boşluğa haykırmak istediğiniz cümleler
bir salın artık şu insanları. bıktım birilerinin başka insanların hayatlarına karışmasından. sanki kendi hayatı çok düzgünmüş gibi herkes her şeye burnunu sokmayı vazife bellemiş.
devamını gör...
parfüm sıkıp karşı cinsi etkilemek
bir noktada etkiler.
özellikle bazi erkek parfümlerine düştüğüm oluyor tabi. ama sadece parfüme.
lakin parfüm var parfüm var şimdi *
özellikle bazi erkek parfümlerine düştüğüm oluyor tabi. ama sadece parfüme.
lakin parfüm var parfüm var şimdi *
devamını gör...
boş insanların ortak özellikleri
sokak jargonuna göre sevgililerinin olmamasıdır.
devamını gör...
yediğinin içtiğinin fotoğrafını çekip paylaşan insanlar
karşı çıkmadığım, zaman zaman da savunduğum hede. sebebi aslında basit, yemek fotoğrafı paylaşmanın görgüsüzlüğü hep "o yemeği yiyemeyen, aç insana kendisini kötü hissettirmeme" hassasiyetinden kaynaklanıyor. toplumda herkesin her yemeğe ulaşamıyor olduğu gerçeğini bu gerçeği olabildiğince gizleyerek, özünde aç ve yoksun olanın aslında o kadar aç yoksun olmadığına ikna çabası.
aç ve yoksun kişi mahrum kaldığı güzellikleri görmediğinden aslında konumunun ne kadar yoksun, sosyal hiyerarşide ne kadar geride olduğunun farkında olmuyor. çünkü etrafındaki herkes "abi biz de bi'şey yemiyoruz zaten merak etme" modunda stealth olarak takılıyor. gördüğü kadarı da onun bu eşitsizliğe sesini çıkarması için yeterli olmuyor, aç ve yoksulluğun sona ermesine de yaramıyor.
tam tersine herkes yemek fotoğrafı paylaşsa, herkesin sahip olduğu imkanlar herkes tarafından bilinse, hatta bunu yapmaya zorunlu olsalar, bunlardan mahrum olan insanların tepesi atar. "yeter lan yediğiniz içtiğiniz, hep güzel şeyler size niye bize yok? bizim suçumuz ne!?" diye sokaklara dökülürler.
biz bugüne kadar ''erdem ve ahlak'' kisvesi altında hep aslında göreceli olarak ayrıcalıklı kesime en az sıkıntı çıkaracak olan konforlu bir düzeneği sürdürüyoruz. anayasanda "sosyal devlet" diye geçiyorsun ama "aman ona toplumun ne kadar alt tabakasında olduğunu çok hissettirme" diyorsun. aman abi tadımız kaçmasın. sen yine portakallı pekin ördeğini ye ama bunu yaparken aç adama sistemin onu nasıl görmezden geldiğini hissettirme.
devlet burada bu temel eşitsizliği oluşturan ekonomik ve siyasi stratejilerin sahibi olarak sorumluluğu üstünden atmak için yine toplumu üstünüze sürecektir: "yemeğinin fotoğrafını paylaşıyorsan yemeğini de paylaş, iki fakiri de sen doyur" diyecektir. kendisi demez de topluma bunu dedirtir. oysa sen zaten o hesabı ödemek için harcadığın gelirinden de, üstüne hesabın kdv'sinden de sürekli olarak devletin topluca tutarlı ve iyi planlamayla doyurabileceği milyonlarca aç insanın parasını ödüyorsun. hepimiz ödüyoruz. sosyal devlette verginin temel amacı da budur, eşitsizliğin olumsuz etkilerini yok etmektir. halbuki bizde hükûmet, bu geliri seçimde varlığının devamlılığını sağlayacak unsurlara harcar. mesela duble yol yapar, köprü falan yapar. yemek vermez. verse de yeterince vermez.
seçmen de oyunu açları doyurmayı vaadedene değil de duble yol yapana verir. bu tercihiyle aslında kendi ahlakının sahteliğini de tescil eder. seçim sonrası da "aman abi olan var olmayan var bu yemek fotoğrafları olmuyor" der. aman diyim üçüncü boğaz köprüsünü, yeni havalimanını o adamın boğazından çaldıklarımızla yaptığımıza uyanır muyanır (!)
