yazarların itiraf köşesi
bu saatten sonra yitirdiğim hiçbir insana üzülüp kendimi mahvedemem.
devamını gör...
x&y
coldplay'in chris martin band olmadığı, bir müzik grubu olduğu zamanlar.
6 haziran 2005 tarihinde piyasaya sürdüğü en sevdiğim en sevdiğim albümlerden bir tanesi. albüm o kadar vurucu bir albüm ki, başından sonuna dinlerken sizi gerçekten çarpabiliyor.
önce square one ile başlıyor, hemen ardından what if ile devam ediyor ki bu iki şarkının birbirinin ardına çalması gerçekten beni alıp bambaşka yerlere götürüyor...
sonrasında white shadows çalıyor, vurucu bir şarkıdır kendisi.
"swim out on the sea of faces
the tide of the human races
an answer now is what i need
see it in the new sun rise and
see it breaking on your horizon
come on love
stay with me"
ondan sonra da chris'in eski eşi için yazdığı şarkı *o zamanlar birlikteydi* şarkıdan tutun, bambaşka efsanelere konu olmuş şarkı çıkıyor karşımıza. fix you...
talk çalıyor onun sonrasında, dikkatli bakılmasa bile 42 dışında, otostopçunun galaksi rehberi göndermeleri mevcut :)
x&y ile biraz olsun başımızın döndürmesini durduruyor coldplay, biraz çiviliyor insanı. hemen ardından, coldplay denildiği zaman akla gelen şarkılardan biri haline gelmiş o kült çalmaya başlıyor: speed of sound...
speed of sound biterken üzülüp tekrar tekrar açmak istiyoruz, ama bunun yerine a message çalıyor, yüzümüzde bir tebessüm... hayatımıza girip kısa yaşamımızda bize konuk olmuş insanlar geliyor aklımıza...
low çalıyor sonrasında, low bana hep gerek şarkı sözü bakımından, gerek şarkının gidişatı, melodisi... speed of sound'ın devamı gibi gelir, speed of sound pt2 olsa asla sırıtmaz bu mesela.
sonrasında canımızı acıtacak bir şarkı geliyor, the hardest past... .
geliyor, en sevdiğim, coldplay'in en ama en sevdiğim şarkısı... swallowed in the sea, coldplay'in en underrated ve en güzel şarkısı gibi geliyor bana bu, hele bir çıkış yeri vardır şarkıda, 2:12'de başlar, uuuuuuuuu, haa aaa a....
twisted logic, swallowed in the sea sonrasında gelmesi de çok tatlı oluyor, insanı pamuk şekere döndürür bu şarkı diyorum her dinlediğimde.
bitiyor, son şarkı... until kingdom come, ama üzücü kısım şu ki, krallık gelene kadar sen de gel diyor şarkıda, ama bir sonraki albümde krallığın tamamen yıkılışını, bir daha geri gelmeyeceğini anlatıyorlar... zaten o da ciddiye alınacak son coldplay albümü benim için...
o albümü de fransız devrimi esintisi ile yapıyorlar lakin 1789 değil, 1848 fransız devrimi :)
6 haziran 2005 tarihinde piyasaya sürdüğü en sevdiğim en sevdiğim albümlerden bir tanesi. albüm o kadar vurucu bir albüm ki, başından sonuna dinlerken sizi gerçekten çarpabiliyor.
önce square one ile başlıyor, hemen ardından what if ile devam ediyor ki bu iki şarkının birbirinin ardına çalması gerçekten beni alıp bambaşka yerlere götürüyor...
sonrasında white shadows çalıyor, vurucu bir şarkıdır kendisi.
"swim out on the sea of faces
the tide of the human races
an answer now is what i need
see it in the new sun rise and
see it breaking on your horizon
come on love
stay with me"
ondan sonra da chris'in eski eşi için yazdığı şarkı *o zamanlar birlikteydi* şarkıdan tutun, bambaşka efsanelere konu olmuş şarkı çıkıyor karşımıza. fix you...
talk çalıyor onun sonrasında, dikkatli bakılmasa bile 42 dışında, otostopçunun galaksi rehberi göndermeleri mevcut :)
x&y ile biraz olsun başımızın döndürmesini durduruyor coldplay, biraz çiviliyor insanı. hemen ardından, coldplay denildiği zaman akla gelen şarkılardan biri haline gelmiş o kült çalmaya başlıyor: speed of sound...
speed of sound biterken üzülüp tekrar tekrar açmak istiyoruz, ama bunun yerine a message çalıyor, yüzümüzde bir tebessüm... hayatımıza girip kısa yaşamımızda bize konuk olmuş insanlar geliyor aklımıza...
low çalıyor sonrasında, low bana hep gerek şarkı sözü bakımından, gerek şarkının gidişatı, melodisi... speed of sound'ın devamı gibi gelir, speed of sound pt2 olsa asla sırıtmaz bu mesela.
sonrasında canımızı acıtacak bir şarkı geliyor, the hardest past... .
geliyor, en sevdiğim, coldplay'in en ama en sevdiğim şarkısı... swallowed in the sea, coldplay'in en underrated ve en güzel şarkısı gibi geliyor bana bu, hele bir çıkış yeri vardır şarkıda, 2:12'de başlar, uuuuuuuuu, haa aaa a....
twisted logic, swallowed in the sea sonrasında gelmesi de çok tatlı oluyor, insanı pamuk şekere döndürür bu şarkı diyorum her dinlediğimde.
bitiyor, son şarkı... until kingdom come, ama üzücü kısım şu ki, krallık gelene kadar sen de gel diyor şarkıda, ama bir sonraki albümde krallığın tamamen yıkılışını, bir daha geri gelmeyeceğini anlatıyorlar... zaten o da ciddiye alınacak son coldplay albümü benim için...
o albümü de fransız devrimi esintisi ile yapıyorlar lakin 1789 değil, 1848 fransız devrimi :)
devamını gör...
dilek özçelik
kimse konuşmadı dilek’i, halbuki o da çok güzel bir insandı.
konuşmadı derken, yanlış anlaşılmak istemem, hakkında tivitler atıldı elbette, televizyonda haber de oldu ama aslında kimse dilek’ten bahsetmedi.
neden önemliydi dilek? edirne’de dönemin bakanlarından erdoğan bayraktar’a ulaşıp kanser ilaçlarının temini için yardım istemişti dilek. sadece kendi için değil ilaç bulamayan bütün kanser hastaları içindi dilek’in haykırışı.
bakan ise bir devlet adamında bulunması elzem olan merhamet duygusu ile ve de kendini tanımladığı dünya görüşüne uygun olarak elini cebine atıp dilek’e üç kuruş para vermeye kalktı. dilek onurlu kızdı, kabul etmedi elbette. bakan beyimiz de daha ne yapacağını bilemediğini söyleyerek devletin halkını kurtarmakta ne kadar büyük bir acz içinde olduğunu anlattı bize.
sonra dilek hepimizi isyan ettirmesi gereken o cümleyi kurdu:
“ görüyorum ki çaresizliği tatmamışsınız hayatta”
tabii ki bakan beyimiz tatmamıştı çaresizliği, tatmış olsa o el sadaka vermek için cebine girmezdi.
dilek, ingilizce öğretmeni olacaktı. benim meslektaşım, zümre arkadaşım olacaktı. bakanın ilaçların teminine yardımcı olması dilek’i hayatta tutmayacaktı belki ama en azından insanlık adına bir umut olacaktı içimizde.
peki neden konuşulmadı dedim dilek için? çünkü böyle bir merhametsizlik karşısında dağlar yerinden oynamalıydı, herkes avazı çıktığı kadar bağırmalıydı, elini tutmalıydı herkes dilek’in. olmadı.
benim ülkemde olmaz zaten. dilek “ yalnız ve güzel ülkemin” yalnız ve güzel bir öğretmeni olarak ayrıldı aramızdan.
kalbim hala dilek’le.
