kitap alıntıları
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
başlık "mesteral" tarafından 08.11.2020 11:05 tarihinde açılmıştır.
1701.
-yersiz yasaklar çocukların tutkularını büyüklerinkinden daha fazla keskinleştirir ; çocuklar sadece yasaklanan şeyi akıllarına takarlar.
vadideki zambak
vadideki zambak
devamını gör...
1702.
buyrun a$k ile;
kindi'nin felsefi risaleler kitabından günümüzü 4/4`lük tanımlayan paragrafın resmi.

not: felsefe iyidir, okuyunuz, okutturunuz.
fakat işe klasik grek felsefesi ile başlayınız.
kindi'nin felsefi risaleler kitabından günümüzü 4/4`lük tanımlayan paragrafın resmi.

not: felsefe iyidir, okuyunuz, okutturunuz.
fakat işe klasik grek felsefesi ile başlayınız.
devamını gör...
1703.
yalnızlığın bir şey öğretmediğinden , kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin . bu bir aldatmacaydı , göz alıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı . yalnızdın , hepsi bu , ve kendini korumak istiyordun ; dünyayla senin arandaki köprüler sonsuza dek atılsın istiyordun . ama sen bir hiçsin , dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki : büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan , birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler , parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç .
kayıtsızlık işe yaramaz. isteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! . her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. ne var ki reddedişin işe yaramaz. yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. cansızlığın öfken kadar abes. kayıtsız bir halde caddelerden geçtiğini, yürüdüğünü, şehirde ikide bir yön değiştirdiğini, kalabalıkların yolunu izlediğini, gölgelerin ve çatlakların oyununu kavradığını, çözdüğünü sanıyorsun. ne var ki hiçbir şey olmadı: hiçbir mucize, hiçbir patlama .
uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın : düzen ya da eylemsizlik , başıboş sürüklenme ya da uyku , geceleyin devriye gezmeler , yansız anlar , gölgelerin ve ışıkların kaçışı . daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi , kendini sersemleştirmeyi , kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki . ama oyun bitti , büyük şenlik , ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti . dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin . kayıtsızlık seni farklı kılmadı .
ölmedin . delirmedin .
felaketler yoktur , başka yerdedirler . ufacık bir belâ seni kurtarmaya yeterdi belki de : her şeyini kaybederdin , savunacak bir şeyin olurdu , ikna etmek için , duygulandırmak için söyleyecek sözcüklerin olurdu. ama sen hasta bile değilsin . ne gündüzlerin ne de gecelerin tehlikede , gözlerin görüyor , ellerin titremiyor , nabzın düzenli , kalbin çarpıyor . eğer çirkin olsaydın , belki çirkinliğin gözalıcı olurdu , oysa çirkin bile değilsin , ne kambursun , ne kekeme , ne çolak , ne de kötürüm , topal bile değilsin .
hiçbir uğursuzluk dolaşmıyor başında. bir ucubesin belki, ama bir cehennem ucubesi değil. kıvranmaya, ulumaya ihtiyacın yok. hiçbir sınama beklemiyor seni, hiçbir kupa hemen elinden alınmak üzere sana sunulmayacak, hiçbir karga göz yuvarlarına göz dikmedi, hiçbir akbaba sabah, öğle ve akşam gelip senin karaciğerini didiklemek gibi sıkıcı ve tatsız bir işi başına almayı düşünmedi. yargıçlarının önünde af dileyerek, merhamet dilenerek sürünmek zorunda değilsin. kimse seni mahkûm etmiyor, suç da işlemedin. kimse sana bakışlarını derhal iğrenerek çevirmek üzere bakmıyor.
her şeyi gözetip kollayan zaman, sana rağmen çözümü açıkladı.
cevabı bilen zaman akmaya devam etti.
yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, her şey yeniden başlıyor, her şey başlıyor, her şey devam ediyor.
sen artık dünyanın adsız efendisi, tarihin üzerinde hiçbir etki yapmadığı kişi, yağmurun yağışını hissetmeyen, gecenin gelişini görmeyen kişi değilsin. sen artık ulaşılmaz, duru, saydam değilsin. korkuyorsun. bekliyorsun.
düş gören bir adam gibi konuşmaktan vazgeç.
kayıtsızlık işe yaramaz. isteyebilir ya da istemeyebilirsin, ne fark eder! . her gün aynı yemeği yemekle kararlı bir hareket yaptığını sanabilirsin. ne var ki reddedişin işe yaramaz. yansızlığın hiçbir anlam taşımaz. cansızlığın öfken kadar abes. kayıtsız bir halde caddelerden geçtiğini, yürüdüğünü, şehirde ikide bir yön değiştirdiğini, kalabalıkların yolunu izlediğini, gölgelerin ve çatlakların oyununu kavradığını, çözdüğünü sanıyorsun. ne var ki hiçbir şey olmadı: hiçbir mucize, hiçbir patlama .
uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın : düzen ya da eylemsizlik , başıboş sürüklenme ya da uyku , geceleyin devriye gezmeler , yansız anlar , gölgelerin ve ışıkların kaçışı . daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi , kendini sersemleştirmeyi , kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki . ama oyun bitti , büyük şenlik , ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti . dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin . kayıtsızlık seni farklı kılmadı .
ölmedin . delirmedin .
felaketler yoktur , başka yerdedirler . ufacık bir belâ seni kurtarmaya yeterdi belki de : her şeyini kaybederdin , savunacak bir şeyin olurdu , ikna etmek için , duygulandırmak için söyleyecek sözcüklerin olurdu. ama sen hasta bile değilsin . ne gündüzlerin ne de gecelerin tehlikede , gözlerin görüyor , ellerin titremiyor , nabzın düzenli , kalbin çarpıyor . eğer çirkin olsaydın , belki çirkinliğin gözalıcı olurdu , oysa çirkin bile değilsin , ne kambursun , ne kekeme , ne çolak , ne de kötürüm , topal bile değilsin .
hiçbir uğursuzluk dolaşmıyor başında. bir ucubesin belki, ama bir cehennem ucubesi değil. kıvranmaya, ulumaya ihtiyacın yok. hiçbir sınama beklemiyor seni, hiçbir kupa hemen elinden alınmak üzere sana sunulmayacak, hiçbir karga göz yuvarlarına göz dikmedi, hiçbir akbaba sabah, öğle ve akşam gelip senin karaciğerini didiklemek gibi sıkıcı ve tatsız bir işi başına almayı düşünmedi. yargıçlarının önünde af dileyerek, merhamet dilenerek sürünmek zorunda değilsin. kimse seni mahkûm etmiyor, suç da işlemedin. kimse sana bakışlarını derhal iğrenerek çevirmek üzere bakmıyor.
her şeyi gözetip kollayan zaman, sana rağmen çözümü açıkladı.
cevabı bilen zaman akmaya devam etti.
yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, her şey yeniden başlıyor, her şey başlıyor, her şey devam ediyor.
sen artık dünyanın adsız efendisi, tarihin üzerinde hiçbir etki yapmadığı kişi, yağmurun yağışını hissetmeyen, gecenin gelişini görmeyen kişi değilsin. sen artık ulaşılmaz, duru, saydam değilsin. korkuyorsun. bekliyorsun.
düş gören bir adam gibi konuşmaktan vazgeç.
devamını gör...
1704.
1705.
"yardım et bana , söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla"
milena'ya mektuplar | franz kafka
milena'ya mektuplar | franz kafka
devamını gör...
1706.
hayatı hayallerde yaşamak, hem de yalandan yaşamak, gene de yaşamaktır hayatı. hayattan feragat etmek, gene de bir eylemdir. hayal kurmak, gerçekdışı hayatı gerçek hayatın yerine koyarak, yaşamaya duyulan ihtiyacı itiraf etmektir, insan böylece hayatı yaşama arzusunu içinden atamayışını da dengelemiş olur. bütün bunlar mutluluğu aramak değilse nedir? dünya yüzünde kim, başka neyin peşinden koşar ki? durmaksızın hayal kurmak, sürekli tahliller yapmak, temel olarak hayatın verebileceğinden farklı bir şey sundu mu bana? insanlardan koptum, ama kendimi bulamadım…
devamını gör...
1707.
“fazla güven saygıyı azaltır, sıradanlık küçümsenmeye mâl olur, başkaları için fazla çaba harcamak bizi sömürülmeye çok elverişli kılar”
devamını gör...
1708.
şu anda dünya aptallara, huzursuzlara, yüreksizlere ait. yaşama ve başarma hakkına sahip olmak için, bir akıl hastanesine kapatılmak için gereken şartları yerine getirmek zorundasınız: düşünememe, ahlaka aykırı davranma ve aşırı çoşku.
devamını gör...
1709.
'yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin.'**
devamını gör...
1710.
1711.
"evinden çıkman gerekmez. masandan kalkma ve dinle. hatta dinleme, yalnızca bekle. hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde. "
franz kafka
franz kafka
devamını gör...
1712.
notlarım arasında şöyle bir şey gördüm.
"nesnenin özünde mi bir şey var? yoksa duygudaşlık, avuntu hatıralarını aktarabilmek için bir aracı, elle tutulur bir çare mi?"
baş karakter harker, tıraş olduktan sonra yüzünü kestiği için boynundan akan kanları gören dracula'nın ısırığından, boynundaki haç sayesinde kurtulur. sonrasında yukarıdaki cümleyi kurar. bir batıl inanç ya da putperestlik olarak gördüğü, yolculuğa, dracula'nın evine gitmeden önce boynuna yaşlı bir teyzenin taktığı ve dudak büktüğü o haça muhtaç olmasını sorgular.
ben(biz) de hayatımızda ummadığımız insanlardan ummadığımız iyilikler gördük. belki de harker'a haçı veren yaşlı teyzenin elindeki haç gibi, bize de o insanlar haç görevi gördü. yüz ekşittiğimiz insanların en güvendiklerimizden daha güvenilir olduklarını anladığımızda harker'ın yaşadığını yaşadık.
harker "bir ara vaktim olursa bunu daha ayrıntılı şekilde irdeleyeceğim" der. bizim ise bunu irdeleyecek yeterince vaktimiz var. boynunuza takılan haçları hor görmemeniz dileğiyle. iyi geceler.
"nesnenin özünde mi bir şey var? yoksa duygudaşlık, avuntu hatıralarını aktarabilmek için bir aracı, elle tutulur bir çare mi?"
baş karakter harker, tıraş olduktan sonra yüzünü kestiği için boynundan akan kanları gören dracula'nın ısırığından, boynundaki haç sayesinde kurtulur. sonrasında yukarıdaki cümleyi kurar. bir batıl inanç ya da putperestlik olarak gördüğü, yolculuğa, dracula'nın evine gitmeden önce boynuna yaşlı bir teyzenin taktığı ve dudak büktüğü o haça muhtaç olmasını sorgular.
ben(biz) de hayatımızda ummadığımız insanlardan ummadığımız iyilikler gördük. belki de harker'a haçı veren yaşlı teyzenin elindeki haç gibi, bize de o insanlar haç görevi gördü. yüz ekşittiğimiz insanların en güvendiklerimizden daha güvenilir olduklarını anladığımızda harker'ın yaşadığını yaşadık.
harker "bir ara vaktim olursa bunu daha ayrıntılı şekilde irdeleyeceğim" der. bizim ise bunu irdeleyecek yeterince vaktimiz var. boynunuza takılan haçları hor görmemeniz dileğiyle. iyi geceler.
devamını gör...
1713.
1714.
düşlerdeki insanlar, gerçek kişilere göre daha kişilikli, daha hakikidir. düş evrenim baştan beri benim biricik gerçek dünyam oldu. tepeden tırnağa uyduruk kişilerle yaşadığım aşklar kadar gerçek, onlar kader ateş, kan ve hayat dolu başka aşk yaşamadım. ne delilik! üstelik özlemi bile kaldı içimde, ne de olsa tıpkı ötekiler gibi bu aşklar da gelip geçici…
devamını gör...
1715.
''eski konya lisesi'nin üst katında küçük bir odada yatardım. binanın yanıbaşındaki hapishâneden bazen de öbür yanındaki kötü evlerden günün her saatinde bahçedeki çocuk seslerine ve kendi çalışmalarıma mahpusların söyledikleri türkülerin hüznü karışırdı. fakat ben onları asıl takye dağları'nı akşamın kızarttığı saatlerde dinlemeyi severdim. bir de sabaha doğru şehre sebze ve meyva getiren arabaların sökünü beni uyandırdıkları zaman kurşun rengi soğuk sonbahar sabahlarında henüz ayrıldığım rüyaların arasına onlar, çok beğenilmiş, çok sevilmiş, böyle olduğu için çok eziyet ve cefâ görmüş kadın yüzleri ve vücutları gibi ezik, biçare ve imkansız denecek çekici girerlerdi.
bu iç anadolu türküleriyle ben ilk defa yine konya'da seferberlik içinde karşılaşmıştım. 1916 yaz sonu idi. hükûmet meydanının arkasında o küçük, kerpiç duvarları beyaz kireçle badanalanmış , genişçe eyvanı bütün sonbahar güneşini alan evlerden birinde oturuyorduk. şehirde genç ve orta yaşta pek az erkek kalmıştı. bir akşam bilmem niçin gittiğim - bilhassa niçin geciktiğim - istasyonda, kim bilir hangi cepheden öbürüne asker nakleden katarlardan birine rastladım. yük vagonlarında isli lâmbaların altında bir yığın soluk ve yorgun benizli çocuklar birbirine yaslanmışlar, bu ezik, eritilmiş kurşun gibi yakıcı ve yaktığı yerde öyle külçelenen türkülerden birini söylüyorlardı. hiçbir şikâyet bu kadar korkunç olamazdı. vâkıa kerkük'ten konya'ya kadar gelişimizde o harbe ait, on dört, on beş yaşlarındaki bir çocuğun cephe gerisinden görebileceği bir yığın fâciayı görmüştüm. fakat gördüklerimin hiçbiri ölüme ve her türlü acıya ve bakımsızlığa bile bile giden ve yaşanmamış, hiç yaşanmayacak bir yığın arzu ve sevgiyi kanlı bir köpük gibi bu istasyonun gecesine fırlatan bu biçarelere rastlayana kadar etrafımda olup biten şeylerin mânâsını anlayamamıştım. ancak onları dinledikten sonra komşu evlerin sessizliğini , adım başında karşılaştığım çocukların ve kadınların, yalnızlıkları içinde daha güzel kadınların yüzlerindeki çizgilerin mânâsını anladım. evet ancak onlara rastladıktan sonra her akşam gezinti yerim olan alâaddin tepesi'nden inerken alacakaranlıkta acı acı uluyan köpeklerin bütün şehri bir anda niçin susturduğunu hissettim.
konya hapishanesinin kadınlar kısmında yüzünü görmediğim, fakat sesini çok iyi tanıdığım bir kadın vardı. akşam saatlerinde onun türkü söylemesini âdeta beklerdim. ve bilhassa isterdim ki ''gesi bağlarında bir top gülüm var.'' türküsünü söylesin. bu acayib türkü hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehire benzer.
bazen de ''odasına varılmıyor köpekten'' mısrâıyla başlayan çok hayâsız oyun havasını söylerdi. bu sonuncusunun havası ve ritmi kadar ten hazlarını zâlimce tefsir eden başka eserimizi tanımadım. sanki bütün ömrünü en temiz ve saf dualarla hep başı secdede geçirdikten sonra nasılsa bir kere günah işleyen ve artık bir daha onu unutup hidâyet yolunu bulamayan ve en keskin pişmanlıklar içinde hep onu düşünen ve hatırlayan bir lânetli veli tarafından uydurulmuştur. o kadar ten kokar ve yakıcı günahın arasından o kadar büsbütün başka şeylere, artık hiç erişemeyeceği şeylere kanat açar.
konya'da dinlediğim türkülerin hepsi şüphesiz oranın değildi. meram'daki bağ evlerinde veya şehir içinde topluluklarda seyrettiğim oyunların hepsinin de konya'nın olmadığı gibi. kaldı ki garbî anadolu halk musıkîsinin asıl merkezi olmasına rağmen konya ağzını ayırmak bugünkü vaziyette epeyce güçtür. benim gibi bir amatör içinse imkânsızdır. fakat ben onları alâaddin tepesi'nde, meram yollarında ve konya akşamlarında duydum. ince minareli'nin kapısı önünde kur'an'ın iki sûresini o kadar sanatlı bir gerdanlık yapan taş işçiliğine şaşırırken, yanı başımdan geçen çıplak ayaklı çocuklar, onları ıslıkla çaldılar. onun içindir ki şimdi bu türküleri radyoda dinlerken veya vakit vakit hâfızanın sırrına erilmez dönüşüyle hiç farkında olmadan kendi kendime mırıldanırken içimde konya birdenbire canlanır, kendimi o yollarda, o alçak tavanlı bağ evlerinde, o câmi veya medreselerin kapısı önünde veya içinde bulurum, gece ise başımın üstündeki yıldızlı gökyüzü birdenbire değişir. ı. alâaddin'in altın kakmalı, sırma işlemeli, siyah saltanat çadırı olur ve ben selçuk destânının ve selçuk dramının sahnesi olan mesnevî ve dîvân-ı kebîr'in doğmasını, ince, kibar, musıkî ve raksa düşkün hayatının kolaylaştırdığı şehirde geçen günlerime, bu şehrin insanlarının saatleriyle, bu saatleri dolduran sevinç ve acılarla beraber kavuşurum.'' (beş şehir - ahmet hamdi tanpınar)
bu iç anadolu türküleriyle ben ilk defa yine konya'da seferberlik içinde karşılaşmıştım. 1916 yaz sonu idi. hükûmet meydanının arkasında o küçük, kerpiç duvarları beyaz kireçle badanalanmış , genişçe eyvanı bütün sonbahar güneşini alan evlerden birinde oturuyorduk. şehirde genç ve orta yaşta pek az erkek kalmıştı. bir akşam bilmem niçin gittiğim - bilhassa niçin geciktiğim - istasyonda, kim bilir hangi cepheden öbürüne asker nakleden katarlardan birine rastladım. yük vagonlarında isli lâmbaların altında bir yığın soluk ve yorgun benizli çocuklar birbirine yaslanmışlar, bu ezik, eritilmiş kurşun gibi yakıcı ve yaktığı yerde öyle külçelenen türkülerden birini söylüyorlardı. hiçbir şikâyet bu kadar korkunç olamazdı. vâkıa kerkük'ten konya'ya kadar gelişimizde o harbe ait, on dört, on beş yaşlarındaki bir çocuğun cephe gerisinden görebileceği bir yığın fâciayı görmüştüm. fakat gördüklerimin hiçbiri ölüme ve her türlü acıya ve bakımsızlığa bile bile giden ve yaşanmamış, hiç yaşanmayacak bir yığın arzu ve sevgiyi kanlı bir köpük gibi bu istasyonun gecesine fırlatan bu biçarelere rastlayana kadar etrafımda olup biten şeylerin mânâsını anlayamamıştım. ancak onları dinledikten sonra komşu evlerin sessizliğini , adım başında karşılaştığım çocukların ve kadınların, yalnızlıkları içinde daha güzel kadınların yüzlerindeki çizgilerin mânâsını anladım. evet ancak onlara rastladıktan sonra her akşam gezinti yerim olan alâaddin tepesi'nden inerken alacakaranlıkta acı acı uluyan köpeklerin bütün şehri bir anda niçin susturduğunu hissettim.
konya hapishanesinin kadınlar kısmında yüzünü görmediğim, fakat sesini çok iyi tanıdığım bir kadın vardı. akşam saatlerinde onun türkü söylemesini âdeta beklerdim. ve bilhassa isterdim ki ''gesi bağlarında bir top gülüm var.'' türküsünü söylesin. bu acayib türkü hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehire benzer.
bazen de ''odasına varılmıyor köpekten'' mısrâıyla başlayan çok hayâsız oyun havasını söylerdi. bu sonuncusunun havası ve ritmi kadar ten hazlarını zâlimce tefsir eden başka eserimizi tanımadım. sanki bütün ömrünü en temiz ve saf dualarla hep başı secdede geçirdikten sonra nasılsa bir kere günah işleyen ve artık bir daha onu unutup hidâyet yolunu bulamayan ve en keskin pişmanlıklar içinde hep onu düşünen ve hatırlayan bir lânetli veli tarafından uydurulmuştur. o kadar ten kokar ve yakıcı günahın arasından o kadar büsbütün başka şeylere, artık hiç erişemeyeceği şeylere kanat açar.
konya'da dinlediğim türkülerin hepsi şüphesiz oranın değildi. meram'daki bağ evlerinde veya şehir içinde topluluklarda seyrettiğim oyunların hepsinin de konya'nın olmadığı gibi. kaldı ki garbî anadolu halk musıkîsinin asıl merkezi olmasına rağmen konya ağzını ayırmak bugünkü vaziyette epeyce güçtür. benim gibi bir amatör içinse imkânsızdır. fakat ben onları alâaddin tepesi'nde, meram yollarında ve konya akşamlarında duydum. ince minareli'nin kapısı önünde kur'an'ın iki sûresini o kadar sanatlı bir gerdanlık yapan taş işçiliğine şaşırırken, yanı başımdan geçen çıplak ayaklı çocuklar, onları ıslıkla çaldılar. onun içindir ki şimdi bu türküleri radyoda dinlerken veya vakit vakit hâfızanın sırrına erilmez dönüşüyle hiç farkında olmadan kendi kendime mırıldanırken içimde konya birdenbire canlanır, kendimi o yollarda, o alçak tavanlı bağ evlerinde, o câmi veya medreselerin kapısı önünde veya içinde bulurum, gece ise başımın üstündeki yıldızlı gökyüzü birdenbire değişir. ı. alâaddin'in altın kakmalı, sırma işlemeli, siyah saltanat çadırı olur ve ben selçuk destânının ve selçuk dramının sahnesi olan mesnevî ve dîvân-ı kebîr'in doğmasını, ince, kibar, musıkî ve raksa düşkün hayatının kolaylaştırdığı şehirde geçen günlerime, bu şehrin insanlarının saatleriyle, bu saatleri dolduran sevinç ve acılarla beraber kavuşurum.'' (beş şehir - ahmet hamdi tanpınar)
devamını gör...
1716.
1717.
kötü resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.
devamını gör...
1718.
--alıntı--
bu saatte uyanacak ne vardı?
--alıntı--
lu-ci-fer
bu saatte uyanacak ne vardı?
--alıntı--
lu-ci-fer
devamını gör...
1719.
“çünkü siz egemenlik hırsıyla davranmak ve egemenliği elde tutmak için yaratılmadınız, tersine marifetiniz, özgürlüğü bütün insanlar için korumak olmalı.”
[s. 103] söylevler / demosthenes
devamını gör...
1720.
"ne kuvvetli adam" diye bağırdı reis. "bir sürü toprak kazandı" pahom' un adamı koşarak geldi ve onu yerden kaldırdı ama ağzından kan geldiğini gördü . pahom ölmüştü! pahom' un adamı kazmayı aldı ve pahom' un içine sığabileceği bir mezar kazıp onu içine gömdü. pahom' un ihtiyacı olan toprak parçası sadece bir metre seksen santimetreye.
lev tolstoy - insan neyle yaşar.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103