sözlük yazarlarının ölüme bakış açısı
başlık "karadereli panda" tarafından 15.12.2020 03:58 tarihinde açılmıştır.
361.
her canlı ölümü tadacaktır.
devamını gör...
362.
ölüm, yıllardır hayatımın merkezinde olan yegane meselem. konu üzerine uzunca düşünme ve acı çekme fırsatım olduğu için yazacaklarım birçoğunuza karamsar gelebilir. fakat benim gibi sahip olduğu tek şey ölüm üzerine düşünceleri olan birkaç kişi okursa en azından yalnız olmadıklarını hissetsinler istedim. bu yazıyı yüreğinde derin bir ölüm anksiyetesi taşıyan dert ortaklarıma ithaf ediyorum, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar...
platon'un kaleminden bugüne intikal eden "sokrates'in savunması"ndan öğrendiğimiz kadarıyla sokrates ölümü için üzülen dostlarını son derece metin ve bilge bir şekilde teselli etmiş ve şu özdeyişi söylemiştir: "ölüm, rüyasız bir uykudur. krallar bile rüyasız bir uykuyu ister." epikür ise ölümü kafaya takmaya değer bir mesele olarak görmediğini şöyle anlatıyor: "ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok." yani ölümün varlığıyla benim varlığımın kesiştiği bir nokta yoktur, ölüm zaten benim olmadığım durumun adıdır. uzay-zamanda kesişmediğim bir olgu üzerine düşünmeme de gerek yoktur diyor abimiz. dahası abimiz eski hedonistlerden olduğu için iyi ve kötüyü algılar üzerinden tanımlıyor. ölüm de algıların olmadığı bir hali işaret ettiğinden ölüme iyi veya kötü denemez diyor. lucretius ise "doğmadan önce ne idiysek öldükten sonra da o olacağız." diyerek parmağıyla hiçliği işaret ediyor ve bıyık altından gülümsüyor. fakat yazının girişinden de tahmin edeceğiniz gibi ben bu üç amcanın naif düşüncelerine de cepheden karşıyım. sokrates'in yanında olsaydım şunu sormak isterdim; yahu mübarek, hangi kral sabahına uyanamayacağı rüyasız bir uyku ister? epikür'e ise şu basit gerçeği hatırlatmalıydı biri: ne demek ölüm algısal olarak kötü değildir, insan yalnızca içinde bulunduğu anı mı algılıyor? gelecek değil midir yatmadan önce aklımızı kemiren? ve ölüm bütün karanlığıyla geleceğimizin göğsüne tünemişken, bizi yok etme tehdidi her an başımızdayken nasıl ben varsam ölüm yok diyebiliriz? ben varım ölüm de var, ben yok olacağım ve ölüm var olmaya devam edecek. lucretius'a gelince, sonsuz zaman boyunca hiç olmak ile hiçliğin içinden birden var olup sonra hiçliğin dişleri arasında yeniden parçalanmak hangi akılla birbirine eşit tutulabilir? ben çocukken akülü araba isterdim ama hiç akülü arabam olmadı ama eğer bir gün bana akülü araba alınsaydı ve ben büyük bir sevinçle oynarken iki gün sonra ortada hiçbir sebep yokken arabam geri alınsaydı hiç sahip olmamaktan daha üzücü olmaz mıydı sahip olup da kaybetmek? kabaca bunlardır benim "bilge" abilere itirazlarım.
işin aslı şu ki hepimizin her hareketini kontrol eden bir kuvvettir ölüm. ölüm karşısında duyulan çaresizlik, çıplaklık ve kaygı insanı çoğunluğa sığınmaya, kendi olmamaya, toplumla bir olarak kendini ölümün üstünde görmeye iter. bir yandan da üretmeye iter, doğrudur. çocuk üretmekten kitap üretmeye, heykel üretmekten devlet üretmeye kadar birçok üretim ölüm kaygısını bastırmak içindir. ölüm boynumuzdaki en ağır ve en gerçek prangadır. ölümün olduğu bir dünyada özgürlükten bahsedilemez. doğduğumuz andan itibaren evren tarafından şakağımıza dayanmış bir silahla yaşıyoruz, ama şizofrenik bir şekilde bütün hayatımız bu silahın varlığını inkar etmekle geçiyor. karşımızdaki tehdit bu kadar güçlüyken ölümü düşünmemek, ölüm üzerine tefekkür etmemek ve hatta ölüm hiç yokmuş gibi davranmak insanoğlunun düşebileceği en ahmak vaziyettir. bir de stockholm sendromuna tutulup da "ölüm olmasa ..." şeklinde ölüm güzelleyenler vardır ki boş laf demekten başka bir şey diyemeyeceğim. madem ki bu kadar düşkünler ölüme nedir onları intihardan alıkoyan?
ölüm kaygısı taşıdığımı öğrenince insanlar hayatımda bir anlam eksikliği olduğunu söylüyor. hayatımda bir anlam bulmamı öğütlüyorlar. anlayamadıkları nokta şu, ölümün olduğu bir dünyada hiçbir anlam var olamaz. bugün olan hiçbir şey yarın var olmayacaksa, her şey bir buhar gibi yükselerek bulutlara karışacaksa kendinizi adadığınız siyasi davanızın ya da kol kanat gerdiğiniz çocuklarınızı hayalinizdeki gibi yetiştirmenizin nasıl bir anlamı olabilir? öldükten sonra iyi hatırlanmak da neyin nesi! selimiye camiine bakıp sinanı övüyorsan bundan sinana ne? sinan yok artık ve hiç var olmayacak bir daha. yazılan her kitabın her paragrafında ismin 13 defa geçse neye yarar? sen artık hiçlik denizinde bir damladan ibaretsin. nefes alamadıktan sonra övgü almayı kim ister?
daha çok yazarım, sayfalarca değil günlerce yazarım da hem boynum ağrıyor hem uykusuzluktan kapanmaya başladı zavallı gözlerim. ben birkaç yıl boyunca ölümsüzlüğün yaklaştığına ve bir ihtimal benim de bu treni yakalayabileceğime inanarak yaşadım. transhümanizm, post-hümanizm gibi görüşler ölüm kaygısına karşı tutunabileceğim tek dalımdı. fakat bugün bu ideallere olan inancım kayboldu, ölümsüzlük hala ufukta fakat ufuk doğası gereği çoook uzakta. binemeyeceğim treni övmek de benlik bir şey değil. lanet olsun benim binemediğim tüm trenlere! ölüm istiyorum, ölümsüzlüğümün karşısında duran her şeye! son bir senedir öleceğime yeniden emin oldum. belki de nietzsche'nin dediği gibi yaşam değil canlılıktır sonsuz olan. tabiat yeniden ve yeniden bizim cesetlerimizi gübre yaparak canlılığı doğuracaktır. ve analar her seferinde ölüm doğurmaya devam edecektir. hangi anne bebeğini eline aldığında farkeder bir cesedi tuttuğunu? muhtemelen hiçbiri. ve muhtemelen kainat hepsine birden gülerek dansına devam edecek birkaç milyar yıl daha.
platon'un kaleminden bugüne intikal eden "sokrates'in savunması"ndan öğrendiğimiz kadarıyla sokrates ölümü için üzülen dostlarını son derece metin ve bilge bir şekilde teselli etmiş ve şu özdeyişi söylemiştir: "ölüm, rüyasız bir uykudur. krallar bile rüyasız bir uykuyu ister." epikür ise ölümü kafaya takmaya değer bir mesele olarak görmediğini şöyle anlatıyor: "ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok." yani ölümün varlığıyla benim varlığımın kesiştiği bir nokta yoktur, ölüm zaten benim olmadığım durumun adıdır. uzay-zamanda kesişmediğim bir olgu üzerine düşünmeme de gerek yoktur diyor abimiz. dahası abimiz eski hedonistlerden olduğu için iyi ve kötüyü algılar üzerinden tanımlıyor. ölüm de algıların olmadığı bir hali işaret ettiğinden ölüme iyi veya kötü denemez diyor. lucretius ise "doğmadan önce ne idiysek öldükten sonra da o olacağız." diyerek parmağıyla hiçliği işaret ediyor ve bıyık altından gülümsüyor. fakat yazının girişinden de tahmin edeceğiniz gibi ben bu üç amcanın naif düşüncelerine de cepheden karşıyım. sokrates'in yanında olsaydım şunu sormak isterdim; yahu mübarek, hangi kral sabahına uyanamayacağı rüyasız bir uyku ister? epikür'e ise şu basit gerçeği hatırlatmalıydı biri: ne demek ölüm algısal olarak kötü değildir, insan yalnızca içinde bulunduğu anı mı algılıyor? gelecek değil midir yatmadan önce aklımızı kemiren? ve ölüm bütün karanlığıyla geleceğimizin göğsüne tünemişken, bizi yok etme tehdidi her an başımızdayken nasıl ben varsam ölüm yok diyebiliriz? ben varım ölüm de var, ben yok olacağım ve ölüm var olmaya devam edecek. lucretius'a gelince, sonsuz zaman boyunca hiç olmak ile hiçliğin içinden birden var olup sonra hiçliğin dişleri arasında yeniden parçalanmak hangi akılla birbirine eşit tutulabilir? ben çocukken akülü araba isterdim ama hiç akülü arabam olmadı ama eğer bir gün bana akülü araba alınsaydı ve ben büyük bir sevinçle oynarken iki gün sonra ortada hiçbir sebep yokken arabam geri alınsaydı hiç sahip olmamaktan daha üzücü olmaz mıydı sahip olup da kaybetmek? kabaca bunlardır benim "bilge" abilere itirazlarım.
işin aslı şu ki hepimizin her hareketini kontrol eden bir kuvvettir ölüm. ölüm karşısında duyulan çaresizlik, çıplaklık ve kaygı insanı çoğunluğa sığınmaya, kendi olmamaya, toplumla bir olarak kendini ölümün üstünde görmeye iter. bir yandan da üretmeye iter, doğrudur. çocuk üretmekten kitap üretmeye, heykel üretmekten devlet üretmeye kadar birçok üretim ölüm kaygısını bastırmak içindir. ölüm boynumuzdaki en ağır ve en gerçek prangadır. ölümün olduğu bir dünyada özgürlükten bahsedilemez. doğduğumuz andan itibaren evren tarafından şakağımıza dayanmış bir silahla yaşıyoruz, ama şizofrenik bir şekilde bütün hayatımız bu silahın varlığını inkar etmekle geçiyor. karşımızdaki tehdit bu kadar güçlüyken ölümü düşünmemek, ölüm üzerine tefekkür etmemek ve hatta ölüm hiç yokmuş gibi davranmak insanoğlunun düşebileceği en ahmak vaziyettir. bir de stockholm sendromuna tutulup da "ölüm olmasa ..." şeklinde ölüm güzelleyenler vardır ki boş laf demekten başka bir şey diyemeyeceğim. madem ki bu kadar düşkünler ölüme nedir onları intihardan alıkoyan?
ölüm kaygısı taşıdığımı öğrenince insanlar hayatımda bir anlam eksikliği olduğunu söylüyor. hayatımda bir anlam bulmamı öğütlüyorlar. anlayamadıkları nokta şu, ölümün olduğu bir dünyada hiçbir anlam var olamaz. bugün olan hiçbir şey yarın var olmayacaksa, her şey bir buhar gibi yükselerek bulutlara karışacaksa kendinizi adadığınız siyasi davanızın ya da kol kanat gerdiğiniz çocuklarınızı hayalinizdeki gibi yetiştirmenizin nasıl bir anlamı olabilir? öldükten sonra iyi hatırlanmak da neyin nesi! selimiye camiine bakıp sinanı övüyorsan bundan sinana ne? sinan yok artık ve hiç var olmayacak bir daha. yazılan her kitabın her paragrafında ismin 13 defa geçse neye yarar? sen artık hiçlik denizinde bir damladan ibaretsin. nefes alamadıktan sonra övgü almayı kim ister?
daha çok yazarım, sayfalarca değil günlerce yazarım da hem boynum ağrıyor hem uykusuzluktan kapanmaya başladı zavallı gözlerim. ben birkaç yıl boyunca ölümsüzlüğün yaklaştığına ve bir ihtimal benim de bu treni yakalayabileceğime inanarak yaşadım. transhümanizm, post-hümanizm gibi görüşler ölüm kaygısına karşı tutunabileceğim tek dalımdı. fakat bugün bu ideallere olan inancım kayboldu, ölümsüzlük hala ufukta fakat ufuk doğası gereği çoook uzakta. binemeyeceğim treni övmek de benlik bir şey değil. lanet olsun benim binemediğim tüm trenlere! ölüm istiyorum, ölümsüzlüğümün karşısında duran her şeye! son bir senedir öleceğime yeniden emin oldum. belki de nietzsche'nin dediği gibi yaşam değil canlılıktır sonsuz olan. tabiat yeniden ve yeniden bizim cesetlerimizi gübre yaparak canlılığı doğuracaktır. ve analar her seferinde ölüm doğurmaya devam edecektir. hangi anne bebeğini eline aldığında farkeder bir cesedi tuttuğunu? muhtemelen hiçbiri. ve muhtemelen kainat hepsine birden gülerek dansına devam edecek birkaç milyar yıl daha.
devamını gör...
363.
hep erkenmiş gibi,
hiç hazırlıklı yakalanılmayacak bir şey.
hiç hazırlıklı yakalanılmayacak bir şey.
devamını gör...
364.
90 derece dik..
devamını gör...
365.
şu son bir ayda sık sık yaşadığım ve artık ölüm haberi almaktan yorulduğum bir dönemdeyim... ölüme bir bakış açım yok sadece sevdiğim onca insan üst üste ölmek zorunda değildi allah'ım. ben bu kadar kötü bir kul değildim.
devamını gör...
366.
karşıma çıkmaya cesaret ederse horizontal...
diğer türlü bakmaya pek şansım olmaz.
diğer türlü bakmaya pek şansım olmaz.
devamını gör...
367.
(bkz: ilahi bakış açısı)
devamını gör...
368.
mesela şu an iyi giderdi..
devamını gör...
369.
acayip korktuğum hede. umarım allah gecinden verir.
devamını gör...
370.
korkmuyorum.
devamını gör...
371.
boyut değişimi.beden denen kafesten çıkıp enerjisel yaşamına başka bir mecrada devam etmek.
devamını gör...
372.
hani kafası iyi amcamın "yıkıl lan yıkıl" deyişi var ya, aynen o moddayım. yıkıl lan yıkıl...
devamını gör...
373.
ölüm benim başıma geleceği sürece benim için çok bir şey ifade etmez açıkçası. doğanın kanunudur, olması gerekiyordur der geçerim. benim için asıl konu sevdiklerimin ölmesi. o konuyu düşünmesi bile acı veriyor. ve biliyorum ki sevdiğim insanların ölümlerine tanık olacağım. işte bunu istemiyorum. sevdiklerimin ölümlerine tanık olmaktansa erkenden ölmeyi tercih ederim fakat o iş öyle de olmuyor ne yazık ki. ne benim tercihime bakıyor ölüm,ne zamana, ne insana. öylece oluyor işte. son kez görüyorsun birini, son olduğundan haberin yok. iğrenç ötesi bir durum.
devamını gör...
374.
üzerine yazmaktan sıkılmadığım sayılı konulardan birisi ölüm. bu dünyada geçirdiğimiz bilmem kaç yıl sonrasında öleceğimiz gerçeği, benim için artık yaşamak kadar doğal bir kavram. basitçe ölüm: doğmadan önce neredeysek tekrar oraya gidecek olmamız. yaşadıklarımız, bütün ama bütün bir hayatımızın bir anlamı olmayacak ölü olduğumuz zaman. ne hissedebileceğiz, ne idrak edebileceğiz. güldüğümüz şeyler, üzüldüğümüz şeyler, üzerine kafa patlattığımız onlarca şey... hepsinin yok olup gideceği gerçeği gün gibi önümüzde duruyorken yaşadığımız bu hayatta hiçbir şeyi sonuna kadar ciddiye almamak lazım bence. içinde bulunduğumuz evrenin bile bir gün sonu gelecek. ölmenin, yok olmanın, tekilliğe karışacak olma fikrini kabullenmenin beraberinde getirdiği tuhaf hissiyat ve hayata bakış açınızın etkilenmesi de normalleşti benim için artık. hayatımı olduğunca keyif alarak ve mutlu bir şekilde yaşamak istiyorum ki ölüme karşı bakış açımda kendime bir "boşluk" yaratabileyim. aslında tüm bu işleyiş oldukça basit. sadece bilinç sahibi biz insanlar, etrafımızdaki çoğu şeye komplike anlamlar yüklüyoruz o kadar.
canlı doğar, canlı ölür.
canlı doğar, canlı ölür.
devamını gör...
375.
bazen bir gün öleceğimi hatırlayıp rahatlıyorum, sonsuza kadar yaşadığınızı düşünsenize lan korkunç
devamını gör...
376.
sıradan bir şey, yok olacağız. en azından fikirlerin veya icraatlerin yaşaması için çabalamak gerek.
devamını gör...
377.
ölüme bakış açım, yaşama bakış açımı güçlendiriyor.
her anı eldeki imkanların sunduğu, en iyi şekilde geçirmek istiyorum. hergün, mutlaka birgün anı olacak. bundan kaçış yok. 100 sene, hatta ne 100'ü muhtemelen 50 60 sene sonra bile yaşıyor olmayacağım. ne kadar korkunç geliyor değil mi?
ölüme gelince, toprak beni de basacak bağrına. gömülüp çürüyeceğim, sonrası hiç birimizin tam bilemediği bir dünya. bakalım sürpriz.
bana ne ölümden (şimdilik) ben yaşamak istiyorum.
ne diyorlardı, hayat yaşadığımız güzel anlar toplamı.
her anı eldeki imkanların sunduğu, en iyi şekilde geçirmek istiyorum. hergün, mutlaka birgün anı olacak. bundan kaçış yok. 100 sene, hatta ne 100'ü muhtemelen 50 60 sene sonra bile yaşıyor olmayacağım. ne kadar korkunç geliyor değil mi?
ölüme gelince, toprak beni de basacak bağrına. gömülüp çürüyeceğim, sonrası hiç birimizin tam bilemediği bir dünya. bakalım sürpriz.
bana ne ölümden (şimdilik) ben yaşamak istiyorum.
ne diyorlardı, hayat yaşadığımız güzel anlar toplamı.
devamını gör...
378.
ıyi ki var. olmasa bunca acıyla nasıl yaşar insan.
devamını gör...
379.
gerisi teferruattır ve başka hiç bir şeyin önemi yoktur.
devamını gör...
380.
insan tüm ömrünü, nasıl öleceğine hazırlanarak yaşar. her şeyin doğumuna, gelişimine, çürümesine ve ölümüne tanıklık eden akıl, elbette kendi başına da bunların geleceğini bilir ve bu döngünün böyleliğini ve bu döngüdeki yerini, tıpkı en kötü prognozlu kanser tanısını öğrenen hasta gibi belleyip kabullenince nasıl öleceğini ister istemez tahayyül eder. azıcık düşünen herkes, kendi cenaze töreninin nasıl olacağını hayal etmiştir. en kötü haber olan ölümlülüğü kabullenen kişinin eylemleri de bu haberi alışı ile şekillenir, "ölçülüleşir". bu hayata yiyip sevip sevişip tövbe etmekten fazlası için geldiğini hisseder. asıl sınavın gerçekten de ölüm anında olduğunu fark eder. bilmiyorum bu satırları okuyanlar ölüme ve ölümün gelişine tanıklık etmiş midir ama özellikle hastalara tanıklık edenler "ben böyle ölmek istemiyorum." derler. gerçekten de çürümenin de asilce yolları vardır. güzel çürüyenler, insanlık ummanında ölümsüzlükle müjdelenir. işte insan tam da bu müjde uğruna çalıp çırpmaz, öldürmez. güzel hatırlanmak az şey değildir.
devamını gör...
"sözlük yazarlarının ölüme bakış açısı" ile benzer başlıklar
bakış açısı
24