yemek fotoğraflarınızı paylaşın. en ağız sulandıracak instagram filtreleriyle, en lüks ışıklar altında, toplumun uçurumlarını en iyi veren kontrast ayarıyla.
aç ve yoksun kişi mahrum kaldığı güzellikleri görmediğinden aslında konumunun ne kadar yoksun, sosyal hiyerarşide ne kadar geride olduğunun farkında olmuyor. çünkü etrafındaki herkes "abi biz de bi'şey yemiyoruz zaten merak etme" modunda stealth olarak takılıyor. gördüğü kadarı da onun bu eşitsizliğe sesini çıkarması için yeterli olmuyor, aç ve yoksulluğun sona ermesine de yaramıyor.
tam tersine herkes yemek fotoğrafı paylaşsa, herkesin sahip olduğu imkanlar herkes tarafından bilinse, hatta bunu yapmaya zorunlu olsalar, bunlardan mahrum olan insanların tepesi atar. "yeter lan yediğiniz içtiğiniz, hep güzel şeyler size niye bize yok? bizim suçumuz ne!?" diye sokaklara dökülürler.
biz bugüne kadar ''erdem ve ahlak'' kisvesi altında hep aslında göreceli olarak ayrıcalıklı kesime en az sıkıntı çıkaracak olan konforlu bir düzeneği sürdürüyoruz. anayasanda "sosyal devlet" diye geçiyorsun ama "aman ona toplumun ne kadar alt tabakasında olduğunu çok hissettirme" diyorsun. aman abi tadımız kaçmasın. sen yine portakallı pekin ördeğini ye ama bunu yaparken aç adama sistemin onu nasıl görmezden geldiğini hissettirme.
devlet burada bu temel eşitsizliği oluşturan ekonomik ve siyasi stratejilerin sahibi olarak sorumluluğu üstünden atmak için yine toplumu üstünüze sürecektir: "yemeğinin fotoğrafını paylaşıyorsan yemeğini de paylaş, iki fakiri de sen doyur" diyecektir. kendisi demez de topluma bunu dedirtir. oysa sen zaten o hesabı ödemek için harcadığın gelirinden de, üstüne hesabın kdv'sinden de sürekli olarak devletin topluca tutarlı ve iyi planlamayla doyurabileceği milyonlarca aç insanın parasını ödüyorsun. hepimiz ödüyoruz. sosyal devlette verginin temel amacı da budur, eşitsizliğin olumsuz etkilerini yok etmektir. halbuki bizde hükûmet, bu geliri seçimde varlığının devamlılığını sağlayacak unsurlara harcar. mesela duble yol yapar, köprü falan yapar. yemek vermez. verse de yeterince vermez.
seçmen de oyunu açları doyurmayı vaadedene değil de duble yol yapana verir. bu tercihiyle aslında kendi ahlakının sahteliğini de tescil eder. seçim sonrası da "aman abi olan var olmayan var bu yemek fotoğrafları olmuyor" der. aman diyim üçüncü boğaz köprüsünü, yeni havalimanını o adamın boğazından çaldıklarımızla yaptığımıza uyanır muyanır (!)
yemek fotoğraflarınızı paylaşın. en ağız sulandıracak instagram filtreleriyle, en lüks ışıklar altında, toplumun uçurumlarını en iyi veren kontrast ayarıyla.
devamını gör...
awake (2021)
evet, yine bir felaket senaryosuyla karşımızda netflix. tabi epey olmuş çıkalı ama ben anca yetişebildim.
yönetmenimiz kanadalı abimiz mark raso. zombi gurusu joseph raso ile birlikte yazmışlar üstelik. ama burada öyleli şeyler yok neyse ki.
‹‹ oyuncu kadrosu ››
› gina rodriguez
( jill adams - anne )
› ariana greenblatt
( mathilda - kız çocuğu)
› lucius hoyos
( noah - büyük erkek kardeş)
› shamier anderson
( dodge )
› jennifer jason leigh
(dr. murphy)
› gil bellows
( dr. katz )
› finn jones
( brian )
› frances fisher
( doris - büyükanne )
gelelim sıradaki olası felaketimize.
yaşanan güneş patlaması sonucu* dünya üzerinde elektrik tamamen kesiliyor, bir an da otomobiller, aküler dahil olmak üzere tüm elektronik eşyalar bozuluyor ve çalışmaz hale geliyor.
ancak asıl problemimiz tabi ki bu değil şu an için. insanlar gittikçe daha ciddi uykusuzluk problemleri çekmeye başlıyor. uykusuzluğun belli bir süre içinde insanlarda yaratacağı biyolojik ve psikolojik hasarlar aşikâr ancak filmimizde bu süreç nedendir bilinmez çok hızlı ilerliyor ve yaşanan olaydan daha iki gün sonra insanlar mantıklı düşünebilme yetilerini kaybetmeye başlıyorlar. filmin başında da hastanede uzun zamandır bilinci kapalı olan insanların kendiliğinden uyandığını görüyoruz.
işte tüm bu olayların içinde halen uyuyabilen; bir kız çocuğumuz ve epey yaşlı, sağlığı hiçte iyi olmayan bir kadın var. kadın zaten özel araştırma timi tarafından saklanılıyor. ve detaylı olarak inceleniliyor.
ancak sonuç elde edilemiyor.
kitlesel bir yok oluş başlamışken insanlar ikiye bölünüyorlar.
hmm ne kadar ilginç ki, bir grup insan kız çocuğunun tanrıya kurban edilmesini diğer grup ise tamamen bilimsel tetkiklere dayalı olarak kızın incelenmesini istiyor.
aksiyon ve kaos işte bundan sonra başlıyor diyebiliriz.

anne jill bir yandan çocuklarını korumaya çalışırken diğer yandan da herkesin çok kısa bir süre zarfında öleceğini düşünerek mathilda'nın tek başına hayatta kalma becerisini geliştirmeye çalışıyor.
ancak bu sırada menzil; araştırmaların yürütüldüğü askeri üs.
ve görüyoruz ki burada da yapılan çalışmalar olumsuz ve aşama kaydedilemiyor.
yaşanan tüm kovalamacalar ve atraksiyonların sonucunda uyuyabiliyor olmanın verdiği sağlıklı düşünebilme yetisi sayesinde, başrol kızımız minik mathilda uykusuzluğun çözümünü; kalbin durup tekrar çalışması, kişinin ölüp yeniden dirilmesi olarak buluyor.
böylelikle insanlığın sonunun gelmesine engel oluyor.

abartılmaya veya örselenmeye fazla gerek olmayan, farklı ortamlarda iki kez izlemek zorunda kalmama rağmen sıkılmadan izlediğim, mantık aramaya çalışılmazsa hoşunuza bile gidebilecek sıradan nekfliz filmi.
okuyanlara teşekkürler,
izleyeceklere iyi seyirler.
yönetmenimiz kanadalı abimiz mark raso. zombi gurusu joseph raso ile birlikte yazmışlar üstelik. ama burada öyleli şeyler yok neyse ki.
‹‹ oyuncu kadrosu ››
› gina rodriguez
( jill adams - anne )
› ariana greenblatt
( mathilda - kız çocuğu)
› lucius hoyos
( noah - büyük erkek kardeş)
› shamier anderson
( dodge )
› jennifer jason leigh
(dr. murphy)
› gil bellows
( dr. katz )
› finn jones
( brian )
› frances fisher
( doris - büyükanne )
gelelim sıradaki olası felaketimize.
yaşanan güneş patlaması sonucu* dünya üzerinde elektrik tamamen kesiliyor, bir an da otomobiller, aküler dahil olmak üzere tüm elektronik eşyalar bozuluyor ve çalışmaz hale geliyor.
ancak asıl problemimiz tabi ki bu değil şu an için. insanlar gittikçe daha ciddi uykusuzluk problemleri çekmeye başlıyor. uykusuzluğun belli bir süre içinde insanlarda yaratacağı biyolojik ve psikolojik hasarlar aşikâr ancak filmimizde bu süreç nedendir bilinmez çok hızlı ilerliyor ve yaşanan olaydan daha iki gün sonra insanlar mantıklı düşünebilme yetilerini kaybetmeye başlıyorlar. filmin başında da hastanede uzun zamandır bilinci kapalı olan insanların kendiliğinden uyandığını görüyoruz.
işte tüm bu olayların içinde halen uyuyabilen; bir kız çocuğumuz ve epey yaşlı, sağlığı hiçte iyi olmayan bir kadın var. kadın zaten özel araştırma timi tarafından saklanılıyor. ve detaylı olarak inceleniliyor.
ancak sonuç elde edilemiyor.
kitlesel bir yok oluş başlamışken insanlar ikiye bölünüyorlar.
hmm ne kadar ilginç ki, bir grup insan kız çocuğunun tanrıya kurban edilmesini diğer grup ise tamamen bilimsel tetkiklere dayalı olarak kızın incelenmesini istiyor.
aksiyon ve kaos işte bundan sonra başlıyor diyebiliriz.

