ünlü ressam rafaello sanzio’nun “atina okulu” adlı eserinde tam ortada üstte hocası platon’a diss atarken resmedilmiştir ayrıca. hocasının aksine maviler içindedir ve bir eliyle maddi evreni işaret ederken diğer elinde kendi kitaplarından olan nikomakhos’a etik’i tutmaktadır.
devamını gör...

hepinizin bayramı mübarek olsun kuzucuklarım. seviliyorsunuz, kocaman çiçek bahçeleriniz olsun hepinizin.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

şekersiz çay, şekersiz kahve... başta acı, tatsız gelse de alışıldıktan sonra bırakılamayan lezzetlerdir. öyle ki şekerlisini içtiğinde şerbet yudumluyormuşsun gibi gelir.
devamını gör...

ne kadar mantıksızda olsa, maddi ve manevi açıdan tatmin olmayan insanların yapmaya devam edeceklerini düşündüğüm hadise. böyle mutlu oluyorlar çünkü. buda farklı bir haz alma yöntemi oldu.

tanım: gerçekten mantıksız olan eylem.*
devamını gör...

sinan özen'in de çok güzel okuduğu herkesin onda görüp çiçekli gömlek lerle dolaştığı zamanların şarkısı.
devamını gör...

hayvanlar üzerinde deney yapmayan (cruelty free) markalardan bazıları:
note
pastel
wetnwild
cake beauty
elf cosmetics
essence
hask
live clean
makeup revolution
nip+fab
nyx cosmetics
pixi beauty
the ordinary
catrice
eyüp sabri tuncer
ınecto naturals
kiko
otacı
siveno
splat
the balm
unibaby
devamını gör...

seni her özlediğimde sevgilim,
gökyüzüne bakıyorum;
göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.
seni her özlediğimde bir tanem,
denizlere bakıyorum.
ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü.
seni her özlediğimde bir tanem,
kuşlara bakıyorum.
o kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü.
ve aşkım, seni her özlediğimde,
adında isyan ediyorum.
seni özlemek istemiyorum ben,
ben seni yaşamak istiyorum,
seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum
ve seni sende görmek sadece

behçet necatigil
devamını gör...

osmanlı devlet anlayışına göre her tımar, tımar sahibi için hem bir ödül, hem bir yükümlülüktü. savaşta verilen askeri hizmetler için bir ödül, daha sonra verilecek askeri hizmetler için ise bir yükümlülük. her iki unsur da zorunlu ve haklı olarak birbirleriyle etkileşim içindeydiler ve birbirlerinden ayrı olarak düşünülmesi olanaksızdı. ödül ne kadar büyükse yükümlülüğüde o denli büyüktü.

osmanlı askeri sisteminin esas ilkesini oluşturan bu ana fikre göre, sipahi dirlikleri – ki aslında dirliklerin hepsi sipahi dirlikleri idi- küçük ve büyük dirlikler, yani tımarlar ve zeametler olarak ikiye ayrılıyorlardı. dirlik sahipleri, yani sipahiler, o veya bu sınıfa ait olmakla birlikte tımarlı sipahi ve zaim olarak adlandırılıyordu. sahibine yılda 3 ila 20 bin akçe arasında gelir sağlayan dirlikler tımar, 20 ila 100 bin akçe arasında gelir sağlayan dirlikler ise zeamet olarak adlandırılıyorlardı. verecekleri askeri hizmetlerde buna göre hesaplanıyordu.

3 bin akçe veya 60 duka geliri olan bir tımara sahip olan, yalnızca tam teçhizatlı tek bir süvari sağlıyordu, yani kısaca sefere bizzat katılmak zorundaydı. daha yüksek gelire sahip olan sipahiler ise gelirleri 100 bin akçenin üzerindeyse her 5 bin akçe için tam teçhizatlı bir süvari yollamak zorundaydılar ki, bir tımarlı sipahi orduya kimi zaman orduya 4, bir zaim ise 19 kadar asker gönderip aynı zamanda bunların geçimini sağlıyordu.

tımarların sayısı ile birlikte tabii ki cebeli sayısı da artıyordu. kanuni sultan süleyman ve sultan 2. selim dönemlerinde sayıları 130 bin sipahiye kadar çıkmıştı ki, bunlardan rumeli’de 60 bin tımara düşen cebeli sayısı 80 bin, anadolu’ya düşen cebeli sayısı ise tam net olmamakla birlikte 50 bin civarındaydı. 1581 yılında iran’da yapılan fetihler sebebiyle sipahi sayısı 150 bin kadar tahmin edilirken, 10 yıl sonra tarihçi lorenzo bernardo bu sayıyı 200 bin civarı olarak belirtmiş hatta daha yüksek olabileceğini yazmıştır.

aynı dönemde yazan başka bir kaynak, iran’da yapılan fetihlerden dolayı, mevcut olan 200 bin sipahiye ayrıca 400 bin sipahi daha eklendiğini belirtmekteydi ki, böylece yalnızca tımarlardan toplanan cebelilerle birlikte neredeyse yarım milyon sipahi biraraya getirilmiş olurdu. halbuki burada muhtemelen kağıt üzerinde, gerçekte sefere çıkanların sayısından çok daha büyük bir rakam verilmişti. zira iran’da fethedilen yerlerde yeni tımarlar oluşturmak çok zor hatta imkansız olduğu kanıtlanmış bir gerçektir. osmanlı ordusunda bu ıssız, çoraklaşmış topraklarda, üstelik orduya cebeli gönderme yükümlülüğü altında tımar sahibi olmak isteyen yoktu. buralarda gerekli sayıda at beslemek için bile yeterli imkan mevcut değildi.


16. yüzyıl sonlarına doğru tımarlı sipahi sayısı doruk noktasına erişmişti. ertesi yüzyılda ise sayıları gitgide düşecekti. tımar sisteminin gitgide gerilemesi, tabii ki bu yükümlülüğü yerine getiren sipahi sayısını da düşürüyordu. 17. yüzyılın ilk çeyreğinde, bu hususta artık kesin bilgiler vermek mümkün değildi. kesin olan bir şey varsa o da 17.yüzyılın ortalarında tımarlı sipahi sayısının ancak 100 bin kadar olduğu ve bunlardan da savaş alanına daha azının geldiğiydi.

başlangıçta tımar sistemi saflığını ve gücünü muhafaza ettiği sürece, sipahiler gerçekten de oldukça gösterişli ve ihtişamlı bir sınıf ve aynı zamanda osmanlı atlı birliklerinin çekirdeğini oluşturan bir güçtü. sipahiler genelde, rumeli sipahilerinden ziyade görüldüğü üzere, yay ve ok, hafif bir mızrak, bir muharebe kılıcı kimi zaman demirden bir topuz ve tek savunma silahı olarak yuvarlak bir kalkan taşırlardı. başlarını genel olarak ilk zamanlar sarıkları örtüyordu.



miğfer ve zırh başlangıçta pek tercih edilmiyordu, fakat zamanla ordu modernize bir hale geldikçe kullanılmıştır. en soylulardan seçilen muharebe atı, sipahinin gururu en güzel süsü ve onu beslemek en büyük en büyük zevkiydi. atına olması gerektiği gibi bakmayan veya silahlarının bakımını yapmayan sipahi hemen azledilir ve tımarı elinden alınırdı. yine de rumeli sipahilerine, atları daha kötü, kendileri daha dirençsiz ve savaşta daha deneyimsiz oldukları düşünülen anadolu sipahilerine kıyasla genelde öncelik tanınıyordu.



eski geleneklerin katılığı ve kadim kanunların ruhu ile ayakta tutulduğu sürece, ordunun teşekkülü bir bütün olarak mükemmeldi. rumeli ve anadolu beylerbeyleri, biri avrupa biri asya kıtasında olmak üzere, orduyu yönetiyorlardı. rumeli beylerbeyinin paşa sancağı bosna, anadolu beylerbeyinin paşa sancağı ise kütahya idi. her iki ordu bir araya geldi zaman başkomutanlık rumeli beylerbeyine aitti. padişahın yokluğunda ayrıca bir serdar tayin edilmediyse bütün sorumluluk rumeli beylerbeyine aitti. hatta ilginçtir ki şehzadeler dahi bir sefere katıldıkları vakit rumeli beylerbeyinin emrine itaat etmek zorundalardı. rütbesinin işareti olarak ordugahta, yalnızca padişaha, oğullarına ve vezirlere ait bir onu işareti olan “kırmızı çadır” kurardı.



söz konusu iki beylerbeyinin başkomutanlığı altında ikinci dereceden beylerbeyleri ve sancakbeyleri, yine bunların altında alaybeyleri, çeribaşıları, sürücübaşıları ve subaşılar, mevcudu her birine tahsis edilen sancağın büyüklüğüne ve önemine bağlı olan müfrezeleri, sancakları ve alayları yönetiyorlardı. böylece örneğin 16.yüzyıl ortalarında karaman ile diyarbakır beylerbeylerinden her biri sefere 15 bin ve amasya beylerbeyi 10 bin sipahi gönderirken, rütbe olarak bunlardan çok yüksek olmasına rağmen anadolu beylerbeyinin doğrudan emri altında yalnızca 8 bin sipahi bulunuyordu. aynı husus, beylerbeylerin emri altında olup, duruma göre sefere cebeli ile birlikte 300 ile 1000 arasında değişen sipahi göndermek zorunda olan sancakbeyleri içinde geçerliydi. o dönemlerde en değerli sipahiler macaristanda, mora’da ve bosna beylerbeyinin emrindeki sancakların sipahileriydi.



sipahilerin başındaki komutanların ücretleri de buna göre tahsis olunuyordu. bunlar kısmen gelirleri 100 bin akçe üzerindeki zeametlerden, kısmen de kendilerine bunun dışında geçimlerini sağlamak üzere devredilip gelirleri ilgili komutanın değerine göre tespit edilen ama hepsi iyi bir gelire sahip olan haslardan oluşuyordu. yüksek rütbeli komutanlık makamlarına atamalar yalnızca divan-ı hümayun tarafından yapılıyordu. ilgili sancağın bunun için kendisine 100, 200 duka veya daha fazla ücret ödenen miralem tarafından tarafından merasimle teslim edilişi, beylerbeyinin veya sancak beyinin resmen makamına getirilişinin simgesiydi.



savaş çıktığında, dolayısıyla sefer borusu çaldığında herkes hazır ve donanımlı olmak zorundaydı. her zaim veya tımarlı sipahi, emri altında olan tüm sipahiler ile birlikte ilgili sancak komutanının sancağı altında toplanırdı. sancakbeyi, sancağına ait olan birlikleri, beylerbeyi tarafından belirlenen toplanma yerine getirirdi ve kısa bir süre sonra sipahilerin tamamı vezirlerin ya da padişahın bizzat emirlerine beklemek üzere, tam teçhizatlı bir halde silah altında olurdu. zira her tımarlı sipahi, barış zamanlarında da kendi tımarının bulunduğu yerde yaşamak zorundaydı. tımarını terk etmesi halinde bu tımar elinden alınırdı ve başkasının kendi lehine feragat etmesi sayesinde üçüncü bir kişinin tımarını ele geçirmeyi başaramadığı takdirde ancak iki yıl geçtikten sonra yeni bir tımara sahip olabilirdi.



bu şekilde sürekli savaşa hazır, iyi teçhiz edilmiş ve yüksek moral ayrıca itaat sayesinde bir arada tutulan süvari birliklerini, o dönemde dünyada başka hiçbir hükümdar savaş meydanına çıkarmayı başaramazdı, hatta bazı hristiyan tarihçilere göre hristiyanların tamamı bir araya gelse bunu yine başaramazlardı. zira yılda bunun nerden baksanız 25 milyon altın gibi bir maliyeti olurdu. bununla bağlantılı diğer masrafları bir kenara bırakacak olsalar dahi bu kadar büyük miktarda parayı bir araya getiremezlerdi.



tımar sisteminin bozulmaya başlaması ise 17.yüzyıl başlarında başlamıştır. maliyeci ve istatistikçi ayn ali’nin sultan 1.ahmed döneminde hazırladığı kanunnamede şikayet ettiği üzere, tımarların ilk zamanlarda tımar sahibi sipahilerin çocuklarından başklarına devredilmesi imkansızken, artık en alt tabakalardan olan beceriksizlerin de tımar üzerinde hak iddia etmeleri ve eski düzenlemelere artık hiç ihtiyaç duyulmaması çok erken zamanlarda baş gösterdi. halbuki tımar defterlerinin hep beylerbeylerinin elinde kaldığından, tımarların kayıt altına alınması da bu musibeti ortadan kaldırmaya yeterli olmuyordu. bir kez başlayan suistimaller kısa zamanda yaygınlaştı ve gitgide kötüleşti. sonunda çok vahim hale gelip, bir çok zorbalığa sebep oldu.



beylerbeylerinin musahibleri için sahiplerinin erken ölümünden dolayı mahlul olan tımarlar yoksa sevilmeyen sipahiler veya subaşılar herhangi bir gerekçe gösterilmeden, genelde reaya veya müslüman olmayan ailelerin çocukları olarakbu tımarları haksızca ve adeta birer yabancı olarak ele geçirdikleri bahanesiyle tımarlarından yoksun bırakılıyorlardı. bu şekilde mağdur olanlar, yapılan haksızlıklara dair şikayetlerini divan’a taşıyabiliyorlarsa kendilerini şanslı sayabilirlerdi. kesin olan bir şey varsa bu düzensizliklerin 16. yüzyılda ilk olarak ortaya çıkmasıydı ve bunun sonucunda kanuni sultan süleyman çok sert önlemler almak zorunda kaldı.



osmanlı tımar sisteminde yapılan bu önemli ıslahata, önce beylerbeylerin elinde bulunan tüm tımar defterlerini istanbula getirip bunların suretlerini hazırlamak ve bunları titizlikle inceledikten sonra miri hazinede muhafaza altına almakla başlandı. bunun üzerine 1530 yılında o dönem rumeli beylerbeyi olan mustafa paşa’ya, mukaddime kısmında dendiği gibi, “tımarların düzenlenmesi” yani tımarların tevcihi ve veraseti hususunda iyice çoğalan suistimalleri durdurmak ve tüm meseleyi gelecek için kanunen düzenlemek amacıyla gönderilen ayrıntılı bir kanunname çıkartıldı. kanuni sultan süleyman’ın devletin iç idaresi ile alakalı şüphesiz en önemli abidelerinden biri olan bu fevkalade belge, gelecekte çıkarılan tüm kanunnamelere esas oluşturan yazılı osmanlı tımar kanununun temeli olarak kabul edilir.



bu hususta yapılan tüm şikayetleri ve husumetleri bir defada ortadan kaldırmak için, öncelikle gönderilen tımar defterlerinde kanunnamenin çıkartıldığı gün olan 20 şubat 1531’e kadar kaydolunan tüm tımarların, ellerinden beratları alınmış olsa bile, ister sipahinin kendisi isterse de oğlu olsun, istihkak sahiplerine verilerek onaylanması emrediliyordu. tüm sancak beylerine derhal suret gönderilecek ve imparatorluğun her yerinde tellallar aracılığıyla ilan edilecek olan bu emir, hemen ve ağır cezalar altında yerine getirilecekti. gelecekte de benzer suistimallerin önünü kesmek için, beylerbeylerinin tımar tevcih etme hakkı önemli ölçüde sınırlandırıldı ve ırsı veraset hususu daha kesin bir biçimde düzenlendi.



bu kanunnamenin diğer hükümleri, genel olarak tımarların bölünmesini önlemeye yöneliktiler. bilhassa hiçbir tımar sahibi, tımarının yarısını bir başkası ile değiştiremezdi. yalnızca bütün ve bölünmemiş tımarların takasına izin vardı. ve ayrıca beylerbeylerinin cezai yetkileri sınırlandırıldı, her türlü suistimali divan’a bildirmesi şart koşuldu. divan gerekli ihbarı aldığında gereğini en sert şekilde yapıyordu.



kanuni sultan süleyman’ın 1530 tarihli tımar kanununun ana hatları bunlardı. yine de mevcut suistimalleri kökünden kurutmaya yetmiyordu. zira sultan süleyman defalarca daha çıkardığı fermanlar ile bunları hatırlatmak ve daha da katılaştırmak zorunda kalmıştı. bu fermanların en ünlüsü o dönem rumeli beylerbeyi lütfi paşa’ya gönderilen ve suistimal edenlerin en sert şekilde cezalandırılmasını isteyen fermandır.


tüm bu tımar kanunları ne kadar katı olurlarsa olsunlar, gitgide daha derinlere inen suistimalleri önlemeye ve tımar sisteminin daha da bozulmasını engellemeye yetmediler. sultan 2.selim’in ilk hükümdarlık yılında (1566), bilhassa tımarların sınırsız olarak bölünmelerine ve buna karşı düzensizliklere karşı ciddi şekilde tedbirler alınmak zorunda kalındı. bir beylerbeyi yakınlarına bir lütufta bulunmak için, herhangi bir gerekeçeye lüzum görmeksizin, boş kalan bir tımarın bir parçasını ayırıyor ve bununla başka bir tımarı büyütüyordu. neticede bu durum öyle ilerlemişti ki, ilgili kanunnamede belirtildiği gibi 10 bin ile 15 bin akçelik bütün bir tımar kalmamıştı ve tımar sistemi büyük bir karışıklık içine girmişti. bu şekilde gelirleri azaltılan tımar sahipleri, küçültülen tımarlarından gelen gelirlerini tebaaya baskıyla artırma yoluna gidiyorlardı.


sultan 2.selim, bu musibetlere biraz olsun dur demek için, büyük hizmetlerde bulunmuş tımar sahiplerini ödüllendirmek amacıyla bile olsa, tımar gelirlerin asla 500 akçeden fazla artırılamayacağını ve tımarların hiçbir surette bölünemeyeceğini emretti. hatta bir tımar sahibi hiçbir surette iki tımara birden sahip olamayacaktı. gelirlerini artırmaya layık görülen bir kişi, yalnızca bir küçük tımardan daha büyük bir tımara terfi edecekti.

bu yeni kanunname çoğunlukla “beratlarının arkasına sahte isimler yazarak kendilerine ait olmayan tımarlara girmek” sureti ile sahte beratlarla yapılan suistimallere karşı tedbirler getiriyordu.

sultan 3. murad, en azından tımar sisteminde görülen bu bozulmayı sona erdirmek gibi iyi bir niyete sahipti. tabi bu esnada bilhassa miri hazinenin menfaatlerini gözetiyordu. şansına yanında daha manisa’da sancakbeyi olarak bulunduğu dönemlerde, güvenini tamamen kazanmış ve musibetin köküne inmek konusunda korkusu olmayan “kara üveys paşa” gibi bir defterdara sahipti.

hükümdarlığının ilk yılında (1575), mesela 3 bin akçelik bir tımarda 1500 akçe tutarında bir harç karşılığında tüm tımarlar yenilenmek zorunda kalındı. her bir tımarın değeri bu esnada defterde mevcut tımar sahibinin adının yanına altın harflerle yazıldı. böylece başlangıçta en azından genel bir bakış ve gelecek ıslahatlar için bir temel oluşturuldu.


yaklaşık bir yıl sonra sultan 3.murad, “işlerin nasıl yürütüldüğünü ve kendi adamları tarafından nasıl dolandırıldığını görmek” üzere tğm tımar defterlerinin kendisine arz edilmesini istedi. tabii bu esnada tımarların ve zeametlerin defterlerde kayıtlı değerleri ileo dönemin tımar sahipleri olan beylerbeylerinin, sancakbeylerinin, subaşılarının ve sipahilerinin gerçek gelirleri arasındaki bariz gelir farkları ortaya çıktı. tımarın yasal değerinin üzerindeki fazlalıklar hiçbir uyarı dahi yapılmaksızın hazineye gelir olarak kaydedildi ve bu hamle hazineye o yıl 2 milyon duka altınının fazladan girmesini sağladı.



tımarların bu ıslahatı rumeli ile sınırlı kalmayıp macaristan’a kadar uzandı. bu durum haliyle dikkat çekti ve defterdar kara üveys paşa devlet erkanının içinden ciddi düşmanlar edindi. tüm bu olumsuzluklara rağmen sultan 3.murad defterdarını herkese karşı koruyordu.

hatta bir ara kendisine gelip defterdarı şikayet eden sadrazam sokullu mehmed paşayı, başı omuzlarının üzerinde görevine devam etmek istiyorsa defterdarı rahat bırakmasını tavsiye ederek tatlı sert bir şekilde uyarmıştı.

bu gibi tedbirlerinin hazineye epey bir yardımı olmuşsa da tımar sisteminde ki bozulmaları ortadan kaldırmaya yetmemiştir. tebaa üzerinde ki baskılar, toprakların sömürülmesi devam ediyor ve askerlik hizmeyi gitgide bozuluyordu.

tımar sistemi bu şekilde iki ileri bir geri 1839 yılına kadar devam etmiş ve tanzimat fermanı ile kaldırılmıştır.
devamını gör...

şarkıdır.
devamını gör...

muhtemelen çoğu sevgili yazarlarımız ikisinin yeri başka diyecektir. yurt zamanında yaşanılan o kargaşalar ve gecelere kadar oturup bir oda içerisine 4-6 kişi sığışıp bol kahkahalı zamanları kimse unutamaz gibime geliyor. yüksek sesle odanın içinde konuşanlar, su ısıtıcısını devlet sırrı gibi saklamaya çalışmanın verdiği çaresizlik ve dahası. ev hayatında daha çok ailelerle birlikte geçirilen zamanlar aklıma gelmekte. eğitim öğrenimi bittikten sonra eve geldiğimiz ilk hafta adapte olamamak cok normal tabi. hatta odanızı küçük kardeşe verilmiş olması cok muhtemel. kendinizi o eve ait hissetmezsiniz artık ve iş bulup kendi evinize çıkmak için hayaller kurarsınız.
devamını gör...

*yalnızlık insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. insan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder." der jung. belki de yalnızlığın en güzel tanımıdır bu. çünkü yalnızlık bir durumdan öte bir hissiyattır çoğu kez. fikirde yalnızlık, davranışta yalnızlık gibi de çoğaltabiliriz bu durumu. her birimizin bambaşka olduğu bir dünyada birbirimize hiç dokunmayan çizgilerden ibaretmişiz gibi hisseder insan bazen. sorunu kendine sorar, çözemez, boğulur. anlarız ki belki de kaderimizdir yalnızlık.
devamını gör...

tabi ki hayır, sırf sen etkilen ve kendini mal gibi hisset diye başka işim gücüm yok kitap alıp alıp eve yığıyorum. çünkü neden yapmayayım ki, değil mi? bu da benim sadistliğim. ruhunun ezilmesinden keyif alıyorum.
devamını gör...

dost kavramını yanlış yerde aradığım sıralar.

şile / balık sattık parasını almayı bekliyoruz / ohooo, bu da bayaa eski.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

ne zamandır ben de bergene nick altı yazacam diyordum.
nasip bu güneymiş.
çok içten, çok keyifli tanımları var.
tarzı ile müsemma.
hürmetlerimizin karşılıklı olması da daha bir cici.
devamını gör...

şair. son zamanlarda tekrar okuma fırsatı bulduğum, mısralarının arasında kaybolduğumdur. şiir nedir? insan neden şiir yazar sorularının karşılığıdır.

kendisiyle bir vakit önce tanışılmıştır, imzalı kitabı alınmıştır, kitaplığın gurur köşesine konulmuştur.

şiirleri ingilizceden çinceye 24 dile çevrilmiş. aralarında grand street magazine (new york) gibi saygın dergilerin ve language for a new century gibi önemli seçkilerin bulunduğu antoloji ve dergilerde yer almıştır. daha da ne olsunmuşdur?

bejan matur’un “gözleri yanlış hatırlanan çin­gene” başlıklı ilk şiiri 1991 yılında ankara’da çıkan yazıt dergisinde yayımlandı. ardından adam sanat, defter, ekin belleten gibi dergilerde yayımlamayı sürdürdü. ilk kitabı “rüzgâr dolu konaklar” çıktığında gerek ele alıp işlediği gerçeklikler, gerekse anadolu-ortadoğu şiir birikimini özümseyip ondan yeni bir duyarlılık ve şiir bireşimi ortaya koyması ilgiyle karşılandı.

ankara üniversitesi hukuk fakültesi mezunu, 68 pazarcık (kahramanmaraş) doğumludur.

ve şu müthiş satırların sahibidir;

biz sanıyorduk ki,
bir yaradılış varsa aşkadır
ne hata.
sonsuzluğaymış meğer
sonsuzluğun koyu yapışkanlığına.

herkes sussun
boşluktaki dilsiz yıldızların körlüğü gibi
dursun her şey yatağında.
ben neye ağlayacağımı bilirim
hangi tenin beni öldürmeye yeteceğini.
bu son!
artık uykusundayım herkesin
yaradılışı değilse de
yokoluşu gördüm.
devamını gör...

küfür olarak algılanmalıdır.
"akp çocuğu! "
devamını gör...

şurdan şurdan gelenler beğenin de sayımızı bilelim.
devamını gör...

absurdland burasıydı ve alice artık absurdland’den taşınıyor. harika insanlar tanıdım. bir o kadar da harika olmayan insan tanıdım. iyi ki de tanıdım hepsini. hayatımın garip bir döneminde girdi burası gündemime ve şimdi de çıkıyor. olması gereken oluyor, yaşanması gereken yaşanıyor. ve yine en nihayetinde her şey olacağına varıyor. bana bir şey katan herkese teşekkürler.

taşınamadı.
devamını gör...

yaş pastane güzel olur fikrimce.
devamını gör...

- can çekişmek nasıl bir şey bilir misin olric?
-hayır efendimiz, nasıl bir şey?
- o'na söyleyebileceğin o kadar çok şey varken susmaktır olric.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim