çerez niyetine bile yerim çiğköfteyi. benim için kesinliklen çiiiiköfte *
devamını gör...

küfür konusunda yarışırım bu herifle.
devamını gör...

edebi metinlerle kafayı bozmuş biri olarak söylüyorum. hassas bir ruha sahip olmanıza yol açan bu eserler ince düşünmenize ve dolaylı olarak bizim dünyamızda acıyla karşılaşmanıza yol açıyor.
devamını gör...

liseden beri kullanmaktan vazgeçemediğim iki kalem: bir ince rotring bir de mor göz kalemi.
devamını gör...

dünya sağlık örgütünün dünyanın farklı bölgelerinde yaptığı çalışma kırsal alanda depresyonun korkutucu boyutlarını ve nedenlerini ortaya koyuyor.
türkiye ile ilgili olarak ise şehir ve kırsal alanda cinsiyetlere bağlı olarak depresyonu kıyaslayan bir araştırma var. istanbul'da doğum büyümüş kişilerde depresyon oranı daha düşük ve kadın ve erkeklerde depresyon aynı seviyede. van'da yaşayanlar ve van'dan istanbul'a göçenlerde depresyon oranı daha yüksek ve erkeklerin depresyon oranı kadınlardan daha yüksek.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ekonomik durumu iyi, eğitimli kişiler depresyona girdiklerinde bunu depresyon olarak tanımlayabilmekte ve gerekli psikolojik yardımı alabilmekteler.
depresyona giren köylü ise genel olarak derdi olan köylüdür. derdinden, çilesinden çökmüştür. huysuz ve suratsız olan köylüdür, afra tafra yapan köylüdür. nazarlara gelmiştir, basmaması gereken yere basmıştır, cinler basmıştır, al basmıştır, bedduaya gelmiştir, hayırsız evlat olmuştur vb. tanımlamanın farklı olması ve bu kişilerin depresyona girdiklerinde gerekli desteği alamıyor olmaları depresyona girmedikleri anlamına gelmiyor.
şehir ve köy arasında yapılacak bir çalışmanın istanbul, van kapsamında yapılan çalışmaya benzer sonuçlar doğurması muhtemeldir. çalışmaların büyük bölümünde yoksulluk ve eğitim oranının düşüklüğü ile depresyon arasında direkt bağlantı görülmekte.
devamını gör...

ona da meyve soyuyorum.
devamını gör...

valla benimden gözümden kaçmayandır. hadi online kişisini geçtim solda hep aynı başlıklar bir sirkülasyon sorunu aldı başını gidiyor. elimden geldiğince fikrimi süzüp işe yarar dedikçe her başlığa yazıyorum, seviyoruz bu ortamı sonuçta ama insan azcık da canlansın istemiyor değil.
devamını gör...

ortaokulda iken görev yapan bir öğretmenin ismi durali . ama isminden dolayı stop ali diye lakap taktılar. hatta nöbetçi öğretmenken, yaramazlık yapan iki öğrenci kapıyı hafifçe aralayıp stop ali, stop ali !! diye hafiften seslenmişti, kendisi de bunu duyunca öğrencileri fena benzetmişti.
devamını gör...

mor ve ötesi'nin yeni albümü. duyurularında hep deniz kızı emojisi var. neden acaba?
sirenler, yunan mitolojisinde yarı kuş yarı kadın görünümlü ''kadın gövdeli, kuş kanatlı, güzel sesli'' deniz yaratıklarıdır.* sesleri o kadar güzeldir ki denizcileri kendilerinden geçirip tuzaklarına düşürürler.
her mitolojik karakter gibi sirenleri de birçok sanat eserinde görüyoruz. bir kaç esere bakalım.

odysseus sirenlerin tuzağına düşmekten kirke sayesinde kurtulmuştur. odysseia'da anlatılana göre*, odysseus yoluna devam edebilmek için sirenlerin adasından geçmek zorundadır. kirke ona arkadaşlarının kulaklarına balmumu tıkamayı öğütler, sirenlerin sesini dinlemek istiyorsa kendisini de geminin direğine halatlarla sıkıca bağlatmalıdır. odysseus kirke'yi dinler, adaya yaklaştıklarında dediklerini harfiyen yapar. sirenlerin güzel sesleri ve tatlı ezgileri karşısında odysseus gerçekten de kendini tutamayarak arkadaşlarından ipleri çözmelerini ister. arkadaşları tembihlendikleri gibi ipleri bir kat daha sıkı bağlarlar, kürek çekmeye devam ederek adadan uzaklaşırlar.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel john william waterhouse - ulysses and the sirens (1891)
sirenler odysseus ve arkadaşlarına alacaklı gibi bakıyorlar resmen. bir tanesi kulakları tamamen kapalı kürek çeken adama sokulmuş, diğerleri odysseus'u kandırmaya çalışıyor. ama başarısız olacaklar. mitolojik tabloların ustası waterhouse bize hikayeyi mis gibi anlatmış.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel herbert james draper - ulysses and the sirens (1909)
aynı hikaye ama sirenler hem insan gövdeli hem de deniz kızlarına daha benzeyen bir surette resmedilmiş. eserde bir hareket hakim, denizin dalgalı oluşu ve kürek çekenlerin zorlanması, odysseus'un sirenlere bakmamaya, onlara kanmamaya çalışması pek güzel anlatılmış.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel edward poynter - the siren (1864)
eserlerin bir çoğunda yarı kuş yarı insan olarak değil tamamen insan gövdeli, pek güzel kadınlar olarak resmedilmişler. kendisi bir sonraki kurbanını bekliyor olsa gerek.

albüme geri dönüyorum. üç gündür tüm albümü başa alıp alıp dinliyorum. en beğendiklerim ise park ve dünyaya bedel. eklemeden edemeyeceğim, albüm kapağı da ayrıca harika. odysseus kurtulmuş ama bu sirenler beni kandırdı ve halimden çok memnunum sonuç olarak.

''onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,
kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları yandı,
bir daha onu evinde ne karısı karşılar, ne çocukları.
seirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,
çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,
bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,
büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.''
devamını gör...

aşırı komik tanımların oldugu başlık. yok yazıları silikmiste neden yaziyorlarmis hede hödö.. tamam kral en yazar sensin. şimdi derin bir nefes al ve arkana yaslan.
devamını gör...

#73407 nolu tanımda arkadaşımın belirttiği gibi ortanın solu olarak 60 lı yıllarda ismet inönü tarafından ortaya atılmış ama süleyman demirel liderliğindeki adalet partisi tarafından "ortanın solu, moskof yolu" olarak antitezi yapılmış kavramdır. sonradan bu "ortanın solu, moskova(nın) yolu" olarak evrilmiştir. maalesef milliyetçi ve muhafazakar (!) türk toplumu tarafından menderes zamanında başlayan sol düşmanlığında hala bilinen bir slogandır.

"uyan ey türk halkı, bu milletin başına ne geldiyse o meşhur milliyetçi ve muhafazakar (!) iktidarlardan geldi" diyeceğim, hemen biri şimdi "ortanın solu, moskova yolu" diye damlayacak, merak etmeyin duydum dediklerinizi.
devamını gör...

devamını gör...

(bkz: insan kütüphanesi)
devamını gör...

18 yaşındaki genç bir kızı rızası olmadan sırf "reyting" uğruna televizyona çıkması için zorlamak, üstelik herkesin önünde bağıra bağıra azarlama rezaletini gösteren esra erol'un yapmış olduğu re-zil-lik.

kız sinir krizi geçirmiş. belli ki psikolojik sorunları da var. kızın yaptığı doğru veya yanlışta değilim ben. sen kimsin ki yüzümü göstermeyin diyen bir kızı bu şekilde azarlıyorsun? üstelik esra erol'un bu hareketini destekleyen "kadınlarda" var. bergüzar korel mesela.

hazal kaya çok güzel cevap vermiş. "kameraların önünde suratına suratına bağırarak o küçücük kıza söylediklerinin,öldürülen,şiddete uğrayan kadınlara “orada ne işi varmış?” demekten ne farkı var?sen kimsin de yayına çıkmak istemeyen,belli ki ağır travma yaşayan bir kadın üzerinden şov yapıyorsun? kadınları bu ahlakçı,şov sevdalılarından kim koruyacak?yok mu denetleyen? aaa yokmuş"…

diyerek rtük'ü etiketlemiş. doğru insanların kendi rizalariyla maske taktığı programı çocukların psikolojisini bozduğu için ceza kesip yasaklayan rtük, söz konusu esra erol'un bu çirkin davranışından ötürü ne gibi bir yaptırım yapar sizce?

evet hiçbir şey.
devamını gör...

koskoca kadınların, yolda çözülen ayakkabı bağcıklarını kendilerinin bağlamayıp da önlerinde diz çökmüş sevgililerine bağlatması sıkça görüp aklıma takılan şeylerden biri idi.

yani romantizm desem değil, centilmenlik desem ne alaka? bir de genellikle bunu babalar kız çocukları için yaptıklarından yetişkin bir çiftte görmek bana hep biraz rahatsız edici bir sahne olarak gelirdi.

geçen mecidiyeköy meydandaki ışıklarda beklerken bağcıklarımın çözüldüğünü fark ettim. karşıdan karşıya geçerken ölmiyim diye de bağliyim bari dedim. tabi etrafta ayağınızı koyabileceğiniz bir basamak/kaldırım ya da kenarda çömebileceğiniz bir bina yok. zaten eteğim çömelmek için müsait değil ve arkamda da ışığın yanmasını bekleyen en az otuz kişi.

o bağcıklarımı ışık hızında bağlayıp doğrulurken geçen 3 saniyede erkeklerin neden sevgililerinin bağcıklarını bağladığını anladım.

meğerse kız yolun ortasında domalmasın diyeymiş.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



asıl adı j'accuse olan emile zola eseridir.

bu eser aslında bir mektuptur. dönemin başkanına yazılmıştır bir uyarı niteliğindedir. tarihte çok önemli bir yere sahiptir.

yazar dreyfus olayıyla ilgili söylemlerini dile getirir ve bir gazetede yayınlanır. yayınlanan gazete l'aurore gazetesidir ve tarihler 13 ocak 1898 i gösterir.

mektup üçüncü fransız cumhurbaşkanı félix faure ithafen yazılmıştır ve açık mektuptur.

daha sonra kitap haline getirilmiştir. mektupta dreyfus olayının gelişmelerini anlatır. toplumda bulunan yozlaşmayı, adaletsizliği, hak ve hukuk kavramının rezil bir halde olduğunu söyler. sık sık cumhurbaşkanı faureyi uyarır. bu olay sizin döneminizde yaşandığı için hep üzerinizde leke olarak kalacak der. mektup sık sık yahudi karşıtlığını eleştirir ve dreyfusu haklamaya çalışır.

dreyfusun haksız yere hüküm giydiğini savunan zola dönemin insanlarına korkusuz olmayı öğretmiştir. o dönemden sonra yazarlar ve insanlar korkmadan söylemlerini dile getirmiştir. toplum ikiye bölünmüştür. dreyfus karşıtları ve dreyfus savunucuları oluşmuştur.
dreyfus karşıtları emile zolaya kin ve nefret kusmuştur hatta yazar ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.

benim okuduğum kitap can yayınları tarafından basılmış çevirisini tahsin yücel yapmış.

çeviriyi çok beğendim çünkü tahsin yücel olayın öncesini ve sonrasını kitaba eklemiş çok güzel şekilde okuyucuya aktarmış. çok hoşuma gitti. önce olayın öncesini ve sonra olayın sonrasını görüyoruz olaya hakim oluyoruz.

kısa ve okunması gereken bir eser. tavsiye ederim. bir insan olarak cesur yazar emile zolaya teşekkür ederim.
devamını gör...