anne jill bir yandan çocuklarını korumaya çalışırken diğer yandan da herkesin çok kısa bir süre zarfında öleceğini düşünerek mathilda'nın tek başına hayatta kalma becerisini geliştirmeye çalışıyor.
ancak bu sırada menzil; araştırmaların yürütüldüğü askeri üs.
ve görüyoruz ki burada da yapılan çalışmalar olumsuz ve aşama kaydedilemiyor.
yaşanan tüm kovalamacalar ve atraksiyonların sonucunda uyuyabiliyor olmanın verdiği sağlıklı düşünebilme yetisi sayesinde, başrol kızımız minik mathilda uykusuzluğun çözümünü; kalbin durup tekrar çalışması, kişinin ölüp yeniden dirilmesi olarak buluyor.
böylelikle insanlığın sonunun gelmesine engel oluyor.

abartılmaya veya örselenmeye fazla gerek olmayan, farklı ortamlarda iki kez izlemek zorunda kalmama rağmen sıkılmadan izlediğim, mantık aramaya çalışılmazsa hoşunuza bile gidebilecek sıradan nekfliz filmi.
okuyanlara teşekkürler,
izleyeceklere iyi seyirler.
devamını gör...
kadın siyasetçilerin siyasette uzun süre barındırılmaması
benimde dikkatimi çekmiştir, orada kadın karakter olarak bulunmadıklarını düşünüyorum bende, hiç kadın gibi görünmüyorlar zaten, o yüzden olabilir,
canan kaftancıoğlu na bir soru sormuşlardı, geçmiş kadın siyasetçilerden farklı ve spor bir giyim tarzımı ne varmış, baktım hep erkek gömleği üzerine standart yine erkeklerin daha çok giydiği, v yaka düz renk kazakların bir bordosunu giymiş bir lacivertini, altında da bol paça ayak bileklerinde biriken 80 lerden kalma jean pantolon, saçı makyajı yok, erkek gibi bile değil, çünkü yetişkin bir erkek daha özenli olur, erkek çocuk gibi, bumudur spor tarz, bakınca nefes alamıyorum, takı yok, toka yok, neresi kadın siyasetçi bu kişinin,
meral akşenerde öyle, boğazına kadar kapatılmış gömlek, yine tek renk ceket, kullandıkları kumaşlar bile sert belli, karton gibi,
sanki kadın olduklarını saklamak için, unisex ne varsa bulup giymişler, birde bunların bir sürü danışmanları var, beslenmesini, kıyafetini, iş olarak yapan, hiçmi kendinize ait giydiğiniz bir parça yok, sevdiğiniz bir renk yok, takı yok, birey olarak o görevdesiniz, adınız soyadınızla o koltuktasınız, kendiniz olarak oturuyorsunuz, görüntünüzde "karakter" yok daha, icraat olarak herkesten, daha öncekilerden farklı bir şey yapacağınıza nasıl ikna olsun insanlar, bakınız dünya siyasetine, hem güzeller hem akıllı, güzelden kastım seksi değil, söyledikleriyle, karakteriyle uyumlu bir ruh görmek istiyor insan, evet tam olarak doğru kelime bu, ruh yok bu kadınlarda, tansu çiller de öyleydi, hep koca koca ceketler, öyle asker gibi giyinince, daha mı güçlü göründüklerini sanıyorlar bilmiyorumki, sanki bize güç lazım, sen güçlü olunca bize bir faydası olmuyor genelde, güce kuvvete baskıya doyduk çok şükür, bize icraat lazım, değişim lazım, o da bugüne kadar gördüğümüz, yazıcıdan çıkmış gibi tiplerle olmayacak onu anladık, biz anladık da, bunlar bu modaya uymak zorunda olmadıklarını anlamadılar, hala...
edit : kendisine ait bir giyimden bahsediyorum, kötü ve itici giyinerek güven sağlayamazlar, bakınız dolandırıcılarda hep takım elbise giyip kravat takarlar, ama kandırmak içindir...
kendisi olarak ortaya çıkıp, insanların oyunu desteğini istiyorsa bir siyasetçi, ne olduğunu, kim olduğunu da göstersin bize, hani derler ya "rengini belli et" diye, o takım elbisenin içindeki insanın huyu suyu karakteri nasıldır, kimdir, onu koysun ortaya, diğer 500 siyasetçiyle aynı kılıkta, aynı laflarla, aynı tarzda olunca, neden farklı olduğuna, dürüst olduğuna inanalım, kendisi gibi giyinsin demek, süslensin demek değildir, kendinizden pay biçin, düğünde cenazede de belli şeyler giyilir, her ortamın bir protokolü vardır, ama herkes "kendi"ne göre giyinir, kendine göre yorumlar, o odur, sen sensin çünkü...
edit 2 : birde konuşmaları da çok erkeksi ve kaba, vücut dilleri, el kol hareketleri, yürüyüşleri bile, sesini kalınlaştırın, görüntüyü kaldırın, bu kadındır demezsiniz, bunları ayrıcalık verilsin diye demiyorum, kadın olmalarının avantajlarını görmüyoruz, varsa da güzel ifade edemiyorlar, hangisi için bu kadın iyiki orada, empati yaptı, çözüm buldu, şu sorunu da halletti diyebildik, her kadın, konumuna göre, evi, işi, kişisel imajı, eşi, çocukları ile ilgili, kafasında koca bir lojistik balonuyla gezer, bunu hepimiz biliyoruz, ama bu kadınlar hala, aşevinden kaç kişiye yemek verildiğinden öteye gidemiyor, o da önemli tabi ama, sorunlar daha derin, bütün muhalefet partilerine tek çözüm öneriliyor, sayın meral akşener, ne evet ne hayır diyemeyen tek kadın sağolsun, canan kaftancıoğlu deseniz burnuyla konuşuyor, öyle bayık, öyle mat bir kadın, anlattığı şey ne kadar büyük olursa olsun, ikna etmiyor, bakınız rt ye, patates soğanı nasıl pazarlıyor... adam 1 liralık makarnadan alabileceği maksimum geri dönüşü almış, her konuşmasında muhalefeti "rahatsız" ediyor..
muhalefette eksik olan bir konuda iyi oldukları kesin, bunu tespit edip, geliştirmek bu kadarmı zor...
artık cahille cahil mi olmak lazım acaba, kitle belli çünkü...
canan kaftancıoğlu na bir soru sormuşlardı, geçmiş kadın siyasetçilerden farklı ve spor bir giyim tarzımı ne varmış, baktım hep erkek gömleği üzerine standart yine erkeklerin daha çok giydiği, v yaka düz renk kazakların bir bordosunu giymiş bir lacivertini, altında da bol paça ayak bileklerinde biriken 80 lerden kalma jean pantolon, saçı makyajı yok, erkek gibi bile değil, çünkü yetişkin bir erkek daha özenli olur, erkek çocuk gibi, bumudur spor tarz, bakınca nefes alamıyorum, takı yok, toka yok, neresi kadın siyasetçi bu kişinin,
meral akşenerde öyle, boğazına kadar kapatılmış gömlek, yine tek renk ceket, kullandıkları kumaşlar bile sert belli, karton gibi,
sanki kadın olduklarını saklamak için, unisex ne varsa bulup giymişler, birde bunların bir sürü danışmanları var, beslenmesini, kıyafetini, iş olarak yapan, hiçmi kendinize ait giydiğiniz bir parça yok, sevdiğiniz bir renk yok, takı yok, birey olarak o görevdesiniz, adınız soyadınızla o koltuktasınız, kendiniz olarak oturuyorsunuz, görüntünüzde "karakter" yok daha, icraat olarak herkesten, daha öncekilerden farklı bir şey yapacağınıza nasıl ikna olsun insanlar, bakınız dünya siyasetine, hem güzeller hem akıllı, güzelden kastım seksi değil, söyledikleriyle, karakteriyle uyumlu bir ruh görmek istiyor insan, evet tam olarak doğru kelime bu, ruh yok bu kadınlarda, tansu çiller de öyleydi, hep koca koca ceketler, öyle asker gibi giyinince, daha mı güçlü göründüklerini sanıyorlar bilmiyorumki, sanki bize güç lazım, sen güçlü olunca bize bir faydası olmuyor genelde, güce kuvvete baskıya doyduk çok şükür, bize icraat lazım, değişim lazım, o da bugüne kadar gördüğümüz, yazıcıdan çıkmış gibi tiplerle olmayacak onu anladık, biz anladık da, bunlar bu modaya uymak zorunda olmadıklarını anlamadılar, hala...
edit : kendisine ait bir giyimden bahsediyorum, kötü ve itici giyinerek güven sağlayamazlar, bakınız dolandırıcılarda hep takım elbise giyip kravat takarlar, ama kandırmak içindir...
kendisi olarak ortaya çıkıp, insanların oyunu desteğini istiyorsa bir siyasetçi, ne olduğunu, kim olduğunu da göstersin bize, hani derler ya "rengini belli et" diye, o takım elbisenin içindeki insanın huyu suyu karakteri nasıldır, kimdir, onu koysun ortaya, diğer 500 siyasetçiyle aynı kılıkta, aynı laflarla, aynı tarzda olunca, neden farklı olduğuna, dürüst olduğuna inanalım, kendisi gibi giyinsin demek, süslensin demek değildir, kendinizden pay biçin, düğünde cenazede de belli şeyler giyilir, her ortamın bir protokolü vardır, ama herkes "kendi"ne göre giyinir, kendine göre yorumlar, o odur, sen sensin çünkü...
edit 2 : birde konuşmaları da çok erkeksi ve kaba, vücut dilleri, el kol hareketleri, yürüyüşleri bile, sesini kalınlaştırın, görüntüyü kaldırın, bu kadındır demezsiniz, bunları ayrıcalık verilsin diye demiyorum, kadın olmalarının avantajlarını görmüyoruz, varsa da güzel ifade edemiyorlar, hangisi için bu kadın iyiki orada, empati yaptı, çözüm buldu, şu sorunu da halletti diyebildik, her kadın, konumuna göre, evi, işi, kişisel imajı, eşi, çocukları ile ilgili, kafasında koca bir lojistik balonuyla gezer, bunu hepimiz biliyoruz, ama bu kadınlar hala, aşevinden kaç kişiye yemek verildiğinden öteye gidemiyor, o da önemli tabi ama, sorunlar daha derin, bütün muhalefet partilerine tek çözüm öneriliyor, sayın meral akşener, ne evet ne hayır diyemeyen tek kadın sağolsun, canan kaftancıoğlu deseniz burnuyla konuşuyor, öyle bayık, öyle mat bir kadın, anlattığı şey ne kadar büyük olursa olsun, ikna etmiyor, bakınız rt ye, patates soğanı nasıl pazarlıyor... adam 1 liralık makarnadan alabileceği maksimum geri dönüşü almış, her konuşmasında muhalefeti "rahatsız" ediyor..
muhalefette eksik olan bir konuda iyi oldukları kesin, bunu tespit edip, geliştirmek bu kadarmı zor...
artık cahille cahil mi olmak lazım acaba, kitle belli çünkü...
devamını gör...
bankta sevgiliyle oturup denizi izlemek
deniz olsa sevgilimiz olmaz, sevgilimiz olsa deniz olmaz ikisi olursa da ben yokumdur kesin. bize nasip olmaz.
devamını gör...
allah'ını seven defansa gelsin
gezi parkı eylemlerinde hayli fazla kullanılmış, insanları esprili bir biçimde alanlara davet eden sözdür.
devamını gör...
alim kasımov
1999 yılında uluslararası müzik konseyi tarafından unesco müzik ödülü'ne layık görülen azerbaycanlı ses sanatçısıdır.
alim hamza oğlu kasımov azerbaycan'ın klasik müziği olan muğamın etkili icracılarından olmasının yanında; sufi geleneğinden esinlenen müziği ile de başarı kazanmıştır. aşık tarzı halk müziği geleneğini de içinde barındıran alim kasımov'un müziğine, türk ve fars edebiyatının önemli isimleri de kaynaklık etmiştir. en önemli albümleri the legendary art of mugham ve love's deep ocean adını taşımaktadır.
istanbul konserinde bir hayranı "…. muğamı söyle aliiiim" deyince "onu karabağ'da söyleyeceyik inşallah" demişti. karabağ kurtulduğuna göre birlikte söyleriz alim.
ne oldu paşinyan, yol çekiyordun cebrayıl'a, reks eyliyordun?
alim hamza oğlu kasımov azerbaycan'ın klasik müziği olan muğamın etkili icracılarından olmasının yanında; sufi geleneğinden esinlenen müziği ile de başarı kazanmıştır. aşık tarzı halk müziği geleneğini de içinde barındıran alim kasımov'un müziğine, türk ve fars edebiyatının önemli isimleri de kaynaklık etmiştir. en önemli albümleri the legendary art of mugham ve love's deep ocean adını taşımaktadır.
istanbul konserinde bir hayranı "…. muğamı söyle aliiiim" deyince "onu karabağ'da söyleyeceyik inşallah" demişti. karabağ kurtulduğuna göre birlikte söyleriz alim.
ne oldu paşinyan, yol çekiyordun cebrayıl'a, reks eyliyordun?
devamını gör...
lucifer (yazar)
sokak ortasında ağlayan kadın tespiti ile biraz yumuşadım kendisine. girdim baktım profiline, tanımlarını kimlerin beğendiğine. öyle isimler gördüm ki şok oldum şok. siz kadınlar gerçekten çok ikiyüzlüsünüz. demek ki bu adamın tespitleri
boşuna değil. ulan bundan sonra ben de senciyim be lucifer. yaşasın karanlık taraf.
boşuna değil. ulan bundan sonra ben de senciyim be lucifer. yaşasın karanlık taraf.
devamını gör...
doğan cüceloğlu
bir videoda "annen yok, kimsen yok" diyordu. koca bir gerçeği bir cümle ile anlatmış aslında. mekanı cennet olsun, kitaplarından çok şey öğrenmiştim.
devamını gör...
2021 yks yerleştirme sonuçlarının açıklanması
günlerdir yerleştirme sonuçların açıklanmasını bekleyen öğrenciler ve aileleri bu sabah nihayet öğrendiler.
iyi sonuç alanların gözü aydın, sonuç dilediği gibi olmayanlara geçmiş olsun.
17-20 yaşlarında mesleğini seçmek zorunda bırakılan öğrencilerin bir anlık hevesle, ailesinin etkisiyle, yanlış yönlendirmelerle tercih ettiği mesleklere mutlu olmalarını bekliyoruz. oysa insan o yaşlarda neyle mutlu olacağını bilecek kadar yetkin değil.
yolunuz açık olsun taze üniversiteliler, mezuna kalanlar size de kolay gelsin.
iyi sonuç alanların gözü aydın, sonuç dilediği gibi olmayanlara geçmiş olsun.
17-20 yaşlarında mesleğini seçmek zorunda bırakılan öğrencilerin bir anlık hevesle, ailesinin etkisiyle, yanlış yönlendirmelerle tercih ettiği mesleklere mutlu olmalarını bekliyoruz. oysa insan o yaşlarda neyle mutlu olacağını bilecek kadar yetkin değil.
yolunuz açık olsun taze üniversiteliler, mezuna kalanlar size de kolay gelsin.
devamını gör...
sözlük yazarlarının bildiği diller
türkçe, c1 seviyesinde arapça, almanca, ingilizce, azıcık da farsça.
devamını gör...
onlar acapella
son akşam yemeği böyle olmalı!
sonlara doğru kopma garantili..
böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah.. aman boşver eller havaya..
güzel enerjili sevgi dolu tüm insanlar dolsun bu sofraya..
grup üyeleri'nin her biri yanaktan makas almalık. bu ne tatlılık!
erkin baba'ya da bu vesileyle selam olsun. bunlar efsane şarkılar...
sevgiyle çıkın çıkın gelin a dostlar..
sonlara doğru kopma garantili..
böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah.. aman boşver eller havaya..
güzel enerjili sevgi dolu tüm insanlar dolsun bu sofraya..
grup üyeleri'nin her biri yanaktan makas almalık. bu ne tatlılık!
erkin baba'ya da bu vesileyle selam olsun. bunlar efsane şarkılar...
sevgiyle çıkın çıkın gelin a dostlar..
devamını gör...
kronik travmatik ensefalopati
kronik travmatik ensefalopati (kte), birden fazla kafa travması geçirmiş insanlarda görülen nörodejeneratif bir hastalıktır. ilk kez 2002 yılında nijerya asıllı amerikalı nöropatalog bennet omalu tarafından eski bir amerikan ulusal futbol ligi (nfl) oyuncusu olan ve intihar ederek yaşamına son veren pittsburgh steelers amerikan futbol takımı oyuncularından mike webster’a yaptığı otopsi sonrası tanımlanmıştır .omalu, mike webster’a yaptığı otopsi sonrası, webster’ın
beyninde amiloid plakların ve aşırı tau proteinlerinin biriktiğini gözlemlemiştir . tau proteininin tekrar eden kafa travmasına maruz kalan sporcularda kafaya alınan darbe ile oluşan beyin sarsıntısı sonucunda meydana geldiği düşünülmektedir.bu proteinin fazlalığı sonucu beyinde aynı alzheimer hastalarının beyin dokularındakine benzer hasarlar oluşturmaktadır.
bir çoğumuzun pek duymadığı bir hastalık ki duymamamızda normal diye düşünüyorum.amerikan futbolu ülkemizde oynanmıyor ve mevcut spor dallarımızda bu hastalığa yakalanma riski epey düşük.bir nfl oyuncusu kariyeri boyunca kafasına ortalama 75.000 sefer darbe alıyormuş ve 30 lu yaşlarındayken 60 yaşındaki bir insanın beyni kadar beyinleri deforme oluyormuş.tabi bunun neticesinde görülen intiharlar cinayetler sürekli olarak yanlış verilen kararlar vesaire.yukarıda anlatılan mike webster misalen pikap kamyoneti ile sürekli gezen ve arabasında elektro şok cihazı taşıyan eski bir nfl oyuncusu.kendisine elektrik vererek uyuyabiliyormuş sadece. işte bennet omalu tamda webster öldüğünde devreye giriyor ve daha sonrasında ölen nfl oyuncularının beynini de incelemek istiyor. çalıştığı kurum karşı çıkıp masrafları karşılamayacakları söylüyor ama omalu pes etmiyor ve kendi birikimleri ile otopsileri yapıp bu dejeneratif beyin hastalığını buluyor.sonrasında aldığı tehditler göz korkutma çabaları hatta fbı tarafından tehdit edilmek gibi bir sürü talihsiz olay yaşıyor ama pes etmeyip bu hastalığı ülkenin gündemine sokmayı başarıyor. burda şöyle düşünebilirsiniz yahu adam hastalığı bulmuş işte neden kabul etmiyorlar? amerika gibi bir ülkede işler öyle yürümüyor arkadaşlar. hele ki ulusal futbol ligi gibi milyarlarca dolar paranın döndüğü bir rant kapısı söz konusuysa amerikada fbı dahil herkes üç maymunu oynayabiliyor. lafı fazla uzatmayalım işte bu değerli afrikalı doktor sayesinde amerikada ve dünyada insanlar artık beyne alınan darbelerin uzun vadede ne kadar kötü sonuçlara sebep olabileceğini öğrenmiş durumdalar. ve muhtemelen yakın gelecekte amerikan futbolu amerikalı gençler için bir kurtuluş kapısı olmaktan çıkacak gibi duruyor.kimse 50lerinde bir mankafa olarak yaşamak istemez sonuçta.
ilgili birde film var, başrolde will smith oynuyor izlemek isteyenler için; concussion.ülkemizde ise doğruyu söyle adı ile vizyona girdi.
devamını gör...
19 haziran 2021 istanbul depremi
herkese çok çok geçmiş olsun, allah beterinden saklasın arkadaşlar..
devamını gör...
ayın en çalışkan 10 yazarı hakkında ne dediler
benim burada yazdıklarımda, dört yanlış bir doğruyu götürüyor sanırım. hep stabil, 70'ler 80'ler. saatlerce online olmama rağmen, bu kadarını başarabildiğim için önce kendimi sonra ilk 10'a giren sözlük canavarlarını tebrik ediyorum.
devamını gör...
novaturient
latince bir kelime. hayatımızda kötü giden şeyleri kökten değiştirmeyi istemek anlamına geliyor.
ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar,
her gün aynı yoldan yürüyenler,
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,
tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar,
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler,
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreğiküt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler,
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar,
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar,
okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
gönlünde incelik barındırmayanlar.
ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler,
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler,
ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar,
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden,
anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
pablo neruda
ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar,
her gün aynı yoldan yürüyenler,
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,
tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar,
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler,
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreğiküt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler,
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar,
hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar,
okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
gönlünde incelik barındırmayanlar.
ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler,
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler,
ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar,
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden,
anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
pablo neruda
devamını gör...
türkiye'ye para verelim sığınmacıları alsın planı
yine mi aynı plan, geçen anlaşma da aynı degilmiydi.
adamlarda biliyor balık hafızalı olduğumuzu, yine aynı oltaya geleceğimizi.
adamlarda biliyor balık hafızalı olduğumuzu, yine aynı oltaya geleceğimizi.
devamını gör...
