normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
2381.
gerçekten uzun süreli kılçıksız bi yalnızlığa ihtiyacım var hayatımın hiçbi evresinde hatta ergen bi postmodernken bile buna ihtiyaç duymadım ama böyle yalnızlıktan tuvalete bile gitmeyeceğim oturduğum yerde altıma sıçacağım bi yalnızlık istiyorum.
devamını gör...
2382.
sıkılırsın, bunalırsın, üzülürsün kimseye anlatamazsın sığınacak liman ararsın. en iyi dostundur o zaman senin. dökersin içini yazarsın ve sonra kapatırsın kapağı, rahatlarsın.
devamını gör...
2383.
inanmadım ki sana çünkü o bir veda değildi. "beni kaybettin." derken ve diğer sözlerin gerçekten bir bitiş sahnesinin son kelimeri olamaz. "bırakma beni..." diyen içinin örtülmüş haliydi.
sen hiç gördün mü "gidiyorum." diyen birini. gidişler sessizdir, usuldur, kimse duymasın diye sessiz sessiz hıçkırıklara karışan bir gözyaşı gibidir.
giden gittiğini söylemez, onun yokluğu, gittiği derinden hissedilir. kalbe inen ince bir sızı gibidir. hatırladıkça yavaş yavaş kanar.
parmak ucumuzda oluşan kağıt kesiğinin sürekli hali misali.
ben ne dedim sana? "sen beni hak ettin de mi seni kaybedeceğim?"
her şey apaçık ama kabullenmek zor de mi? o da olur zamanla, neler olmadı ki?
inan ya da inanma ama içimde iyi kötü çok şey var ama benle kalsın.
uzatıp niçin tatlı canını sıkıyorsun? bi de sen gerçekten beni seviyor musun yoksa başka şeyler mi var? ya da sen böylesin. ben ama öyle değilim sen fark etmedin mi?
seni sevecek ruhumdaki mücadeleci ruh yoruldu, bitkin düştü, hırpalandı. görmedin mi? görmemişsin,belli.
sahi sen neyi gördün kendinden başka,yaptıklarından başka. ha bi de hep sana yetmeyen ve istediğin gibi olmayan yanlarımı gördün, sıkıca onlara sarıldın.
sen neden seni seven, değer veren, onca şey olurken kalbimdeki varlığını görmedin? tercih mi? galiba evet.
doyumsuz, iflah olmaz bir ruhun var. öyle duvarların var ki senin bile aşmaya gücün yetmez ben zaten ezildim,kenara çekildim.
bir daha senle, tüm iyi kötü hislerinle karşılaşmak istemiyorum.
evvelden gücüm vardı o da umudumdan. sen bana seni sevme umudu verdiğini düşünüyor musun? vermedin. bendim onu oluşturan, niçin biliyor musun? bilmesen de olur. hissetmeyen bir kalp bilse de nafile.
sorsan çok seven, çok üzülen hep sensin.
ben zaten öyle hiçbir şey yapmadan durdum.
bak öyle şeyler derim ki hepsine hak verir, kendin tıpış tıpış defolup gidersin,nefret etme kendinden, kalbini parça pinçik etmiyim. aslında ben yapmam, senin 'seviyorum' dediğin kişiye hissettirdiklerin seni parçalar.
bak sabrediyorum, sınırımı zorlama, taşırma.
mutlu kal kendinle.
sen hiç gördün mü "gidiyorum." diyen birini. gidişler sessizdir, usuldur, kimse duymasın diye sessiz sessiz hıçkırıklara karışan bir gözyaşı gibidir.
giden gittiğini söylemez, onun yokluğu, gittiği derinden hissedilir. kalbe inen ince bir sızı gibidir. hatırladıkça yavaş yavaş kanar.
parmak ucumuzda oluşan kağıt kesiğinin sürekli hali misali.
ben ne dedim sana? "sen beni hak ettin de mi seni kaybedeceğim?"
her şey apaçık ama kabullenmek zor de mi? o da olur zamanla, neler olmadı ki?
inan ya da inanma ama içimde iyi kötü çok şey var ama benle kalsın.
uzatıp niçin tatlı canını sıkıyorsun? bi de sen gerçekten beni seviyor musun yoksa başka şeyler mi var? ya da sen böylesin. ben ama öyle değilim sen fark etmedin mi?
seni sevecek ruhumdaki mücadeleci ruh yoruldu, bitkin düştü, hırpalandı. görmedin mi? görmemişsin,belli.
sahi sen neyi gördün kendinden başka,yaptıklarından başka. ha bi de hep sana yetmeyen ve istediğin gibi olmayan yanlarımı gördün, sıkıca onlara sarıldın.
sen neden seni seven, değer veren, onca şey olurken kalbimdeki varlığını görmedin? tercih mi? galiba evet.
doyumsuz, iflah olmaz bir ruhun var. öyle duvarların var ki senin bile aşmaya gücün yetmez ben zaten ezildim,kenara çekildim.
bir daha senle, tüm iyi kötü hislerinle karşılaşmak istemiyorum.
evvelden gücüm vardı o da umudumdan. sen bana seni sevme umudu verdiğini düşünüyor musun? vermedin. bendim onu oluşturan, niçin biliyor musun? bilmesen de olur. hissetmeyen bir kalp bilse de nafile.
sorsan çok seven, çok üzülen hep sensin.
ben zaten öyle hiçbir şey yapmadan durdum.
bak öyle şeyler derim ki hepsine hak verir, kendin tıpış tıpış defolup gidersin,nefret etme kendinden, kalbini parça pinçik etmiyim. aslında ben yapmam, senin 'seviyorum' dediğin kişiye hissettirdiklerin seni parçalar.
bak sabrediyorum, sınırımı zorlama, taşırma.
mutlu kal kendinle.
devamını gör...
2384.
muhtemelen hepimiz tanrı'nın mutfağında dolanan hamam böceklerinden ibaretiz. o yüzden egolarımızın hiçbir değeri yok.
devamını gör...
2385.
bazen kendimi rüzgarda savrulan bir yaprak gibi hissediyorum.
bir boşluk içine süzülüyor ruhum.
kendimi bir yere ait hissetmiyorum
boş bir geçmiş ve gelmek bilmeyen bir son arasında yıpratıyorum kendimi.
bir boşluk içine süzülüyor ruhum.
kendimi bir yere ait hissetmiyorum
boş bir geçmiş ve gelmek bilmeyen bir son arasında yıpratıyorum kendimi.
devamını gör...
2386.
bazı düşünce kalıplarının kilitli olduğuna ve yaş aldıkça açıldığına inanıyorum ancak şu bazı karakteristik örüntülerin sonraki nesillere aktarımı çok mucizevi bi durum asla izini süremeyeceğin yekpare bağ ve sadece damarındaki kanın ortak olduğu insanlar ile bu derece bi ortaklık anlaşılır bi şey değil.
devamını gör...
2387.
kendimi iki şekilde tanımlıyorum. repliklerle ve replikalarla yaşamak. attığım her adımda izlediğim filmlerdeki replikler kafamın içinde dönüyor. attığım her adım yaşadığım tüm hayat kocaman bir replika, fake. "fake ulan bu sahte yani" bak gene yaptım.
devamını gör...
2388.
rüyamda yine ölüyordum.
sanırım 33 yıllık hayatımda sayısal olarak en çok ölürken gördüm kendimi rüyalarımda. hep başka başka şekillerde ölüyorum. aslında koşuşturmacalı, aksiyon filmi tandansında değil de ölümüm ile başlayıp sonraki süreci konu alan rüyalar oluyor bunlar genelde. o şiddetli, korkulu duygu durumunu hissettiğim... öldüm sanırım, lanet olsun duygusu ile yapmaya çalıştıklarım ve yapamadıklarım. o çaresizlik hissinin baskın olduğu, galiba rüya yerine beni hareketsiz kıldıkları için karabasan olarak değerlendirilmesi gereken bilinçaltı dışavurumları. dışa değil yaa içevurum galiba. rüya içevurum mudur? araştır!
dün gece ise kahramanımız ıslak zeminde genişçe bir viraja çok hızlı girip, aracı toparlayamayıp uçurumdan denize uçuyordu. aracın içinde çaresiz ama bir o kadar da sakince oturduğum ve boşlukta süzüldüğüm görüntü şu an bile gözümün önünde. acı yok, denize düştüğüm an yok. görüntü havada bir yerde kesiliyor ve sonrasında ben yüzükoyun bir vaziyette yumuşak ve hatta hareketli bir zeminden (bir su yatağı, hatta dev bir slime tabakası gibi düşünebilirsiniz) doğrulmaya çalışıyorum. ve elbette ki başaramıyorum. birçok şey geçiyor zihnimden. daha önceki rüyalarda olduğu gibi bir noktada bunun bir rüya olduğunu anlayıp (ve hatta umup) kendimi uyandırmaya çalışıyor ama onu da yapamıyorum.
birincisi ben ölmekten korkmuyorum. sanırım yani. nasıl yapabilir ki insan bunun sağlamasını? en azından bilincim yerindeyken ölümümü düşündüğümde bu beni korkutmuyor. bana bir çok şey düşündürüyor, hissettiriyor ama korkutmuyor. ikincisi gerçekten ölündüğünde sonrasında herhangi bir şey hissedileceğini de düşünmüyorum. yani... neden ölümümün rüyalarını gördüğümde asıl mevzunun "ölmedim ya, ölmüş olamam, lan, yoksa???" duygusu olduğunu anlayamıyorum haliyle. birkaç kez bahsini etmiştim, çok önemsemem rüyaları ben ama çok da uzun olmayan aralıklarla görmeye başladığım için son dönemlerde yeniden bu konulu rüyaları, bugün ister istemez düşündüm üzerinde.
ben galiba birilerinden ya da bir şeylerden yok oluşum fikrini reelize eden durumlar yaşadığımda bunu benden azade, kontrol edemediğim, başıma gelen ve içinden istesem de, çabalasam da çıkamadığım ve en nihayetinde çıkamayacağımı kabullendiğim bir son olarak içevuruyorum. rüyaların içeriğinin ölümün kendisiyle değil sonrasında bana yaşattıklarıyla ilgili olması da bu tespitimi güçlendiriyor. çünkü ben aslında olaylarla, kişilerle, durumlarla değil kendi duygu durumumla ilgilenirim hep günün sonunda. bencil olmadığını iddia eden ekseriyetten çoğunlukla az, kendini, varlığını anlamlı bulmaya yeter elde etme amacına hizmet etmek için ise çoğunlukla çok bencil olduğumdan galiba.
öyle.
sanırım 33 yıllık hayatımda sayısal olarak en çok ölürken gördüm kendimi rüyalarımda. hep başka başka şekillerde ölüyorum. aslında koşuşturmacalı, aksiyon filmi tandansında değil de ölümüm ile başlayıp sonraki süreci konu alan rüyalar oluyor bunlar genelde. o şiddetli, korkulu duygu durumunu hissettiğim... öldüm sanırım, lanet olsun duygusu ile yapmaya çalıştıklarım ve yapamadıklarım. o çaresizlik hissinin baskın olduğu, galiba rüya yerine beni hareketsiz kıldıkları için karabasan olarak değerlendirilmesi gereken bilinçaltı dışavurumları. dışa değil yaa içevurum galiba. rüya içevurum mudur? araştır!
dün gece ise kahramanımız ıslak zeminde genişçe bir viraja çok hızlı girip, aracı toparlayamayıp uçurumdan denize uçuyordu. aracın içinde çaresiz ama bir o kadar da sakince oturduğum ve boşlukta süzüldüğüm görüntü şu an bile gözümün önünde. acı yok, denize düştüğüm an yok. görüntü havada bir yerde kesiliyor ve sonrasında ben yüzükoyun bir vaziyette yumuşak ve hatta hareketli bir zeminden (bir su yatağı, hatta dev bir slime tabakası gibi düşünebilirsiniz) doğrulmaya çalışıyorum. ve elbette ki başaramıyorum. birçok şey geçiyor zihnimden. daha önceki rüyalarda olduğu gibi bir noktada bunun bir rüya olduğunu anlayıp (ve hatta umup) kendimi uyandırmaya çalışıyor ama onu da yapamıyorum.
birincisi ben ölmekten korkmuyorum. sanırım yani. nasıl yapabilir ki insan bunun sağlamasını? en azından bilincim yerindeyken ölümümü düşündüğümde bu beni korkutmuyor. bana bir çok şey düşündürüyor, hissettiriyor ama korkutmuyor. ikincisi gerçekten ölündüğünde sonrasında herhangi bir şey hissedileceğini de düşünmüyorum. yani... neden ölümümün rüyalarını gördüğümde asıl mevzunun "ölmedim ya, ölmüş olamam, lan, yoksa???" duygusu olduğunu anlayamıyorum haliyle. birkaç kez bahsini etmiştim, çok önemsemem rüyaları ben ama çok da uzun olmayan aralıklarla görmeye başladığım için son dönemlerde yeniden bu konulu rüyaları, bugün ister istemez düşündüm üzerinde.
ben galiba birilerinden ya da bir şeylerden yok oluşum fikrini reelize eden durumlar yaşadığımda bunu benden azade, kontrol edemediğim, başıma gelen ve içinden istesem de, çabalasam da çıkamadığım ve en nihayetinde çıkamayacağımı kabullendiğim bir son olarak içevuruyorum. rüyaların içeriğinin ölümün kendisiyle değil sonrasında bana yaşattıklarıyla ilgili olması da bu tespitimi güçlendiriyor. çünkü ben aslında olaylarla, kişilerle, durumlarla değil kendi duygu durumumla ilgilenirim hep günün sonunda. bencil olmadığını iddia eden ekseriyetten çoğunlukla az, kendini, varlığını anlamlı bulmaya yeter elde etme amacına hizmet etmek için ise çoğunlukla çok bencil olduğumdan galiba.
öyle.
devamını gör...
2389.
biraz sonra yazacağımı aslında özel bir başlık altında yazabilirdim. bunu yapmama sebebim hem konunun göreceliği hem de eşsiz göreceliliğinden kaynaklı sınırsız içeriğe sahip olması. konumuz hayat. ya da daha iyi bir ifadeyle yaşam. fakat bu metne girişmeden önce benliğim hakkında birkaç şey söylemek gerekli; ne de olsa benliğimi-
pek zeki yazarlar kendi hakkımda niçin çiziktireceğimi anlamıştır bile. buna sonra döneceğiz, dönmesek bile (dönmesem bile) yazının içsel diyalektiği bu sırrı açığa vuracaktır.
ayrıca üstte yazdığım yazıyı kesintiye uğratmayıp silip yazabilirdim. o an aklıma başka bir şey geldi, onu yazmak istedim.
özel bir başlık açabilirim galiba. düşünürüz bunu sonra...
p//
bu eserle birlikte tarkovski'yi ve o güzel offret'i de işin içine katmış olduk böylece.
yazı biraz uzun olacak ama hayat hakkında ufuk açıcı bilgiler paylaşacağıma inanıyorum. bunu hiçbir önemi olmayan (bunu diyerek kendini aşağılamayan) ve belki hayatınızda yeri olmayan bir kimse yapacak hanımlar, baylar. işin ironik tarafı da bu bir bakıma. ama anlatılanlar hep ironi içeriyor. sabrınızı daha fazla zorlamayayım.
size altmetni ve hatta metni daha iyi anlamanız için kendi hayatımdan bahsetmeyeceğim. en fazla birkaç akıtma yaparım içeriye.
ben uzun süre boyunca yeraltında kalmış, aslında bakarsanız bile bile kendini yeraltına kapamış, belki meczup ama yüce gönüllü olmaya çalışan merhametli bir meczup idim. en azından kendimi öyle tanımlardım (kendimi aşağıladığım da yoktu hanımlar, baylar). doğu felsefesinden etkilenmemin yanı sıra (özellikle budizm), batı felsefesinden de etkilendim. elbette... nihilizm limanına sürükledim benliğimi ve oradan çıkmak bilmedim. tanrı'yı öldürdüm. tanrıcılık oynamaya bayılan ben, tanrıya dönüştü sonunda. belki anlamıyorsunuz henüz dediklerimi, anlamayın. nietzschevari bir üsluptan kaçınmaya çalışıyorum şu anda. göksel buyruklar değil... zavallı, hayata küsmüş bir adamın tekrar tekrar ölüşü neticesinde ortaya çıkan fikirler bunlar. kabalık etmek istemem, af buyurun.
fakat bunu der demez de ne kadar arlanmaz bir insan olduğumu iliştirmeliyim buraya. hiç de sanıldığı gibi iyi bir kimse değilimdir. iyi bir kimse olmamamın sebebi ve aynı şekilde iyi bir kimse olmamın nedeniyse belli: iyi-kötü, doğru-yanlış gibi (istediğiniz kadar çoğaltın) kavramların (kavram kelimesi gülünç gelir bana) icat edilmesi. bunun antropolojik temellendirmelerini yapmayacağım. gerek yok. çünkü şunu söyleyeceğim:
antropoloji, evrim, psikoloji (felsefenin bir alt dalı olarak okunabileceğinin farkındayım psikolojinin, tam da bu yüzden evrimsel psikoloji, psikanaliz vs.yi dahil etmiyorum.), felsefe ve bilim (son ikisi daha kapsayıcıdır elbet) gerçekliklerimiz ile doğan bir bakıma hermetik kelimelerdir. olmazsa olmaz görülebilmelerine karşın aslında olmasalar da olacak şeylerdir... hakikat-sonracı bir tavır taslamak gibi bir niyetim de yok.
bugün, bilim dediğimiz olgu sayesinde bildiklerimizin yalnızca öğrendiklerimizle sınırlı olmadığını biliyoruz. bir bakıma sezginin, bilinçaltı duyuların ve düşünülemeyecek ve asla bilinemeyecek gerçeklerin de bildiklerimize dahil edilebileceğini savunabiliriz. bildiklerimiz derken bunun tanımını illaki tarif edilebilir şeyler olarak tasarlamıyorum, önemli bir nokta. bu bilgi de cepte.
karanlık kuyudan çıkmak için karanlık kuyuya inmiş olmak gerekir, diyeceğim. bizler, bilimimiz ve felsefemiz sayesinde, yani bilincimizle yahut aklımızla var olduk diğer canlılar aksine. ama bir karıncanın yahut bir memeli hayvanın bilincinin sırf bizler gibi "düşünemiyor" diye değersiz olduğunu söyleyebilir miyiz? birçok insan buna "evet" der. bunun tartışması bir kenara kalsın şimdilik ama benim cevabım hayır. bu, bir bakıma hümanizmanın yeniden var oluşu ve yok oluşudur hem. en azından savunum o yönde. fakat savunum, somut dünyanın soyut duvarları arasına sıkışmış kırıntılardan ibarettir.
dünyayı öyle görkemli inşa ettiğimizi savunuyoruz ki! bilimimiz ve felsefemiz adeta göksel bir buyruk sanki! bilim ve felsefe bu dünyayı anlama konusunda yararsız değildir belki fakat olmazsa olmaz da değildir. bir hayvan gibi yiyip içemediğimizin farkındayız artık (onların aksine düşünüyoruz biz, bunu da evrim yoluyla sağladık).
fakat tüm bunların haricinde bir gerçeklik olamaz mı? algımız, bu evrenle sınırlı ve bilincimizle çevreli. bilinçle çevreli algılarımızla sınırlı evrenin tek bir noktasına bakabiliyoruz yalnızca. bir kısmına bakarken tablonun, öteki kısmını inceleyemiyoruz. her kısmı bir başka isimlendirme ile inceliyoruz. evrim diyoruz, arkeoloji diyoruz, bilim! ve din! tanrıların doğuşundan bahsetmeyeceğim! onları nasıl öldürdüğümüzü ve yarattığımızı yahut nasıl tanrılara dönüştüğümüzden de! bunda korkutucu bir gerçek var gibi görünse de bir kulak verin: aslında kurtuluş daha yakında olabilir.
p//
dolayısıyla kısıtlı bakışımızın farkına varıp başımızı bakmakta olduğumuz tablodan çekmeliyiz. arkanıza bakın! hiçbir şey göremeyecekseniz eğer öncesinde baktığınız şeyin zaten ne anlamı kalır! başınızı çevirin! bakmayın bir kere de olsa! içgüdüleriniz sizi düşünmeye sevk edecektir fakat bunun da dışında, daha büyük bir gerçekliğe!
hiçlik diyorlar bazıları. hiçlik! bu, kısıtlı insan zihninin bir tanımlama girişidir yalnızca. tamam, hiç deyip de tanımlamaya girişebiliriz. hiç-lik olur. mantıksız değil. ama üstüne düşünüldükçe anlamı kaybolur bazı şeylerin. şeylerin... şeylerin... şeylerin... şeylerin!...
halen kelimelerle konuştuğumuzdan, yani hep baktığımız tabloyla aramızdaki iletişim ağıyla dinamikler kurduğumuzdan bazen susmak da gerekiyor. wittgenstein işte bu yüzden haklıydı.
diğer yandan... henüz bitirmedim.
şu sorulabilir: bu akıl yürütme de düşünceyle, algıyla yani tablonun bir neticesi olarak yapılmıyor mu?
evet. fakat kuyuya düşmüştük bir kere. istemsizce, nesiller, çağlar öncesinde. ben kendimi çıkarmaya çalışıyorum.
ayrıca bir sonuç daha var: düşünmeyelim demekle bu gerçekleşecek değil; önemli olan nokta huzuru ve hiçlik duygusunu yakalayabilmek, cehaletimizle ve sınırlı algımızla yüzleşebilmek. bundan sonra kurtuluşa ereceğizdir.
fakat farkındayım; dünya, bu sistem bizi düşünmeye itiyor. dengeyi sağlamak çok daha zor artık. yine de sağlanabilir. hayatta kalmaya yetecek kadar kendimize odaklanmalı önce ve kendimizi dinlemeliyiz.
bilmiyorum. geç bir vakitte yazıyorum ve uyku bastırdı. hiçbir şey bilmiyorum esasında. ve yazıyı düzenlemeden paylaşacağım. çünkü belki de... silinirse anlam kaybına uğrar. hem belki yazılar gerçekte böyle olmalıdır. benliğimi anlamanız için söylemek isteyip yanlış söylediklerimi de bilmelisinizdir. belki! bilmiyorum! bilmiyoruz! hiçbir zaman da bilemeyeceğiz! yaşasın!
pek zeki yazarlar kendi hakkımda niçin çiziktireceğimi anlamıştır bile. buna sonra döneceğiz, dönmesek bile (dönmesem bile) yazının içsel diyalektiği bu sırrı açığa vuracaktır.
ayrıca üstte yazdığım yazıyı kesintiye uğratmayıp silip yazabilirdim. o an aklıma başka bir şey geldi, onu yazmak istedim.
özel bir başlık açabilirim galiba. düşünürüz bunu sonra...
p//
bu eserle birlikte tarkovski'yi ve o güzel offret'i de işin içine katmış olduk böylece.
yazı biraz uzun olacak ama hayat hakkında ufuk açıcı bilgiler paylaşacağıma inanıyorum. bunu hiçbir önemi olmayan (bunu diyerek kendini aşağılamayan) ve belki hayatınızda yeri olmayan bir kimse yapacak hanımlar, baylar. işin ironik tarafı da bu bir bakıma. ama anlatılanlar hep ironi içeriyor. sabrınızı daha fazla zorlamayayım.
size altmetni ve hatta metni daha iyi anlamanız için kendi hayatımdan bahsetmeyeceğim. en fazla birkaç akıtma yaparım içeriye.
ben uzun süre boyunca yeraltında kalmış, aslında bakarsanız bile bile kendini yeraltına kapamış, belki meczup ama yüce gönüllü olmaya çalışan merhametli bir meczup idim. en azından kendimi öyle tanımlardım (kendimi aşağıladığım da yoktu hanımlar, baylar). doğu felsefesinden etkilenmemin yanı sıra (özellikle budizm), batı felsefesinden de etkilendim. elbette... nihilizm limanına sürükledim benliğimi ve oradan çıkmak bilmedim. tanrı'yı öldürdüm. tanrıcılık oynamaya bayılan ben, tanrıya dönüştü sonunda. belki anlamıyorsunuz henüz dediklerimi, anlamayın. nietzschevari bir üsluptan kaçınmaya çalışıyorum şu anda. göksel buyruklar değil... zavallı, hayata küsmüş bir adamın tekrar tekrar ölüşü neticesinde ortaya çıkan fikirler bunlar. kabalık etmek istemem, af buyurun.
fakat bunu der demez de ne kadar arlanmaz bir insan olduğumu iliştirmeliyim buraya. hiç de sanıldığı gibi iyi bir kimse değilimdir. iyi bir kimse olmamamın sebebi ve aynı şekilde iyi bir kimse olmamın nedeniyse belli: iyi-kötü, doğru-yanlış gibi (istediğiniz kadar çoğaltın) kavramların (kavram kelimesi gülünç gelir bana) icat edilmesi. bunun antropolojik temellendirmelerini yapmayacağım. gerek yok. çünkü şunu söyleyeceğim:
antropoloji, evrim, psikoloji (felsefenin bir alt dalı olarak okunabileceğinin farkındayım psikolojinin, tam da bu yüzden evrimsel psikoloji, psikanaliz vs.yi dahil etmiyorum.), felsefe ve bilim (son ikisi daha kapsayıcıdır elbet) gerçekliklerimiz ile doğan bir bakıma hermetik kelimelerdir. olmazsa olmaz görülebilmelerine karşın aslında olmasalar da olacak şeylerdir... hakikat-sonracı bir tavır taslamak gibi bir niyetim de yok.
bugün, bilim dediğimiz olgu sayesinde bildiklerimizin yalnızca öğrendiklerimizle sınırlı olmadığını biliyoruz. bir bakıma sezginin, bilinçaltı duyuların ve düşünülemeyecek ve asla bilinemeyecek gerçeklerin de bildiklerimize dahil edilebileceğini savunabiliriz. bildiklerimiz derken bunun tanımını illaki tarif edilebilir şeyler olarak tasarlamıyorum, önemli bir nokta. bu bilgi de cepte.
karanlık kuyudan çıkmak için karanlık kuyuya inmiş olmak gerekir, diyeceğim. bizler, bilimimiz ve felsefemiz sayesinde, yani bilincimizle yahut aklımızla var olduk diğer canlılar aksine. ama bir karıncanın yahut bir memeli hayvanın bilincinin sırf bizler gibi "düşünemiyor" diye değersiz olduğunu söyleyebilir miyiz? birçok insan buna "evet" der. bunun tartışması bir kenara kalsın şimdilik ama benim cevabım hayır. bu, bir bakıma hümanizmanın yeniden var oluşu ve yok oluşudur hem. en azından savunum o yönde. fakat savunum, somut dünyanın soyut duvarları arasına sıkışmış kırıntılardan ibarettir.
dünyayı öyle görkemli inşa ettiğimizi savunuyoruz ki! bilimimiz ve felsefemiz adeta göksel bir buyruk sanki! bilim ve felsefe bu dünyayı anlama konusunda yararsız değildir belki fakat olmazsa olmaz da değildir. bir hayvan gibi yiyip içemediğimizin farkındayız artık (onların aksine düşünüyoruz biz, bunu da evrim yoluyla sağladık).
fakat tüm bunların haricinde bir gerçeklik olamaz mı? algımız, bu evrenle sınırlı ve bilincimizle çevreli. bilinçle çevreli algılarımızla sınırlı evrenin tek bir noktasına bakabiliyoruz yalnızca. bir kısmına bakarken tablonun, öteki kısmını inceleyemiyoruz. her kısmı bir başka isimlendirme ile inceliyoruz. evrim diyoruz, arkeoloji diyoruz, bilim! ve din! tanrıların doğuşundan bahsetmeyeceğim! onları nasıl öldürdüğümüzü ve yarattığımızı yahut nasıl tanrılara dönüştüğümüzden de! bunda korkutucu bir gerçek var gibi görünse de bir kulak verin: aslında kurtuluş daha yakında olabilir.
p//
dolayısıyla kısıtlı bakışımızın farkına varıp başımızı bakmakta olduğumuz tablodan çekmeliyiz. arkanıza bakın! hiçbir şey göremeyecekseniz eğer öncesinde baktığınız şeyin zaten ne anlamı kalır! başınızı çevirin! bakmayın bir kere de olsa! içgüdüleriniz sizi düşünmeye sevk edecektir fakat bunun da dışında, daha büyük bir gerçekliğe!
hiçlik diyorlar bazıları. hiçlik! bu, kısıtlı insan zihninin bir tanımlama girişidir yalnızca. tamam, hiç deyip de tanımlamaya girişebiliriz. hiç-lik olur. mantıksız değil. ama üstüne düşünüldükçe anlamı kaybolur bazı şeylerin. şeylerin... şeylerin... şeylerin... şeylerin!...
halen kelimelerle konuştuğumuzdan, yani hep baktığımız tabloyla aramızdaki iletişim ağıyla dinamikler kurduğumuzdan bazen susmak da gerekiyor. wittgenstein işte bu yüzden haklıydı.
diğer yandan... henüz bitirmedim.
şu sorulabilir: bu akıl yürütme de düşünceyle, algıyla yani tablonun bir neticesi olarak yapılmıyor mu?
evet. fakat kuyuya düşmüştük bir kere. istemsizce, nesiller, çağlar öncesinde. ben kendimi çıkarmaya çalışıyorum.
ayrıca bir sonuç daha var: düşünmeyelim demekle bu gerçekleşecek değil; önemli olan nokta huzuru ve hiçlik duygusunu yakalayabilmek, cehaletimizle ve sınırlı algımızla yüzleşebilmek. bundan sonra kurtuluşa ereceğizdir.
fakat farkındayım; dünya, bu sistem bizi düşünmeye itiyor. dengeyi sağlamak çok daha zor artık. yine de sağlanabilir. hayatta kalmaya yetecek kadar kendimize odaklanmalı önce ve kendimizi dinlemeliyiz.
bilmiyorum. geç bir vakitte yazıyorum ve uyku bastırdı. hiçbir şey bilmiyorum esasında. ve yazıyı düzenlemeden paylaşacağım. çünkü belki de... silinirse anlam kaybına uğrar. hem belki yazılar gerçekte böyle olmalıdır. benliğimi anlamanız için söylemek isteyip yanlış söylediklerimi de bilmelisinizdir. belki! bilmiyorum! bilmiyoruz! hiçbir zaman da bilemeyeceğiz! yaşasın!
devamını gör...
2390.
kara lamalara has bir defter türünün olduğunu öğrendiğim başlık. kara lamalardan mı yapılıyor defter yoksa onlar yalnızca kullanıcısı mı bu defterin veya üreticileri mi şeklinde sorulara garkeden başlık. kara lamalar kimlerdir ve nerede yaşarlar sorularını da sordurtan başlık.
devamını gör...
2391.
2392.
leylim nazlı'yı istemeye geldiler. hıhı şu sabahlara kadar konuşurken yanımızda olan benim hatırım için defalarca konuştuğun kız. leylim biz de bir olsak? seni çok özledim.
devamını gör...
2393.
3 hafta sonra sözlükte olmayacağım inşallah.
devamını gör...
2394.
attila ilhan halt etmiş biliyor musun sözlük. "kesik birer kol gibi yalnızdık" diyor ya sisler bulvarında. yalnızlığın en kötü anlatımı belki de. kesik birer kol? bir zamanlar bir bedende buluşmuşlar, senelerce birlikte olmuşlar ve bir sebeple ki o sebep büyük ihtimalle bir cinayet, ayrılmışlar. peki diğer eşi hiç olmayan kesik tek 1 kol. doğuştan eşin yok mesela. senelerce tek başına kalmışsın.
ne kadar yalnızım bir fikrim yok çünkü kıyas yapamıyorum. hep mi böyleydi? hayır, ondan eminim. bir kaç kalabalık anı var böyle durumlarda aklıma gelen. otu boku geçmişe bağlamam o yüzden herhalde. gülüşen, eğlenen ergenleri hatırlıyorum. bir mekanın dans pistinde ya da bursa'da tophane yamaçlarında bira içen bir güruh. sisli bazı anılar, göremiyorum başladığı ve bittiği yerleri. bu yalnızlık nerede başladı göremiyorum, nerede bitecek göremiyorum. aa bi dakika, yalnızlığın tanımını buldum. yalnızlık, o meşhur kalecinin hikayesi. sis yüzünden hakemin tatil ettiği maçta, maçın tatil edildiğinden habersizce kaleyi bekleyen ve "lan bu rakip takım niye hiç atak yapmıyor" diyen kaleci. hikaye gerçek mi bilmiyorum ama umarım gerçek değildir. benim hikayem gerçek mi? umarım değildir. şebo "kimse bu kadar yalnız olamaz" derken kimi düşündü mesela. bir rakibim var yalnızlık konusunda ve kendisini tanımak istiyorum. beni bul yiğidim. paragrafsız, dümdüz yazmak pek tarzım da değil aslında zira okuyana işkencedir. olsun, zaten buraya kadar okuyan da ağır bir işsizdir.
sisler bulvarı'nda görüşürüz sözlük.
ne kadar yalnızım bir fikrim yok çünkü kıyas yapamıyorum. hep mi böyleydi? hayır, ondan eminim. bir kaç kalabalık anı var böyle durumlarda aklıma gelen. otu boku geçmişe bağlamam o yüzden herhalde. gülüşen, eğlenen ergenleri hatırlıyorum. bir mekanın dans pistinde ya da bursa'da tophane yamaçlarında bira içen bir güruh. sisli bazı anılar, göremiyorum başladığı ve bittiği yerleri. bu yalnızlık nerede başladı göremiyorum, nerede bitecek göremiyorum. aa bi dakika, yalnızlığın tanımını buldum. yalnızlık, o meşhur kalecinin hikayesi. sis yüzünden hakemin tatil ettiği maçta, maçın tatil edildiğinden habersizce kaleyi bekleyen ve "lan bu rakip takım niye hiç atak yapmıyor" diyen kaleci. hikaye gerçek mi bilmiyorum ama umarım gerçek değildir. benim hikayem gerçek mi? umarım değildir. şebo "kimse bu kadar yalnız olamaz" derken kimi düşündü mesela. bir rakibim var yalnızlık konusunda ve kendisini tanımak istiyorum. beni bul yiğidim. paragrafsız, dümdüz yazmak pek tarzım da değil aslında zira okuyana işkencedir. olsun, zaten buraya kadar okuyan da ağır bir işsizdir.
sisler bulvarı'nda görüşürüz sözlük.
devamını gör...
2395.
eh hadi bakalım. bu akşam neler yumurtlayacağım. tavuklar kaçının.
bir bodur piliç bodurluğuna inanmıyorsa onun inancına saygı duymak gerekir. ne de olsa ifade özgürlüğü falan. hatta bu bodur pilicimiz tüm bodur piliçler güzel değildir derse ona da saygı duymak gerekir. ne de olsa burası özgür bir ülke. bu bodur pilicimiz bodur piliçlerin tarihsel gelişimleri adlı kitabı bir gün kalkıp ormana götürse ve bir takım taşların ortasına koysa ve yaksa, etrafta bunu gören normal piliçler bodur piliçleri savunur mu?
bence savunmalı. kimse bodur piliçlerin tarihsel gelişimini anlatan bilimsel bir çalışmayı yakmamalı.
sahi kitaplar yakılınca nereye gider ruhları.
şimdi diyeceksiniz kitapların ruhu mu var?
o da bir şey mi her harfin her çizginin ruhu var.
bunu en iyi bodur piliçler bilir.
çünkü bodur piliçler bilgedir. gel gelelim bir bodur piliç var ki tüm bodur piliçlerin bilge olduğuna inanmaz. tekrar inanç konusuna gelirsek yine saygı duymak gerekir mi?
uygulamalı olarak gerekmez. çünkü saygı duymak içten gelen bir şeydir. ha saygı göstermek başkadır. o dıştan gelen bir düzenlemeyle olur. bodur piliçler dıştan gelen düzenlemelere ve kurallara saygılıdır. kısacası hukuka saygılıdır. ancak söz konusu bizim bodur piliç onu bile sorgular.
kendisine bodur piliçlerin hukuk anlayışını anlatan dört ciltlik kitabı hediye etmek gerekir.
ama yakmayacaksın ha! denir.
bir bodur piliç bodurluğuna inanmıyorsa onun inancına saygı duymak gerekir. ne de olsa ifade özgürlüğü falan. hatta bu bodur pilicimiz tüm bodur piliçler güzel değildir derse ona da saygı duymak gerekir. ne de olsa burası özgür bir ülke. bu bodur pilicimiz bodur piliçlerin tarihsel gelişimleri adlı kitabı bir gün kalkıp ormana götürse ve bir takım taşların ortasına koysa ve yaksa, etrafta bunu gören normal piliçler bodur piliçleri savunur mu?
bence savunmalı. kimse bodur piliçlerin tarihsel gelişimini anlatan bilimsel bir çalışmayı yakmamalı.
sahi kitaplar yakılınca nereye gider ruhları.
şimdi diyeceksiniz kitapların ruhu mu var?
o da bir şey mi her harfin her çizginin ruhu var.
bunu en iyi bodur piliçler bilir.
çünkü bodur piliçler bilgedir. gel gelelim bir bodur piliç var ki tüm bodur piliçlerin bilge olduğuna inanmaz. tekrar inanç konusuna gelirsek yine saygı duymak gerekir mi?
uygulamalı olarak gerekmez. çünkü saygı duymak içten gelen bir şeydir. ha saygı göstermek başkadır. o dıştan gelen bir düzenlemeyle olur. bodur piliçler dıştan gelen düzenlemelere ve kurallara saygılıdır. kısacası hukuka saygılıdır. ancak söz konusu bizim bodur piliç onu bile sorgular.
kendisine bodur piliçlerin hukuk anlayışını anlatan dört ciltlik kitabı hediye etmek gerekir.
ama yakmayacaksın ha! denir.
devamını gör...
2396.
bahar geldi sanıp çiçek açtık şimdi döküldü bütün yapraklarımız.
devamını gör...
2397.
bazı insanlar cehenneme düşecek ama bazı o.r.p evlatları ise locadan yer ayırtmış. lan insanlar ufak şeyler için kırılmaz. evet hatalar bizim için yoksa bir koyun değiliz neticede. neyse.*
devamını gör...
2398.
offf içimdekileri nasıl dile getireceğimi bilmiyorum.* sevmek için çok çabaladığım insanların bana karşı karşılıksız sevgi barındırması beni mutlu etmiyor. üzülüyorum, çünkü karşılıksız sevginin çok acı çektirdiğini biliyorum. acı çektiğim hislerle acı çekmeni istemiyorum. yapamıyorum sevemiyorum. yeterince sevemediğim insanlar tarafından sevilmek de istemiyorum. sadece biraz anlayışa ihtiyacım var. anlaşılmaya ihtiyacım var. benden nefret edilmesinden değil. yada kötü anılmak değil. beni bir kalıba sığdıran düşünceleri yok edemiyorum bir türlü ben sizin seveceğiniz kişiliğe bürünemem. ben hep böyleydim böyle de kalacağım. gareziniz neye anlamıyorum ki sizin sevdiğiniz gibi sevilmemeniz mi ?
sevilmek için uğraşmak yada beklemek saçma değil mi ?
ben sevseydim sizi önceden de çok sevemez miydim. severdim çok güzel severdim. ama ümit vermek acımasızlık olurdu. o yüzden hep kapalıydım gelenlere ve geleceklere...
anlıyorum ki kırılan güvenim ve azalan sevgim karşısında yapılan uğraşlar boşuna bunu siz kendinize yaptınız. eminim ki konu pişmanlığa gelecektir. ne kadar pişman olunursa olunsun eski sevgimle sevemem sizi. bir parça güvenim vardı onu da yıktınız. şimdi yıkılan düzenimi nasıl toparlayacağım, bilmiyorum. kırıklarımı toplayabilecek miyim onu da bilmiyorum. düşüncelerimin yaşlandığını hissediyorum. beynim dolu düşünce, bırakmıyorlar yakamı... düşünmek istemiyorum. beni benden başka kimse çok yıpratamaz. düşüncelerim bedenimi, bedenim beni değersizleştirdi.* hep başkasının derdine ortak oldum. dertlerini derdim bildim. iyi geldiğimi söylediler. ama nedense bi kendime iyi gelemedim. sevildiğimde neyimi sevdiklerini anlamadım. inanmadığımı sandılar. kızdılar.
daha inanman için ne yapabiliriz dediler. ağızları konuştu hep kalpleri kalbimi anlamak için çaba göstermedi. acaba şu koca dünyada beni anlayacak aynamı ne zaman bulacağım. hayat ne zaman seni karşıma çıkaracak. ne zaman yaralarımı saracaksın. konuşmadan içimi ne zaman okuyacaksın. yaralarımı kapatırcasına saracak mısın beni yanındayım diyecek misin bana günün birinde... korkum geriye dönüp baktığında beni kötü hatırlaman. ama iyi olduğumu kanıtlamak da istemiyorum. sevgiyi hep dışarılarda aradın anlıyorum ki şimdi sıra bende ama ben hakkettiğin o insan değilim. belki de mutluluk burnunun dibindedir. sevgiyi sevdiğin yerde arama bir kere de sevildiğin yerde ara. sevdiğinde sevilmeyebilirsin, ama sevildiğinde sevebilirsin. emin ol ki daha az acı verir. hislerim için bana kızma. sana kötü birşey yapmadım ben. sadece seni senin beni sevdiğin gibi sevemiyorum. * emin ol ki ben seni kötü hatırlamayacağım...
*
*
sevilmek için uğraşmak yada beklemek saçma değil mi ?
ben sevseydim sizi önceden de çok sevemez miydim. severdim çok güzel severdim. ama ümit vermek acımasızlık olurdu. o yüzden hep kapalıydım gelenlere ve geleceklere...
anlıyorum ki kırılan güvenim ve azalan sevgim karşısında yapılan uğraşlar boşuna bunu siz kendinize yaptınız. eminim ki konu pişmanlığa gelecektir. ne kadar pişman olunursa olunsun eski sevgimle sevemem sizi. bir parça güvenim vardı onu da yıktınız. şimdi yıkılan düzenimi nasıl toparlayacağım, bilmiyorum. kırıklarımı toplayabilecek miyim onu da bilmiyorum. düşüncelerimin yaşlandığını hissediyorum. beynim dolu düşünce, bırakmıyorlar yakamı... düşünmek istemiyorum. beni benden başka kimse çok yıpratamaz. düşüncelerim bedenimi, bedenim beni değersizleştirdi.* hep başkasının derdine ortak oldum. dertlerini derdim bildim. iyi geldiğimi söylediler. ama nedense bi kendime iyi gelemedim. sevildiğimde neyimi sevdiklerini anlamadım. inanmadığımı sandılar. kızdılar.
daha inanman için ne yapabiliriz dediler. ağızları konuştu hep kalpleri kalbimi anlamak için çaba göstermedi. acaba şu koca dünyada beni anlayacak aynamı ne zaman bulacağım. hayat ne zaman seni karşıma çıkaracak. ne zaman yaralarımı saracaksın. konuşmadan içimi ne zaman okuyacaksın. yaralarımı kapatırcasına saracak mısın beni yanındayım diyecek misin bana günün birinde... korkum geriye dönüp baktığında beni kötü hatırlaman. ama iyi olduğumu kanıtlamak da istemiyorum. sevgiyi hep dışarılarda aradın anlıyorum ki şimdi sıra bende ama ben hakkettiğin o insan değilim. belki de mutluluk burnunun dibindedir. sevgiyi sevdiğin yerde arama bir kere de sevildiğin yerde ara. sevdiğinde sevilmeyebilirsin, ama sevildiğinde sevebilirsin. emin ol ki daha az acı verir. hislerim için bana kızma. sana kötü birşey yapmadım ben. sadece seni senin beni sevdiğin gibi sevemiyorum. * emin ol ki ben seni kötü hatırlamayacağım...
*
*
devamını gör...
2399.
ruh hastası yazarların destan yazdıkları mekan.
devamını gör...
2400.
bu gece rüyamda onu gördüm o kadar farklı ve gerçek gibiydi ki. hala o rüyayı düşünüyorum. kime anlattiysam çok özledin di mi dedi. burda rüyayı anlatcaktim aslında ama sorulmayan bir rüyayı anlatmak neyi değiştiricek ?
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2