orijinal adı: mũrogi wa kagogo
yazar: ngugi wa thiongo
yayım yılı: 2004
bir zamanlar diktatörlükle yönetilen ve manipülasyonun üst düzeyde olduğu hayali bir afrika ülkesi aburirya'da bağımsızlık savaşı gerçekleşmiş lakin halkın çektiği sıkıntılar bitmemiştir. çünkü bazı şeyler sonlanmamış, sadece şekil değiştirmiştir.
yazar: ngugi wa thiongo
yayım yılı: 2004
bir zamanlar diktatörlükle yönetilen ve manipülasyonun üst düzeyde olduğu hayali bir afrika ülkesi aburirya'da bağımsızlık savaşı gerçekleşmiş lakin halkın çektiği sıkıntılar bitmemiştir. çünkü bazı şeyler sonlanmamış, sadece şekil değiştirmiştir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "karanliktakimum" tarafından 29.12.2021 13:23 tarihinde açılmıştır.
1.
ngũgĩ wa thiong'o ngugi wa thiong oadlı kenyalı bir yazarın elinden çıkmış müthiş eser. uzun bir yazı yazacağım, çünkü kitap da oldukça kalın. ayrıntı yayınları’ndan ( ki gördüğüm kadarıyla çok farklı yazarların kitaplarını çevirerek harika iş yapıyorlar) toplam 798 sayfalık bir kitap. ama garanti ediyorum ki tek bir sayfasında dahi sıkılmayacaksınız. olay örgüsü muhteşem işlenmiş.
kitabı ilk okumaya başladığım zamanki heyecanı bitirince de yaşadım. nadide bir şey bulduğunuzda heyecan yaşarsınız ya, ben de gerçekten hayran olduğum bir kitap/yazar keşfettiğimde aynı heyecanı yaşıyorum. en son bu heyecanı ‘körlük’ kitabında yaşamıştım; körlük kitabını bilenler heyecanımın boyutunu takdir ederler diye düşünüyorum.
bir kere gereksiz betimlemeler yok; bu kadar kalın kitaplarda genelde konu lastik gibi uzatılır, gereksiz betimlemelere boğulur kitap. ama bu kitapta betimleme çok az, karakterleri ve olayların geçtiği mekanları kafanızda canlandırmak tamamen hayalgücünüze bağlı. merak etmeyin, okudukça kafanızda temsili bir kahraman resmi yaratıyorsunuz. ee peki betimleme yok, lastik gibi uzatmak yok, bu kitap neden bu kadar kalın derseniz, iç içe geçmiş bir çok olayı içinde barındırıyor. demem o ki dolu dolu bir kitap .
konusu kısaca şöyle: aburirya adlı bir afrika ülkesi’nde , bir diktatör ve tesadüflerin sonucu kendisini kargalar büyücüsü olarak bulan kamiti’nin yollarının çakışmasını anlatıyor.
bundan sonrası tamamen spoiler; isterseniz kitabı bitirdikten sonra bu bölümü okuyabilirsiniz.
yazarın öncelikte diktatörlüğü yaşadığını ve yerinde gördüğünü söylemeliyim.kitap içindeki , bazen abartıyla anlatılan olaylar bence yazarın gerçekten yaşadıklarını ve gördüklerini anlatıyor. yani diktatörlük rejimini gören bir yazardan , diktatör bir hükümdarı okuyorsunuz. bunu her ne kadar mizahi bir dille anlatsa da ( mizahı gerçekten harika, bazı yerleri kahkahayla okuyorsunuz) aslında roman gerçekleri anlatmaktadır.
nedense idi amin’den esinlendiğini düşünüyorum bazı bölümlerde. idi amin’in düşmanlarını yok edip yemedi ile ilgili hikayeleri bilirsiniz.burada da hükümdar, soğuk savaş döneminde batının yardımıyla tahta geçmiş, komünist düşmanlarını öldürmüş ve aslında batıya hizmetle o konuma gelmiştir. öldürdüğü düşmanlarının kemiklerinden büyük bir oda yapmış ve kimi zaman kendini o odaya kapatarak : ‘bakın beni alt edeceğinizi sandınız ama en son gülen benim’ diye onlara asıl güçlünün kim olduğunu gösteriyor kendi çapında.
ee diktatör olur da yanında şakşakçıları olmaz mı? machokali yurtdışına giderek gözlerini büyütmüş ve hükümdara ‘sizin için, size tehlike olacak herkesi görebilirim böylece’ diyerek bakanlık koltuğunu kapmıştır. sikiokuu ise kulaklarını büyütmüş ve ‘sizin kulağınız olacağım, düşmanlarınızın tüm konuşmalarını böylece duyabileceğim’ demiştir. o da böylece bakanlık koltuğunu kapmıştır. ülkede belli mevkiye gelenlerin ve zenginlerin ilk yaptığı şey ise ‘mercedes benz’ almak*. çok garip , hiç bir yerde görmemiştim
bunu*
kargalar büyücüsü olayı ise komik ve tesadüfler içeriyor. kargalar büyücüsü olan kamiti , fakir bir aileden geliyor. ailesi zor bela onu hindistan’a gönderip akademik eğitim almasını sağlıyor. ülkeye 2 diplomayla gelen kamiti, iş bulacağından emindir ama nafile. aç aç her gün iş ararken bir gün çöplükte açlıktan bayılır ve ruhu bir kuş olup bedenini terk eder. havada süzülür ve bedenine geri döner. ama o sırada çöpçüler onu ölü zannedio soymak istemişler ve kamiti tekrar canlanınca korkmuş ve ‘şeytanı gördük’ diye etrafı velveleye vermişlerdir. daha bunun benzeri bir çok tesadüf onu kargalar büyücüsü olmaya itmiştir. bu tesadüf zinciri de öyle kısa değil efendim, bir başlasam 200 sayfada ancak anlatabilirim.
kamiti iş ararken nyawira ile tanışır. nyawira’nın patronunun onu aşağılayarak ‘iş yok’ demesi, sonrasında ‘cennete yürüyüş’ başkanı seçilen tjarika(nyawira’nın patronu), oluşan rüşvet ağı ve oluşan ucu bucağı olmayan kuyruklar.
hükümdarın kitap sonlarına doğru iyice paranoyaklaşıp, etrafında güçlü olan herkesi öldürmeye başlaması ve keyfi kanunlarla insanların suçsuz yere nasıl ölüme mahkum edildiği , diktatörlüğün yani tek insan rejiminin keyfiliğini gözler önüne seriyor. çünkü ülke=hükümdar; ülke hükümdarın malı gibi görülüyor.
afrika ve afrikalıların alışkanlıkları, inançları hakkında da çok şey öğreniyoruz. yazar halk masallarını aralara yerleştiriyor. genel olarak anladığım , afrikalıların hurafelere fazlasıyla bağlılığı ve yazar bir anlamda bunu eleştiriyor. kafamdaki soru işareti şu ki: kargalar büyücüsü’nün gerçekten gücü var mı, yoksa insanlara verdiği tavsiyeler onları farklı şekilde adım atarak başarı sağlamasını mı sağlamıştır. çünkü olaylar , o kadar tesadüfi olarak ilerliyor ki , büyücünün başarısı mı yoksa tesadüfler silsilesi mi diye şüpheye düşüyorsunuz.
yazarın bir eleştirisi daha var: ülkede , özellikle belli bir gelir seviyesinde olan kişilerde peydah olan ‘beyazlık’ ve ‘eğer’ hastalığı. sanırım halkının, beyazlara imrenmesini ve siyahlıklarından utanmalarını ve beyazları kendilerinden üstün görmelerini bu şekilde eleştiriyor ve bunu ‘hastalık’ olarak belirtiyor. çok parası vardır, mevkisi vardır ama hala kendini üstün hissedemez, çünkü beyaz değildir; bu düşünce de hastalıktır.
hükümdara ve sisteme karşı oluşan halk hareketinin öncülerinin kadın olması ve cesaretleri kitapta sıkça yer buluyor. hatta kitapta bu başkaldırı için şunu der:
kadınların törelerin ağırlığını taşımak zorunda bırakılmalarına da karşı çıkıyoruz’.
erkek egemen bir toplumda , kadınların başkaldırmaları hükümetçe de tehdit olarak görülüyor. kadının, söz hakkı olmayacak, yediği dayağı hazmedip oturacak ve eşi başkalarıyla gönül eğlendirirken oturup ses çıkarmayacak. ‘kadının önemli görevlerde işi nedir, otursun evinde’ politikası ve töreleri hüküm süren bir ülkede , bu kadın direnişi sizi heyecanlandırıyor. hükümdarın tehdit olarak gördüğü iki kesim var: aydınlanma ihtimali olan öğrenciler ve kadınlar. çünkü onun varlığını tehdit edecek olan, aydınlanmış çocuklar ve organize olmuş kadınlar. bunu şimdi ülkemize uygulayın; kadın hakları karşıtı bazı politikaların ve kanunların nedenini daha iyi anlayacaksınız umarım. kitapta ne demiş:
içinde doğduğun kabileyi seçme şansın yok ama birlikte olmak istediğin kişileri seçmek senin elinde. biyoloji kaderdir;siyasetse seçim’
kitabın sonlarına doğru , ülkeye sözde demokrasinin gelmesi ülkede özelleştirmeyi getirmiş; abd’nin avrupa’nın zengin maden yataklarını işletme hakları ; petrol şirketlerine de sahil şeridinde araştırma yapmalarına izin verilmiştir. bunlar zaten afrika’nın gerçekleridir. o kadar zengin maden yatakları olan bir bölgede, insanların açlıktan ölmeleri ancak bu şekilde açıklanabilir.
kitapta alıntılayacağım o kadar çok yer var ki ama sadece ana fikri içeren aşağıdaki paragrafı bırakacağım. okuyun, okutun. elimde olsa bu kitaptan milyonlarca nüsha çıkartıp, dağ taş tepe gezerek herkese okuturdum. belki insanlar yaklaşan tehlikeleri görür ve ayağını denk alır.
şunu gördüm: avrupa,17.yy civarı , afrika’daki kimilerini kötülüğüyle dölledi. bu gebeliklerden köle plantastonunun köle şoförleri doğdular, onlar sömürge plantasyonunun sömürge şoförlerine dönüştüler, onlarsa yıllar sonra sömürge sonrası dönemin plantasyonunda neo-kolonyal pilotlara dönüştüler. şimdi ise küresel ölçekteki bir plantasyonun modern şoför ve pilotlarına mı dönüştüler yoksa? ama afrika kendi cinsini de dölledi ve bu da halkımıza ‘kahramanlarımızı öldürseniz de biz kadınlar umutla yeni kahramanlıklara gebeyiz’ türkülerini söyletti. bu yüzden, ata yadigarını satıp savanlara umutsuzca haykırmayın, mirasımızı korumak için mücadele verenlerin başarılarına gururla gülümseyin
kitabı ilk okumaya başladığım zamanki heyecanı bitirince de yaşadım. nadide bir şey bulduğunuzda heyecan yaşarsınız ya, ben de gerçekten hayran olduğum bir kitap/yazar keşfettiğimde aynı heyecanı yaşıyorum. en son bu heyecanı ‘körlük’ kitabında yaşamıştım; körlük kitabını bilenler heyecanımın boyutunu takdir ederler diye düşünüyorum.
bir kere gereksiz betimlemeler yok; bu kadar kalın kitaplarda genelde konu lastik gibi uzatılır, gereksiz betimlemelere boğulur kitap. ama bu kitapta betimleme çok az, karakterleri ve olayların geçtiği mekanları kafanızda canlandırmak tamamen hayalgücünüze bağlı. merak etmeyin, okudukça kafanızda temsili bir kahraman resmi yaratıyorsunuz. ee peki betimleme yok, lastik gibi uzatmak yok, bu kitap neden bu kadar kalın derseniz, iç içe geçmiş bir çok olayı içinde barındırıyor. demem o ki dolu dolu bir kitap .
konusu kısaca şöyle: aburirya adlı bir afrika ülkesi’nde , bir diktatör ve tesadüflerin sonucu kendisini kargalar büyücüsü olarak bulan kamiti’nin yollarının çakışmasını anlatıyor.
bundan sonrası tamamen spoiler; isterseniz kitabı bitirdikten sonra bu bölümü okuyabilirsiniz.
yazarın öncelikte diktatörlüğü yaşadığını ve yerinde gördüğünü söylemeliyim.kitap içindeki , bazen abartıyla anlatılan olaylar bence yazarın gerçekten yaşadıklarını ve gördüklerini anlatıyor. yani diktatörlük rejimini gören bir yazardan , diktatör bir hükümdarı okuyorsunuz. bunu her ne kadar mizahi bir dille anlatsa da ( mizahı gerçekten harika, bazı yerleri kahkahayla okuyorsunuz) aslında roman gerçekleri anlatmaktadır.
nedense idi amin’den esinlendiğini düşünüyorum bazı bölümlerde. idi amin’in düşmanlarını yok edip yemedi ile ilgili hikayeleri bilirsiniz.burada da hükümdar, soğuk savaş döneminde batının yardımıyla tahta geçmiş, komünist düşmanlarını öldürmüş ve aslında batıya hizmetle o konuma gelmiştir. öldürdüğü düşmanlarının kemiklerinden büyük bir oda yapmış ve kimi zaman kendini o odaya kapatarak : ‘bakın beni alt edeceğinizi sandınız ama en son gülen benim’ diye onlara asıl güçlünün kim olduğunu gösteriyor kendi çapında.
ee diktatör olur da yanında şakşakçıları olmaz mı? machokali yurtdışına giderek gözlerini büyütmüş ve hükümdara ‘sizin için, size tehlike olacak herkesi görebilirim böylece’ diyerek bakanlık koltuğunu kapmıştır. sikiokuu ise kulaklarını büyütmüş ve ‘sizin kulağınız olacağım, düşmanlarınızın tüm konuşmalarını böylece duyabileceğim’ demiştir. o da böylece bakanlık koltuğunu kapmıştır. ülkede belli mevkiye gelenlerin ve zenginlerin ilk yaptığı şey ise ‘mercedes benz’ almak*. çok garip , hiç bir yerde görmemiştim
bunu*
kargalar büyücüsü olayı ise komik ve tesadüfler içeriyor. kargalar büyücüsü olan kamiti , fakir bir aileden geliyor. ailesi zor bela onu hindistan’a gönderip akademik eğitim almasını sağlıyor. ülkeye 2 diplomayla gelen kamiti, iş bulacağından emindir ama nafile. aç aç her gün iş ararken bir gün çöplükte açlıktan bayılır ve ruhu bir kuş olup bedenini terk eder. havada süzülür ve bedenine geri döner. ama o sırada çöpçüler onu ölü zannedio soymak istemişler ve kamiti tekrar canlanınca korkmuş ve ‘şeytanı gördük’ diye etrafı velveleye vermişlerdir. daha bunun benzeri bir çok tesadüf onu kargalar büyücüsü olmaya itmiştir. bu tesadüf zinciri de öyle kısa değil efendim, bir başlasam 200 sayfada ancak anlatabilirim.
kamiti iş ararken nyawira ile tanışır. nyawira’nın patronunun onu aşağılayarak ‘iş yok’ demesi, sonrasında ‘cennete yürüyüş’ başkanı seçilen tjarika(nyawira’nın patronu), oluşan rüşvet ağı ve oluşan ucu bucağı olmayan kuyruklar.
hükümdarın kitap sonlarına doğru iyice paranoyaklaşıp, etrafında güçlü olan herkesi öldürmeye başlaması ve keyfi kanunlarla insanların suçsuz yere nasıl ölüme mahkum edildiği , diktatörlüğün yani tek insan rejiminin keyfiliğini gözler önüne seriyor. çünkü ülke=hükümdar; ülke hükümdarın malı gibi görülüyor.
afrika ve afrikalıların alışkanlıkları, inançları hakkında da çok şey öğreniyoruz. yazar halk masallarını aralara yerleştiriyor. genel olarak anladığım , afrikalıların hurafelere fazlasıyla bağlılığı ve yazar bir anlamda bunu eleştiriyor. kafamdaki soru işareti şu ki: kargalar büyücüsü’nün gerçekten gücü var mı, yoksa insanlara verdiği tavsiyeler onları farklı şekilde adım atarak başarı sağlamasını mı sağlamıştır. çünkü olaylar , o kadar tesadüfi olarak ilerliyor ki , büyücünün başarısı mı yoksa tesadüfler silsilesi mi diye şüpheye düşüyorsunuz.
yazarın bir eleştirisi daha var: ülkede , özellikle belli bir gelir seviyesinde olan kişilerde peydah olan ‘beyazlık’ ve ‘eğer’ hastalığı. sanırım halkının, beyazlara imrenmesini ve siyahlıklarından utanmalarını ve beyazları kendilerinden üstün görmelerini bu şekilde eleştiriyor ve bunu ‘hastalık’ olarak belirtiyor. çok parası vardır, mevkisi vardır ama hala kendini üstün hissedemez, çünkü beyaz değildir; bu düşünce de hastalıktır.
hükümdara ve sisteme karşı oluşan halk hareketinin öncülerinin kadın olması ve cesaretleri kitapta sıkça yer buluyor. hatta kitapta bu başkaldırı için şunu der:
kadınların törelerin ağırlığını taşımak zorunda bırakılmalarına da karşı çıkıyoruz’.
erkek egemen bir toplumda , kadınların başkaldırmaları hükümetçe de tehdit olarak görülüyor. kadının, söz hakkı olmayacak, yediği dayağı hazmedip oturacak ve eşi başkalarıyla gönül eğlendirirken oturup ses çıkarmayacak. ‘kadının önemli görevlerde işi nedir, otursun evinde’ politikası ve töreleri hüküm süren bir ülkede , bu kadın direnişi sizi heyecanlandırıyor. hükümdarın tehdit olarak gördüğü iki kesim var: aydınlanma ihtimali olan öğrenciler ve kadınlar. çünkü onun varlığını tehdit edecek olan, aydınlanmış çocuklar ve organize olmuş kadınlar. bunu şimdi ülkemize uygulayın; kadın hakları karşıtı bazı politikaların ve kanunların nedenini daha iyi anlayacaksınız umarım. kitapta ne demiş:
içinde doğduğun kabileyi seçme şansın yok ama birlikte olmak istediğin kişileri seçmek senin elinde. biyoloji kaderdir;siyasetse seçim’
kitabın sonlarına doğru , ülkeye sözde demokrasinin gelmesi ülkede özelleştirmeyi getirmiş; abd’nin avrupa’nın zengin maden yataklarını işletme hakları ; petrol şirketlerine de sahil şeridinde araştırma yapmalarına izin verilmiştir. bunlar zaten afrika’nın gerçekleridir. o kadar zengin maden yatakları olan bir bölgede, insanların açlıktan ölmeleri ancak bu şekilde açıklanabilir.
kitapta alıntılayacağım o kadar çok yer var ki ama sadece ana fikri içeren aşağıdaki paragrafı bırakacağım. okuyun, okutun. elimde olsa bu kitaptan milyonlarca nüsha çıkartıp, dağ taş tepe gezerek herkese okuturdum. belki insanlar yaklaşan tehlikeleri görür ve ayağını denk alır.
şunu gördüm: avrupa,17.yy civarı , afrika’daki kimilerini kötülüğüyle dölledi. bu gebeliklerden köle plantastonunun köle şoförleri doğdular, onlar sömürge plantasyonunun sömürge şoförlerine dönüştüler, onlarsa yıllar sonra sömürge sonrası dönemin plantasyonunda neo-kolonyal pilotlara dönüştüler. şimdi ise küresel ölçekteki bir plantasyonun modern şoför ve pilotlarına mı dönüştüler yoksa? ama afrika kendi cinsini de dölledi ve bu da halkımıza ‘kahramanlarımızı öldürseniz de biz kadınlar umutla yeni kahramanlıklara gebeyiz’ türkülerini söyletti. bu yüzden, ata yadigarını satıp savanlara umutsuzca haykırmayın, mirasımızı korumak için mücadele verenlerin başarılarına gururla gülümseyin
devamını gör...
2.
karanlıktakimum çok güzel bir tanıtım metni yazmış. ben o yüzden kıyıdan köşeden tabağı sıyırmaya çalışacağım * ngugi'nin en güzel yaptığı şey afrika gerçeğini farklı metotlarla gözler önüne sermesi. bunu yaparken pek çok türden ve ögeden besleniyor. bu kitapta da aynısını yapıyor. netice de hepimiz sömürgeciliği, baskıcı rejimleri, eşitsizliği, sağlık ve toprak sorunlarını vesaireyi ucundan köşesinden ya da tam anlamıyla biliyoruz. yani mevzuya afrika özelinde iyi kötü herkes yarım yamalak da olsa hakim * işte bu bilince rağmen ngugi size yine de sağlam bir afrika tokadı atmayı ama öyle ama böyle başarıyor. tam bir ortaya karışık türler ziyafeti. kitabın içerisinde fantastik kurgu ögeler bile var. siyasi taşlama tavan yapmış vaziyette. biraz zorlarsanız mitolojik göndermeleri bile görebiliyorsunuz. distopya-ütopya geçişkenliği de mevcut ama en önemli nokta kanımca siyasi taşlama ayağı. kendisini ülkeyle özdeşleştiren bir manyağın etrafındaki dalkavukların hallerini ahvallerini o kadar güzel anlatıyor ki kurgunun abartılı da olsa gerçekliğe selam çaktığını görüp acı acı gülüyorsunuz. kamiti ve büyücülük mevzusu ise bambaşka bir boyut...
artık denize düşen yılana mı sarılır dersiniz ya da başka bir şey mi dersiniz bilemem ama oradaki ironi de kitap boyunca resmen sizi gıdıklıyor. manyak diktatör ve umudun büyücüsü (!) cidden çok hoş göndermeler var. neyse daha fazla uzatmadan okuyunuz/okutunuz diyeyim. cidden güzel kitaptır.
artık denize düşen yılana mı sarılır dersiniz ya da başka bir şey mi dersiniz bilemem ama oradaki ironi de kitap boyunca resmen sizi gıdıklıyor. manyak diktatör ve umudun büyücüsü (!) cidden çok hoş göndermeler var. neyse daha fazla uzatmadan okuyunuz/okutunuz diyeyim. cidden güzel kitaptır.
devamını gör...