli yararına, çoğunluğun bu denli zararına olan bu mülkiyet ilişkisinin- devamını sağlamak için bir yol, bir yöntem bulunması gerekir. zengin azınlığın, emekçi çoğunluk üzerinde, toplumsal ve ekonomik egemenliğinin sürüp gitmesini sağlayacak güce sahip bir kurumun varlığı zorunludur.
böyle bir kuruluş da vardır: devlet. sy 27
kapitalizmin propagandacıları, bizi, sosyalizmin, özgürlüklerin sonu demek olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. oysa gerçek tam tersidir. sosyalizm, özgürlüğün başlangıcıdır. sosyalizm, insanlığa en büyük acıları veren kötülüklerden kurtulmak demektir: ücret köleliğinden, sefaletten, toplumsal eşitsizlikten ,güvensizlikten, ırk ayrımından, savaştan kurtuluş demektir.
sosyalizm, uluslararası bir harekettir. programı dünyanın bütün ülkelerinde aynıdır: vahşi rekabet sistemi yerine, işbirliğine dayanan uygar yönetimi koymaktır. her insanın refahının bütün insanların refahı ile gerçekleşebileceği insanların kardeşliğine dayanan toplumu kurmaktır.
sosyalizm, gerçekleşemeyecek bir düş değildir. toplumsal evrim sürecinde bir ileri adımdır ve gerçekleşme zamanı gelmiştir. sy 91
devamını gör...
500 bin liralık cip kullanan türbanlı
cip, bu kulvardaki tek rekabet ölçüsü olmuştur artık. onun yerine iki adet lüks sedan sınıfından otomobil alınsa da fayda etmez. zira, cip türünden bir aracı alan, o kadar parayı istanbul içinde safari yapmak için ödememiştir.
sadece türbanlı için geçerli değil. playboy denilen aylak ve para babası zamparalarla takılan manken güzelleri de bu ciplere tutkunlar. aşklarının ne kadar ulvi ve samimi olduğunu ispatlamak için manken olan manitaya ilk ödeme olarak bir cip alıyorlar. manken kızlar da apartman gibi boya sahip olduklarından orta sınıf bir otomobile sığamıyor. bu tür fiziksel zorlamadan ötürü de cip tercih ediyorlar.
sadece türbanlı için geçerli değil. playboy denilen aylak ve para babası zamparalarla takılan manken güzelleri de bu ciplere tutkunlar. aşklarının ne kadar ulvi ve samimi olduğunu ispatlamak için manken olan manitaya ilk ödeme olarak bir cip alıyorlar. manken kızlar da apartman gibi boya sahip olduklarından orta sınıf bir otomobile sığamıyor. bu tür fiziksel zorlamadan ötürü de cip tercih ediyorlar.
devamını gör...
melis sezen
sadakatsiz isimli dizide karı kocanın evliliğine serbest dalış yapan karakteri canlandıran oyuncu.
devamını gör...
thomson atom modeli
elektrik yükünün parçacıklar halinde taşındığını ileri süren faraday’dan sonra, thomson katot ışınlarıyla yaptığı deneylerle elektronun varlığını kanıtlamıştır.
thomson, elektronların atomlardan daha hafif negatif yüklü tanecikler olduğu sonucuna varmıştı. atomun nötral olduğunu bilen thomson, negatif yüklerin atımda bulunan pozitif yüklerle dengelenmesi gerektiğini düşündü. ancak yaptığı çalışmalarda atomdan çıkan + yüklü parçacık gözlemleyemedi.
bu yüzden
- atomun kendisinin “+” yüklü olduğunu
- pozitif (+) yüklerin atomun her yanına homojen dağıldığını
- elektronların bu pozitif yük içinde üzümlü kekin üzümleri gibi serpiştirilmiş olduğunu düşündü.
- onun bu tahmini ile “üzümlü kek” modeli ortaya atıldı.
buradan
üzümlü kek modeli olarak da adlandırılan thomson atom modelinde, kek pozitif yüklü kısım, üzümler ise negatif yüklü tanecikleri temsil eder.
thomson atom modelinin eksiklikleri,
atomda pozitif (+) ve negatif (-) yükler homojen olarak dağılmaz.
atomun kütlesinin yarısını pozitif (+) tanecikler oluşturur.
negatif (-) yükleri atomun içine gömülü ve hareketsiz kabul etmesi yanlıştır.
- - - alıntı- - -
kullandığım görselin kaynağı: 9b-team1.weebly.com/thomson...
referans: kimya dersi notlarıdır. bana ait değildir.
thomson, elektronların atomlardan daha hafif negatif yüklü tanecikler olduğu sonucuna varmıştı. atomun nötral olduğunu bilen thomson, negatif yüklerin atımda bulunan pozitif yüklerle dengelenmesi gerektiğini düşündü. ancak yaptığı çalışmalarda atomdan çıkan + yüklü parçacık gözlemleyemedi.
bu yüzden
- atomun kendisinin “+” yüklü olduğunu
- pozitif (+) yüklerin atomun her yanına homojen dağıldığını
- elektronların bu pozitif yük içinde üzümlü kekin üzümleri gibi serpiştirilmiş olduğunu düşündü.
- onun bu tahmini ile “üzümlü kek” modeli ortaya atıldı.
buradan
üzümlü kek modeli olarak da adlandırılan thomson atom modelinde, kek pozitif yüklü kısım, üzümler ise negatif yüklü tanecikleri temsil eder.
thomson atom modelinin eksiklikleri,
atomda pozitif (+) ve negatif (-) yükler homojen olarak dağılmaz.
atomun kütlesinin yarısını pozitif (+) tanecikler oluşturur.
negatif (-) yükleri atomun içine gömülü ve hareketsiz kabul etmesi yanlıştır.
- - - alıntı- - -
kullandığım görselin kaynağı: 9b-team1.weebly.com/thomson...
referans: kimya dersi notlarıdır. bana ait değildir.
devamını gör...
acının ilacı
hayatımın fonunda çaldığını düşünmeye başladığım adamlar şarkısı. acının ilacı başka bir acıdan geçtiğinden mütevellit ismi de gülümsetmiştir zaman zaman. ismet* gücenmesin ama favori adamlar şarkım saniyelik süreçte değişti. gerçi ismet kimdi onu da unuttum, neyse o başka şarkının konusu zaten. kimse de sözlerini yazmamış ayıp be. tanım girmek için belirli bir alkol sınırlaması getirmeyi düşünür müydün sözlük? neyse akşamüstü hep genciz gece gelir gemi batar sabahına da bi yarı ayık kafamız var.
istedim
hep istedim
bu hislerim
karabatak
derinlere batmış taştan kalp
sesi çıkmaz
yapayalnız
akşamüstü hep genciz
gece gelir gemi batar
viranelerde sofralar kurup çürük meyvelerle
aşkına bomba çay çorba
başımızda krallar yolumuza tükürür
yakalayıp bi ucunu sal boşluğa
çözülmeye hasret düğümün
ne kralın tacı
ne kısa günün kazancı
garibin harcı
acının ilacı
kim kimin
deli gözlerin
bu iklimin sonu mu var
zehir karışmış topraklar
mühür vurmuşlar kalbine
olancası bir tutam can
dahası kof yarını yok
garibin başında rüzgar
halimizden yanan anlar
kaderime kederime razıyım ederime
gönlünü duy söyle dileğini
bahçemiz olsun dilimizi yutsun
bilen çözer elbet bir gün düğümleri
ne kralın tacı
ne kısa günün kazancı
garibin harcı
acının ilacı
istedim
hep istedim
bu hislerim
karabatak
derinlere batmış taştan kalp
sesi çıkmaz
yapayalnız
akşamüstü hep genciz
gece gelir gemi batar
viranelerde sofralar kurup çürük meyvelerle
aşkına bomba çay çorba
başımızda krallar yolumuza tükürür
yakalayıp bi ucunu sal boşluğa
çözülmeye hasret düğümün
ne kralın tacı
ne kısa günün kazancı
garibin harcı
acının ilacı
kim kimin
deli gözlerin
bu iklimin sonu mu var
zehir karışmış topraklar
mühür vurmuşlar kalbine
olancası bir tutam can
dahası kof yarını yok
garibin başında rüzgar
halimizden yanan anlar
kaderime kederime razıyım ederime
gönlünü duy söyle dileğini
bahçemiz olsun dilimizi yutsun
bilen çözer elbet bir gün düğümleri
ne kralın tacı
ne kısa günün kazancı
garibin harcı
acının ilacı
devamını gör...
twitter'ın bağış özelliğini aktifleştirmesi
sosyal medya platformlarından facebook yayılmaya başladığında her beğeni bir amin demekti artık durum kesmemiş olacak ki beğeni dilenciliği olayını yanlış anlayan twitter "50 kuruş ver lan tırrek" özelliğini devreye sokmaya başlamış.
iyi haber ise henüz bizim ülkemizde aktif değil ama aktif olursa taksim, sultanahmet dilencileri pandemi var deyip yığılır.
fenerbahçe görmez umarım bu özelliği yoksa tweet ol demeye başlar.
iyi haber ise henüz bizim ülkemizde aktif değil ama aktif olursa taksim, sultanahmet dilencileri pandemi var deyip yığılır.
fenerbahçe görmez umarım bu özelliği yoksa tweet ol demeye başlar.
devamını gör...
insan kaçakçılığı yapan belediyeler sıralı tam liste
ülke resmen gotham'a döndü. ya para için yapılıyor ya da fetöcüler veya diğer suçlular kaçırılıyor. ilkinin ihtimali çok daha yüksek.
devamını gör...
metallica'nın şişirilmiş bir balon olması
katılmadığım önermedir. metallica, metal müziğe giriş 101’in bel kemiğidir. sonradan başka gruplar metallica’nın önüne geçebilir ama bu metallica’nın kötü olduğu anlamına gelmez.
ayrıca james hetfield’ın abartılan bir sesi, lars ulrich’in abartılan bir yeteneği olduğunu düşünüyorsanız siz de haklısınız, metallica şişirilmiş bir balon.
ayrıca james hetfield’ın abartılan bir sesi, lars ulrich’in abartılan bir yeteneği olduğunu düşünüyorsanız siz de haklısınız, metallica şişirilmiş bir balon.
devamını gör...
beden eğitimi dersi
*hazır ol*
+günaydın çocuklar
-sağ ol!!
+nasılsınız
-sağ ol!!
*rahat*
+ali al anahtarı topları dağıtırsın ben kantindeyim.
+günaydın çocuklar
-sağ ol!!
+nasılsınız
-sağ ol!!
*rahat*
+ali al anahtarı topları dağıtırsın ben kantindeyim.
devamını gör...
echo ile narcissus
narcissus doğduğu zaman kahinlerden birisi, onun çok yakışıklı olacağını, ömrünün çok uzun olacağını fakat hiç bir zaman kendi suretini görmemesi gerektiğini söyler. peri kızı echo, narcissus’u görür ve ona aşık olur. echo’nun aşkı karşılıksız kalır ve aşkından eriyerek ölür gider, kemikleri kayalaşır. aşkından inleyen sesi ise ”eko” dediğimiz yankılı sese dönüşür. narcissus’a aşık olan diğer periler artık bu işkenceye dayanamayıp tanrılara şikayette bulunurlar, tanrılar da bunu kabul ederler. avcı olan narcissus, avdan dönerken su içmek için pınara eğilir ve kendi yansımasını görerek aşık olur, bu tanrıların ona verdiği bir cezadır. aşkından orada eriyen narcissus, çiçeğe dönüşür; nergis çiçeğinin adı işte buradan gelir.
nergis çiçeğine adını veren narcissus’un öyküsü hemen hemen her çağda şairlerin esin kaynağı olmuştur. o’nu en güzel anlatanlar arasında da (bkz: latin şair ovidius) önde gelir. ovidius, narcissus ile echo efsanelerini birleştirerek iki insanın aşk uğruna harcadıkları boşuna çabaları tek bir dram olarak canlandırır. onun ustaca anlatımından bir kesit;
ekho görünce narkissos’u bir ıssız kırda dolaşırken
arzu sardı göynünü, düştü gizlenerek izlerinin ardına;
bir çıranın ucuna sürülmüş yanıcı kükürt
beni getirilen alevi nasıl kaparsa
ekho da yaklaştıkça ona daha yakından yanıyordu aşkla.
kaç kere okşayıcı sözlerle ona sokulmak,
kaç kere yumuşak dileklerini ona sunmak istedi;
yaradılışı vermedi izin söze başlamaya,
bekleyebilirdi ancak sözleri ki onlara cevaplar yollayacak.
yoldaşlarının sadık sürüsünden ayrılmış genç çocuk
bağırdı tesadüfen: “orda kim var?” “var” diye cevap verdi yankı.
donakaldı, gözlerini gezdirdi narkissos etrafa,
yüksek sesle dedi: “gel buraya”; ekho da söylenileni söyledi.
baktı narkisssos ne gelen var ne giden “niçin” dedi “kaçıyorsun benden?”
ekho da denilenleri yolladı geri ve bu böyle sürdü gitti.
aldanarak art arda söylenilen sözlerin görünüşüne dedi:
“burda buluşalım”; cevap veremezdi hiçbir çağrışa
bundan fazla istekle ekho, bağırdı: “buluşalım.”
kollarını boynuna dolamak arzusuyla, kendi sözleriyle
kendinden geçmiş, çıkıyordu koşa koşa girdiği ormandan.
narkissos bir yandan kaçıyor, bir yandan “elini çek boynumdan.”
“ölmek yeğdir” diye bağırıyordu “olacaksa senin her şeyim”.
ekho başka bir şey söylemedi: “senin her şeyim”.
kaçtı, ormanlarda saklandı, örttü kızaran yüzünü
yapraklarla; o günden beri yaşar ıssız mağaralarda.
kök saldı her şeye rağmen sevgisi yüreğinde, reddedilmesinin üzüntüsüyle
büyüdükçe büyüdü, zavallı vücudunu dinmeyen kaygılar inceltti,
kuruttu derisini zayıflık, uçtu gitti göklere
eğer ondan ayrılabilirsen seninle gidecektir.
çekemiyordu onu ne ekmek ne uyku kaygusu ordan.
bakıyordu aldatan hayale doymaz bir bakışla, uzanmış sık çayırlığa
gözleriyle kendini yiyordu. ayrıldı ordan bir ara,
diz çökerek uzattı kollarını ormanlara:
“var mıdır?” dedi “ey ormanlar daha yaman aşka tutulmuş bir başka seven?
bilirsiniz, çünkü siz saklanacak uygun bir köşeydiniz âşıklara.
var mıdır? geçti madem bir sürü asırları hayatınızın,
ebediyet boyunca böyle eriyip giden biri geliyor mu aklınıza?
seviyorum, sevdiğimi de görüyorum; fakat erişemiyorum gördüğüme, sevdiğime.
sevenin kapıldığı hayal ne kadar aldatıcı? bizi ayıran,
ne koca deniz, ne bir yol, ne kapıları kilitli surlar;
bu kadar acı çekmem için aramızda sade bir avuç su var.
o da kucaklanmak istiyor, ne vakit dudaklarımı öpmek için uzatsam
o da ağzını bana yaklaştırmaya çalışıyor.
insana tutulur gibi gelir, o kadar küçük ki engel olan aşkımıza.
kim olursan ol, buraya gel sade. eşsiz çocuk bana niçin oyun ediyorsun?
ben seni aradım mı nereye gidiyorsun? kaçtığın yüzüm değil, ne de yaşım.
çünkü benden nymphalar bile hoşlanırlar. bilmediğim bir ümidi vaat ediyorsun
dost yüzünle. uzatınca kollarımı sen de bana uzatıyor; gülünce ben, gülüyorsun.
gözyaşlarını görüyorum ağladıkça; kırpınca ben, gözlerini kırpıyorsun.
anlıyorum güzel ağzının oynamasından, kulaklarıma erişmeyen sözler söylüyorsun.
anlıyorum, o benim, aldatmıyor beni artık hayalim.
tutuşturan da ben, yanan da. kendime olan sevgimle yanıyorum.
ne yapayım? isteneyim mi? isteyeyim mi? isteyecek ne kaldı artık?
beni yoksul ediyor varlığım; arzuladığım benimle.
ayrılabilsem vücudumdan; garip bir dilek seven için ama,
sevdiğim uzak olsa keşke. kemirsin artık gücümü acı,
ve geldi son günleri ömrümün, göçüyorum hayatımın baharında.
ölüm gelmeyecek bana ağır dinecekse acılarım.
vücudunun özü kuvveti. bir ses, bir avuç kemikti ondan arta kalan;
söylerler sonradan kemiklerinin taşlaştığını, ses kaldığını.
o günden beri ormanlarda gizlenir, görünmez artık dağlarda;
onu herkes işitir, yaşayan sade bir ses var onda.
başından savdı nymphaları, dalgalardan ve dağlardan doğanları da;
başından savdı delikanlıları da. yalvarır günün birinde
hor gördüklerinden biri kaldırarak ellerini göğe
“bırak sevsin bizim gibi, bizim gibi sevdiğine erişemesin.”
bu haklı dileği yerine getirdi ramnus’lu.
berrak bir pınar vardı, dalgalarında gümüşler oynaşır,
ona ulaşan ne bir çoban, ne otlayan bir keçi, ne bir sürü,
ne vahşi bir hayvan, ne ağaçtan düşen bir dal;
tek bir kuş bile yoktu onun sükûnunu bozan.
çevresinde en yakın suyla beslenir bir çayır,
ve oranın güneş ışığıyla ısınmasına engel olan orman.
pınar ve yerin güzelliği çeker onu kendine,
uzanır narkissos av yorgunluğu ve sıcağın verdiği ağırlıkla yere.
gidermek istersen susuzluğunu, artıyordu bir yandan susuzluğu;
içtikçe suya vuran güzelliğine hayran,
seviyordu tensiz bir hayali, vücut sanıyordu sulardakini.
donakaldı paros mermerinden bir heykele benzeyen o aynı yüzle
kımıldamaksızın, bakıyordu kendine kendi şaşkın şaşkın.
bakıyordu önünde duran ve bir çift yıldızı andıran gözlerine,
bacchus’a, apollon’a yaraşır saçlarına,
tüysüz yanaklarına, fildişinden boynuna,
parlak, kardan bir beyazla karışan rengine, alımına ağzının,
bakıyordu hayran hayran topuna, kendine bu görülmezlik güzelliği sunanların.
bilmeden kendini arzuluyor, severken onu kendini seviyor,
isterken kendini istiyordu, içini yakan ateşi tutuşturan da kendiydi.
kaç kere faydasız öpücükler sundu aldatan pınara.
suların ortasında gördüğü boynuna kollarını dolamak arzusuyla
ellerini kaç kere daldırdı, boşa kavuştu kolları sularda.
neyi gördüğünü bilmiyor, fakat yanıyordu onunla,
gözlerini aldatan hayal onu coşturuyordu.
ey saf çocuk, neden bir kaçan hayal peşindesin?
yok hiçbir yerde dilediğin; sen hele bir dön bak nasıl kaybolacak.
gördüğün o, gölgesi suya vuran şeklin aksidir.
onun olan hiçbir şeyi yok; seninle geldi, seninle kaldı,
sevdiğim daha ömürlü olsun dilerim.
ve şimdi can verelim ikimiz bir solukta”.
dedi, kendinden geçmiş, aynı yere seyre döndü.
dalgalandı sular yaşlarla, geri gelen hayal
karardı gölün oynamasıyla. görünce gittiğini uzaklara
bağırdı: “nereye gidiyorsun? bırakma beni.” taş yürekli, seveni
yalnız koma. “madem bırakmıyorsun dokunmama, hiç olmazsa
doya doya bakayım, yiyecek bulayım sürüp giderken sonu acı çılgınlığım
dertlenerekten gömleğini baştan aşağı yırttı,
çıplak göğsüne vurdu mermer yumruklarıyla.
döğdüğü göğsü bezendi gül kırmızıyla,
nasıl erguvan rengi alır renk taneleri olmamış bir salkımın,
ve bir yanı beyazken bir yanı kızaran elmaların.
görünce suya dönen onları dalgalarda,
daha fazla duramadı; zayıf bir ateşle nasıl erirse sarı balmumu,
ve ısınır da sabah yağan kırağı güneş ışığıyla nasıl yok olursa.
aşkla incelen o da gizli bir ateşle için için eridi ve yok oldu gitti.
kalmadı artık ne kırmızıya çalan beyaz teni, ne diriliği, ne kuvveti.
ne göz alan onlar, ne de ekho’nun vaktiyle sevdiği vücut.
her ne kadar küskün ve geçenleri hatırlıyorsa da acıdı gene ona;
zavallı çocuk “ah” diye bağırdıkça her defasında
çınlayan sesiyle tekrar ediyordu “ah”.
elleriyle o kollarını yumruklarken çıkan sesleri geri yolluyordu ekho.
şunlar oldu son sözleri gözlerini ayırmadan sulara bakan narkissos’un:
“ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dediklerini.
“elveda” deyince o, bağırdı ekho: “elveda”.
yorgun başını dayadı sık çayırlığa,
ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini.
hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile;
bakıyordu styks sularına. döğündüler bacıları naıas’lar
kesik saçlarını yanı başına koydular; döğündüler dryas’lar
ekho da katıldı onlara, tam sedyeyi, odun yığınını, titreyen meş’aleleri
hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde, yerinde sarı göbeğini
beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.
nergis çiçeğine adını veren narcissus’un öyküsü hemen hemen her çağda şairlerin esin kaynağı olmuştur. o’nu en güzel anlatanlar arasında da (bkz: latin şair ovidius) önde gelir. ovidius, narcissus ile echo efsanelerini birleştirerek iki insanın aşk uğruna harcadıkları boşuna çabaları tek bir dram olarak canlandırır. onun ustaca anlatımından bir kesit;
ekho görünce narkissos’u bir ıssız kırda dolaşırken
arzu sardı göynünü, düştü gizlenerek izlerinin ardına;
bir çıranın ucuna sürülmüş yanıcı kükürt
beni getirilen alevi nasıl kaparsa
ekho da yaklaştıkça ona daha yakından yanıyordu aşkla.
kaç kere okşayıcı sözlerle ona sokulmak,
kaç kere yumuşak dileklerini ona sunmak istedi;
yaradılışı vermedi izin söze başlamaya,
bekleyebilirdi ancak sözleri ki onlara cevaplar yollayacak.
yoldaşlarının sadık sürüsünden ayrılmış genç çocuk
bağırdı tesadüfen: “orda kim var?” “var” diye cevap verdi yankı.
donakaldı, gözlerini gezdirdi narkissos etrafa,
yüksek sesle dedi: “gel buraya”; ekho da söylenileni söyledi.
baktı narkisssos ne gelen var ne giden “niçin” dedi “kaçıyorsun benden?”
ekho da denilenleri yolladı geri ve bu böyle sürdü gitti.
aldanarak art arda söylenilen sözlerin görünüşüne dedi:
“burda buluşalım”; cevap veremezdi hiçbir çağrışa
bundan fazla istekle ekho, bağırdı: “buluşalım.”
kollarını boynuna dolamak arzusuyla, kendi sözleriyle
kendinden geçmiş, çıkıyordu koşa koşa girdiği ormandan.
narkissos bir yandan kaçıyor, bir yandan “elini çek boynumdan.”
“ölmek yeğdir” diye bağırıyordu “olacaksa senin her şeyim”.
ekho başka bir şey söylemedi: “senin her şeyim”.
kaçtı, ormanlarda saklandı, örttü kızaran yüzünü
yapraklarla; o günden beri yaşar ıssız mağaralarda.
kök saldı her şeye rağmen sevgisi yüreğinde, reddedilmesinin üzüntüsüyle
büyüdükçe büyüdü, zavallı vücudunu dinmeyen kaygılar inceltti,
kuruttu derisini zayıflık, uçtu gitti göklere
eğer ondan ayrılabilirsen seninle gidecektir.
çekemiyordu onu ne ekmek ne uyku kaygusu ordan.
bakıyordu aldatan hayale doymaz bir bakışla, uzanmış sık çayırlığa
gözleriyle kendini yiyordu. ayrıldı ordan bir ara,
diz çökerek uzattı kollarını ormanlara:
“var mıdır?” dedi “ey ormanlar daha yaman aşka tutulmuş bir başka seven?
bilirsiniz, çünkü siz saklanacak uygun bir köşeydiniz âşıklara.
var mıdır? geçti madem bir sürü asırları hayatınızın,
ebediyet boyunca böyle eriyip giden biri geliyor mu aklınıza?
seviyorum, sevdiğimi de görüyorum; fakat erişemiyorum gördüğüme, sevdiğime.
sevenin kapıldığı hayal ne kadar aldatıcı? bizi ayıran,
ne koca deniz, ne bir yol, ne kapıları kilitli surlar;
bu kadar acı çekmem için aramızda sade bir avuç su var.
o da kucaklanmak istiyor, ne vakit dudaklarımı öpmek için uzatsam
o da ağzını bana yaklaştırmaya çalışıyor.
insana tutulur gibi gelir, o kadar küçük ki engel olan aşkımıza.
kim olursan ol, buraya gel sade. eşsiz çocuk bana niçin oyun ediyorsun?
ben seni aradım mı nereye gidiyorsun? kaçtığın yüzüm değil, ne de yaşım.
çünkü benden nymphalar bile hoşlanırlar. bilmediğim bir ümidi vaat ediyorsun
dost yüzünle. uzatınca kollarımı sen de bana uzatıyor; gülünce ben, gülüyorsun.
gözyaşlarını görüyorum ağladıkça; kırpınca ben, gözlerini kırpıyorsun.
anlıyorum güzel ağzının oynamasından, kulaklarıma erişmeyen sözler söylüyorsun.
anlıyorum, o benim, aldatmıyor beni artık hayalim.
tutuşturan da ben, yanan da. kendime olan sevgimle yanıyorum.
ne yapayım? isteneyim mi? isteyeyim mi? isteyecek ne kaldı artık?
beni yoksul ediyor varlığım; arzuladığım benimle.
ayrılabilsem vücudumdan; garip bir dilek seven için ama,
sevdiğim uzak olsa keşke. kemirsin artık gücümü acı,
ve geldi son günleri ömrümün, göçüyorum hayatımın baharında.
ölüm gelmeyecek bana ağır dinecekse acılarım.
vücudunun özü kuvveti. bir ses, bir avuç kemikti ondan arta kalan;
söylerler sonradan kemiklerinin taşlaştığını, ses kaldığını.
o günden beri ormanlarda gizlenir, görünmez artık dağlarda;
onu herkes işitir, yaşayan sade bir ses var onda.
başından savdı nymphaları, dalgalardan ve dağlardan doğanları da;
başından savdı delikanlıları da. yalvarır günün birinde
hor gördüklerinden biri kaldırarak ellerini göğe
“bırak sevsin bizim gibi, bizim gibi sevdiğine erişemesin.”
bu haklı dileği yerine getirdi ramnus’lu.
berrak bir pınar vardı, dalgalarında gümüşler oynaşır,
ona ulaşan ne bir çoban, ne otlayan bir keçi, ne bir sürü,
ne vahşi bir hayvan, ne ağaçtan düşen bir dal;
tek bir kuş bile yoktu onun sükûnunu bozan.
çevresinde en yakın suyla beslenir bir çayır,
ve oranın güneş ışığıyla ısınmasına engel olan orman.
pınar ve yerin güzelliği çeker onu kendine,
uzanır narkissos av yorgunluğu ve sıcağın verdiği ağırlıkla yere.
gidermek istersen susuzluğunu, artıyordu bir yandan susuzluğu;
içtikçe suya vuran güzelliğine hayran,
seviyordu tensiz bir hayali, vücut sanıyordu sulardakini.
donakaldı paros mermerinden bir heykele benzeyen o aynı yüzle
kımıldamaksızın, bakıyordu kendine kendi şaşkın şaşkın.
bakıyordu önünde duran ve bir çift yıldızı andıran gözlerine,
bacchus’a, apollon’a yaraşır saçlarına,
tüysüz yanaklarına, fildişinden boynuna,
parlak, kardan bir beyazla karışan rengine, alımına ağzının,
bakıyordu hayran hayran topuna, kendine bu görülmezlik güzelliği sunanların.
bilmeden kendini arzuluyor, severken onu kendini seviyor,
isterken kendini istiyordu, içini yakan ateşi tutuşturan da kendiydi.
kaç kere faydasız öpücükler sundu aldatan pınara.
suların ortasında gördüğü boynuna kollarını dolamak arzusuyla
ellerini kaç kere daldırdı, boşa kavuştu kolları sularda.
neyi gördüğünü bilmiyor, fakat yanıyordu onunla,
gözlerini aldatan hayal onu coşturuyordu.
ey saf çocuk, neden bir kaçan hayal peşindesin?
yok hiçbir yerde dilediğin; sen hele bir dön bak nasıl kaybolacak.
gördüğün o, gölgesi suya vuran şeklin aksidir.
onun olan hiçbir şeyi yok; seninle geldi, seninle kaldı,
sevdiğim daha ömürlü olsun dilerim.
ve şimdi can verelim ikimiz bir solukta”.
dedi, kendinden geçmiş, aynı yere seyre döndü.
dalgalandı sular yaşlarla, geri gelen hayal
karardı gölün oynamasıyla. görünce gittiğini uzaklara
bağırdı: “nereye gidiyorsun? bırakma beni.” taş yürekli, seveni
yalnız koma. “madem bırakmıyorsun dokunmama, hiç olmazsa
doya doya bakayım, yiyecek bulayım sürüp giderken sonu acı çılgınlığım
dertlenerekten gömleğini baştan aşağı yırttı,
çıplak göğsüne vurdu mermer yumruklarıyla.
döğdüğü göğsü bezendi gül kırmızıyla,
nasıl erguvan rengi alır renk taneleri olmamış bir salkımın,
ve bir yanı beyazken bir yanı kızaran elmaların.
görünce suya dönen onları dalgalarda,
daha fazla duramadı; zayıf bir ateşle nasıl erirse sarı balmumu,
ve ısınır da sabah yağan kırağı güneş ışığıyla nasıl yok olursa.
aşkla incelen o da gizli bir ateşle için için eridi ve yok oldu gitti.
kalmadı artık ne kırmızıya çalan beyaz teni, ne diriliği, ne kuvveti.
ne göz alan onlar, ne de ekho’nun vaktiyle sevdiği vücut.
her ne kadar küskün ve geçenleri hatırlıyorsa da acıdı gene ona;
zavallı çocuk “ah” diye bağırdıkça her defasında
çınlayan sesiyle tekrar ediyordu “ah”.
elleriyle o kollarını yumruklarken çıkan sesleri geri yolluyordu ekho.
şunlar oldu son sözleri gözlerini ayırmadan sulara bakan narkissos’un:
“ey boş yere sevdiğim çocuk”; yer tekrar iletti dediklerini.
“elveda” deyince o, bağırdı ekho: “elveda”.
yorgun başını dayadı sık çayırlığa,
ölüm kapadı efendilerinin güzelliğine hayran gözlerini.
hala bakıyordu kendine, yeraltına göçtükten sonra bile;
bakıyordu styks sularına. döğündüler bacıları naıas’lar
kesik saçlarını yanı başına koydular; döğündüler dryas’lar
ekho da katıldı onlara, tam sedyeyi, odun yığınını, titreyen meş’aleleri
hazırladılar, vücut yoktu hiçbir yerde, yerinde sarı göbeğini
beyaz yaprakların kucakladığı bir çiçek buldular.
devamını gör...
herkes mahlasına yakışanı yapsın
öğrenmeye devam etmek.
devamını gör...