21.
istanbul'dan nefret eden biri olarak en huzur bulduğum semtlerden bir tanesi. ama yavaş yavaş instagram sayesinde bilinmeyen yerler ve kafeler de bilinir hale geldi. canım yanıyor.
devamını gör...
22.
23.
çok özlüyorum ben burayı.
şimdiki halini demiyorum ama, bozulmasının yeni yeni başladığı / belki çoktan başlayan ama benim farkımda olmadığım / zamanlardan bahsediyorum.
bazı günler bir rutinim vardı benim, "âvârenin rutini mi olur a canım?" demeyin, benim vardı.
güne, gerçekten de güne salacak'taki lokalde başlardım, gün biraz ayıp lokal kalabalık olunca yavaş yavaş sürerdim arabayı kuzguncuk'a doğru. ismet baba'ya geçmeden önce kendimi yokuşlarına vurur, sakin bir yerinden aşağıya bakardım. kedileri meşhurdu oranın sonra hepsi moda'ya taşındı. onları sever besler kelimenin tam anlamıyla mal gibi denize bakardım. beynim öyle boşalırdı ki anlatamam. sonra aşağıya iner salaş ama nedense çok sevip her gittiğimde oturduğum betty blue'ya çömerdim. adına bakıp ciks bir yer sanmayın, delilikte benimle yarışan bir kadın işletirdi burayı, "açım pilav üstü kuru versene" derdim, "bugün sana fasulye yok, portakallı kek yaptım onu ye" derdi, yerdim. çünkü neden olmasın? duvarlarının birinde aptülika'nın dev bir çizimi vardı buranın, ona baka baka portakallı kekimi yerdim.
sonra gocuman rabbim adını daim etsin ver elini ismet baba. giriş kısmındaki löküs yere pek benim gibi tek dal gelenleri oturtmaz arka salona alırlardı ama bir müddet sonra / kendime dair saydığım / küçük bir masada piize başlardım. piiz'in aslı yunancadan gelir bilir misiniz? neyse; fava varsa benim başka bir şeye ihtiyacım olmazdı, masaya da garsonlar su / buz / rakı takviyesi dışında pek uğramaz anca "yeni börek çıktı, getirelim mi?" derlerdi, severdim o böreği hiç hayır demezdim.
akşama doğru yükümü tutunca, ortalık da kalabalıklaşmaya başlayınca da yavaş yavaş kalkar, karşıya geçer, ana caddede bir tur atar bazen de gerçek işlerinin kafe mi kitapçı mı olduğunu şu gün bile bilmediğim bir yerde oturup kahvemi içerdim. bazen bostanlara doğru çıkarken yerli halkın gittiği bir kahve vardı oraya takılırdım, bazen de sadece ayios panteleimon'un duvarlarının alçak kısmına oturur gelen geçene bakardım. günü de çoğu zaman arabayı almadan efendice taksiye binip eve geçerek bitirirdim. üstüm deniz, rakı, sigara kokardı ve öyle güzel gelirdi ki bu normalde iğrenç sayılacak koku, bin gavur ülkesinin milyon çeşit parfümüne değişmezdim.
öyle severdim ki bu âvâre routine karışımı halleri, anlatamam.
ya gerçekten; çok özlüyorum ben burayı.
şimdiki halini demiyorum ama, bozulmasının yeni yeni başladığı / belki çoktan başlayan ama benim farkımda olmadığım / zamanlardan bahsediyorum.
bazı günler bir rutinim vardı benim, "âvârenin rutini mi olur a canım?" demeyin, benim vardı.
güne, gerçekten de güne salacak'taki lokalde başlardım, gün biraz ayıp lokal kalabalık olunca yavaş yavaş sürerdim arabayı kuzguncuk'a doğru. ismet baba'ya geçmeden önce kendimi yokuşlarına vurur, sakin bir yerinden aşağıya bakardım. kedileri meşhurdu oranın sonra hepsi moda'ya taşındı. onları sever besler kelimenin tam anlamıyla mal gibi denize bakardım. beynim öyle boşalırdı ki anlatamam. sonra aşağıya iner salaş ama nedense çok sevip her gittiğimde oturduğum betty blue'ya çömerdim. adına bakıp ciks bir yer sanmayın, delilikte benimle yarışan bir kadın işletirdi burayı, "açım pilav üstü kuru versene" derdim, "bugün sana fasulye yok, portakallı kek yaptım onu ye" derdi, yerdim. çünkü neden olmasın? duvarlarının birinde aptülika'nın dev bir çizimi vardı buranın, ona baka baka portakallı kekimi yerdim.
sonra gocuman rabbim adını daim etsin ver elini ismet baba. giriş kısmındaki löküs yere pek benim gibi tek dal gelenleri oturtmaz arka salona alırlardı ama bir müddet sonra / kendime dair saydığım / küçük bir masada piize başlardım. piiz'in aslı yunancadan gelir bilir misiniz? neyse; fava varsa benim başka bir şeye ihtiyacım olmazdı, masaya da garsonlar su / buz / rakı takviyesi dışında pek uğramaz anca "yeni börek çıktı, getirelim mi?" derlerdi, severdim o böreği hiç hayır demezdim.
akşama doğru yükümü tutunca, ortalık da kalabalıklaşmaya başlayınca da yavaş yavaş kalkar, karşıya geçer, ana caddede bir tur atar bazen de gerçek işlerinin kafe mi kitapçı mı olduğunu şu gün bile bilmediğim bir yerde oturup kahvemi içerdim. bazen bostanlara doğru çıkarken yerli halkın gittiği bir kahve vardı oraya takılırdım, bazen de sadece ayios panteleimon'un duvarlarının alçak kısmına oturur gelen geçene bakardım. günü de çoğu zaman arabayı almadan efendice taksiye binip eve geçerek bitirirdim. üstüm deniz, rakı, sigara kokardı ve öyle güzel gelirdi ki bu normalde iğrenç sayılacak koku, bin gavur ülkesinin milyon çeşit parfümüne değişmezdim.
öyle severdim ki bu âvâre routine karışımı halleri, anlatamam.
ya gerçekten; çok özlüyorum ben burayı.
devamını gör...
24.
istanbul'u bilmeyenlerin kalamış ile karıştırdığı semt.
devamını gör...
25.
26.
istanbul üsküdar'da bir semt imiş. ekmek teknesi, perihan abla, hayat bilgisi gibi diziler burada çekilmiş.
devamını gör...
27.
vişnesi var bir de sanırım.
devamını gör...
28.