1.
neo-marksist bir yaklaşımla marx'ı sadece ekonomiye kanalize olmasından dolayı eleştirmiştir. öte yandan marxist hegemonya tanımını daha değişik bir biçimde yorumlamıştır gramsci(gramşi).
özellikle gelişmiş kapitalist toplumlarda sınıf ilişkilerini ve devlet-sivil toplum bağlantısını çözümlerken, sınıf egemenliğinin yalnızca tahakkümle sürdürülemeyeceği varsayımına dayandırır. buna göre, kapitalizme özgü toplumsal egemenlik ve siyasal iktidar süreçleri rıza ve zorlamanın özgül birleşimini gerektirir.
ekonomizm, belirli bir tarihsel bir tarihsel dönemde egemen üretim tarzının içerdiği yapısal-ekonomik süreç ve ilişkilerin üstyapıdaki ideolojik, hukuksal, ve siyasal kerteleri tek yönlü olarak belirlediğini varsayar. böyle bir bakış açısının benimsenmesi durumunda, toplumsal formasyonun biçimlenişinde özel bir rol oynayan ideoloji, politika, hukuk, devlet gibi üstyapı öğeleri ekonomik yapının gölgesine indirgenmiş olur.
(bkz: quaderni del carcere)
özellikle gelişmiş kapitalist toplumlarda sınıf ilişkilerini ve devlet-sivil toplum bağlantısını çözümlerken, sınıf egemenliğinin yalnızca tahakkümle sürdürülemeyeceği varsayımına dayandırır. buna göre, kapitalizme özgü toplumsal egemenlik ve siyasal iktidar süreçleri rıza ve zorlamanın özgül birleşimini gerektirir.
ekonomizm, belirli bir tarihsel bir tarihsel dönemde egemen üretim tarzının içerdiği yapısal-ekonomik süreç ve ilişkilerin üstyapıdaki ideolojik, hukuksal, ve siyasal kerteleri tek yönlü olarak belirlediğini varsayar. böyle bir bakış açısının benimsenmesi durumunda, toplumsal formasyonun biçimlenişinde özel bir rol oynayan ideoloji, politika, hukuk, devlet gibi üstyapı öğeleri ekonomik yapının gölgesine indirgenmiş olur.
(bkz: quaderni del carcere)
devamını gör...
2.
aydınlanmanın geliştirdiği insan-merkezci dünya anlayışının artığı, geç 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısına ilişkin yapı ve hiyerarşi formuna dayalı tüm sosyolojik ve siyasi önermelerin temelindeki ilişki biçimini tanımlayan, bugün iletişimden sanata, siyaset biliminden etnografiye kadar birçok disiplinde hala çözümlemeleri yapılan hegemonya kavramını en iyi analiz edenlerden biridir. ikinci dünya savaşı sonrası batı-merkezli modernizmin gelişimini/başkalaşımını yorumlayabilmek için gramsci'nin hapishane defterleri başvurulması gereken temel çalışmalardan biridir.
devamını gör...
3.
aynı zamanda italyan komünist partisi'nin kurucusu ve bir süre liderliğini yapmış olan marxist düşünür.
devamını gör...
4.
'milletvekili olan gramsci tutuklandığında başsavcı onu göstererek şunu söyler.
bu beynin işlemesini yirmi yıl engellemek zorundayız.'
bu beynin işlemesini yirmi yıl engellemek zorundayız.'
devamını gör...
5.
marksist kuramcıdır. en büyük katkısı hegemonya ve alt-üst yapı eksenli bir analiz ortaya koymasıdır. bu durum döneminde en ilerici, en değerli kuramcı yapmıştır kendilerini..bu anlamda batı marksizminde genel anlamda olumlu, yer yerde olumsuz eleştirilere tutulmuştur.
ayrıca machiavelli'nin ünlü/tartışmalı eserine nüktedir bir biçimde benzer ancak modern-marksist bir yaklaşımla modern prensi kaleme almıştır.
(bkz: michel foucault)'un marksizme ve marksistlere yönelttiği kuramsal eksikleri sıralarken aynı zamanda gramsci'yi ayrı tutarak onun çalışmalarını bu yolla olumlar ve değerli gördüğünü alt metinde gözümüze sokar.
ayrıca machiavelli'nin ünlü/tartışmalı eserine nüktedir bir biçimde benzer ancak modern-marksist bir yaklaşımla modern prensi kaleme almıştır.
(bkz: michel foucault)'un marksizme ve marksistlere yönelttiği kuramsal eksikleri sıralarken aynı zamanda gramsci'yi ayrı tutarak onun çalışmalarını bu yolla olumlar ve değerli gördüğünü alt metinde gözümüze sokar.
devamını gör...
6.
italya'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 1913 yılında italya sosyalist partisi'ne katılmıştır. 1920'lerde fabrika işçi konseylerini savunan grup arasında çalışmalarını sürdürmüştür. 1921 yılında italyan komünist partisi genel sekreteri olmuş ve aynı yıl milletvekili seçilmiştir. 1926 yılında mussolini iktidarı tarafından hapse mahkum edilmiştir. hapishanede zor şartlar altında ünlü eseri hapishane notları'nı kaleme almıştır. hapishanede sağlığı bozulan gramsci şartlı salıverilmesinin ardından kısa bir süre sonra 47 yaşında (1937) hayatını kaybetti.(bkz: sosyoloji tarihi- aü yayınları)
hegemonya kavramını en ayrıntılı inceleyen düşünürün hapishane notları adlı eseri çeşitli yayınevleri tarafından türkçe'ye çevrilmiş ancak en kapsamlı olanı kalkedon yayınları tarafından dört cilt olarak yayınlanan hapishane defterleri'dir.
hegemonya kavramını en ayrıntılı inceleyen düşünürün hapishane notları adlı eseri çeşitli yayınevleri tarafından türkçe'ye çevrilmiş ancak en kapsamlı olanı kalkedon yayınları tarafından dört cilt olarak yayınlanan hapishane defterleri'dir.
devamını gör...
7.
evet gramsci, büyük bir teorisyendir. yeni bir yol açmış ve geçmişin düşünce kalıplarını (özellikle marx) kırarak, onları yaşadığı döneme uyarlama yolunu seçmiştir. ama bana göre gramsci bundan çok çok daha fazlasıdır. evet elinize onun kitaplarını alıp, düşünceleri ile nutuklar atabilir, literatüre kazandırdığı yeni kavramlar üzerinden derin analizler kasabilir ve tüm bu derinliğin arasında kaybolabilirsiniz. veyahut tam tersi şekilde onu revizyonistlikle suçlayıp, kendisine karşı devrimci sıfatı yapıştırıp, eskinin ezber cümleleri ile fikirlerine ve durduğu yere saldırabilirsiniz. ama tüm bunlar en nihayetinde, sonuç alamayacağınız, yaşama ve yaşamın içindeki sömürüye karşı fiilen kullanamayacağınız tutumlardır. bunlarla sadece fikirsel mastürbasyon yapmış olursunuz. kimilerinin zamanında yaptıkları gibi (!)
oysa gramsci bunların hepsinden ötedir; bir kere yaptıklarının ve mücadelesinin yaşamda karşılığı vardır. özellikle ''fabrika konseyleri hareketi'' gramsci'nin hayata ve insanlara dokunduğu bir gerçekliktir. eskinin süslü sloganları arasında sıkışıp kalmış sosyalist yöneticilere ve kalıplaşmış bir politik tutumun esiri olmuş zavallılara verilen bir derstir. gramsci sadece teori üretip, nutuk atmamıştır. bunların altını doldurmuş ve bu yüzden de ciddi tepkiler almış sonrasında da bedeller ödemiştir. işçi sınıfını direkt mücadele evresine katabilmek adına arkadaşlarıyla birlikte, gezmedik fabrika ve neredeyse konuşmadık işçi bırakmamıştır. bu çabaları da olumlu sonuçlar doğurmuştur. seçimlere direkt olarak etki etmiştir. alınan %32'lik oy oranı büyük oranda gramsci ve arkadaşlarının eseridir.
halkı gütmeyi, onların yerine düşünmeyi, popülist söylemlerle halkın gözünü boyamayı seçmiş olan sözde devrim neferleri (!) ve aymaz aydınlarla arasındaki keskin çizgi halkla birlikte yürümeyi ve onları mücadele evresine katmayı seçmiş olmasıdır. zaten bununla ilgili hapishane defterleri adlı yapıtında sıkça göndermeleri bulunur. aydın (!) olmanın verdiği yetkiye dayanarak, kendilerini halktan farklı bir noktada konumlandıranları ve böylece fikirsel dünya ile mücadele alanı arasındaki bağların kopmasına sebep olanları sağlam argümanlarla yerin dibine sokar. hani bizde de vardır ya bazı meşhur söz kalıpları; halka inememek, halkla buluşamamak, halkın dilinden anlayamamak vesaire, işte bunlara ilişkin tüm somut çözümler gramsci'nin yaşam hikâyesinde ve eserlerinde açıkça görülmektedir. lakin bu husus kimsenin umurunda değildir.
bu mevzu ile ilgili, en zihin açıcı saptamalarından birisi şudur; ''sistemin gerçek gücü yönetici sınıfın şiddetinde veya devlet örgütünün zorlayıcı kuvvetinde değil, yöneticilere ait ‘dünya kavramının yönetilenler tarafından kabul edilişindedir. yönetici sınıfın felsefesi ''ortak duyu'' durumuna gelene kadar karmaşık basitleşme süreçlerinden geçer. ortak duyu, yığınların felsefesidir; yaşadıkları toplumun ahlâk, gelenek ve kurumlarını böylelikle benimserler.''
siz ne kadar bu düşünce dünyasının çarpıklığını da anlatsanız, siz ne kadar kalkıp bu yanlışlarla ilgili nutuklarda atsanız, sahada o insanlarla birlikte bir şeylerin üzerine taş koymadıkça, onlara dokunmadıkça ve tepeden bakmaya devam ettikçe aynı hüsranı yaşamaya devam edersiniz. zira oturmuş olan bu düşünce tarzının arkasında yüzyılların birikimi vardır. bunları aydın aymazlığı ve eski moda süslü sloganlarla yıkamazsınız. neyse çok uzamasın, gramsci fikir dünyasına kattıklarıyla birlikte mücadele dünyasına kattıkları sebebiyle ayrı ve özel bir yerdedir. okunması ve anlaşılması özellikle hayata soldan bakanlar için elzem olduğu kadar aslında her kesimden insan için önemlidir. sonrasında benzer eleştiriler anlamında, tamamlayıcı olması açısından togliatti okuması da yapmak gerekir diye düşünürüm.
özetle kavram analizinden ziyade pratiğin analizini yapmak gramsci konusunda daha önemlidir. kavramlar zaten okunur anlaşılır gramsci'nin sırrı pratiğinde ve onun geliştirilmesinde saklı.
oysa gramsci bunların hepsinden ötedir; bir kere yaptıklarının ve mücadelesinin yaşamda karşılığı vardır. özellikle ''fabrika konseyleri hareketi'' gramsci'nin hayata ve insanlara dokunduğu bir gerçekliktir. eskinin süslü sloganları arasında sıkışıp kalmış sosyalist yöneticilere ve kalıplaşmış bir politik tutumun esiri olmuş zavallılara verilen bir derstir. gramsci sadece teori üretip, nutuk atmamıştır. bunların altını doldurmuş ve bu yüzden de ciddi tepkiler almış sonrasında da bedeller ödemiştir. işçi sınıfını direkt mücadele evresine katabilmek adına arkadaşlarıyla birlikte, gezmedik fabrika ve neredeyse konuşmadık işçi bırakmamıştır. bu çabaları da olumlu sonuçlar doğurmuştur. seçimlere direkt olarak etki etmiştir. alınan %32'lik oy oranı büyük oranda gramsci ve arkadaşlarının eseridir.
halkı gütmeyi, onların yerine düşünmeyi, popülist söylemlerle halkın gözünü boyamayı seçmiş olan sözde devrim neferleri (!) ve aymaz aydınlarla arasındaki keskin çizgi halkla birlikte yürümeyi ve onları mücadele evresine katmayı seçmiş olmasıdır. zaten bununla ilgili hapishane defterleri adlı yapıtında sıkça göndermeleri bulunur. aydın (!) olmanın verdiği yetkiye dayanarak, kendilerini halktan farklı bir noktada konumlandıranları ve böylece fikirsel dünya ile mücadele alanı arasındaki bağların kopmasına sebep olanları sağlam argümanlarla yerin dibine sokar. hani bizde de vardır ya bazı meşhur söz kalıpları; halka inememek, halkla buluşamamak, halkın dilinden anlayamamak vesaire, işte bunlara ilişkin tüm somut çözümler gramsci'nin yaşam hikâyesinde ve eserlerinde açıkça görülmektedir. lakin bu husus kimsenin umurunda değildir.
bu mevzu ile ilgili, en zihin açıcı saptamalarından birisi şudur; ''sistemin gerçek gücü yönetici sınıfın şiddetinde veya devlet örgütünün zorlayıcı kuvvetinde değil, yöneticilere ait ‘dünya kavramının yönetilenler tarafından kabul edilişindedir. yönetici sınıfın felsefesi ''ortak duyu'' durumuna gelene kadar karmaşık basitleşme süreçlerinden geçer. ortak duyu, yığınların felsefesidir; yaşadıkları toplumun ahlâk, gelenek ve kurumlarını böylelikle benimserler.''
siz ne kadar bu düşünce dünyasının çarpıklığını da anlatsanız, siz ne kadar kalkıp bu yanlışlarla ilgili nutuklarda atsanız, sahada o insanlarla birlikte bir şeylerin üzerine taş koymadıkça, onlara dokunmadıkça ve tepeden bakmaya devam ettikçe aynı hüsranı yaşamaya devam edersiniz. zira oturmuş olan bu düşünce tarzının arkasında yüzyılların birikimi vardır. bunları aydın aymazlığı ve eski moda süslü sloganlarla yıkamazsınız. neyse çok uzamasın, gramsci fikir dünyasına kattıklarıyla birlikte mücadele dünyasına kattıkları sebebiyle ayrı ve özel bir yerdedir. okunması ve anlaşılması özellikle hayata soldan bakanlar için elzem olduğu kadar aslında her kesimden insan için önemlidir. sonrasında benzer eleştiriler anlamında, tamamlayıcı olması açısından togliatti okuması da yapmak gerekir diye düşünürüm.
özetle kavram analizinden ziyade pratiğin analizini yapmak gramsci konusunda daha önemlidir. kavramlar zaten okunur anlaşılır gramsci'nin sırrı pratiğinde ve onun geliştirilmesinde saklı.
devamını gör...
8.
gramsci'ye göre bir sınıf, devlet iktidarını almaz; doğrudan doğruya devlet haline gelir.
devamını gör...
9.
1891/1937 yılları arasında yaşamış italyan filozof/ siyasetçi/ sosyalist kuramcı. xx. yüzyılın en önemli marksistlerinden biri kabul edilir. en önemli eserlerinden biri hapishanede yazdığı hapishane defterleri olarak söylenebilir.
insanın varlığı düşünülmeden "düşünmek" diye bir şey olduğu düşünülemeyeceği gibi, genel olarak herhangi bir olayı ya da ilişkiyi ancak insanın var olması ölçüsünde düşünebiliriz. insan olmazsa kuzey, güney, doğu, batı ne ifade eder.
insanın varlığı düşünülmeden "düşünmek" diye bir şey olduğu düşünülemeyeceği gibi, genel olarak herhangi bir olayı ya da ilişkiyi ancak insanın var olması ölçüsünde düşünebiliriz. insan olmazsa kuzey, güney, doğu, batı ne ifade eder.
devamını gör...
10.
bugün yılbaşı olmasından ötürü kendisini çok sevdiğim bir yazısıyla yeniden anıyorum.
yılbaşından nefret ediyorum
her sabah, göğün kasvetli örtüsünün altında uyandığımda, bunun benim için yılbaşı günü olduğunu anlarım.
muntazam bakiyesi, ödenmemiş borçları ve yeni yönetim bütçesiyle hayatı ve insan ruhunu ticari bir kaygıya dönüştüren sabit vadeli hesaplar gibi kapanan yılbaşlarından nefret ediyorum. hayatın ve ruhun sürekliliğini yitirmemize neden oluyorlar. kendinizi bu yıl ile sonraki arasında bir mola olduğunu veya yeni bir tarihin başladığını düşünürken buluyorsunuz; kararlar alıyorsunuz ve kararsızlığınızdan pişman oluyorsunuz, falan filan. böyle günlerin derdi çoğunlukla budur.
kronolojinin tarihin belkemiği olduğunu söylerler. tamam. ama her iyi insanın aklına takılıp kalan, tarihe kötü oyunlar oynamış dört veya beş önemli günün olduğunu da kabul etmeliyiz. bunlar da yıldönümleridir. roma tarihinin, ortaçağın veya modern çağın yıldönümleri.
bir de öylesine istilacı ve taşlaştırıcı hale gelmişlerdir ki, bazen kendimizi italya’da hayatın 752’de başladığını ve 1490 veya 1492’nin insanlığın üzerinden atladığı, birdenbire kendini yeni bir dünyada bulduğu, yeni bir hayata başladığı dağlar gibi olduğunu düşünürken buluruz. sinemadayken filmin koptuğu ve baş döndürücü bir ışığın belirdiği fasıladaki gibi, bu günler de beklenmedik kesintiler olmaksızın tarihin aynı temel değişmez çizgi üzerinde geliştiğini görmemizi önleyen bir engele, bir korkuluk duvarına dönüşür
yılbaşından bu yüzden nefret ediyorum. her sabahın benim için yılbaşı olmasını istiyorum. ben her gün kendimle hesaplaşmak ve her gün kendimi yenilemek istiyorum. hiçbir gün dinlenmeye ayrılmaz. hayatın yoğunluğundan sarhoş düştüğümde veya yeniden zindelik kazanmak için hayvaniliğe dalıvermek istediğimde ne zaman duracağımı kendim belirlerim.
ruhani bir fırsatçılık değil. hayatımın her saatinin, geçmiştekilere bağlı olsalar da, yeni olmasını istiyorum. zoraki ortak ritimleriyle, hiçbir kutlamayı umurumda olmayan yabancılarla paylaşmayacağım. dedelerimizin dedesi filan kutladığı için bizim de kutlamaya yanıp tutuşmamız gerekmiyor. bu, mide bulandırıcı.
sosyalizmi bu nedenle bekliyorum. çünkü ruhumuzda hiçbir karşılığı olmayan tüm bu yıldönümlerini çöpe atacak, başkalarını uyduracaksa da hiç değilse ahmak atalarımızdan kayıtsız şartsız aldığımız günlerin aksine bize ait günler olacak.
yılbaşından nefret ediyorum
her sabah, göğün kasvetli örtüsünün altında uyandığımda, bunun benim için yılbaşı günü olduğunu anlarım.
muntazam bakiyesi, ödenmemiş borçları ve yeni yönetim bütçesiyle hayatı ve insan ruhunu ticari bir kaygıya dönüştüren sabit vadeli hesaplar gibi kapanan yılbaşlarından nefret ediyorum. hayatın ve ruhun sürekliliğini yitirmemize neden oluyorlar. kendinizi bu yıl ile sonraki arasında bir mola olduğunu veya yeni bir tarihin başladığını düşünürken buluyorsunuz; kararlar alıyorsunuz ve kararsızlığınızdan pişman oluyorsunuz, falan filan. böyle günlerin derdi çoğunlukla budur.
kronolojinin tarihin belkemiği olduğunu söylerler. tamam. ama her iyi insanın aklına takılıp kalan, tarihe kötü oyunlar oynamış dört veya beş önemli günün olduğunu da kabul etmeliyiz. bunlar da yıldönümleridir. roma tarihinin, ortaçağın veya modern çağın yıldönümleri.
bir de öylesine istilacı ve taşlaştırıcı hale gelmişlerdir ki, bazen kendimizi italya’da hayatın 752’de başladığını ve 1490 veya 1492’nin insanlığın üzerinden atladığı, birdenbire kendini yeni bir dünyada bulduğu, yeni bir hayata başladığı dağlar gibi olduğunu düşünürken buluruz. sinemadayken filmin koptuğu ve baş döndürücü bir ışığın belirdiği fasıladaki gibi, bu günler de beklenmedik kesintiler olmaksızın tarihin aynı temel değişmez çizgi üzerinde geliştiğini görmemizi önleyen bir engele, bir korkuluk duvarına dönüşür
yılbaşından bu yüzden nefret ediyorum. her sabahın benim için yılbaşı olmasını istiyorum. ben her gün kendimle hesaplaşmak ve her gün kendimi yenilemek istiyorum. hiçbir gün dinlenmeye ayrılmaz. hayatın yoğunluğundan sarhoş düştüğümde veya yeniden zindelik kazanmak için hayvaniliğe dalıvermek istediğimde ne zaman duracağımı kendim belirlerim.
ruhani bir fırsatçılık değil. hayatımın her saatinin, geçmiştekilere bağlı olsalar da, yeni olmasını istiyorum. zoraki ortak ritimleriyle, hiçbir kutlamayı umurumda olmayan yabancılarla paylaşmayacağım. dedelerimizin dedesi filan kutladığı için bizim de kutlamaya yanıp tutuşmamız gerekmiyor. bu, mide bulandırıcı.
sosyalizmi bu nedenle bekliyorum. çünkü ruhumuzda hiçbir karşılığı olmayan tüm bu yıldönümlerini çöpe atacak, başkalarını uyduracaksa da hiç değilse ahmak atalarımızdan kayıtsız şartsız aldığımız günlerin aksine bize ait günler olacak.
devamını gör...