konuşmadı derken, yanlış anlaşılmak istemem, hakkında tivitler atıldı elbette, televizyonda haber de oldu ama aslında kimse dilek’ten bahsetmedi.
neden önemliydi dilek? edirne’de dönemin bakanlarından erdoğan bayraktar’a ulaşıp kanser ilaçlarının temini için yardım istemişti dilek. sadece kendi için değil ilaç bulamayan bütün kanser hastaları içindi dilek’in haykırışı.
bakan ise bir devlet adamında bulunması elzem olan merhamet duygusu ile ve de kendini tanımladığı dünya görüşüne uygun olarak elini cebine atıp dilek’e üç kuruş para vermeye kalktı. dilek onurlu kızdı, kabul etmedi elbette. bakan beyimiz de daha ne yapacağını bilemediğini söyleyerek devletin halkını kurtarmakta ne kadar büyük bir acz içinde olduğunu anlattı bize.
sonra dilek hepimizi isyan ettirmesi gereken o cümleyi kurdu:
“ görüyorum ki çaresizliği tatmamışsınız hayatta”
tabii ki bakan beyimiz tatmamıştı çaresizliği, tatmış olsa o el sadaka vermek için cebine girmezdi.
dilek, ingilizce öğretmeni olacaktı. benim meslektaşım, zümre arkadaşım olacaktı. bakanın ilaçların teminine yardımcı olması dilek’i hayatta tutmayacaktı belki ama en azından insanlık adına bir umut olacaktı içimizde.
peki neden konuşulmadı dedim dilek için? çünkü böyle bir merhametsizlik karşısında dağlar yerinden oynamalıydı, herkes avazı çıktığı kadar bağırmalıydı, elini tutmalıydı herkes dilek’in. olmadı.
benim ülkemde olmaz zaten. dilek “ yalnız ve güzel ülkemin” yalnız ve güzel bir öğretmeni olarak ayrıldı aramızdan.
kalbim hala dilek’le.
devamını gör...
arda kural'ın müthiş değişimi
sarışın sevdiğim tek aktör. adam harbi çok yakışıklı. mantığını da severim. felsefesini de.
ayrıca dicaprio'ya bin basar. kurban olsunlar.
ayrıca dicaprio'ya bin basar. kurban olsunlar.
devamını gör...
the elephant man
bernard pomerance tarafından 1977'de yazılan tiyatro oyunu.
sonrasında 1980 yılında, david lynch tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.
fil adam, toplumun bize en küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı estetik, güzellik, şekilcilik kavramlarına vurgu yapıyor. hatta tabiri caizse bu kavramları, muhammed ali clay gibi sağlı sollu kroşelerle, ringin köşesine sıkıştırıyor. böylece izleyiciye de ayna tutmuş oluyor.
küçük yaşlardan itibaren, genel kabullerimizin ve önyargılarımızın esiri olduğumuz bu mevzu, filmin ilerleyen her karesinde, izleyici de havlu atma isteği doğuruyor.
insanın içinden ''tamam artık yeter! vurma! nakavt!'' diye bağırmak geliyor.
toplum tarafından ötekileştirilen, hor görülen, sırf görüntüsü sebebiyle yalnızlığa itilen ''ucube'' ''çirkin'' ''deli'' vesaire kavramlarla yaftalanan insanlara karşı yapılan haksızlık, filmi bitirip yerinizden kalktığınızda içinize bir yumru gibi oturuyor. istediğiniz kadar vicdan sahibi olun, istediğiniz kadar iyi davranmaya çalışın, bu gerçekliğin önüne geçemiyor olmanız dahi bu hisleri iliklerinize kadar hissetmeniz için kafi.
işin garip tarafı dr. frederick treves karakterinin, john marrick'e yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı ruhsal dalgalanmaların, seyirci de oluşan dalgalanmalarla benzerlik göstermesi... bu da filmin hedeflediği şeyin ne olduğunu anlamamıza ziyadesiyle yardımcı oluyor. yani o yumruğu illaki yiyeceğiz.
tabi doktor treves'i anthony hopkins'in canlandırıyor oluşu da, bu duyguyu iyice yukarılara taşıyor.
filmde üzerinde durulması gereken çok fazla şey var. lakin bunları yine filmi izlemeyenler açısından ipucu oluşturacağı düşüncesi yazmamayı tercih ediyorum. toplumsal katmaların etik dışı hareketleri, farklı sınıfsal kesimlerin sınıfta kalan ahlaki anlayışları, vicdanları susturmak için atılan türlü türlü taklalar...
fil adam muhakkak izlenmesi gereken bir film.
izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.
izlemiş olanlar içinse söyleyeceğim şey şu ; belki o aynayı kendimize tutmanın zamanı yeniden gelmiştir.
sonrasında 1980 yılında, david lynch tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.
fil adam, toplumun bize en küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı estetik, güzellik, şekilcilik kavramlarına vurgu yapıyor. hatta tabiri caizse bu kavramları, muhammed ali clay gibi sağlı sollu kroşelerle, ringin köşesine sıkıştırıyor. böylece izleyiciye de ayna tutmuş oluyor.
küçük yaşlardan itibaren, genel kabullerimizin ve önyargılarımızın esiri olduğumuz bu mevzu, filmin ilerleyen her karesinde, izleyici de havlu atma isteği doğuruyor.
insanın içinden ''tamam artık yeter! vurma! nakavt!'' diye bağırmak geliyor.
toplum tarafından ötekileştirilen, hor görülen, sırf görüntüsü sebebiyle yalnızlığa itilen ''ucube'' ''çirkin'' ''deli'' vesaire kavramlarla yaftalanan insanlara karşı yapılan haksızlık, filmi bitirip yerinizden kalktığınızda içinize bir yumru gibi oturuyor. istediğiniz kadar vicdan sahibi olun, istediğiniz kadar iyi davranmaya çalışın, bu gerçekliğin önüne geçemiyor olmanız dahi bu hisleri iliklerinize kadar hissetmeniz için kafi.
işin garip tarafı dr. frederick treves karakterinin, john marrick'e yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı ruhsal dalgalanmaların, seyirci de oluşan dalgalanmalarla benzerlik göstermesi... bu da filmin hedeflediği şeyin ne olduğunu anlamamıza ziyadesiyle yardımcı oluyor. yani o yumruğu illaki yiyeceğiz.
tabi doktor treves'i anthony hopkins'in canlandırıyor oluşu da, bu duyguyu iyice yukarılara taşıyor.
filmde üzerinde durulması gereken çok fazla şey var. lakin bunları yine filmi izlemeyenler açısından ipucu oluşturacağı düşüncesi yazmamayı tercih ediyorum. toplumsal katmaların etik dışı hareketleri, farklı sınıfsal kesimlerin sınıfta kalan ahlaki anlayışları, vicdanları susturmak için atılan türlü türlü taklalar...
fil adam muhakkak izlenmesi gereken bir film.
izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.
izlemiş olanlar içinse söyleyeceğim şey şu ; belki o aynayı kendimize tutmanın zamanı yeniden gelmiştir.
devamını gör...
korkutucu mekanlar
neden kimse geceleri mezarlık dememiş ki?
devamını gör...
yazarların bugünkü mutluluk sebebi
ne zamandır canım kısır çekiyordu. kısır perileri sağolsun. şöyle bol limonlu, nar ekşili falan. canım anam da kısırı ayrı bir güzel yapar. bugün canımın kısır çektiğinden habersiz kısır yapıp getirmiş*
kısırla kısır bir döngüye girdim, mutluluğun zirvesindeyim, anlayamazsınız.
kısırla kısır bir döngüye girdim, mutluluğun zirvesindeyim, anlayamazsınız.
devamını gör...
inancı kaybetmek
günümüzdeki en büyük psikolojik hastalıktır. yaşanan haksızlıklar, çalınan özgüvenler ve ihanetler insanların sevgiye, güvene, sadakatle olan inancını alıp götürmesini sebep oluyor.
devamını gör...
sir justin
büyük lord ya da şövalye anlamına gelen bir hristiyanlık kavramıdır. justin, görünürde bir isim gibi algılansa da aslında böyle değildir. tam tersi hristiyan halklar için, bir kurtarıcı, bir koruyucu olarak algılanır. hristitanlığın zor zamanlarında dini ve kiliseyi kurtarıcı bir güç olduğu sanılmıştır. bu kavramın oluşumunda, ortaçağ boyunca etkili olan lordluk ve şövalyelik sistemi etkili olmuştur. ortaçağ boyunca avrupa'da hüküm süren küçük çaplı krallıklar ve bu krallıkların başındaki lordlar, şövalyeler aracılığıyla diğer krallıklarla toprak alma, ganimet ve dini savaşlara katılmış, bu savaşların kiminde yenilmiş ve kimindeyse başarısız olup hakimiyetini yitirmiştir. keza savaşlarda üstün başarı gösteren şövalyelere büyük lord, yani kral ve kilise tarafından, çeşitli araziler hediye edilmiştir. zamanla bu başarılar attıkça şövalye*nin arazisi genişlemiş ve akabinde kendi krallığını ilan etmiştir. bu tarihlerde yaklaşık 1500'lü yıllara kadar şövalyeler kilise ve krallar için savaşırken ortaçağ'ın bitimiyle kilise ve kralların imtiyazlar için değil kendileri ve halk için savaşır olmuş ve halkın kurtarıcısı haline gelmişlerdir. böylece önceleri krallar, lordlar ve kilise/papalık için bir kurtarıcı görülen sir justin kavramı artık, halkın kurtarıcısı makamına yükselmiş ve bu kavram kurtarıcı düşünüyle eşleşmiştir.
bu düşüncenin bir yansıması olarak american comics'te sir justin, bir kurtarıcı, bir avengers olarak yer bulmuştur. böylece halkın literatürüne girmenin yanı sıra, karikatür dergilerine de girmeyi başarmıştır.
keza shrek filminde de, yakışıklı prens adıyla çevrilip, fiona'nın günlüğüne sir justin adıyla konu olmuştur.
bu düşüncenin bir yansıması olarak american comics'te sir justin, bir kurtarıcı, bir avengers olarak yer bulmuştur. böylece halkın literatürüne girmenin yanı sıra, karikatür dergilerine de girmeyi başarmıştır.
keza shrek filminde de, yakışıklı prens adıyla çevrilip, fiona'nın günlüğüne sir justin adıyla konu olmuştur.
devamını gör...
11 haziran 2021 italya türkiye maçı
bu kadar bireysel hata bir maçta yapılmaz. işte bu hep tecrübesizlik.
şenol güneş de bu akşam çok formsuz. sanki sahanın kenarında aykut kocaman var yahu.
neyse sağlık olsun diyeceğiz.
2002'de brezilya maçında da kötüydük. sonrası malum.
inşallah bu serüven de finale kadar sürer.
şenol güneş de bu akşam çok formsuz. sanki sahanın kenarında aykut kocaman var yahu.
neyse sağlık olsun diyeceğiz.
2002'de brezilya maçında da kötüydük. sonrası malum.
inşallah bu serüven de finale kadar sürer.
devamını gör...
dinsiz ahlak
ölümden sonrasını, ahireti vaat eden tanrı veya tanrılar olmadan ahlakı temellendiremezsiniz.*
ahlak kuralları getirebilirsiniz fakat bunları kitlesel bir hale sokamazsınız.
bundan dolayıdır ki tarihin hiçbir döneminde dini herhangi bir tanrısı ve ölümden sonraki hayatı* olmayan bir toplum var olamamıştır.
tanrı ve ahireti devreden çıkartırsanız akıl ile ahlak çatışır. ancak teist ahlak geçerliyse her zaman rasyonel ahlak geçerlidir.
bu yönüyle insan herhangi bir dine inanmasa bile dine muhtaçtır.
(bkz: god and the moral order) adlı makale bunun en güzel açıklanış biçimidir.
bir başka soru
(bkz: dünyada tek bir kişi kalsa bile ahlak var olabilir mi?)*
ahlak kuralları getirebilirsiniz fakat bunları kitlesel bir hale sokamazsınız.
bundan dolayıdır ki tarihin hiçbir döneminde dini herhangi bir tanrısı ve ölümden sonraki hayatı* olmayan bir toplum var olamamıştır.
tanrı ve ahireti devreden çıkartırsanız akıl ile ahlak çatışır. ancak teist ahlak geçerliyse her zaman rasyonel ahlak geçerlidir.
bu yönüyle insan herhangi bir dine inanmasa bile dine muhtaçtır.
(bkz: god and the moral order) adlı makale bunun en güzel açıklanış biçimidir.
bir başka soru
(bkz: dünyada tek bir kişi kalsa bile ahlak var olabilir mi?)*
devamını gör...
trakonya
öldürücü etkisi olan tehlikeli bir balık türü. sebebi de aşırı dozda dratotoksin isimli bir zehir içermesi. akdeniz'de yaşayan, kaçmayan ve aksine saldıran, zehirli bir dip balığı türüdür. balıkçılar, bu balıktan korunmak için önlem olarak yanlarında amonyak bulundururlar. öteki ismi çarpan balığı diye de geçer. öldükten sonra bile zehirleyici olabiliyor. karadaki zehirli yılan ve akrepgibi canlıların denizdeki karşılığıdır. o yüzden balıkçıların bulaşmak istemediği ve avlamadığı balıktır.
derisinde bulunan leopar deseni kumda kolay kamuflaj olmasına da yardımcı oluyor.
derisinde bulunan leopar deseni kumda kolay kamuflaj olmasına da yardımcı oluyor.
devamını gör...
mutluluk
kimse sahip olmadığı için daha bu kavram hakkında yazmayı düşünmemiş.
devamını gör...
ahmed arif'in dizeleri
maviye çalar gözlerin,
yangın mavisine
rüzgarda asi,
körsem,
senden gayrısına yoksam,
bozuksam,
can benim, düş benim,
ellere nesi?
hadi gel,
ay karanlık...
itten aç,
yılandan çıplak,
vurgun ve bela
gelip durmuşsam kapına
var mı ki doymazlığım?
ille de ille
sevmelerim,
sevmelerim gibisi?
oturmuş yazıcılar
fermanım yazar
n'olur gel,
ay karanlık...
dört yanım puşt zulası,
dost yüzlü,
dost gülücüklü
cıgaramdan yanar.
alnım öperler,
suskun, hayın, çıyansı.
dört yanım puşt zulası,
dönerim dönerim çıkmaz.
en leylim gecede ölesim tutmuş,
etme gel,
ay karanlık...
ahmed arif
devamını gör...
ilginç genel kültür bilgileri

1927 solvay konferansında katılan fakat meşhur hatıra fotosunda yer almayan en ünlü isim enrico fermidir
devamını gör...
mebus paltosuna madalyaları verilsin kampanyası
evet güzide dostlarım! tamam bilgi kitap sinema hakkındaki özgün yazılar şahane ve madalyayı hak etmekte ama bence kapsam az daha genişletilebilir. aklıma demin son tanımını okuduğum mebus paltosu düştü hemen. cidden keyifli ve güldüren absürt komedi tadında mini hikayeleri var ve imla kuralları konusunda da dikkatli. bence kelime kotasını sağlayan tanımları yaratıcılık dalında madalyaya değer.
not: kendisiyle selamım sabahım dahi yoktur, kamuoyu bilgisine.
not: kendisiyle selamım sabahım dahi yoktur, kamuoyu bilgisine.
devamını gör...
zengin olunca yapılacak ilk şey
eski usul bir han açıp, şarap getir hancııı! diye bağırmak.
devamını gör...
18 yaşındayım ilk ilişkime girdim çok mutlu oldum
herkes farklı kafalar'da hayat yaşıyor tabiki de yapacak bir şey yok bize yorum yapmak düşer.

twitter.com/uzulmebe/status...

twitter.com/uzulmebe/status...
devamını gör...
istanbul
devamını gör...
