1621.
“kimse için yaşamayacağım ve kimsenin benim için yaşamasını istemeyeceğim.”
(bkz: atlas silkindi)
devamını gör...
1622.
"şanssız sulhi gide gele evin bir parçası olmuş, nesteren'e ilişkin duyguları da bu ziyaretler sırasında evcilleşmişti: ikisi iyi arkadaştı, evet arkadaş. sen üçüncü sıradaki, söyle bakalım neymiş? ar-ka-daş-mış... ev hali diye bir şey vardır ya, o hale geçmişlerdi. sulhi bir akşam yemeğinden sonra, eve kadar kendini tutamayacağını anlayınca, bağırsaklarını boşaltmak için salonun hemen bitişiğindeki alaturka tuvalete girmeye bile cesaret etmiş, gününü de görmüştü: önce bir sürü boşaltma patırtısı ve sonra ne kadar uğraşsa da bir türlü gitmiyor, koyu kahverengi bir yığın olarak duruyor delikte, rezilliği, sefilliği, bütün insan tarafı. basın metal kolunu telaş içinde her itişinde evin duvarlarına gömülü bütün su boruları takırdayıp zangırdıyor, bu hiçbir işe yaramıyor, sulhi korkuyla karışık bir heyecanla bir şeyler sayıklıyordu. sonunda nesteren dışarıdan seslendi: ‘sulhi kapının önüne kova koyuyorum.’ utana sıkıla kapıyı açıp kovayı aldı. tuvaletin küçük lavabosunda doldurdu ve müthiş bir öfkeyle suyu deliğe boca etti. bu yaşa kadar sürükleye sürükleye getirdiği kişiliği de neredeyse suyun girdabına kapılıp gidecekti. aşk hikayesi mi kanalizasyon hikayesi mi? şehrin altında bir yerde ikisi birbirine karışıyor. "

(bkz: veciz sözler)
devamını gör...
1623.
ölürken hayıflanacağım şey şu olacak:
geride hiçbir şey bırakmadım.
hayıflanmamın nedeni bir şey bırakmamış olmak değil bırakabilecekken, bir şeyler bırakmamış olmak...


ferit edgü/ leş/
devamını gör...
1624.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

veronika ölmek istiyor
devamını gör...
1625.
"birbirlerine benzedikçe benden farklılaşıyorlar."

ahlak karşıtı - gide
devamını gör...
1626.
ölene kadar sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden.
antoine de saint exupery – küçük prens
devamını gör...
1627.
“ne yapman gerekiyorsa tüm gücünle yap. çünkü her nereye gidiyorsan, mezarında beraberinde götürebileceğin hiçbir iş, alet, bilgi, bilgelik yoktur.“
john fasman, gizemli cinayet.
devamını gör...
1628.

“insanoğlu böyle geçicidir. kendi varlığına en çok inandığı, sevdiklerinin anılarında ve kalplerinde derin izler bıraktığını sandığı yerlerde bile hızla silinip gider.”


(bkz: genç werther in acıları)
devamını gör...
1629.

mutlu prens'in gözleri yaşlarla doluydu ve altın yanaklarından yaşlar süzülüyordu. yüzü ay ışığında o kadar güzeldi ki kırlangıç'ın içi acımayla doldu.

"kimsin sen?" dedi.

"ben mutlu prens'im."

"o zaman neden ağlıyorsun?" diye sordu kırlangıç.

"sırılsıklam ettin beni."
devamını gör...
1630.

çocukluktan beri yapmak istediğimiz bir sürü şeyi yapmaktan, sadece etrafımızdakiler “bu işi yapamaz” dediği için, kim bilir kaç kere vazgeçmişizdir...

pastoral senfoni/ andre gide
devamını gör...
1631.
"
nazlı çocukluğundan başlayarak bir sürü şeyi başkalarına açıklamak zorunda kalmıştı. açıklayamadığı şeylerden utanmış, yalanlar söylemişti. şimdi de, iyi bir geliri olduğu halde kutu gibi küçük bir evde yaşaması, otomobilinin olmaması, çocuk istememesi ve büyük bir inşaat şirketinde yükselmesi beklenirken birdenbire istifa edip evde oturmaya başlayan bir adam ile evli olması açıklama gerektiriyordu. ama artık sadece susuyordu. insanın kendi dünyasını ve dilini susarak koruması ne tatlı bir paradoks! öte yandan nazlı hekimlikten, hastane ortamından, susmak zorunda olmaktan ve cemil'in sorumluluğundan usandığında, bu kederli palyaçonun hayatını mahvettiğini düşünüyor, ona kızıyor, ondan uzaklaşıyordu. evi kendisinden daha fazla sahiplenmesine de sinirleniyordu. ama sonra bir gülüş, bir koku, yataktan kalkarken sıyrılan külottan görünen cemil'in kıçı... ne kadar itse de olmuyor, yeniden yakınlaşıyorlardı. "uzak dostum!" diye sesleniyordu cemil'e, anlamı tam karşısına alarak. çünkü aşk başta anlam olmak üzere pek çok şeyi karşısına alır, huzuru örneğin, kararlılığı ve dengeyi. kendi kendine söz verirsin. boşunadır. nazlı da cemil'den uzaklaşma çabasının boşuna olduğunu biliyordu. onu salondaki koltukta sessizce oturmuş kitaplığa bakarken gördüğünde, kitaplardan korkan bu çocuğu içine sokmak istiyordu. başta annesinin ve babasının ölümlerinden olmak üzere bütün ölümlerden ve bütün kötü kötü şeylerden kendini sorumlu tutan bu hasta çocuğu iyileştirmek, korumak istiyordu. güzel bir şarkı çalarken, cemil koltuğundan kalkıp dans etmeye başladığında, yoksul gibi, her an tökezleyecekmiş gibi, bir sokak lambası gibi dans etmeye başladığında, nazlı da karanlıktan çıkıp bu sokak lambasının ışığında kaybettiği şeyleri arıyordu.

"

(bkz: sinek ısırıklarının müellifi)
devamını gör...
1632.

" çok düşündüm zeze. ister yakın ister uzak, nerede olursam olayım seni hep özleyeceğim. "
devamını gör...
1633.

siz ahmaklar okuyun diye mi yazıyorum zannediyorsunuz? eğer ben bu kelimelere kalemlerin vücut vermesini engellersem benim bedenimi ele geçireceklerinden korktuğum için yazıyorum.
devamını gör...
1634.
insanın tutkularının esiri olması, aşkı için her şeyi yıkmayı göze alması zayıflık mı, yoksa gücün ta kendisi mi bilemiyorum. çoğumuz bunları göze alamadığımız için, yaşamak istediklerimizi değil, hayatın bize sunduklarını yaşamakla yetiniyoruz. yeniden dünyaya gelsek, yapmak istediklerimiz, şu anda yaşadıklarımızdan çok farklı olmaz mıydı? hangisi daha doğru, hangisi daha güzel olurdu acaba?
-gülseren budayıcıoğlu-
devamını gör...
1635.
- ne güzel gülümsüyor. başkalarından üstün olan ama bunun farkında olmayan insanların böyle gülümsediklerini görmüştüm.
- öyle insanlar var mı?
- az, ama var.
turgenyev, duman.
devamını gör...
1636.
...

aslında daha acıklı bir ses bulmalıyım, daha loş bir ışık, hasan'la pervin'in hikayesi için. ama "anlatmak, anlatılan her ne olursa olsun, neşeli, aydınlık bir eylemdir," dememiş miydi sulhi? bir başkası, urfa'dan arayan bir hediyelik eşya satıcısı, "anlatmak ateşe bakmak gibidir, gamı kederi alır." buyurmamış mıydı? ama ben yine de soruyorum: alaycı mı olmam gerekiyor? ille de alaycı mı olmalıyım? ağlaya ağlaya yazamaz mıyım? çünkü şimdi ağlamanın tam sırası.

hasan, pervin için tam bir çeşit gönül eğlendirmeydi. tamam pervin ondan etkilenmiş, beğenilmekten de hoşlanmıştı. ama uzun süren, güvenli ilişkisinin(evet böyle bir ilişkisi vardı ve hasan bunu başından beri biliyordu) düzlüğünde karşısına çıkan bu küçük çukurdan(içbükeydi hasan) hafif bir ayak burkulmasının heyecanını duymuştu, hepsi bu. üzülerek, ağlayarak söylüyorum, hepsi bu. bir kere hasan'ı hiç mi hiç anlamıyordu. hasan'ı anlamak için, hadi size bir genelleme daha, bir insanı anlamak için onu sevmek gerekir. peki ama sevmek için ne gerekir? işte tam bu noktada nedensizliğin arsız kuşları üzerinize pisler. ciddiyim, bir de bakmışsınız, seviyorsunuz. biri çıkar karşınıza, balkon yıkamanın çok güzel bir şey olduğunu söyler, seversiniz. bir başkası çıkar, çocukluğundan beri bir gülümsemenin dudaklardan, yüzden nasıl silindiğini takip ettiğini söyler, seversiniz. bütün çocukların okuldan koşarak çıktığını fark edip etmediğini sorduğunuzda, "evet, üstelik kışın, paltolarını giymeden yalnızca kapşonlarını başlarına geçirip öyle koşarlar." yanıtını veren bir kadını, güzel domates kesen orta yaşlı bir adamı, oktay rifat'ın “bir uykuda” şiirini çok seven birini, ispirto ocağını cezvesini ve fincanını yanından ayırmayan bir kahve tiryakisini, kızının saçlarını tarayan bir babayı, "bal kavanozu" diyemeyip "bal kavanözü" diyen bir anneyi, herkesi, herkesi sevebilirsiniz. insan sevilecek bir canlıdır. gezegenimizdeki en güzel şeydir. yattığım yerden biliyorum bunu. ama pervin bilmiyordu.

...

(bkz: veciz sözler)
devamını gör...
1637.
...
güneş öğleden sonra ortalığı kavurduğunda, kışın alev rengi meyvelerini yemek için ateşdikenlerinin dallarına konan ve dallarla birlikte havada sarhoş gibi sallanan güvercinler, saçakların gölgesine çekilip uyuklayacak. orta yaşlı kadınlar balkonlarda ellerinde yelpazeler, saçlarından söz edecekler: “bana yapışık fön yakışmıyor. yüzüm geniş ya benim, kuaföre kabarık fön yapmasını söylüyorum.” yazlıklarına gidemeyen apartman yöneticilerinin canları sıkılacak, yine bir duyuru yazıp apartman girişine asacaklar: “siz saygıdeğer apartman sakinlerimiz olarak sizlere daha rahat ve huzurlu bir ortam yaratmak istiyoruz.”

ikindi ezanı okunurken elektrik kesilecek. birden sessizlik. balkon kapıları gıcırdayacak, rüzgarla havalanan, uçuşan tüllerin halkalarının kornişlerde çıkardığı tıkırtılar duyulacak o sessizlikte.

elektrik gelince buzdolaplarının motorları yeniden uğuldamaya başlayacak.

akşam olacak, gece yine eşikte durup yalandan birkaç kez öksürecek. anneler, güzel bir şeyi, olmasını istedikleri bir şeyi sabırsızlıkla bekleyen çocuklarını, “yatacağız, kalkacağız, yatacağız, kalkacağız...” diye avuturken çıplak gerçeği söylemiş olacaklar.

ve ben bir adım atarak korkuluğa yaklaşacağım, saçlarımı balkondan aşağı sarkıtacağım, kendimi boşluğa bırakacağım. yolda karşıma iyi niyetli bir çocuk çıkacak ve soracak olursa, aşağıdaki insanları gösterip, bir süre yere paralel gittikten sonra onlara anlayamayacakları şeyler anlattım, diyeceğim. öyle olsun.
...

(bkz: bir süre yere paralel gittikten sonra)
devamını gör...
1638.
insan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. bugün nasıl yaşadım sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün yine aynı hayat.
ivan gonçarov, oblomov.
devamını gör...
1639.
"dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştir."
satranç - stefan zweig
devamını gör...
1640.
...

önemli olan tek şey yalnızlığın: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok, yaptığın her şey boşuna, aradığın her şey sahte. var olan tek şey yalnızlık, her seferinde er ya da geç karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında, her seferinde yalnız kalıyorsun, yardımdan yoksun, şaşkın ya da afallamış, umutsuz, sabırsız.
...

mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik, zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklıklarını, dizilmiş oyun kağıtlarını ele geçirip sahanlıktaki musluktan damlayan suyun içine girdi.

...

keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.
...

(bkz: uyuyan adam)
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"kitap alıntıları" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim