karanfilli kızım

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

maksat sadece tokyo yu gezmekti sanırım
devamını gör...

netflix'in bu günlerde 3. sezonuyla ekranlarda olan dizisi. ilk 2 sezon hakkında bir çok yazı yazılmış başlıkta. ben daha çok 3. sezon üzerine yazmak istiyorum ve biraz da amerikan sinema endüstrisine dair bir şeyler paylaşmak da istiyorum ama bu kısım genel yani 3. sezonla alakalı değil.
genel olarak baktığımızda joe karakteri -özellikle ilk sezon için- gayet düzgün, kültürlü, kitaplarla içli dışlı bir insan. yani tam bir iyilik abidesi. ve aslında bir seri katil. ancak öldürdüğü kişiler "ölmeyi hak eden" kişiler. yani kötü kişiler. yani bir yerde "bunu da niye öldürdü" yerine "oh iyi ki öldürdü" denilmesi bekleniyor seyirci tarafından. amerikan sinema endüstrisi bunu çok yapıyor. dexter dizisinde de dexter'la bunu yapmışlardı. gayet düzgün, tıp okumuş, üzerine emniyette kan analisti olarak çalışan bir insan, ve sadece kötüleri, hak edenleri öldüren bir seri katil. amerikan sineması buradan yola çıkarak insanların, devletlerin hak edenleri öldürebileceğini normalize etmeye çalışıyor. tam da ırak, suriye, afganistan ve hatta vietnam'da yaptığı işgaller ve ölen insan sayıları ortadayken. neyse bu belki de bir başka yazı konusu. ben şimdi you 3. sezondan bahsedeyim değil mi?
ben 3. sezonu açıkçası çok beğendim. ve joe'nin neden böyle bir psikopat olduğunu hatta love'ın neden bir psikopat olduğunu çözümlemeye çalışmışlar.
aşı karşıtlığı ve covid sürecine el atmışlar ki bu da bence çok güzeldi.
eş değiştirme ve grup sex olayını baya bir abartmışlar bence. ancak sosyal medya, influncerlık olayı çok iyi işlenmiş. yozlaşma ve dejenerasyon olarak. tabi sosyal medya olayı zaten dizinin ana konusuydu değil mi? hi stalker.
sonu muğlak bitti joe yine her zaman bildiğimiz joe. haz için yapamayacağı şey yok. asla aşk değil net haz. bakalım 4. sezon gelecek mi_?
devamını gör...

love death & robots henüz diğerleri kadar ünlü olmadığından bir kez daha yazılmayı hak ediyor fikrimce.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
leon de smet'in 1903 yılında yaptığı ''çaresizlik'' adlı eseri
devamını gör...

ayça özefe-seni dert etmeler
devamını gör...

kemanist karma puanlar ülkeyi bölemeyeceksiniz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bugün sigara almaya çalışırken küfür yedim. acım henüz taze. şöyleki; sigaramatikin yanına park ettim. arabadan indiğim saniye ayakta zor duran zapzayıf bir kadın beni fark ediyor. dağa tırmanmalık çantası var yerde. bir eğiliyor, bir kalkıyor. bir şeyler arıyor çantasında. bulamadı, beni süzdü sonrasında bana sigara almamda yardımcı olur musun dedi. tamam dedim kartı tutuyorum, parayı sokun makineye diyorum, beceremiyor. bir daha denedik ve makine benim karttan ödemeyi gerçekleştirdi. aşağı düşen sigarayı aldı bana verdi tekrar deneyelim dedi.
zamanım yok, gitmem gerek dedim çünkü agresifleşiyordu sigaraya ulaşamadıkça. ya dur gitme, derdim bedava sigara almak değil, kartım evde kalmış, sen yine kartınla al, öde ben sana para vereyim diyor ve hayır, zamanım yok gerçekten dememle birlikte ben arabaya oturana kadar saydırıyor da saydırıyor. hem de hiç yaratıcı değil. anneli klişeler gönderiyor ağzı dolu dolu arkamdan. o da yetmiyor ve o meşhur şarküteri ürünü olmakla suçluyor beni.
eve yetişene kadar neler çektim bir ben biliyorum. o neydi ya? *
hiç bir şekilde cevap vermediğim kadın bana hiç hak etmediğim halde neler söyledi. ayıp sana.
devamını gör...

frp için tuttuğum karakter kitapçığından bir kaç karalama. oyun oynarken arada durup karaladığım 10 dakikalık çizimler bunlar dalga geçen olursa fena bozuşuruz.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sanırım bu özelliklerin en başında türk kimliği hariç her türlü kimliği savunmak gelir. bu kişiler için tüm diğer kimlikler, türklüğe karşı savunulması gereken birer cephedir.

bu kişilere göre ırkçılığın tanımı, türküm diyebilmektir. eğer türklük dışındaki herhangi etnik kimliğe sahip olduğunuzu iddia ediyorsanız, bu sizin en doğal insani hakkınızdır.

bu kişiler açısından, türk tarihini övmeniz sizin insafa gelmez azılı bir faşist olduğunuz anlamına gelebilir.

atatürk'ü adının anılması, bu kişilerin başını döndürüp gözlerini karartır. suratlarında gizli bir nefret ifadesi belirir.

eli kanlı, kafatasçı bir faşist olmak için ağzınızdan türk adının çıkması bile yeterlidir.

tarih bilgileri, türklerin tüm tarih boyunca haksızlık yaptığı üzerinedir. diğer tüm milletler türklerin sahip oldukları üzerinde hak sahibidirler. türkler ise en fazla istilacı veya hırsız olabilirler.

son olarak, bu kişiler türklerin hiçbir konuda haksızlığa uğrayamayacağını düşünürler.
devamını gör...

tüm avrupanın üç maymunu oynadığı ,mostar köprüsü vb.tarihi yapılara uluslararası sözleşmelere rağmen yakılıp yıkıldığı ve b.m barış gücünün seyirci kaldığı 21.yy en büyük soykırım ve katliamlardan bir tanesidir .hala kimliği belirsiz yüzlerce ceset bulunup yapılan törenler ile toprağa verilir.şunu da belirteyim müslüman olmalarıdan dolayı bu nefret suçuna,barbarlığa maruz kalmışlardır.
edit:etrafta yaşanan vahşet ile ilgili video ekledim.
devamını gör...

başrolünde al pacino'nun bulunduğu dram filmdir. hatırlamak isteyenler için muhteşem tango sahnesini koyalım.
devamını gör...

bir modern sabahlar * jingle'ı sayesinde haberdar olduğum şarkı, son derece ilginç bir aranjman.

söz konusu jingle şurada:
devamını gör...

en sevdiğim çiçeğim solup, bu diyarlardan göçüp gittiğinde saatlerce solmuş ve kurumuş yapraklarına bakmıştım. saksısını incelemiş onun artık bir daha yeşermeyeceğini ve geri dönmeyeceğini anlamıştım. birkaç gün sonra da bomboş saksına sağlıklı bir çiçek ektiğimde, eski solan çiçeğimin yerini doldurmasa da sadece saksısı boş kalmasın diye saksısının içine yeni toprak koyup başka bir çiçeğimi ekmiştim. önce bu durum yanlış gelse de saksısının bomboş kalması daha yanlıştı fikrimce. boş saksı sürekli onu hatırlatıyordu çünkü. ve bu durumda beni çok üzüyordu. zamanla yeni saksısıyla buluşturduğum çiçeğim saksısını sevince ve alışınca büyümeye devam etti. eminim bu yaptığımı görse solan çiçeğimde sevinirdi. sonuçta uzaktan akrabasına yeni bir ev bulunmuş, o evde mutlu mesut yaşıyordu.

ölüm aslında çok sevdiğimiz birini kaybedince yaptıklarımızda saklıdır. solan çiçeğimin bir daha yeniden yeşermeyeceğini anlamam gibi. boş saksısına başka bir çiçek ekip hayatıma kaldığım yerden devam etmem gibi. ölüm aslında solan umutların yeniden yeşermesi gibidir. tıpkı solan çiçeğimin saksısında başka bir çiçeğin yeşermeye devam etmesi gibi. belki bir gün o da solup gidecek ama saksısı hep başka çiçekleri ağırlayacak. tıpkı saksı görevi gören hayatın içine bir sürü insan sığdırması gibi.
devamını gör...

özgüveni yerinde olmayan. karşısındakini birey yerine kendine ait bir mal gibi gören erkek beyanıdır. ben kadınlarımızı anlamıyorum onların da psikolojileri iyi değil bence... böyle tiplerle takılanların yani. baba evinde baskı görmüş kızlar oluyor genelde bunlar ve neredeyse (bkz: stockholm sendromu) vaziyetinde bir ilişki yaşıyorlar. eski kız arkadaşlarım arasında bana şu cümleyi kuranların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur (bkz: ) kıskanmıyorsun o zaman sevmiyorsun) yapmayın kızlar. yapmayın. bir erkeğin bir kadına dünyasını dar etmesi sevgisinden değil psikolojik sorunları hat safhada olduğundandır. bu yüzden kadın cinayetleri de çok yüksek bu ülkede... ah bir uzak dursanız şu tiplerden. soyları bir tükense...
devamını gör...

"ben o şelale saçlara o ay o hilal kaşlara
süzme bal o dudaklara öp öp öp öp doyamadım
sütten ak o gerdana bir çıkar ki meydana
gel de uyma şeytana bak bak bak bak…"
devamını gör...

bir yaşar kemal kitabıdır. işin aslına bakarsanız biraz kıyıda köşede kalmıştır. elbette çokça okuyanı vardır lakin ustanın onca kitabı arasında kaybolmuş ve hak ettiği değeri görememiştir. şimdi bakınız, kuvvetle muhtemel bundan bir kaç başlık ötede siz zalımlar le petit prince'e övgüler düzüyorsunuzdur. veyahut george orwell'in ''animal farm'' başlığında napolyon'du, snowball'du, moses'tı, bay pilkington'dı dibine kadar karakter analizleri yapıp, beyin fırtınları estiriyorsunuzdur. bunlara elbette sözümüz yok. gerek antoine de saint-exupery'e gerekse orwell'a saygımız sonsuz. ama mevzu bu değil!

mevzu; yaşar kemal gibi bu coğrafyanın bağrından kopmuş, tabiri caizse türk dilinin endazesini elinde tutup, gelenin geçenin boyunun ölçüsünü almış bir yazarın, bu eserlerden hiçte aşağı kalır yanı olmayan bu muazzam hikayesinin kıyıda köşede kalmış olması... neyse 6796. geleneksel gömüş şenliklerini yaptığıma göre sadede gelmekte fayda var.

yaşar kemal bu kitabı 1977 yılında çocuklar için yazıyor. iyi ki de yazıyor. ama kitaba çocuk kitabı olarak bakmayın zira henüz fikirsel bazda büyümemiş(!) ezen/ezilen çelişkisini çözememiş, dünyadaki hakim sistemin sırrına mazhar olamamış ufaklıkların da, eğer isterlerse bu kitaptan çıkarabilecekleri yığınla ders var. geriye kalan kitle içinse kitap keyifli bir okuma eylemi ve çocuklarına bu çarpık sistemi masalsı bir dilde anlatabilecekleri bir rehber olarak tavsiye edilebilir.

hikâye hüdhüdlerin lideri ve filler sultanı'nın maşası olan ulukepez'in karıncaların yanında yedi ay kalması ve sonrasında sultana karıncalarla ilgili bilgi vermesiyle başlıyor;


''al gözüm sultanım, seyreyle sen, şimdi karıncıların hünerlerini,'' diye şakıdı. başladı anlatmaya. o anlattıkça filler sultanı kendinden geçiyordu. kendinden geçiyor, durmadan ulukepeze soru üstüne soru soruyordu.

''bir kentler kurmuşlar, hiç sorma sultanım, yerin altına... görkemli uygar kentler. ambarları yıl on iki ay yiyecek, bal
çiçek özü, tahıl, böcek ölüsü dolu, dopdolu. başkentlerini geniş ovaların tam ortalarında, özünde kurmuşlar. bu ovalar nil kıyılarından da, çukurovadan da daha bereketli. hele bir ova, bir ülke var, fil eksen biter, öyle bereketli. kuzey yanını bu ülkenin ulu ormanlar kaplamış. kaplan girse sökemez bir orman, güneyi de yıl on iki ay yemyeşil. bütün ova yıl on iki ay ağzına kadar çiçekle dolu, alabildiğine bir düzlük... doğrusu tarlalar, batısı tarlalar, can eksen biter, kuş eksen, karınca eksen, arı eksen biter.''

işte böylece filler sultanının aklına giriyordu ulukepez... karıncıların hünerlerinden faydalanmanın bin bir türlü yolunu da sultana anlatıyor ve ne yapması gerektiği noktasında öğütler veriyordu. böylece filler ellerinde bulundurdukları gücün de etkisi ile ilk olarak sultanlarına bir saray yapılmasını talep ettiler karıncalardan. gerekli güç gösterisi yapılmış, karıncaların ruhuna korku salınmıştı. sömürü çarkları ışıl ışıl, pırıl pırıl kullanılmaya hazır hale gelmişti...

sonrasında karınca toplumu için böl/parçala/yönet stratejisi devreye giriyordu. karınca aleminin en vasıfsız, en tembel, üretemeyen grubu sarıcalar filler için biçilmiş kaftandı. üretmedikleri için fillerin yardımlarına muhtaçtılrlar. filler sarıcaların karınlarını tok, sırtlarını pek tutup, onları her işlerinde kullandılar. muhbirlikte buna dahil. bunu takiben karıncalara benlikleri unutturulur. her karınca bir fildir! ancak unutulmaması gereken nokta şudur ki; karıncalar fildir ama ancak karınca kadar fildir!

ve sonrasında koca yürekli bir karınca çıkar ortaya,kırmızı sakallı topal karınca bu sömürü düzenine karşı isyan başlatır. ''dünyanın bütün karıncaları birleşirse...'' sorusu ortaya atılır, ve olaylar gelişir gider...

yaşar kemal'in bu hikâye ile ilgili hayıflandığı tek bir nokta olmuş; ''neye üzülüyorum biliyor musunuz, bu kitabı okuyanlar özellikle de çocuklar filleri belki hiç sevmeyecekler, bu bana çok dokunuyor. ne yapabilirim ki? ''

kitabın arka kapağında da şu sözlerine yer vermiştir;


''eğer insan soyunun bu en zaliminin simgesini, benzerini hayvanlar arasında arayacak olsaydım, belki timsahları bulurdum, boa yılanlarını bulurdum. yok yok, sanmıyorum ki yeryüzünde bu zalimleri simgeleyecek korkunçlukta bir hayvan türü bulabilelim...''


hadi bakalım, karıncalar uyandı. darısı insanların (!) başına diyelim. bu kadar horultunun arasında uyumakta maharet işi olsa gerek...
devamını gör...

kişinin davranış veya görünümüne, toplumun gerçekte olduğundan daha fazla dikkat ettiğini sanmasına verilen isimdir. kişinin burada düştüğü yanılgının aynısı, yaptığımız hataların ne kadar çok insan tarafından fark edildiği konusunda da geçerlidir. aslında toplum önünde bir hata yaptığımızda, bizim sandığımız gibi herkes bizi izlememektedir.

cornell üniversitesi'nde bu konuda bir araştırma yapılmıştır. araştırmada, o dönemde pek de sevilmeyen amerikalı müzisyen barry manilow'un fotoğrafının bulunduğu bir tişört ile kalabalık bir ortama giren öğrencilerin aldığı tepkiler ölçülmek istenmiştir. kalabalık grupta bir süre vakit geçiren öğrenciler, dışarı çıktıklarında insanların en az yarısının tişörtü fark edip yorumda bulunduklarını söylemişlerdir. oysaki kalabalığın dörtte biri bile öğrencilere ve giydikleri tişörte ilgi göstermemiştir.
devamını gör...

akıllara (bkz: işte feraset işte fazilet işte adam gibi adamlık) cümlesini getiren sözlük'ü geliştirecek bir buton.
teşekkür ediyor; klavyesine uzun ömür, parmaklarına sağlık diyoruz.
devamını gör...

avrupa'nın genel durumunu bilemem ama viyana özelinde konuşacak olursak, istanbul örneğine bakılarak "neler olacağı" tahmin edilebilecek durumdur.

muhtemelen, mükemmel ötesi şehir planlamacılığı ve kaldırım mühendisliği seviyesindeki alt yapı çalışmaları yüzünden şehir dev bir gettoya dönüşürdü.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim