yazar: şule gürbüz
yıl: 2011
yazar, varoluşsal sancı ve anlam arayışını zaman kavramı ekseninde yazdığı beş ayrı öyküyü kendine has üslubuyla okuyucuya aktarıyor.
yıl: 2011
yazar, varoluşsal sancı ve anlam arayışını zaman kavramı ekseninde yazdığı beş ayrı öyküyü kendine has üslubuyla okuyucuya aktarıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "ivanmilinski" tarafından 09.12.2020 22:48 tarihinde açılmıştır.
1.
şule gürbüzün kitabıdır. 5 öyküden oluşan kitap zaman geçişlerini zamanın nasıl hızlıca akıp gittiğini anlatan öyküler içerir. 195 sayfadan oluşan kitap son derece okuması kavraması zor bir kitap yazarın kitaplarını daha önce okumadıysanız eğer bununla başlamamak en mantıklısı olur. şule gürbüz kendine has diliyle okuyanlara sık sık hoş sorular soruyor yazarla iletişim halinde oluyorsunuz okurken ki bu çok güzel bir şeydir.
şule gürbüz saat ustası olduğu için bu kitabını ustası recep gürgene armağan etmiştir.
isminden de belli oluyor “zamanın farkında” ne kadar anlamlı bir o kadar da üstüne düşünülecek bir isim.
kitap bize zamanın farkında olmayı öğütleyen hikayeler veriyor. isteyen alıp cebine koyacaktır koyması da gerekir.
tabi ki bir şule gürbüz kitabında bekleneceği gibi kitapta çok güzel alıntılar bizi karşılıyor.
altını çizdiklerimi dilerseniz sizinle paylaşayım. tabi her sevdiğim alıntıyı paylaşamam çünkü çok ama çok fazla.
çok şaşarım şiir sevenlere , okuyup geçenlere , kitabı kapatıp yemek yiyenlere , o bakışla yaşayıp da ölmeyenlere. şiir sevilmez ki , öyle duyulur, öyle bakılır , hastalanılır , zehirlenilir ,ölünür. şiir sonunda öldürür.
müzikten duyduğum ıstırap acaba onu anlamamak ya da yanlış anlamaktan mı diye çok düşündüm. zira yaşamaktan duyduğum ıstırap da sanki yaşayamamaktan gibiydi.
allah`ım bu nesille beni yerle gök arası uzak tut, bunlar cennet ehli ise ben dikenli irinli soframdan razıyım.
büyük şairleri hiç tanımasaydım, fazla müzik dinlemeseydim, bir sürü arkadaşım olsaydı ve onlardan sıkılmasaydım, utanmayı zaten pek bilmeseydim, şöyle hani içim sızlamadan bir sabah hayatta olmayı sezerek harbiye'den tünele kadar yürüseydim.
kırk dört yaşındayım. yaşımdan utanıyorum, halbuki başımdan utanmam lazım. ama o başımda olsaydı herhalde yaşımda olurdum. bu yüzden, sırf yaşımdan utanıyorum. ağız dolusu kırk dört demek de doğrusu pek zor. sanki yarısı ağzıma sığmıyor gibi geliyor; kırkı söyleyip bari dördünü tenzih edeyim diyorum, ya öyle yapıyorum ya arkadan o kalan dört de sönük bir şekilde sürünerek de olsa gelp öbürünün kuyruğuna yapışıyor. sanki nedir dört, neyin hesabını tutuyor da gelip ilişiveriyor, kendine de bir şey ister ya da bende bir şey yok der gibi hesabı kabartıp, yokun yanına ilişiyor. genç olmak umurumda değil de , yaşımın adamı olmadığımı sezmek beni perişan ediyor.
şule gürbüz saat ustası olduğu için bu kitabını ustası recep gürgene armağan etmiştir.
isminden de belli oluyor “zamanın farkında” ne kadar anlamlı bir o kadar da üstüne düşünülecek bir isim.
kitap bize zamanın farkında olmayı öğütleyen hikayeler veriyor. isteyen alıp cebine koyacaktır koyması da gerekir.
tabi ki bir şule gürbüz kitabında bekleneceği gibi kitapta çok güzel alıntılar bizi karşılıyor.
altını çizdiklerimi dilerseniz sizinle paylaşayım. tabi her sevdiğim alıntıyı paylaşamam çünkü çok ama çok fazla.
çok şaşarım şiir sevenlere , okuyup geçenlere , kitabı kapatıp yemek yiyenlere , o bakışla yaşayıp da ölmeyenlere. şiir sevilmez ki , öyle duyulur, öyle bakılır , hastalanılır , zehirlenilir ,ölünür. şiir sonunda öldürür.
müzikten duyduğum ıstırap acaba onu anlamamak ya da yanlış anlamaktan mı diye çok düşündüm. zira yaşamaktan duyduğum ıstırap da sanki yaşayamamaktan gibiydi.
allah`ım bu nesille beni yerle gök arası uzak tut, bunlar cennet ehli ise ben dikenli irinli soframdan razıyım.
büyük şairleri hiç tanımasaydım, fazla müzik dinlemeseydim, bir sürü arkadaşım olsaydı ve onlardan sıkılmasaydım, utanmayı zaten pek bilmeseydim, şöyle hani içim sızlamadan bir sabah hayatta olmayı sezerek harbiye'den tünele kadar yürüseydim.
kırk dört yaşındayım. yaşımdan utanıyorum, halbuki başımdan utanmam lazım. ama o başımda olsaydı herhalde yaşımda olurdum. bu yüzden, sırf yaşımdan utanıyorum. ağız dolusu kırk dört demek de doğrusu pek zor. sanki yarısı ağzıma sığmıyor gibi geliyor; kırkı söyleyip bari dördünü tenzih edeyim diyorum, ya öyle yapıyorum ya arkadan o kalan dört de sönük bir şekilde sürünerek de olsa gelp öbürünün kuyruğuna yapışıyor. sanki nedir dört, neyin hesabını tutuyor da gelip ilişiveriyor, kendine de bir şey ister ya da bende bir şey yok der gibi hesabı kabartıp, yokun yanına ilişiyor. genç olmak umurumda değil de , yaşımın adamı olmadığımı sezmek beni perişan ediyor.
devamını gör...