normal sözlük gartic.io etkinlikleri
her taşın altından çıkmazsam olmaz, yaz beni mellisho!*
devamını gör...
kendini bulamayan insan
wuu bir üsteki tanım surata şamar atan cinsten. ama böyle soğuk suya da ihtiyaç var. ben serptim yüzüme şöyle fena da olmadı. harekete geç diyoruz o zaman oy birliğiyle. ben yine o hareketin bir ucundan serçe parmağımla tutup tam kavrayamam diye kendimle ufak bir anlaşmazlığa düşüyorum. sonra bir üstteki tanımı tekrar okuyorum.
kendine gel.
bulup buluştur, takıp takıştır yap bir güzellik kendine.. hedefin bulmaksa önce kendinden başlamalı. diğerleri beraberinde gelir hiç merak etme.. bunları ben mi söylüyorum aferin bana. bir şeyler olur gibi benden ay hadi inşallah.*
kendine gel.
bulup buluştur, takıp takıştır yap bir güzellik kendine.. hedefin bulmaksa önce kendinden başlamalı. diğerleri beraberinde gelir hiç merak etme.. bunları ben mi söylüyorum aferin bana. bir şeyler olur gibi benden ay hadi inşallah.*
devamını gör...
nick_bulamayan_ kullanıcı
çok güzel tanımları olan yazar arkadaşımızdır kendileri.
devamını gör...
okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
“karanlığın içinde yaşayanlar aydınlıktan hoşlanmazlar, yalanlara alışanlar gerçekleri sevmezler”.
devamını gör...
kaşkolnikov
bir başak burcu kadını!!! ve bugün de doğum günü olduğunu henüz öğrendiğim yazarlarımızdan.
e öyleyse doğum günü kutlu mutlu olsun nice yaşlar sağlıklı huzurlu yılları olsun.
e öyleyse doğum günü kutlu mutlu olsun nice yaşlar sağlıklı huzurlu yılları olsun.
devamını gör...
kadıköy'deki boğa heykeli
kadıköy’deki en belirgin ve bilinen buluşma noktası olmasına rağmen, kadıköy’e ilk kez giden arkadaşımın koyunun önünde bekliyorum demesiyle gözümde tüm itibarını kaybeden heykelcik swh.
devamını gör...
yazarların kullandığı vitaminler
b12,
supradyn,
omega 3.
supradyn,
omega 3.
devamını gör...
15 yaşındaki çocuğu hamile bırakan pedofilinin beraat etmesi
tecavüzcü pedofilinin ilk 6 ay içerisinde şikayette bulunulmadığı için beraat etmesi haberi. aldığı güçle bir de gidip çocuğun ailesine tehditler savurmuş ''bana bir şey olmaz'' diyerek.
15 yaşındaki e.ö.'ye tecavüz etmesine rağmen, 6 ay içinde şikayetçi olunmadığı için serbest bırakılan arzık, e.ö.'nün ailesinin yaşadığı köye gidip aileye "devlet beni serbest bıraktı, dava düştü, kimse bana bir şey yapamaz" diyerek aileyi tahrik etmeye çalıştı. ifadesi alınan arzık, serbest bırakıldı.
kilis’te mehmet arzık adlı erkeğin cinsel istismarına maruz bırakılan e.ö.’nün zamanında şikayette bulunmadığını gerekçe gösterilerek istismar yerine “reşit olmayanla cinsel ilişki” suçundan devam eden dava, e.ö’nün “sanık beni tehdit ederek tecavüz etmiştir. kendisinden korktuğum için şikayetçi olmadım” beyanına rağmen düşürülmüştü.
buradan
15 yaşındaki e.ö.'ye tecavüz etmesine rağmen, 6 ay içinde şikayetçi olunmadığı için serbest bırakılan arzık, e.ö.'nün ailesinin yaşadığı köye gidip aileye "devlet beni serbest bıraktı, dava düştü, kimse bana bir şey yapamaz" diyerek aileyi tahrik etmeye çalıştı. ifadesi alınan arzık, serbest bırakıldı.
kilis’te mehmet arzık adlı erkeğin cinsel istismarına maruz bırakılan e.ö.’nün zamanında şikayette bulunmadığını gerekçe gösterilerek istismar yerine “reşit olmayanla cinsel ilişki” suçundan devam eden dava, e.ö’nün “sanık beni tehdit ederek tecavüz etmiştir. kendisinden korktuğum için şikayetçi olmadım” beyanına rağmen düşürülmüştü.
buradan
devamını gör...
ekşi sözlük yazarlarının normal sözlük’e sallaması
uzaklaştırılması iyi olmuş olan insan kişilerinin atıldığı başlık.
#1129808 şaka yapıyor olmalı. yani bu kadar boş işlerle uğraşacak kadar nasıl boş kalabildi o beynin?
yahu arkadaşım hiç mi seven olmadı seni? hiç mi gerçek bir hayatın olmadı? hiç mi gerçek bir uğraşın, gerçek bir derdin olmadı?
umarım troldür diyorum. umarım şaka yapıyordur. yani umarım laf olsun diye yazmış sonra hayatın akışına kendini kaptırmış girdiği bu entry unutmuştur.
yoksa durum vahim.
ama layığını da bulmuş yani şimdi. bak nasıl hür, özgür...(!) kendini nasıl dilediği gibi ifade edip tüm fikirlerini tam amaçladığı gibi açık açık anlatabiliyor.(!)
dolu dolu küfür edip boşlukları kapatıyor.
ben bu şahısları ayıklayıp kapı dışarı edenlere bir kere daha hayran kalıyorum. iyi ki kafadayım, iyi ki kafalıyım diyorum.
#1129808 şaka yapıyor olmalı. yani bu kadar boş işlerle uğraşacak kadar nasıl boş kalabildi o beynin?
yahu arkadaşım hiç mi seven olmadı seni? hiç mi gerçek bir hayatın olmadı? hiç mi gerçek bir uğraşın, gerçek bir derdin olmadı?
umarım troldür diyorum. umarım şaka yapıyordur. yani umarım laf olsun diye yazmış sonra hayatın akışına kendini kaptırmış girdiği bu entry unutmuştur.
yoksa durum vahim.
ama layığını da bulmuş yani şimdi. bak nasıl hür, özgür...(!) kendini nasıl dilediği gibi ifade edip tüm fikirlerini tam amaçladığı gibi açık açık anlatabiliyor.(!)
dolu dolu küfür edip boşlukları kapatıyor.
ben bu şahısları ayıklayıp kapı dışarı edenlere bir kere daha hayran kalıyorum. iyi ki kafadayım, iyi ki kafalıyım diyorum.
devamını gör...
günaydın sözlük
günaydın arkadaşlar. 29 haziranınız kutlu olsun.
devamını gör...
meriç damgası yemeden kadın haklarını savunmak
aslında zor iştir.
siz kadın hakları hakkında konuşurken her an mal değneğinin biri size meriç diyebilir. neden mi? keşke ben de bilsem.
böyle zamanlarda insanın ağzına yumruğu çakası geliyor.
her neyse, sonuca gelirsek kadınları savunmak meriçlik değildir. tam tersini savunanları bir kaşık suda boğmak gerekir.
siz kadın hakları hakkında konuşurken her an mal değneğinin biri size meriç diyebilir. neden mi? keşke ben de bilsem.
böyle zamanlarda insanın ağzına yumruğu çakası geliyor.
her neyse, sonuca gelirsek kadınları savunmak meriçlik değildir. tam tersini savunanları bir kaşık suda boğmak gerekir.
devamını gör...
güzel erkek isimleri
agâh isminin üstüne tanımam. çok klas bir isim. çok seviyorum..
devamını gör...
hayat mı yorar insanlar mı sorunsalı
insanlar.
devamını gör...
israf
insan sevme hissini israf etmemeli,
kim ne kadar sevilmeye layıksa, onu o kadar sevmeli.
n.fazil kısakürek
kim ne kadar sevilmeye layıksa, onu o kadar sevmeli.
n.fazil kısakürek
devamını gör...
kara hakimiyet teorisi
mackinder'e göre asya, avrupa ve afrika kıtaları bir bütünlük arz eder. kalan toprak parçaları da dünya adasının uydularıdır. bu büyük toprak parçasının sınırları ise sibirya'dan başlayıp doğu avrupa'yı da içine alan iran'a kadarki bölgedir.
mackinder'e göre merkez bölge olan doğu avrupa'ya hakim olan dünyaya hakim olur.
mackinder'e göre doğu avrupa'yı kontrol altına alan iki kuşak vardır.
bu bölgeler: türkiye, pakistan, iran, hindistan, almanya ve çin'i kapsayan iç hilal ve ingiltere, abd, kuzey afrika ve kanada'yı kapsayan dış hilal'dir.
mackinder, doğu avrupa'ya hakim olan karacı devletin zamanla zenginleşeceği ve genişledikçe deniz gücünü de artırarak denizlere de hakim olabileceğini söylemiştir.
mackinder'e göre merkez bölge olan doğu avrupa'ya hakim olan dünyaya hakim olur.
mackinder'e göre doğu avrupa'yı kontrol altına alan iki kuşak vardır.
bu bölgeler: türkiye, pakistan, iran, hindistan, almanya ve çin'i kapsayan iç hilal ve ingiltere, abd, kuzey afrika ve kanada'yı kapsayan dış hilal'dir.
mackinder, doğu avrupa'ya hakim olan karacı devletin zamanla zenginleşeceği ve genişledikçe deniz gücünü de artırarak denizlere de hakim olabileceğini söylemiştir.
devamını gör...
sek (yazar)
başından beri gözüm tutmadı derler ya o hislerimin olduğu bir insandı, başka mecralarda da kendisini az daha tanıma fırsatım oldu. doğru karardır hele ki bugün ki tanımlardan sonra. yolu açık olsun.. ha ben dömisek olarak geri geleceğini tahmin ediyorum ya o ayrı.(bkz: swh)
devamını gör...
eğer herkes eğitilirse kim inşaatta çalışacak sorunsalı
beni düşüncelere gark eden sorunsaldır.
her mesleğin icrası için elbette farklı gereksinimler var ve insanlar kişisel özellikleri, ilgileri, önceki iş tecrübeleri ve bilgi birikimleriyle birlikte sosyoekonomik/epigenetik/sosyokültürel sayısız faktörle toplum içerisinde kendine bir rol ve görev biçmekte. ancak bazı meslekleri kavramak için mutlak bir bilgi haznesi olması gerekiyor insanın. bir avukat müvekkilini (hele ki türkiye gibi bir ülkede) vicdanı ile veya bir vakaya farklı bir bakış açısı sunarak kazanamaz; mevzuat vardır yasalar vardır anayasa vardır ve günümüz hukukunda suçlar neredeyse eksiksiz tanımlanıp muadil cezaları belirtilmiş. hukukun açık olduğu noktalarda konsensus da çağın getirisi olarak ivedilikle sağlanmakta. veya bir doktorun ''repertuarında'' sjögren sendromu veya ansızın hiponatremi sebebi veya ayakkabı bağcığını bağlarken hurler sendromu ile hunter sendromu arasındaki farklar, üstelik bunların patofizyolojik açıklamaları ve klinik bulguları; istenmesi gereken tetkikler mutlaka geçmeli. mutlaka benzer benzetmeler başka meslek grupları için de yapılacaktır. zaten bu ''niteliklilik'' hali için insanlar 4 sene lisans, 2-3 sene yüksek lisans yapıp üzerine ''ben bu konuyu başkasına anlatacak yeterlilikte biliyorum''u ispatlamak adına yine en az 2 sene doktora yapıyorlar. bunun dışında sahada tecrübe edinmesi vs cabası.
birçok otorite tarafından, bu ''örgün eğitim''in insanı ''dolaylı bir yolla medenileştirdiği'' öne sürülmektedir. nitekim bu geçmiş için doğruydu: x jenerasyonuna baktığımızda üniversite mezunları ve lise mezunları arasında belirgin farklar görünmektedir. bunun en önemli sebebi o dönem türkiye'de bir üniversite enflasyonu olmaması öğretim görevlisi enflasyonu olmaması, öğrenci enflasyonu olmaması ve en önemlisi de bu niş ortam içerisinde belirli ekollerin oluşabilmesiydi. bu ekoller ve kültür oluştukça artık fakültelerden sadece tıp insanı, hukuk insanı değil; itülü marmaralı hacettepeli odtülü çıkıyordu. bu ekol ile olan münasebet, kişinin karakterinde son derece olumlu değişimler yaratıyordu. tüm bu akademik enflasyonun akademileri kültürsüzleştirmesi ve köksüzleştirmesiyle beraber çağın zeitgeist'ının -yani düşünsel/sanatsal dünyası, zamanın ruhunun- da içinin boşaltılması ve hiçbir eğitim almayıp evinden oturarak milyon dolarlar götüren fırsatçıların övülmesi; gerçekten de hiçbir ''düşünür''ün kalmaması ve ''eğlendiriciler (entertainer)'' olduğu sürece düşünür'e ihtiyacın da talebin de olmaması ve kar odaklı multinasyonel şirketlerin aslında bir avuç insan ve bir köle ordusu ile işi götürebiliyor olduklarını fark etmeleri; gençler arasında tıpkı beat kuşağında olduğu gibi (ama bence kat kat yoğun bir şekilde) umursamazlık ve aldırışsızlıkla beraber giden bir hazcılık ve tembelliğin doğmasına sebep oldu.
sonuç olarak gençlik ve eğitim bozuldu. buna rağmen bazı meslekler var ki bu mesleklerin icrası için ''cephanede bulunması gereken mermi sayısı'' bir elin parmağını geçmez. bir amelenin mesleğini en iyi şekilde icra edebilmesi için ''bilmesi'' gereken şeyler sınırlıdır. eğer bilgisi yetmiyorsa, inşaatın başındaki inşaat mühendisi o malzemenin nasıl yapılması gerektiğini tarif etmekle görevli. nitekim aynı iş bir insana gelecek de vaat etmiyor. bir insan cv'sine 20 yıldır inşaatlarda ustayım yazdığında (bkz: cv'si olan inşaat amelesi) hiçbir işveren etkilenip şapkasını önüne koymuyor. en fazla yapacağı şey şantiyeyi emanet edebilmek işçilerin başına koymak. kariyer olarak bu insanın daha da ileriye gidebilmek gibi bir şansı yok. dolayısıyla bu kişi kendi sıkışık kaldığı sosyal statüde gerim gerim gerilmeye ve nobranlaşmaya başlıyor. bir bardak su içişi de, bir selam verişi de sanki boğazlayıp öldürecek gibi oluyor. bir taksici belki bütün gün o direksiyon başında hayatının bittiğini ve bütün gün birilerinin ağız kokusunu çekeceğinin farkında. mevcut düzende kazanabilecekleri maksimum paranın, belki hastalansa eğer sigorta karşılamazsa geberip gideceğinin farkında.
öyleyse alalım çocuklarımızı, hepsini sokalım üniversite sınavına ve hepsini 4 senelik fakültelere yazdıralım. o üniversitelerden çıkan insanların %1'i belki mesleği hakkında ''azıcık'' fikir sahibi olacak ve belki keşfedilip kurtulacak. geriye kalan %99 ne çocukluğu boyunca esnaf gibi çalıştı, ne de garsonluk yaptı; hiçbir sektörde tutunamaz. olmadı değil mi? olmadı. öyleyse sadece o %1'i bir şekilde eleyip üniversitelerde yetiştirelim? belki o %1 için hayat hoş olur; ama geriye kalan %99'un günden güne büyüyen huzursuzluğunu hayal edemiyorum... öyleyse ne?
elbette çözüm meslek okullarının iyileştirilmesi ve değer görmesi; bir marangozun (ki marangozluk hiç beceremediğim, çok saygı duyduğum ve çok zor bir meslektir) mesleki eğitimi için ilkokul 4. sınıftan itibaren belki 10-15 sene çıraklık/kalfalık yapması. belirli zanaatkarlıklar ve hizmet sektörüne ait meslekler için bu olabilir. aynı iyileştirmeler bir fabrika işçisi için de yapılmalı, bir taksicinin örneğin 3-4 dil bilmesi gerekmeli. bir temizlikçiye öyle eğitimler verilmeli ki şunu demeliyiz: ''abi biz temizlik nasıl yapalım??''
ama işte bu noktada bile bir sorun var... bir otobüs şoförünü belirli bir noktaya getirdiğini varsayalım: o otobüs şoförünün çantasından nasıl baudrillard'ın bir kitabı çıkabilir? veya bir terzi nasıl gelinim kaynanamla programı yerine bir sanat filmi izler? bir bakkalı baştan yarattın diyelim veya mezrasında bir köylüyü; nasıl o köy evinde açık toplum konuşulacak? nasıl şemdinli'de mini etekli bir lezbiyen çift köylü bir nineyle şarap içerken türkiye'yi ne kadar sevdiklerinden bahsedecekler (buradaki mini etek ve lezbiyen stigmatizasyonunu bilinçli yapıyorum; bunlar ''marjinal'' oldukları için değil en büyük zulmü gördükleri için)?
bunun cevabı aslında yanlış sorunun sorulmasında yatmakta. bugün siyasetçiler için getirilmesi istenen (aslında gaipten beri istenen ama ''nedense yapılmayan'') siyasi ahlak yasası, aslında bakarsanız toplumun tamamı için getirilmeli. dönüşmesi gereken insanlar var. bir insanla ötekisinin görüşü eşit olamaz. ben gidip sanat tarihi hakkında ileri geri konuşsam birisi gelir ağzımın payını verir. vermeli de; çünkü benim görüşüm onun görüşünden değersiz ''o konuda''. bir taksici ile yoldayızdır ve ben soldan o sağdan gidelim der. öyleyse sağdan gidilmelidir; zira onun görüşü belki de günde 10 saatten 10 yıllık bir birikime dayanmaktadır.
peki ya yaşamak? şuurlu, bilinçli ve iradeli yaşamakla; şuursuzca ve umarsızca yaşamak arasında fark yok mudur? yaşamak da tıpkı vinç opere etmek, bir nevüsün biyopsisini almak ya da bir tarlaya ne ekip ne kadar sulayacağını bilmek kadar şuur gerektirmez mi? bir birey olmak, bir karakter olmak, benim adım x diyebilmek çok mu kolay? belki vinç sürmekten, sentinel lenf nodu rezeksiyonu yapmaktan bin kat daha zordur onurlu bir hayat yaşamak. ülkemizde ve dünyada ödüllendirilmeyen tam da bu. bunların hiçbirini yapmadan manda gibi yaşayıp ülkenin nimetlerinden faydalanmak veya sabah akşam kalkıp pestil gibi yatıp hükümet böyle ya diyip sallamak ne kolay!
öyleyse bir kast sistemi gelmeli. her dinde (islamiyettekinin adı takva), her meslekte, her kültürde hiyerarşi insanın doğasında varken bunu inkar etmeye çalışmak beyhude bir çaba. demokrasi, şahsiyet olmak gibi son derece zorlu bir meziyetin ilüzyonunu köydeki ismail enişte'ye bile vermiş noktada. bu noktada öyle bir kriter belirlenmeli ki insanlar şuurlarına göre sıralansın. bu sıralamanın en üst noktasındaki kişi için ''makul derecede'' bir avantaj olmasıyla beraber en alt sıradaki vatandaşlar zoraki olarak günde 4-5 saat zorunlu kamu hizmeti yapıp geri kalan vaktinde bir rehabilitasyon merkezinde rehabilite edilmeli. zannediyorum ki bu kriterler içerisinde etik kabuller (atıyorum eşcinsele, kadına, köpeğe, çocuğa, erkeğe, yaşlıya, ağaca gibi varlığın tüm ögelerine mutlak sevgi, şefkat ve kabulü öneren bir ''universal moral''), felsefe, edebiyat, sanat tarihi gibi insanı hayvandan ayıran tüm yetkeleri ve entelektüel birikimi ölçen bir sosyal bilimler sınavı olmalı.
sanırım çin halk cumhuriyetiyle roma cumhuriyetinin bir karmasını hayal ediyorum.
edtit: eklemeyi unutmuşum
böyle bir toplumda, yani herkesin (en azından bir noktaya kadar) zoraki olarak entelektüel olduğu ve gelir adaletinin sağlandığı noktada (atıyorum bir futbolcunun veya dünyaca ünlü bir sanatçının maksimum kazanabileceği kazancın bir kasiyerinkinin 2-3 katı olduğu, bir müteahhitin veya bir fabrikatörün kendi işçisinden 4 kat fazla kazanıyorsa idam edilmesi gibi; zira ancak bu sayede bir kasiyer basiretli bir ömür geçirebileceği bir kazanç sağlar ve geleceğe umutla bakabilir) bir inşaat işçisi eğitilmesine rağmen gülümseyerek sıvasını sürebilir.
edit 2: #1554271 'ye ithafen;
aslında yapmak istediğim tam da ne biliyor musun, iki kenarından o eğriyi bastırmak. %50 noktasına yaklaştırmak ve marjin ve orta arasında o mesafeyi sıfıra yakın hale getirmek. ancak bu yolla ''tüm eğriyi sağa kaydırabiliriz''. bugün zenginin zengin, fakirin fakir olduğu sistemde tüm ekonominin iyileştiğini ve ''büyüdüğünü'' varsayalım. belki %95 o büyümenin %10'undan nemalanırken çok ufak bir kesim tüm gönenci eline geçiriyor. geçiriyor çünkü kendi yaşam düzeni bunu gerektiriyor. bornozu ve 20 yıllık şarabını yudumlarken haberleri izlemesi için 20 milyar dolarlık köşkünden sadece sahip olması yetmez; ''sürekli bir o kadar daha kazanmaya devam etmesi'' gerekir. işte bu ''gereksinim'' tüm ülkeyi mahvediyor. eğer ancak bir bütün olarak yakın ve basiretli bir yaşam sürersek ekonomimizi gerçek anlamda büyütür ve asıl o zaman ''ulus olarak standartlarımız norveç gibi olur''.
her mesleğin icrası için elbette farklı gereksinimler var ve insanlar kişisel özellikleri, ilgileri, önceki iş tecrübeleri ve bilgi birikimleriyle birlikte sosyoekonomik/epigenetik/sosyokültürel sayısız faktörle toplum içerisinde kendine bir rol ve görev biçmekte. ancak bazı meslekleri kavramak için mutlak bir bilgi haznesi olması gerekiyor insanın. bir avukat müvekkilini (hele ki türkiye gibi bir ülkede) vicdanı ile veya bir vakaya farklı bir bakış açısı sunarak kazanamaz; mevzuat vardır yasalar vardır anayasa vardır ve günümüz hukukunda suçlar neredeyse eksiksiz tanımlanıp muadil cezaları belirtilmiş. hukukun açık olduğu noktalarda konsensus da çağın getirisi olarak ivedilikle sağlanmakta. veya bir doktorun ''repertuarında'' sjögren sendromu veya ansızın hiponatremi sebebi veya ayakkabı bağcığını bağlarken hurler sendromu ile hunter sendromu arasındaki farklar, üstelik bunların patofizyolojik açıklamaları ve klinik bulguları; istenmesi gereken tetkikler mutlaka geçmeli. mutlaka benzer benzetmeler başka meslek grupları için de yapılacaktır. zaten bu ''niteliklilik'' hali için insanlar 4 sene lisans, 2-3 sene yüksek lisans yapıp üzerine ''ben bu konuyu başkasına anlatacak yeterlilikte biliyorum''u ispatlamak adına yine en az 2 sene doktora yapıyorlar. bunun dışında sahada tecrübe edinmesi vs cabası.
birçok otorite tarafından, bu ''örgün eğitim''in insanı ''dolaylı bir yolla medenileştirdiği'' öne sürülmektedir. nitekim bu geçmiş için doğruydu: x jenerasyonuna baktığımızda üniversite mezunları ve lise mezunları arasında belirgin farklar görünmektedir. bunun en önemli sebebi o dönem türkiye'de bir üniversite enflasyonu olmaması öğretim görevlisi enflasyonu olmaması, öğrenci enflasyonu olmaması ve en önemlisi de bu niş ortam içerisinde belirli ekollerin oluşabilmesiydi. bu ekoller ve kültür oluştukça artık fakültelerden sadece tıp insanı, hukuk insanı değil; itülü marmaralı hacettepeli odtülü çıkıyordu. bu ekol ile olan münasebet, kişinin karakterinde son derece olumlu değişimler yaratıyordu. tüm bu akademik enflasyonun akademileri kültürsüzleştirmesi ve köksüzleştirmesiyle beraber çağın zeitgeist'ının -yani düşünsel/sanatsal dünyası, zamanın ruhunun- da içinin boşaltılması ve hiçbir eğitim almayıp evinden oturarak milyon dolarlar götüren fırsatçıların övülmesi; gerçekten de hiçbir ''düşünür''ün kalmaması ve ''eğlendiriciler (entertainer)'' olduğu sürece düşünür'e ihtiyacın da talebin de olmaması ve kar odaklı multinasyonel şirketlerin aslında bir avuç insan ve bir köle ordusu ile işi götürebiliyor olduklarını fark etmeleri; gençler arasında tıpkı beat kuşağında olduğu gibi (ama bence kat kat yoğun bir şekilde) umursamazlık ve aldırışsızlıkla beraber giden bir hazcılık ve tembelliğin doğmasına sebep oldu.
sonuç olarak gençlik ve eğitim bozuldu. buna rağmen bazı meslekler var ki bu mesleklerin icrası için ''cephanede bulunması gereken mermi sayısı'' bir elin parmağını geçmez. bir amelenin mesleğini en iyi şekilde icra edebilmesi için ''bilmesi'' gereken şeyler sınırlıdır. eğer bilgisi yetmiyorsa, inşaatın başındaki inşaat mühendisi o malzemenin nasıl yapılması gerektiğini tarif etmekle görevli. nitekim aynı iş bir insana gelecek de vaat etmiyor. bir insan cv'sine 20 yıldır inşaatlarda ustayım yazdığında (bkz: cv'si olan inşaat amelesi) hiçbir işveren etkilenip şapkasını önüne koymuyor. en fazla yapacağı şey şantiyeyi emanet edebilmek işçilerin başına koymak. kariyer olarak bu insanın daha da ileriye gidebilmek gibi bir şansı yok. dolayısıyla bu kişi kendi sıkışık kaldığı sosyal statüde gerim gerim gerilmeye ve nobranlaşmaya başlıyor. bir bardak su içişi de, bir selam verişi de sanki boğazlayıp öldürecek gibi oluyor. bir taksici belki bütün gün o direksiyon başında hayatının bittiğini ve bütün gün birilerinin ağız kokusunu çekeceğinin farkında. mevcut düzende kazanabilecekleri maksimum paranın, belki hastalansa eğer sigorta karşılamazsa geberip gideceğinin farkında.
öyleyse alalım çocuklarımızı, hepsini sokalım üniversite sınavına ve hepsini 4 senelik fakültelere yazdıralım. o üniversitelerden çıkan insanların %1'i belki mesleği hakkında ''azıcık'' fikir sahibi olacak ve belki keşfedilip kurtulacak. geriye kalan %99 ne çocukluğu boyunca esnaf gibi çalıştı, ne de garsonluk yaptı; hiçbir sektörde tutunamaz. olmadı değil mi? olmadı. öyleyse sadece o %1'i bir şekilde eleyip üniversitelerde yetiştirelim? belki o %1 için hayat hoş olur; ama geriye kalan %99'un günden güne büyüyen huzursuzluğunu hayal edemiyorum... öyleyse ne?
elbette çözüm meslek okullarının iyileştirilmesi ve değer görmesi; bir marangozun (ki marangozluk hiç beceremediğim, çok saygı duyduğum ve çok zor bir meslektir) mesleki eğitimi için ilkokul 4. sınıftan itibaren belki 10-15 sene çıraklık/kalfalık yapması. belirli zanaatkarlıklar ve hizmet sektörüne ait meslekler için bu olabilir. aynı iyileştirmeler bir fabrika işçisi için de yapılmalı, bir taksicinin örneğin 3-4 dil bilmesi gerekmeli. bir temizlikçiye öyle eğitimler verilmeli ki şunu demeliyiz: ''abi biz temizlik nasıl yapalım??''
ama işte bu noktada bile bir sorun var... bir otobüs şoförünü belirli bir noktaya getirdiğini varsayalım: o otobüs şoförünün çantasından nasıl baudrillard'ın bir kitabı çıkabilir? veya bir terzi nasıl gelinim kaynanamla programı yerine bir sanat filmi izler? bir bakkalı baştan yarattın diyelim veya mezrasında bir köylüyü; nasıl o köy evinde açık toplum konuşulacak? nasıl şemdinli'de mini etekli bir lezbiyen çift köylü bir nineyle şarap içerken türkiye'yi ne kadar sevdiklerinden bahsedecekler (buradaki mini etek ve lezbiyen stigmatizasyonunu bilinçli yapıyorum; bunlar ''marjinal'' oldukları için değil en büyük zulmü gördükleri için)?
bunun cevabı aslında yanlış sorunun sorulmasında yatmakta. bugün siyasetçiler için getirilmesi istenen (aslında gaipten beri istenen ama ''nedense yapılmayan'') siyasi ahlak yasası, aslında bakarsanız toplumun tamamı için getirilmeli. dönüşmesi gereken insanlar var. bir insanla ötekisinin görüşü eşit olamaz. ben gidip sanat tarihi hakkında ileri geri konuşsam birisi gelir ağzımın payını verir. vermeli de; çünkü benim görüşüm onun görüşünden değersiz ''o konuda''. bir taksici ile yoldayızdır ve ben soldan o sağdan gidelim der. öyleyse sağdan gidilmelidir; zira onun görüşü belki de günde 10 saatten 10 yıllık bir birikime dayanmaktadır.
peki ya yaşamak? şuurlu, bilinçli ve iradeli yaşamakla; şuursuzca ve umarsızca yaşamak arasında fark yok mudur? yaşamak da tıpkı vinç opere etmek, bir nevüsün biyopsisini almak ya da bir tarlaya ne ekip ne kadar sulayacağını bilmek kadar şuur gerektirmez mi? bir birey olmak, bir karakter olmak, benim adım x diyebilmek çok mu kolay? belki vinç sürmekten, sentinel lenf nodu rezeksiyonu yapmaktan bin kat daha zordur onurlu bir hayat yaşamak. ülkemizde ve dünyada ödüllendirilmeyen tam da bu. bunların hiçbirini yapmadan manda gibi yaşayıp ülkenin nimetlerinden faydalanmak veya sabah akşam kalkıp pestil gibi yatıp hükümet böyle ya diyip sallamak ne kolay!
öyleyse bir kast sistemi gelmeli. her dinde (islamiyettekinin adı takva), her meslekte, her kültürde hiyerarşi insanın doğasında varken bunu inkar etmeye çalışmak beyhude bir çaba. demokrasi, şahsiyet olmak gibi son derece zorlu bir meziyetin ilüzyonunu köydeki ismail enişte'ye bile vermiş noktada. bu noktada öyle bir kriter belirlenmeli ki insanlar şuurlarına göre sıralansın. bu sıralamanın en üst noktasındaki kişi için ''makul derecede'' bir avantaj olmasıyla beraber en alt sıradaki vatandaşlar zoraki olarak günde 4-5 saat zorunlu kamu hizmeti yapıp geri kalan vaktinde bir rehabilitasyon merkezinde rehabilite edilmeli. zannediyorum ki bu kriterler içerisinde etik kabuller (atıyorum eşcinsele, kadına, köpeğe, çocuğa, erkeğe, yaşlıya, ağaca gibi varlığın tüm ögelerine mutlak sevgi, şefkat ve kabulü öneren bir ''universal moral''), felsefe, edebiyat, sanat tarihi gibi insanı hayvandan ayıran tüm yetkeleri ve entelektüel birikimi ölçen bir sosyal bilimler sınavı olmalı.
sanırım çin halk cumhuriyetiyle roma cumhuriyetinin bir karmasını hayal ediyorum.
edtit: eklemeyi unutmuşum
böyle bir toplumda, yani herkesin (en azından bir noktaya kadar) zoraki olarak entelektüel olduğu ve gelir adaletinin sağlandığı noktada (atıyorum bir futbolcunun veya dünyaca ünlü bir sanatçının maksimum kazanabileceği kazancın bir kasiyerinkinin 2-3 katı olduğu, bir müteahhitin veya bir fabrikatörün kendi işçisinden 4 kat fazla kazanıyorsa idam edilmesi gibi; zira ancak bu sayede bir kasiyer basiretli bir ömür geçirebileceği bir kazanç sağlar ve geleceğe umutla bakabilir) bir inşaat işçisi eğitilmesine rağmen gülümseyerek sıvasını sürebilir.
edit 2: #1554271 'ye ithafen;
aslında yapmak istediğim tam da ne biliyor musun, iki kenarından o eğriyi bastırmak. %50 noktasına yaklaştırmak ve marjin ve orta arasında o mesafeyi sıfıra yakın hale getirmek. ancak bu yolla ''tüm eğriyi sağa kaydırabiliriz''. bugün zenginin zengin, fakirin fakir olduğu sistemde tüm ekonominin iyileştiğini ve ''büyüdüğünü'' varsayalım. belki %95 o büyümenin %10'undan nemalanırken çok ufak bir kesim tüm gönenci eline geçiriyor. geçiriyor çünkü kendi yaşam düzeni bunu gerektiriyor. bornozu ve 20 yıllık şarabını yudumlarken haberleri izlemesi için 20 milyar dolarlık köşkünden sadece sahip olması yetmez; ''sürekli bir o kadar daha kazanmaya devam etmesi'' gerekir. işte bu ''gereksinim'' tüm ülkeyi mahvediyor. eğer ancak bir bütün olarak yakın ve basiretli bir yaşam sürersek ekonomimizi gerçek anlamda büyütür ve asıl o zaman ''ulus olarak standartlarımız norveç gibi olur''.
devamını gör...
hamile eşini sokak ortasında döven varlık
ülkemizde her gün ortalama 5 kadın öldürülüyor. üstelik bu rakam katlanarak artıyor. caydırıcı bir ceza yok kaldı ki kadınları tehdit eden ''yaratıklar!'' en fazla 3 ay yatar çıkarım' fikriyatına kapılmışlar. maalesef öyle de oluyor. öldürülen kadınlar sığınma talep ediyor, uzaklaştırma istiyorlar, korkuyorlar ve korktukları başlarına geliyor. ruh hastalarının acilen tedavi olması, toplumdan ayrıştırılması gerekiyor. en üst perdeden cezayı hak ediyorlar. yoksa ne ilkti ne de son olacak.
onlara hayvan demeyin, zira doğa da hiçbir canlı dişisinde kuvvetini denemiyor.
onlara hayvan demeyin, zira doğa da hiçbir canlı dişisinde kuvvetini denemiyor.
devamını gör...

