bol bol spoiler'lı bir yazı olacak, baştan söyleyeyim. ilgili filmi izlemediyseniz ve belki izlerim diyorsanız aşağıdaki ilk satırdan/paragraftan sonrasını, en azından şu anda okumamayı tercih edebilirsiniz, ki hemen aşağısında hangi filmden bahsettiğimi belirtiyorum, o yüzden orası gerekli olabilir diye düşündüm.

en sevdiğim korku filmi olan, michael de luca'nın yazıp john carpenter'ın yönettiği in the mouth of madness'ın jürgen prochnow tarafından canlandırılan başkahramanıdır.

yoksa değil midir de o kişi, sam neill'in canlandırdığı bir karakter olan john trent midir?

john trent bir kahraman değil de bir kurban mıdır?

ya da bir paranoyak şizofren mi?

yahut, kendisi sutter cane isimli yazarın bir kurgusal karakteri midir?

veyahut, sutter cane kendisi mi bir kurgusal karakterdir?

yahut, sutter cane diye cidden de olağanüstü bir yazar vardır da onun kitaplarını okuması mı trent'e aklını kaybettirmiştir?

trent'in kitaplarını okuyan sayısı arttıkça insanlığın sonu mu geliyordur?

sorular, sorular...

bu, gişede gümlese de zamanla kıymeti birçoklarınca anlaşılan filmdeki anti-kahramandır aslında sutter cane. lovecraftian bir yapım olan in the mouth of madness, bana göre bu türdeki en iyi filmdir.

o halde, öncelikle filmi lovecraftian yapan unsurlardan bahsedelim. ismi in the mouth of madness bile, h.p. lovecraft'ın at the mountains of madness eserini akla getiriyor zaten. kaldı ki, madness/delilik teması da lovecraft'ın eserlerindeki önemli tematik unsurlardandır. cthulhu'yu yalnızca görmenin bile herhangi bir insana anında aklını kaybettireceğini söylüyordu yazar, misal. sonra... yani tuhaf ve ürkünç yaratıklar var itmom filminde de ve bunlara net olarak lovecraftian diyebiliriz. ayrıca, necronomicon diye deli bir arap tarafından yazılmış bir kitap var, lovecraft evreninde. bunu çoğunuz mutlaka biliyorsunuzdur veya duymuşsunuzdur. bunu okuyanlar direkt deliriyor ki bu kitabı bir şekilde "kullanabilen" biri dünyanın sonunu da getirebilir. örneğin sam raimi'nin klasiği karanlığın ordusu filminde bu potansiyel komedik bir stille de olsa gösteriliyor. işte itmom'daki cane'in romanları da böyle; özellikle de son yazdığı/yazacağı roman olan, filme ismini veren in the mouth of madness adlı romanı... bunlar bana göre filmdeki temel lovecraftian unsurlar olsa da, gizemli bir kasaba olan hobb's end ve buraya giden başkahramanın tecrübe ettikleri bile gayet lovecraftian diyebilirim. bir hpl uyarlaması olan dagon filminde de benzer bir şeye şahitlik edebilirsiniz mesela. son olarak da, hobb's end oteli'ndeki tuhaf moruğun mrs. pickman olması da akla lovecraft'ın pickman's model adlı eserini ve buradaki richard upton pickman karakterini getiriyor, ister istemez. (bkz: pickman's muse)

sutter cane, filmde bir "prophet of destruction" gibi bir karakter diyebiliriz sanırım. veya anti-isa, deccal... böyle bir şeyler işte. başta yazdıklarını kendi hayal gücüne borçlu olduğunu sandığını söylüyor cane, filmin bir yerinde. ama sonra, karanlık kilisesindeki tuhaf kapı ardından çıkabilmek için girişi zorlayan yaratıklardan geliyor bunlar gibi bir şeyler diyor. peki bunları kendisi mi yaratmış yoksa aslında kötücül ve tabiatüstü güçler veya böyle görülemeyen karanlık bir tanrı kendisine ötelerden böyle bir kudret bahşedip dünyaya kaos ve yıkım getirme amacıyla bir şeyler mi yaptırıyor?.. bu son söylediğim zorlama bir tahmin olarak görülebilir, fakat film de izleyiciyi ikirciklendiren bir iş zaten. mesela filmin sonlarına doğru cane, kendisini yırtıyor ve o yaratıkların çıkmak için zorladığı boyutlararası kapıyı da açmış oluyor ancak görüyoruz ki bunların hepsi bir kitabın içinde oluyormuş; yani yırtılan "gerçeklik" katmanının ters yüzünde romanın sayfasındaki yazılar var. işte arkada bir gücün olabileceğini düşünmeme de bu yol açıyor. cane, filmin bir yerlerinde "ben tanrıyım" falan dese de bana daha ziyade bir "dark priest", yani karanlık bir rahip gibi gelmiştir hep. en fazla bir demigod olabilir gibi sanki...

ancak... şu, daha akla yatkın bir yorum olur elbette, bunun fantastik bir korku filmi olduğunu göz önünde tutmazsak. yukarıdaki kısa sorularımın arasında dediğimi biraz açayım yani; sutter cane diye bir yazar gerçekten de var. stephen king'e pabucunu ters giydirebilecek—yoksa king'in pabucunu dama attırabilecek mi demeliydim?—kadar nüfuzlu bir korku yazarı (ki filmde de "forget about stephen king" diye bir replik var zaten). eserleri 18 dile çevrilmiş ve 1 milyardan fazla satmış. ve... bu kitapları okuyan, mental olarak çok sağlam olmayan kişiler akıllarını kaybediyorlar. yani ona buna baltayla saldırıyorlar falan. zaten filmin başlarında da cane'in bir "agent"ı olduğu söylenen biri trent'i bu şekilde yararak öldürmeye yelteniyor. filmin ilerilerinde ise hobb's end'de başlayan kaos ve kıyametin, trent'in sayesinde global bir kapsama ulaşacağı aktarılıyor ve cane, o "agent"ım seni durdurmak için sana saldıracaktı falan diyor. şimdi, işler biraz karışık tabii... yani cane'in amacı, son yazdığı / yazmakta olduğu kitapla insanlığa kıyameti getirmek. trent de, görünene göre bu romanı hobb's end'den alarak "civilized world"e taşıyan kişi. burası da karışık aslında zira onu, hobb's end'e gidip ulaşamadıkları cane'i bulması için görevlendiren kişi, trent'in birlikte gittiği linda styles diye birinin olmadığını söylüyor. cane, in the mouth of madness'ı yazdıktan sonra mı o karakter gerçeklikten silindi, yoksa öyle biri hiç yoktu da trent zaten "tırlatık" biri miydi? ya da işte dediğim gibi, cane'in romanlarına bulaşması mı ona aklını yitirtti?..

yani, bu konular flu tabii. zaten hobb's end'deki oğlu john'ı cane'den kurtarabilmek için onun karanlık kilisesinin önüne gelen, hafif deforme olmuş suratlı adam (ki cane'i ilk gördüğümüz sahne buydu galiba) da "biz mi yoksa bu kitap mı önce vardı(k), bilemiyorum" falan diyordu filmin ilerilerinde. yani cane yazdıkça istediği gibi realiteler mi yaratabiliyor, yoksa realiteyi aslında değiştiremese de okurlarının realiteyi algılamasını mı distorte ediyor?.. işte, buna fantastik ve doğaüstü temalar barındıran bir film olarak bakılıp bakılmadığına göre değişir cevap.

filmdeki favori repliğim de şudur diyerek ve bunu biraz yorumlayarak bu yazımı noktalıyorum:

john trent: "i'm not a piece of fiction!"
sutter cane: "i think, therefore you are."

çevirisi:
trent: ben bir kurgu parçası değilim!
cane: düşünüyorum, o halde öylesin.

burada elbette "düşünüyorum o halde varım" sözüne gönderme var. yani bunun çarpıtılmış/çarpıklaştırılmış hali. "o halde varsın" diye çevirmedim zira söylenene yanıt olarak düşünüldüğünde "öylesin" diye çevirmek gerekiyor. kurgu ve gerçekliğin iç içe geçtiği bir yapım, in the mouth of madness. ama esasen kendisi de kurgusal bir film. yani kim kimi yaratmış, belli değil. ama bu filmi özene bezene yaratmışlar, orası kesin. gişede gümlese de benim için her zaman özel bir yapıt olmaya devam edecektir bu korku klasiği.

90'lar sinemasının favorim olduğunu söylemiş miydim?

cane ile bir ortak noktamız olduğu kesin: mavi, benim de favori rengimdir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"sutter cane" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim