#ödüllü filmler
#netflix filmleri
2022 yılında izleyici ile buluşan andrew dominik yönetmenliğinde bir netflix filmidir.
bir ikon haline gelen marilyn monroe'nun hayatında yaşadığı olaylar anlatılmaktadır.
bir ikon haline gelen marilyn monroe'nun hayatında yaşadığı olaylar anlatılmaktadır.
yönetmen:
andrew dominik
oyuncular:
ana de armas
lily fisher
julianne nicholson
tygh runyan
michael drayer
sara paxton
ryan vincent
andrew dominik
oyuncular:
ana de armas
lily fisher
julianne nicholson
tygh runyan
michael drayer
sara paxton
ryan vincent
*clio ödülleri (2022) - drama dalında en iyi fragman
*capri kadın oyuncu ödülü (2022) - [ana de armas]
*new mexico film eleştirmenleri (2022) - en iyi kadın oyuncu [ana de armas]
*kadın film gazetecileri ittifakı (2023) - eda özel mansiyon ödülü [ana de armas]
*internet film eleştirmenleri topluluğu (2023) - en iyi kadın oyuncu [ana de armas]
film toplam 12 ödüle sahiptir.
*capri kadın oyuncu ödülü (2022) - [ana de armas]
*new mexico film eleştirmenleri (2022) - en iyi kadın oyuncu [ana de armas]
*kadın film gazetecileri ittifakı (2023) - eda özel mansiyon ödülü [ana de armas]
*internet film eleştirmenleri topluluğu (2023) - en iyi kadın oyuncu [ana de armas]
film toplam 12 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "zed's dead baby" tarafından 28.07.2022 19:01 tarihinde açılmıştır.
1.
bir netflix filmi.marilyn monroe'nün hayatından uyarlanan filmde oyuncuyu ana de armas canlandırıyor.yayınlanma tarihi 23 eylül 2022.
blonde | tanıtım fragmanı | netflix / netflix türkiye
blonde | tanıtım fragmanı | netflix / netflix türkiye
devamını gör...
2.
ana de armas çok güzel oynamış..
yönetmeni de ayrı tebrik ediyorum, aşırı güzel.
ben sadece daha çok karanlık bir film bekliyordum zaten yeterince karanlık orası ayrı.
sahneler arasındaki siyah geçişler hiç hissedilmiyor.
gerçekten güzel.
seneryosu tartışılır.
yönetmeni de ayrı tebrik ediyorum, aşırı güzel.
ben sadece daha çok karanlık bir film bekliyordum zaten yeterince karanlık orası ayrı.
sahneler arasındaki siyah geçişler hiç hissedilmiyor.
gerçekten güzel.
seneryosu tartışılır.
devamını gör...
3.
artık yazabilirim.
onu tanıdığım/bildiğim andan itibaren hayatım boyunca -belki annemden dolayı- garip bir yakınlık duyduğum/kurduğum sahte sarışın. (aslında bu satırlar hazırlayacağım marilyn monroe yazısı için de giriş satırları.)
öleli altmış yılı geçmesine rağmen, yaşadığı zamanki kadar popüler ve ilgi çekici. genç ölmesinin, öldüğünde hala çok güzel bir kadın olmasının, hiç kötü fotoğrafının olmamasının da bunda büyük etkileri var elbette.
bu kadında insanı saran garip bir sıcaklık var. ona bakıldığı zaman, kadın ya da erkek olmanız fark etmiyor, onu korumak istiyorsunuz. ve çok ilginç, kişide uyandırdığı bu yoğun duyguya rağmen, çok korunaksız ve yapayalnız.
marilyn'le ilgili anlatacaklarımı marilyn sayfasına bırakıp biran önce filmi anlatmaya geçmeliyim ama olmuyor işte.
film çok kötü eleştiriler aldı, onu baştan söyleyelim. hatta o kadar olumsuz eleştiriden sonra yönetmen andrew dominik'in insan içine çıkamaması lazım.
filmi izleyenlerin neredeyse tamamı, filmi beğenmemelerine rağmen, marilyn'i canlandıran ana de armas'a bayıldı. ben de öyle. kadın gerçek bir makyaj mucizesiyle resmen marilyn'e dönüşmüş. ama hayır, bu ana'ya haksızlık. yalnızca makyaj değil bizi bizden alan. ana, resmen rolünü oya gibi işlemiş. ve o karmakarışık desenleri o kadar rahatlıkla işlemiş ki, her şeyi unutup onunla bütünleşiyorsunuz. ve bence bu yönetmenle ilgili bir şey değil. ana de armas'ın başka hiçbir filmini izlemedim. bu ilkti. özel olarak aramayacağım da izlemek için. fakat ten rengi bile bu kadar farklı bir kadını oynamak için gösterdiği olağanüstü çaba kesinlikle takdire şayan.
film öncelikle belirtilmesi gerekirse biyografi değil, kurgu.
nedir?
blonde, joyce carol oates'in aynı adlı romanından uyarlanmış. romanda tarihsel gerçeklerle uyuşmayan pek çok durum var. örneğin;
marilyn monroe'nun ilk ünlenmeye başladığı zamanlar charlie chaplin jr. ve edward robinson jr. ile yaşadığı ileri sürülen üçlü ilişki, hatta onlardan çocuk aldırdığı, marilyn ölmeden önce -hatta duygusal bir yıkım yaşamasına ve intihar etmesine sebep olarak gösterilen- charlie chaplin jr.'ın ölümü ve ona babasıyla ilgili yolladığı not.
bu konuda ingilizce bilenler için bir sayfa bırakmak istiyorum, dileyen bir göz gezdirebilir. buradan
bundan sonrasını da 'spoiler'sız yazmak çok zor.
marilyn'in yaşamının sonlarına doğru, önce amerika'nın görevi başında suikastle öldürülen ve ölümü hala açıklığa kavuşturulamayan john f. kennedy ve arkasından onun başkanlığa oynayan ve belki de kazanması kesin olan -o da suikaste kurban gidiyor.- küçük kardeşi robert f. kennedy ile olan seksüel ilişkisi hakkında yalnızca birincisinden söz edilmiş, hem de beni çok şaşırtan bir şekilde. kennedy ailesi amerika'da hala çok güçlü bir aile. ve en küçük erkek kardeş ted kennedy bildiğim kadarıyla hala sağ ve amerikan senatosunda demokratları temsil ediyor, ki, demokratlar şu anda iktidarda. ve onların filmi mahkemeye verecek tüm güç ellerindeyken, hiçbir şey yapmamaları ve öylece izlenmesine izin vermeleri gerçekten beni çok şaşırttı. filmdeki en vurucu sahnelerden birisi, başkanın marilyn'e bir et parçasıymış gibi davrandığı, ona yatak odası kapısı açıkken ve odanın hemen dışında açık kapının önünde ve otel süitinin diğer odalarında bir yığın insan varken blowjob yaptırdığı, son derece kaba ve gaddar davrandığı sahneler. filmde bunlar marilyn'in çöküşünü hazırlayan sahneler olarak verilmiş. ama bende yalnızca "hayır, bu kadın hani aptal sarışın değildi, buna azıcık beyni olan kimse izin vermez." duygusu uyandırdı ve gerçek olmasına rağmen gerçekliğini yitirmesine neden oldu. (bu arada şunu da eklemeliyim, yakın zamanda ekşi'ye yazdım, john f. kennedy'nin karısı jacqueline kennedy-ve sonra onassis soyadını ekliyor soyadına.- kocasının ölümünden sonra aşırı metanetiyle toplumun hayranlığını kazanıyor ya, hani arkasından da ünlü yunanlı milyarder aristotle sokratis onassis'le evleniyor, işte tüm bunların nedeni kocasının evlilikleri boyunca ona hiç sadakat göstermemesi, sürekli aldatması. demek ki kadın bütün bunlardan ne kadar bıktıysa, adam ondaki sevgiyi bitirmiş olmalı.)
yazı uzadı gitti ama henüz sona gelmedik.
filmle ilgili en dikkat çekici nokta marilyn'in geçmişinden asla kopamaması. annesinin deliliği, babasız oluşu, kimsesizliği.... hele babasız oluşu öyle kalın çizgilerle sürekli işlenmiş ki, insana bir noktadan sonra bıkkınlık geliyor. kocalarına 'daddy' deyişi, çocuk delisi olmasına rağmen o günün şartları içinde bir türlü isteğine kavuşamaması......bunlar hep seksist bakış açısının olumsuzluklarını vurgulamak için kullanılan sahneler, bir anlamda netflix'in resmi görevi haline gelen, liberal ahlak anlayışının manifestoları gibi. ama bir yandan da insan, anne karnından seslendirilen -aslında marilyn'in iç sesi/vicdanı- bebeğin acıklı sesi, yok oluşunun seyirci gözünde travma yaratacak şekilde düzenlenmesi......bütün bunlar bizim liberal netfilx için bir 'acaba' dememize neden oluyor, hele de şu sıralar amerika'da cumhuriyetçilerle demokratlar arasında bir kürtaj yasası kavgası varken.
filme teknik yönden de kısaca bakalım:
eleştirmenlerin belki de en çok takıldıkları nokta, yönetmenin süper bir buluşçasına siyah beyaz ve renkli çekimleri kafasına göre kotarması. arada saçma sapan göz yoran karartmalar ya da renk yığınları ile yönetmen bize ne anlatmaya çalışıyor, o çok iyi anlaşılıyor da, olmamış, olduramamış. bir kere gereksiz uzun tutulmuşlar, sanki süre boşuna harcansın diye konulmuş izlenimi bıraktı bende. bu da yönetmenin kurguda çuvalladığı anlamına geliyor. işin ilginç yanı film aslında ilk kurguda böyle akmıyormuş, daha sonra yönetmenin içine sinmemiş ve oturmuş, kurguyu baştan sona kendisi yeniden düzenlemiş. yani filmde beğenilmeyen her şey açıkça yönetmenin hatası.
filme genel olarak baktığımızda, dönemi (50'ler) başarıyla yansıttığını söyleyebiliriz. makyaj, kostüm, eşyalar, arabalar, bizi o yılların filmlerine bir şekilde götürüyor. yönetmen birkaç yerde, marilyn'in eski filmlerinden parçalar da kullanmış. örneğin; 'some like it hot= bazıları sıcak sever'. nasıl izin aldılarsa filmden parçalar gösterildi ve aslında o filmi en az üç kez izlemiş biri olarak tony curtis'i ve özellikle jack lemmon'ı yeniden görmek benim hoşuma gitti.
film, tüm görüntü ve davranışlarıyla, mimikleri ve özellikle sesiyle, giydiği kıyafetlerle, kısaca marilyn'i marilyn yapan her şeyiyle ana de armas'ı parlatan bir film. bütününe baktığımda, evet film bence de başarılı değil. ama benim gibi marilyn hayranlarına yine de onun o güzel yüzünü yeniden görme anlamında iyi gelen bir film. hatta filmde sürekli aşağılanmasına, acındırılmasına, pek çok yerde yanlış anlatılmasına/yorumlanmasına 'rağmen'.
bazı insanlar vardır. kısa ya da uzun yaşamaları fark etmez. onlar insanlık hafızasında sonsuza dek yaşarlar. marilyn belki kendini öldürmeyi tercih etti (belki de etmedi öldürüldü, bilmiyoruz.) bu onun sonsuza dek yaşayacağı gerçeğini değiştirmez. o bir şekilde 'güzel'i simgeleyen herhangi bir 'obje'nin bir köşesinde yer almaya devam eder.
onu tanıdığım/bildiğim andan itibaren hayatım boyunca -belki annemden dolayı- garip bir yakınlık duyduğum/kurduğum sahte sarışın. (aslında bu satırlar hazırlayacağım marilyn monroe yazısı için de giriş satırları.)
öleli altmış yılı geçmesine rağmen, yaşadığı zamanki kadar popüler ve ilgi çekici. genç ölmesinin, öldüğünde hala çok güzel bir kadın olmasının, hiç kötü fotoğrafının olmamasının da bunda büyük etkileri var elbette.
bu kadında insanı saran garip bir sıcaklık var. ona bakıldığı zaman, kadın ya da erkek olmanız fark etmiyor, onu korumak istiyorsunuz. ve çok ilginç, kişide uyandırdığı bu yoğun duyguya rağmen, çok korunaksız ve yapayalnız.
marilyn'le ilgili anlatacaklarımı marilyn sayfasına bırakıp biran önce filmi anlatmaya geçmeliyim ama olmuyor işte.
film çok kötü eleştiriler aldı, onu baştan söyleyelim. hatta o kadar olumsuz eleştiriden sonra yönetmen andrew dominik'in insan içine çıkamaması lazım.
filmi izleyenlerin neredeyse tamamı, filmi beğenmemelerine rağmen, marilyn'i canlandıran ana de armas'a bayıldı. ben de öyle. kadın gerçek bir makyaj mucizesiyle resmen marilyn'e dönüşmüş. ama hayır, bu ana'ya haksızlık. yalnızca makyaj değil bizi bizden alan. ana, resmen rolünü oya gibi işlemiş. ve o karmakarışık desenleri o kadar rahatlıkla işlemiş ki, her şeyi unutup onunla bütünleşiyorsunuz. ve bence bu yönetmenle ilgili bir şey değil. ana de armas'ın başka hiçbir filmini izlemedim. bu ilkti. özel olarak aramayacağım da izlemek için. fakat ten rengi bile bu kadar farklı bir kadını oynamak için gösterdiği olağanüstü çaba kesinlikle takdire şayan.
film öncelikle belirtilmesi gerekirse biyografi değil, kurgu.
nedir?
blonde, joyce carol oates'in aynı adlı romanından uyarlanmış. romanda tarihsel gerçeklerle uyuşmayan pek çok durum var. örneğin;
marilyn monroe'nun ilk ünlenmeye başladığı zamanlar charlie chaplin jr. ve edward robinson jr. ile yaşadığı ileri sürülen üçlü ilişki, hatta onlardan çocuk aldırdığı, marilyn ölmeden önce -hatta duygusal bir yıkım yaşamasına ve intihar etmesine sebep olarak gösterilen- charlie chaplin jr.'ın ölümü ve ona babasıyla ilgili yolladığı not.
bu konuda ingilizce bilenler için bir sayfa bırakmak istiyorum, dileyen bir göz gezdirebilir. buradan
bundan sonrasını da 'spoiler'sız yazmak çok zor.
marilyn'in yaşamının sonlarına doğru, önce amerika'nın görevi başında suikastle öldürülen ve ölümü hala açıklığa kavuşturulamayan john f. kennedy ve arkasından onun başkanlığa oynayan ve belki de kazanması kesin olan -o da suikaste kurban gidiyor.- küçük kardeşi robert f. kennedy ile olan seksüel ilişkisi hakkında yalnızca birincisinden söz edilmiş, hem de beni çok şaşırtan bir şekilde. kennedy ailesi amerika'da hala çok güçlü bir aile. ve en küçük erkek kardeş ted kennedy bildiğim kadarıyla hala sağ ve amerikan senatosunda demokratları temsil ediyor, ki, demokratlar şu anda iktidarda. ve onların filmi mahkemeye verecek tüm güç ellerindeyken, hiçbir şey yapmamaları ve öylece izlenmesine izin vermeleri gerçekten beni çok şaşırttı. filmdeki en vurucu sahnelerden birisi, başkanın marilyn'e bir et parçasıymış gibi davrandığı, ona yatak odası kapısı açıkken ve odanın hemen dışında açık kapının önünde ve otel süitinin diğer odalarında bir yığın insan varken blowjob yaptırdığı, son derece kaba ve gaddar davrandığı sahneler. filmde bunlar marilyn'in çöküşünü hazırlayan sahneler olarak verilmiş. ama bende yalnızca "hayır, bu kadın hani aptal sarışın değildi, buna azıcık beyni olan kimse izin vermez." duygusu uyandırdı ve gerçek olmasına rağmen gerçekliğini yitirmesine neden oldu. (bu arada şunu da eklemeliyim, yakın zamanda ekşi'ye yazdım, john f. kennedy'nin karısı jacqueline kennedy-ve sonra onassis soyadını ekliyor soyadına.- kocasının ölümünden sonra aşırı metanetiyle toplumun hayranlığını kazanıyor ya, hani arkasından da ünlü yunanlı milyarder aristotle sokratis onassis'le evleniyor, işte tüm bunların nedeni kocasının evlilikleri boyunca ona hiç sadakat göstermemesi, sürekli aldatması. demek ki kadın bütün bunlardan ne kadar bıktıysa, adam ondaki sevgiyi bitirmiş olmalı.)
yazı uzadı gitti ama henüz sona gelmedik.
filmle ilgili en dikkat çekici nokta marilyn'in geçmişinden asla kopamaması. annesinin deliliği, babasız oluşu, kimsesizliği.... hele babasız oluşu öyle kalın çizgilerle sürekli işlenmiş ki, insana bir noktadan sonra bıkkınlık geliyor. kocalarına 'daddy' deyişi, çocuk delisi olmasına rağmen o günün şartları içinde bir türlü isteğine kavuşamaması......bunlar hep seksist bakış açısının olumsuzluklarını vurgulamak için kullanılan sahneler, bir anlamda netflix'in resmi görevi haline gelen, liberal ahlak anlayışının manifestoları gibi. ama bir yandan da insan, anne karnından seslendirilen -aslında marilyn'in iç sesi/vicdanı- bebeğin acıklı sesi, yok oluşunun seyirci gözünde travma yaratacak şekilde düzenlenmesi......bütün bunlar bizim liberal netfilx için bir 'acaba' dememize neden oluyor, hele de şu sıralar amerika'da cumhuriyetçilerle demokratlar arasında bir kürtaj yasası kavgası varken.
filme teknik yönden de kısaca bakalım:
eleştirmenlerin belki de en çok takıldıkları nokta, yönetmenin süper bir buluşçasına siyah beyaz ve renkli çekimleri kafasına göre kotarması. arada saçma sapan göz yoran karartmalar ya da renk yığınları ile yönetmen bize ne anlatmaya çalışıyor, o çok iyi anlaşılıyor da, olmamış, olduramamış. bir kere gereksiz uzun tutulmuşlar, sanki süre boşuna harcansın diye konulmuş izlenimi bıraktı bende. bu da yönetmenin kurguda çuvalladığı anlamına geliyor. işin ilginç yanı film aslında ilk kurguda böyle akmıyormuş, daha sonra yönetmenin içine sinmemiş ve oturmuş, kurguyu baştan sona kendisi yeniden düzenlemiş. yani filmde beğenilmeyen her şey açıkça yönetmenin hatası.
filme genel olarak baktığımızda, dönemi (50'ler) başarıyla yansıttığını söyleyebiliriz. makyaj, kostüm, eşyalar, arabalar, bizi o yılların filmlerine bir şekilde götürüyor. yönetmen birkaç yerde, marilyn'in eski filmlerinden parçalar da kullanmış. örneğin; 'some like it hot= bazıları sıcak sever'. nasıl izin aldılarsa filmden parçalar gösterildi ve aslında o filmi en az üç kez izlemiş biri olarak tony curtis'i ve özellikle jack lemmon'ı yeniden görmek benim hoşuma gitti.
film, tüm görüntü ve davranışlarıyla, mimikleri ve özellikle sesiyle, giydiği kıyafetlerle, kısaca marilyn'i marilyn yapan her şeyiyle ana de armas'ı parlatan bir film. bütününe baktığımda, evet film bence de başarılı değil. ama benim gibi marilyn hayranlarına yine de onun o güzel yüzünü yeniden görme anlamında iyi gelen bir film. hatta filmde sürekli aşağılanmasına, acındırılmasına, pek çok yerde yanlış anlatılmasına/yorumlanmasına 'rağmen'.
bazı insanlar vardır. kısa ya da uzun yaşamaları fark etmez. onlar insanlık hafızasında sonsuza dek yaşarlar. marilyn belki kendini öldürmeyi tercih etti (belki de etmedi öldürüldü, bilmiyoruz.) bu onun sonsuza dek yaşayacağı gerçeğini değiştirmez. o bir şekilde 'güzel'i simgeleyen herhangi bir 'obje'nin bir köşesinde yer almaya devam eder.
devamını gör...
4.
bir andrew dominic filmidir.
filmin senaryosunu yine yönetmen andrew dominic joyce carol oates'un romanından uyarlayarak yazmıştır. filmin başrollerinde bu filmdeki rolüyle en iyi kadın oyuncu oscar ödülüne aday gösterilen ana de armas ve arthur miller olduğuna beni sonuna kadar inadıran adrien brody oynamıştır.
öncelikle şunu söylemeliyim ki film oldukça vasat bir yapım. eğer ana de armas olmasa tam bir fiyasko olabilirmiş. bence yönetmen ana de armas'a büyük bir teşekkür borçlu. bence adaylığı sonuna kadar hak etmiş. hem güzelliği hem performansı ile harikalar yaratmış..
marilyn monroe'nun hayatının anlatıldığı bu filmde yönetmen bir şeyler denemiş ama sanki bütün tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışmış gibi.
yönetmenin renkliden siyah beyaza geçişlerini hiç anlamadım. hele arada bir yaptığı blair witch sahnelerine hiç anlam veremedim. filmdeki sahne geçişleri ise bir filmden çok fragman bütünleri izleme hissi verdi bana.
film tamamen ana de armas'ın performansı üzerine kurulmuş gibi. yönetmen oldukça başarısız. ana de armas'ın güzelliği filmi zar zor izlenebilir kılıyor.
bu filmi oscar'a herhangi bir dalda aday olan bütün filmleri izleme alışkanlığı yüzünden izledim ve ana de armas hariç, film tam bir zaman kaybı.
filmin senaryosunu yine yönetmen andrew dominic joyce carol oates'un romanından uyarlayarak yazmıştır. filmin başrollerinde bu filmdeki rolüyle en iyi kadın oyuncu oscar ödülüne aday gösterilen ana de armas ve arthur miller olduğuna beni sonuna kadar inadıran adrien brody oynamıştır.
öncelikle şunu söylemeliyim ki film oldukça vasat bir yapım. eğer ana de armas olmasa tam bir fiyasko olabilirmiş. bence yönetmen ana de armas'a büyük bir teşekkür borçlu. bence adaylığı sonuna kadar hak etmiş. hem güzelliği hem performansı ile harikalar yaratmış..
marilyn monroe'nun hayatının anlatıldığı bu filmde yönetmen bir şeyler denemiş ama sanki bütün tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışmış gibi.
yönetmenin renkliden siyah beyaza geçişlerini hiç anlamadım. hele arada bir yaptığı blair witch sahnelerine hiç anlam veremedim. filmdeki sahne geçişleri ise bir filmden çok fragman bütünleri izleme hissi verdi bana.
film tamamen ana de armas'ın performansı üzerine kurulmuş gibi. yönetmen oldukça başarısız. ana de armas'ın güzelliği filmi zar zor izlenebilir kılıyor.
bu filmi oscar'a herhangi bir dalda aday olan bütün filmleri izleme alışkanlığı yüzünden izledim ve ana de armas hariç, film tam bir zaman kaybı.
devamını gör...