anasayfada denk geldim. cevapları okudum. içimdeki o iğrenç acı yine gün yüzüne çıktı. ilk tacize uğradığımda hatta tecavüzün köşesinden döndüğümde daha 14-15 yaşlarındaydım. hemde teyzemin kkocası tarafından. üstelik ramazan ayında. o zamanlar taciz ne tecavüz ne erkeğin organı nedir hiç bilmiyorum ki. o zamanlar şimdiki zamanlar gibi her şey açık seçik değildi. ama bir şeylerin yanlış olduğunu zararlı olduğunu her şey başladığında içime düşen korkuyla anlamıştım. ramazan ayında ve yaz mevsimindeydik. ortaokuldayım. evimiz iki katlı ikinci katı teraslı. orda teyzemle kocası kalıyordu. annem babam ben yaz oldugu için terasta uyuyorduk. teyzemde anneanneme gitmişti bir iki haftalığına. gece annemler sahura kalktılar. ben o gün oruç tutmayacaktım nedendir bilmiyorum. uyuyorum tek. eniştemde de içeride salonda uyuyordu. en azından ben öyle sanıyordum. sonra adım seslerini duyup uyandım ama gözlerimi açmadım. yavaşça bana yaklaşan o nefes sesi. kıyafet hışırtısı. üzerimdeki pijamanın yavaşça indirilişi. organının tenime hafifçe sürtünmesi. her tarafımın titrediğini hatırlıyorum. uyanıp kalkmaya ne yappıyorsun demeye cesaretim yok. sadece kıpırdanmakla yetindim. kıpırdanınca içeri kaçtı gitti. bende bir hışımla aşağı annemgilin yanına indim. ama nasıl ağlıyorum. ne olduğunu ne yapmaya çalıştıgını bilmiyorum ama hissediyorum kötü bir şey yapacaktı bana. babam soruyor kızım noldu diye karnım ağrıyor demekle yetiniyorum. ve o gün susuşumla bu yaşıma kadar susuyorum. yıllar geçti hatırlayınca midem bulanır. işin kötü tarafı ben hala kimseye söyleyemedim ve sürekli görüşüyoruz teyzemlerle. o şerefsizle sürekli yan yanayım. içimi deldi geçti de kimselere diyemedim. şimdi düşünüyorum o gün kıpırdanmasam yaşayacağım şey bütün hayatımı mahvedecekti. susmayın olur mu. ben bir kere sustum ömür boyu diyet ödüyorum siz susmayın.
devamını gör...

insanda ıssız bucaksız çöllerde gün batımında, sırtında rüzgarla süzülen bir şalla kendini rüzgara kaptırmış bir vaziyette yürüme isteği uyandıran sting parçası.
devamını gör...

insanı düşünmeye iten bir istatistiktir. işsizlikten dolayı insanlar düşük maaşları kabul etmek zorunda kalıyor, yoksa hiç maaşı olmayacak çünkü. işverenlerin de çoğu vicdansız olduğu için bu durumdan faydalanıyorlar ve düşük maaşla en yüksek performans alabilecekleri kişiyi seçiyorlar.
bunun tek çözümü kimsenin bu maaşları kabul etmemesi olurdu ama bu imkansız bir şey ve insanlardan bunu yapmalarını beklemek de çok büyük bir haksızlık. çünkü bu ülkede kaymak tabaka dışında kalan herkes çaresiz. kimse lüks için çalışmıyor, maaşıyla kira ve fatura ödüyor, bir şekilde gıda ihtiyacını karşılıyor ve maaş o şekilde bitiyor. yani o maaşa hayır dese, en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma düşecek.
hal böyleyken halktan bir şey beklemek vicdansızlık, işverenlerin de çoğu iyi değil, bu durumda iş devlete düşüyor. umutsuzluk da burada başlıyor zaten, bizim mükemmel devletimiz bizi yaşatmaya değil emeğimiz yemeye yeminli. o yüzden de bu durumu çözmek adına bir adım atmayı bırakın, tam tersi işleri daha da kötü duruma sokmak için elinden geleni yapıyorlar.
işte sırf bu yüzden ileride bu istatistiğin daha da artacağını düşünüyorum. türkiye'deki kimseyi iyi günler beklemiyor, aklınız varsa en azından burada çocuk yapmayın da bizden sonra ki nesiller de aynı şeyi yaşamak zorunda kalmasın.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim