41.
saç beyazlatır.
devamını gör...
42.
tamamen ondan kopmak demek
devamını gör...
43.
çığlıklarını duyarken elini uzatamamak.
vazgeçişin belkide en kötüsü.
vazgeçişin belkide en kötüsü.
devamını gör...
44.
kafanda sıfırlanmasıdır.
devamını gör...
45.
son çaredir, dönüşü yoktur.
devamını gör...
46.
kimden vazgeçtiğine bağlı olarak bazen büyük bir nimettir.
devamını gör...
47.
yaş 13. teneffüste koşa koşa gidip 75 kuruşa (ulan şu gençliğindeki sefaleti anlatırken ‘o zamanlar 10 kuruş deli para ha’ diye hırıltılı sesiyle kafa seven yaşlılar gibi kuruşun alım gücünün kaybına üzülür olduk, gözü kör olasıca enflasyon) kakaolu ikram bisküvisinden aldım bi tane. döndüğümde arkadaşlarımdan biri gelip almak istedi. hoyratça uzattığı eliyle laps diye paketi düşürünce içindekilerin yarısı unufak oldu. matematik öğretmeninin evveliyatında tahtaya günün tarihinin altına “hypnotized bi kez daha küfrederse müdür yardımcısının yanına gönderilecek” uyarısını çiziktirdiği bir şöhretle içimden temiz sövsem de yaşımın asaletine yakışır bi şekilde eğilip sakince aldım paketi.
yaş 15. farklı liselerdeyiz ama buluşuyoruz arada sırada. yine onlardan birinde, yılmaz erdoğan’ın tabiriyle karbonmonoksit sonbaharlardan biriydi ankara’da. cepa’nın üst katındaki bilardo salonunda orta sınıf beyaz türk çocuğu aktiviteleri peşindeyiz. biz oynarken bunun liseden yazdığı bir kız da tesadüfen yan masadaymış. kızı görünce ıstakasıyla gözümü çıkarayazdı panikten. sonra bizim yanımıza geldi, onunla da oynadık. akabindeki birkaç saat hayatımın en fecaat “üçüncü kişi olma” tecrübesini yaşadım. yirmi metre ötede langırt oynayan veletlere yancı olmayı bile düşledim sıkıntıdan. öyle bir gözden çıkarılmışlık hissi bastı. ‘bros before hoes’ zamanlarına daha vardı, ses etmedim.
yaş 17. benim gittiğim dersanede aynı sınıfta olduğum bir kızla bu aynı lisedeymiş (güncel üniversiteliler bilmez, zamanında okul ve dersane iki farklı kavramdı. birinden çıkıp öbürüne gidilir, bir güne sığan eğitim öğretim zulmünün maksimize edildiği fonksiyonun orta yerinde yanan gençler olurdu). sabah 8’den akşam 5’e kadar yanaşamadığı kızı benim dersanede geçirdiğim 2-3 saatte tavlama planları yapıyordu. geldi bir gün, sınıfın penceresinden gözüken yangın merdivenine tünedi güvercin gibi. bi hocaya bakıyorum bi buna. hocanın dikkatini çekti, yanıma gelip baktı camdan. bi panikle atladı aşağı, 3-4 metrelik mesafeden. bileğini burkmuş. yorgunluktan ve açlıktan bayılmak üzereyim, dersanenin çıkışında otobüse giderken koluna girdim. otobüse binerken dönüp bi eyvallah demeden “olm kız kesin görmemiştir beni dimi la” dedi. ego otobüslerinin tıslamaları boğdu ettiğim küfürleri. kendi otobüsüme yürümeye koyuldum.
yaş 20. nüfusu ahşap tabelaya fırçayla yazılan köylerde yetişmiş gibi bir kopamamazlık ve denk gelişlik serisiyle aynı üniversitedeyiz bu sefer. bir kız buldu. ara sınavlara çalıştığım gecelerin birinde bir mesaj. kızın doğum gününe video hazırlayacakmış. birkaç fotoğraf, iki tane de video. bu fotoğraf/video düzenleme işlerinden anlarım diye yollamış bi dropbox linki, ‘n’olur şunları bi adam edip tek videoda slayt olarak yolla’ diyor. öncesinde teamviewer aracılığıyla bilgisayarına bağlanıp hdfilmcehennemi’nden film açmayı gösterdiğimden dropbox’a dosya yükleyip link atabilmesinin haklı şokuyla sorgusuz sualsiz giriştim işe. fotoğraflarda sıkıntı yok, gayet umuma açık yerlerde, doğal mecralarda çekilmiş. videoların bir tanesi bunun kendi konuşması (n’olursun dön tülay tandansında bir yakarış, ‘geç buldum bırakmam seni’ kadir kıymet bilişi, hatta peygamberinin mucizesini izleyen mü’min hayranlığıyla dolu bir doğum günü kutlaması), hadi onda da sorun yok. öbür video… işte orada elimi klavyeden çekip kafama götürerek monitöre fısıldadım “ben neler izliyorum şu an" diye. görsel bir müstehcenlik yok ama bir koltukta kucak kucağa oturup konuşuyorlar fısıldayarak. utançtan, mahremiyet işgali hissinden kafayı yemişim, touchpad’i bırakıp elime ilk geçen fareyle “olm benim bunu görmemem gerekiyordu n’aptın sen” diye mail atıcam. başına “sayın x” sonuna “saygılarımla, hypnotized” falan yazıcam ki dengelensin bu samimiyet travması. o videoyu nasıl tamamladım, hala bi fikrim yok.
yaş 23. bilmem gerekenden çok daha fazlasını bilme talihsizliğinde olduğum ilişkinin daha ciddi bir boyutu olarak kızla birlikte avustralya’ya gitmeye karar verdi yüksek lisans için. instagram’da gördüm, daha doğrusu. kelimenin tam anlamıyla dünya’nın öbür ucuna hayatını değiştirmek için gitmeden son bi bira içmeye bile çağırmamış olması fark ettirdi salaklığımı.
vazgeçmiş olmam gerekenden çok sonra vazgeçmenin getirdiği bir pişmanlık hasıl oldu bi süre.
sonra geçti.
geçiyormuş meğer, bazı insanlar.
yaş 15. farklı liselerdeyiz ama buluşuyoruz arada sırada. yine onlardan birinde, yılmaz erdoğan’ın tabiriyle karbonmonoksit sonbaharlardan biriydi ankara’da. cepa’nın üst katındaki bilardo salonunda orta sınıf beyaz türk çocuğu aktiviteleri peşindeyiz. biz oynarken bunun liseden yazdığı bir kız da tesadüfen yan masadaymış. kızı görünce ıstakasıyla gözümü çıkarayazdı panikten. sonra bizim yanımıza geldi, onunla da oynadık. akabindeki birkaç saat hayatımın en fecaat “üçüncü kişi olma” tecrübesini yaşadım. yirmi metre ötede langırt oynayan veletlere yancı olmayı bile düşledim sıkıntıdan. öyle bir gözden çıkarılmışlık hissi bastı. ‘bros before hoes’ zamanlarına daha vardı, ses etmedim.
yaş 17. benim gittiğim dersanede aynı sınıfta olduğum bir kızla bu aynı lisedeymiş (güncel üniversiteliler bilmez, zamanında okul ve dersane iki farklı kavramdı. birinden çıkıp öbürüne gidilir, bir güne sığan eğitim öğretim zulmünün maksimize edildiği fonksiyonun orta yerinde yanan gençler olurdu). sabah 8’den akşam 5’e kadar yanaşamadığı kızı benim dersanede geçirdiğim 2-3 saatte tavlama planları yapıyordu. geldi bir gün, sınıfın penceresinden gözüken yangın merdivenine tünedi güvercin gibi. bi hocaya bakıyorum bi buna. hocanın dikkatini çekti, yanıma gelip baktı camdan. bi panikle atladı aşağı, 3-4 metrelik mesafeden. bileğini burkmuş. yorgunluktan ve açlıktan bayılmak üzereyim, dersanenin çıkışında otobüse giderken koluna girdim. otobüse binerken dönüp bi eyvallah demeden “olm kız kesin görmemiştir beni dimi la” dedi. ego otobüslerinin tıslamaları boğdu ettiğim küfürleri. kendi otobüsüme yürümeye koyuldum.
yaş 20. nüfusu ahşap tabelaya fırçayla yazılan köylerde yetişmiş gibi bir kopamamazlık ve denk gelişlik serisiyle aynı üniversitedeyiz bu sefer. bir kız buldu. ara sınavlara çalıştığım gecelerin birinde bir mesaj. kızın doğum gününe video hazırlayacakmış. birkaç fotoğraf, iki tane de video. bu fotoğraf/video düzenleme işlerinden anlarım diye yollamış bi dropbox linki, ‘n’olur şunları bi adam edip tek videoda slayt olarak yolla’ diyor. öncesinde teamviewer aracılığıyla bilgisayarına bağlanıp hdfilmcehennemi’nden film açmayı gösterdiğimden dropbox’a dosya yükleyip link atabilmesinin haklı şokuyla sorgusuz sualsiz giriştim işe. fotoğraflarda sıkıntı yok, gayet umuma açık yerlerde, doğal mecralarda çekilmiş. videoların bir tanesi bunun kendi konuşması (n’olursun dön tülay tandansında bir yakarış, ‘geç buldum bırakmam seni’ kadir kıymet bilişi, hatta peygamberinin mucizesini izleyen mü’min hayranlığıyla dolu bir doğum günü kutlaması), hadi onda da sorun yok. öbür video… işte orada elimi klavyeden çekip kafama götürerek monitöre fısıldadım “ben neler izliyorum şu an" diye. görsel bir müstehcenlik yok ama bir koltukta kucak kucağa oturup konuşuyorlar fısıldayarak. utançtan, mahremiyet işgali hissinden kafayı yemişim, touchpad’i bırakıp elime ilk geçen fareyle “olm benim bunu görmemem gerekiyordu n’aptın sen” diye mail atıcam. başına “sayın x” sonuna “saygılarımla, hypnotized” falan yazıcam ki dengelensin bu samimiyet travması. o videoyu nasıl tamamladım, hala bi fikrim yok.
yaş 23. bilmem gerekenden çok daha fazlasını bilme talihsizliğinde olduğum ilişkinin daha ciddi bir boyutu olarak kızla birlikte avustralya’ya gitmeye karar verdi yüksek lisans için. instagram’da gördüm, daha doğrusu. kelimenin tam anlamıyla dünya’nın öbür ucuna hayatını değiştirmek için gitmeden son bi bira içmeye bile çağırmamış olması fark ettirdi salaklığımı.
vazgeçmiş olmam gerekenden çok sonra vazgeçmenin getirdiği bir pişmanlık hasıl oldu bi süre.
sonra geçti.
geçiyormuş meğer, bazı insanlar.
devamını gör...
48.
hikâyeden bir kahraman eksiltmektir. eksile eksile uzayacak karanlık gecelerimiz.
devamını gör...
49.
çabucak yaptığımdır. teklif var ısrar yok evet.
devamını gör...
50.
salise bile sürmez, o an, o lahzâ. kşjkşjkşj
devamını gör...
51.
bir insandan vazgeçmek süreçtir. verdiğin değere göre olabildiğince alttan alırsın. kendine yaptığın haksızlığı fark ettiğinde sıkıcı tuttuğun ipleri bırakırsın.
devamını gör...
52.
her şeyiniz olan bir insansa vazgeçmesi ölüm gibi bir şeydir.
devamını gör...
53.
çok zor gelirdi bunu yapmak. artık pek bir önemi yok vazgeçilecek biriyse allah işine sürat versin diyip silerim. bu tek bir kişiye işlemedi kader midir yoksa başka bir şey mi anlayamadım ama ona beslediğim muhabbet pek derin belki ondandır
devamını gör...
54.
ölüm gibidir kim ne derse desin.
devamını gör...
55.
beni ve çevremi hasta eden kişileri yok saymak
devamını gör...
56.
57.
çağımızın en çok tercih edilen kartıdır. bu kart ile sürekli güncellenen maceralar yaşanır. hikayenin sonunda ise biriken eksiklikler fark edilip, acı verici bir ölüm yaşanır.
devamını gör...
58.
bir insandan vazgeçmek derken; sanırım herkes, kendi bakış açısıyla algıladı bu olayı. ben direkt eğitim açısından baktım, kimileri duygusal açıdan bakmış. hatta çoğunluk, bu açıdan bakmış. ben, kendi bakış açımla değerlendireyim o vakit...
hani hep filmlerde (!) görürüz, berbat bir okula tayini çıkmış bir öğretmen -ki rıfat ılgaz'lı hababam sınıfı'ndan bu yana, ara ara sinema ve tv'de vurgulanan, vurgulanmak istenen konudur bu- her şeyini devreye sokarak ailelerinin, çevrenin, toplumun vazgeçtiği o sıkıntılı öğrencilerden vazgeçmeyip, onları eğitmek, öğretim okulda, eğitim ailede oluru savunmaksızın mücadele eder ve sonunda zor da olsa başarıya ulaşırdı...
gerçek hayatta nasıldır bu?
hiç düşündünüz yahut uzaktan uzağa gözlediniz mi?
ben gözlem yaptım. sıkça gözledim bu durumu...
geçtiğimiz günlerde, bi arkadaşımın çok da fena, haşarı bir arkadaşımın, ortaokul yıllarından tamamen farklı bir kişiliğe ve kimliğe büründüğünü gördüm. iletişimde hiç bir sıkıntısı yoktu, benim açımdan gayet iletişim kurulabilen biriydi ancak okul zorbalarındandı. ilkokul öğretmeni vazgeçmiş, ben, o dönem başka bir okuldaydım. ancak ortaokul yıllarında, branş öğretmenlerimizden hiçbiri ondan vazgeçmedi. evet, kendisi bi doktor yahut mühendis olamamış daha doğrusu, bunun için çalışmamış ancak harika bir hayatı, çocukları ve eşi var. eşi de ortaokul yıllarından arkadaşım. bir iş kurmuş ve ilerletmiş, topluma örnek bir birey olmuş... çok hoşuma gitti. böyle sayısız örnek tanırım. bence eğitimde bir insandan vazgeçme eşiği olmamalı. çok zorda kalınmadıkça -hayati tehdit gibi/ ki öğretmenlerimden, bununla mücadele edenler de olmuştu- vazgeçilmemeli. çünkü sonucu büyük keyif veriyor.
...
kendi hayatımdan baktığımdaysa; gerek eğitim gerek duygusal konularda bende de vazgeçmek gibi bir lüks ya da boşveriş yoktur. sonuna kadar mücadele ederim. hayatımın birkaç yıllık kısmını hiçe çıkan -ki ben hiç öyle olduğunu düşünmüyorum, her olay, bizim bir veya birkaç adım ileri gidebilmemiz için önümüze sunulmuş atlama taşlarıdır- olaylar silsilesinde gösterdiğim tavır ve sonunda meydana koyduğum vazgeçiş(!) bile aslında bir vazgeçiş değildi. o olay, henüz sonuca ulaşamadı benim gözümde. ulaşmış gibi göründü ancak devam etmekte. çünkü eğitim, her daim bir kazanım ve hayatta ortaya koyulan davranışlardaki kalıcı değişimdir. bu açıdan bakarsak; giderken de öğretmiş bulunuyorum. çünkü eğitim her zaman hazır bulunuşluğu da beraberinde getirmiyor; bilakis o hazır bulunuşluk, sonradan adım adım kendini gerçekleştiriyor. dolayısıyla da birey, kendinden vazgeçilmediğini öğrendiği anda, değişmeye başlıyor. üstelik bunu, bilinçli ve istemli hareketlerle değil, tamamen duyusal ve nevrolojik olarak gerçekleştirmiş buluyor kendini. bence güzel bir süreç. yaşayan insana da, yaşatan insana da büyük keyif ve başarmanın hazzını tattırıyor. tamamen bakış açınıza bağlı...*
ancak yine de hatırlatmakta yarar vardır ki, hiç kimse, kimsenin rehabilitasyon merkezi değildir, olmak zorunda da değildir.
zorlandığınız noktada bırakmak; bazen değil, çoğu zaman hayat kurtarır.*
hani hep filmlerde (!) görürüz, berbat bir okula tayini çıkmış bir öğretmen -ki rıfat ılgaz'lı hababam sınıfı'ndan bu yana, ara ara sinema ve tv'de vurgulanan, vurgulanmak istenen konudur bu- her şeyini devreye sokarak ailelerinin, çevrenin, toplumun vazgeçtiği o sıkıntılı öğrencilerden vazgeçmeyip, onları eğitmek, öğretim okulda, eğitim ailede oluru savunmaksızın mücadele eder ve sonunda zor da olsa başarıya ulaşırdı...
gerçek hayatta nasıldır bu?
hiç düşündünüz yahut uzaktan uzağa gözlediniz mi?
ben gözlem yaptım. sıkça gözledim bu durumu...
geçtiğimiz günlerde, bi arkadaşımın çok da fena, haşarı bir arkadaşımın, ortaokul yıllarından tamamen farklı bir kişiliğe ve kimliğe büründüğünü gördüm. iletişimde hiç bir sıkıntısı yoktu, benim açımdan gayet iletişim kurulabilen biriydi ancak okul zorbalarındandı. ilkokul öğretmeni vazgeçmiş, ben, o dönem başka bir okuldaydım. ancak ortaokul yıllarında, branş öğretmenlerimizden hiçbiri ondan vazgeçmedi. evet, kendisi bi doktor yahut mühendis olamamış daha doğrusu, bunun için çalışmamış ancak harika bir hayatı, çocukları ve eşi var. eşi de ortaokul yıllarından arkadaşım. bir iş kurmuş ve ilerletmiş, topluma örnek bir birey olmuş... çok hoşuma gitti. böyle sayısız örnek tanırım. bence eğitimde bir insandan vazgeçme eşiği olmamalı. çok zorda kalınmadıkça -hayati tehdit gibi/ ki öğretmenlerimden, bununla mücadele edenler de olmuştu- vazgeçilmemeli. çünkü sonucu büyük keyif veriyor.
...
kendi hayatımdan baktığımdaysa; gerek eğitim gerek duygusal konularda bende de vazgeçmek gibi bir lüks ya da boşveriş yoktur. sonuna kadar mücadele ederim. hayatımın birkaç yıllık kısmını hiçe çıkan -ki ben hiç öyle olduğunu düşünmüyorum, her olay, bizim bir veya birkaç adım ileri gidebilmemiz için önümüze sunulmuş atlama taşlarıdır- olaylar silsilesinde gösterdiğim tavır ve sonunda meydana koyduğum vazgeçiş(!) bile aslında bir vazgeçiş değildi. o olay, henüz sonuca ulaşamadı benim gözümde. ulaşmış gibi göründü ancak devam etmekte. çünkü eğitim, her daim bir kazanım ve hayatta ortaya koyulan davranışlardaki kalıcı değişimdir. bu açıdan bakarsak; giderken de öğretmiş bulunuyorum. çünkü eğitim her zaman hazır bulunuşluğu da beraberinde getirmiyor; bilakis o hazır bulunuşluk, sonradan adım adım kendini gerçekleştiriyor. dolayısıyla da birey, kendinden vazgeçilmediğini öğrendiği anda, değişmeye başlıyor. üstelik bunu, bilinçli ve istemli hareketlerle değil, tamamen duyusal ve nevrolojik olarak gerçekleştirmiş buluyor kendini. bence güzel bir süreç. yaşayan insana da, yaşatan insana da büyük keyif ve başarmanın hazzını tattırıyor. tamamen bakış açınıza bağlı...*
ancak yine de hatırlatmakta yarar vardır ki, hiç kimse, kimsenin rehabilitasyon merkezi değildir, olmak zorunda da değildir.
zorlandığınız noktada bırakmak; bazen değil, çoğu zaman hayat kurtarır.*
devamını gör...
59.
artık hayallerinde o insana yer vermemektir.
ona dair hiçbir şeyi önemsememek, bilhassa doğum gününü bile artık kutlamaz olmaktır.
ona dair hiçbir şeyi önemsememek, bilhassa doğum gününü bile artık kutlamaz olmaktır.
devamını gör...
60.
hayatım boyunca en profesyonelce yaptığım hatta yapabildiğim hamlelerden biridir. yapım gereği herkes için inanılmaz çaba harcarım, sahip olduğum bağı; karşımdaki kişi özellikle önüme engeller çıkarsa da, sonuna kadar direnir ve götürürüm fakat " bırak" noktam vardır. bu genellikle kendi içimde, anında aldığım bir karar oluyor. bir anda " artık görüşmek istemiyorum, teşekkürler" diyerek her yerden gidebiliyorum ve şu ana kadar beni bu eşikten geri döndürebilen çok nadir insan oldu.
benim genelde bu noktaya gelmem kademe kademe olur. önce özellikle karşılıklı çatışmalarda çabalamayı ve kendimi anlatmayı keserim, karşımdakiyle kavga dahi etmemeye başlarım. bana bir laf söylediğinde dahi, karşılığı sadece sessizlik olur. benim biri ile tartışmaktan vazgeçmem, ondan da vazgeçtiğimin göstergesidir. gözden çıkardığım yada çıkarmaya niyet ettiğim hiç bir şey için efor harcamam. karşımdakiler çoğu zaman bunu kendi egolarının galibiyeti sanar, ilişki içerisinde üstün geldiklerini düşünür ama halbuki ben sadece hepsini hayatımdan ustaca çıkartıyorumdur. - ki çıkardığım noktaya kadar kimseyi karşılarına geçip uyarmam çünkü gerçekten beni tanıyan ya da tanıdığını iddia eden insanların bunu anlayabilmesini beklerim. davranışlarımı çözmüş herkes, ilişkilerimden gidiyor olduğumu anlayabilecek kadar kalifiye olmalıdır.
kendime karşı üst seviye bir sadizmim var. gaddar olmam gerektiğine inandığım noktada üst seviye olabiliyorum. kendime baskı yapma konusunda başarılı, istikrarlı ve uçuk seviyede kararlıyım. bu maalesef yetiştirilişim sebebiyle sahip olduğum negatif bir özellik olsa da, bazen kalkan olarak kullanabiliyorum. tabi böyle bir uç noktaya noktaya kolay kolay tırmanmıyorum ama zirveye çıktığımda, kaybetmeyi seçtiğim kimseyi geri hayatıma hatta telefon rehberime dahi almıyorum. şu ana kadar aldığım kimse olmadı en azından. tabi insanlara cana yakın mizacım sebebiyle bu geçici bir tavır gibi gözüksede, üstünden yıllar geçmesine rağmen hala hepsini ilk günkü gibi ghost ediyor olduğumu görmeleriyle yıkıcı bir farkındalığa erişiyorlar.
kısacası; kendi adıma, bana ters gelen her şeyden, her koşulda gidebilirim. acı çekmiyor muyum? - evet çekiyorum ama bu gögüsleyemeyeceğim bir şey değil.
benim genelde bu noktaya gelmem kademe kademe olur. önce özellikle karşılıklı çatışmalarda çabalamayı ve kendimi anlatmayı keserim, karşımdakiyle kavga dahi etmemeye başlarım. bana bir laf söylediğinde dahi, karşılığı sadece sessizlik olur. benim biri ile tartışmaktan vazgeçmem, ondan da vazgeçtiğimin göstergesidir. gözden çıkardığım yada çıkarmaya niyet ettiğim hiç bir şey için efor harcamam. karşımdakiler çoğu zaman bunu kendi egolarının galibiyeti sanar, ilişki içerisinde üstün geldiklerini düşünür ama halbuki ben sadece hepsini hayatımdan ustaca çıkartıyorumdur. - ki çıkardığım noktaya kadar kimseyi karşılarına geçip uyarmam çünkü gerçekten beni tanıyan ya da tanıdığını iddia eden insanların bunu anlayabilmesini beklerim. davranışlarımı çözmüş herkes, ilişkilerimden gidiyor olduğumu anlayabilecek kadar kalifiye olmalıdır.
kendime karşı üst seviye bir sadizmim var. gaddar olmam gerektiğine inandığım noktada üst seviye olabiliyorum. kendime baskı yapma konusunda başarılı, istikrarlı ve uçuk seviyede kararlıyım. bu maalesef yetiştirilişim sebebiyle sahip olduğum negatif bir özellik olsa da, bazen kalkan olarak kullanabiliyorum. tabi böyle bir uç noktaya noktaya kolay kolay tırmanmıyorum ama zirveye çıktığımda, kaybetmeyi seçtiğim kimseyi geri hayatıma hatta telefon rehberime dahi almıyorum. şu ana kadar aldığım kimse olmadı en azından. tabi insanlara cana yakın mizacım sebebiyle bu geçici bir tavır gibi gözüksede, üstünden yıllar geçmesine rağmen hala hepsini ilk günkü gibi ghost ediyor olduğumu görmeleriyle yıkıcı bir farkındalığa erişiyorlar.
kısacası; kendi adıma, bana ters gelen her şeyden, her koşulda gidebilirim. acı çekmiyor muyum? - evet çekiyorum ama bu gögüsleyemeyeceğim bir şey değil.
devamını gör...