21.
tam olarak soyle bir seydir. hafif kilolusun diye sinif arkadaslarindan itin biri koca gotlu der. ozguvenin yara alir. kosmaktan nefret edersin. kilo verirsin ama is isten gecmistir. ortaokulda sadece defansta bekleyen bir korkuluk olursun. sonra lise baslar. top oynamayi cok sevdigin halde cesitli bahaneler uydurup hicbir maca katilmazsin, bankta arkadaslarinin telefonlarini ceketlerini bekleyen kisi olursun.
devamını gör...
22.
dönüp kulağına beklentilerini küçük tut fazlası olursa mutlu olursun demek istediğim zaman
devamını gör...
23.
ne desem bilmiyorum. nerden başlasam, nasıl tanımlasam.
dünyanın en güzel şeyi mi sahiden? bir daha düşün, herkes için öyle mi? en masum, en saf, en yalansız, en temiz yıllar... pür neşe, coşku? ya mutluluk? kimimiz sağlıklı, huzurlu, olması gerektiği gibi çocukluklar yaşıyoruz evet. iyi ki de öyle. minnet! ama lanet olsun ki her çocuk bu kadar şanslı olamıyor. sanırım genel geçer bir tanım yapacaksak "yetişkinliğe erişebilenler için hayatlarının en önemli dönemi" diyebiliriz sadece. gerisi tamamen subjektif. iyi, kötü, travmatik, mutlu. dünyada ne kadar insan varsa o kadar çocukluk var. hepsinin ise tek bir ortak noktası : çocukluk hayatın kaynağı. insanlığın tabula rasa'sı.
şimdi gelelim benim bunları neden yazdığıma. dünkü yayının etkisinden çıkamadım hala. şu 2 saate yakın süre favori farelerimizi ve çizgi filmleri konuştukları, bizim de her çaldıkları şarkıyla "hay aklınızla bin yaşayın yaa" dediğimiz yayından bahsediyorum evet.* çok büyük bir keyifle çok da kısa olmayan bir yol giderek çocukluğuma gittim ve yayını dinledim, sonra da biraz daha oyalanıp yatmaya karar verdim. buraya kadar her şey çok süperdi aslında. yatmadan önce "bu gece çok güldüm yeaa" diyerek aynada kaz ayaklarımı kontrol edecek kadar çok eğlendiğim güzel bir gece geçirmiştim, mutlu mesut uyumam gerekiyordu. yattım, çok da uykum var. ama dalamıyorum bir türlü. bilim bakalım neden? bu çok süper gecede gittiğim çocukluğumdan kopup, kazık kadar haliyle yatağında yatmakta olan bana sirayet etmek üzere bir öcü arkadaşımız ziyaretime gelmek istemiş çünkü! allahın belası deprem fobim! 10 yaşımdan beri hayatımda olan, ancak çok sevdiğim ve güvendiğim insanlar tarafından deprem olacak mı bu gece soruma verilen hayır, olmayacak, kesinlikle olmayacak, güven bana vb. bir cevapla güç bela savuşturabildiğim benim sevgili travmam! bana bu cevabı verebilecek çok mükemmel bir insan seviyorum neyse ki. iyi ki. daldım uykuya. sabahsa yerinde yeller esiyordu korkularımın. geriye sadece yayının beni götürdüğü yerlerdeki mutlu anıların pozitifliği kalmış. çok harika! yazmam lazım bunu.
benim çocukluğum türlü zıpırlıklarla dolu. mutlu, pozitif bir çocukluk. dışa dönük, enerjik ve muzip bir çocuktum ben. yaramaz mıydım evet. ama bana anlattıkları hikayelerde de benim hatırladıklarımda da baskın olan hep büyümüş de küçülmüş, yaşına, boyuna bakmadan insanlara laf sokan bir tip. 4. sınıfa giderken 6. sınıfa giden bir çocuğa aşık olan kız arkadaşımın kırılan gururunu yerden toplamak için tenefüste ortaokulların katına çıkıp (sırf o kata çıkmak bile inanılmaz gelirdi bize o dönem) mezkur çocuğun sınıfına dalarak elimdeki meyve suyunu çocuğun üstüne dökmüş hiçbir şey demeye tenezzül etmeden çıkıp gitmiştim sınıftan bir keresinde. hayır cesursun anladık da salaksın be kızım. tek başına o sınıfa çıkıp ilgili eylemi gerçekleştirdiğinde çocuğa aşık olan ve reddedilenin sen olduğun düşünülecek haliyle, hiç bunu hesap etmiyor musun? etmiyorsun, biliyorum. sinirimden ağlamıştım kendimi ifade edeceğim diye. "hayır hayııır tolga'yı seven ben değilim!!!" hoş, bunu hesap edecek kişi olsan, düzenlenen paten yarışmasında en yakın rakibinde aranda en az 200 mt fark varken son 50 mt'de kaymayı bırakıp yeni izlediğin ve aşık olduğun cameron'un rose'lu jack'li sahnesini tek başına performe edeceksin diye ikinciliğe razı gelmek zorunda kalmazdın sen! yahu bu nasıl bir kendini bilmezlik. beylikdüzü'nde titanic vardı da biz mi binmedik?
neyse efendim 7'sinde neyse 70'inde de o insan.*
bu da böyle bir hanımdır.
dünyanın en güzel şeyi mi sahiden? bir daha düşün, herkes için öyle mi? en masum, en saf, en yalansız, en temiz yıllar... pür neşe, coşku? ya mutluluk? kimimiz sağlıklı, huzurlu, olması gerektiği gibi çocukluklar yaşıyoruz evet. iyi ki de öyle. minnet! ama lanet olsun ki her çocuk bu kadar şanslı olamıyor. sanırım genel geçer bir tanım yapacaksak "yetişkinliğe erişebilenler için hayatlarının en önemli dönemi" diyebiliriz sadece. gerisi tamamen subjektif. iyi, kötü, travmatik, mutlu. dünyada ne kadar insan varsa o kadar çocukluk var. hepsinin ise tek bir ortak noktası : çocukluk hayatın kaynağı. insanlığın tabula rasa'sı.
şimdi gelelim benim bunları neden yazdığıma. dünkü yayının etkisinden çıkamadım hala. şu 2 saate yakın süre favori farelerimizi ve çizgi filmleri konuştukları, bizim de her çaldıkları şarkıyla "hay aklınızla bin yaşayın yaa" dediğimiz yayından bahsediyorum evet.* çok büyük bir keyifle çok da kısa olmayan bir yol giderek çocukluğuma gittim ve yayını dinledim, sonra da biraz daha oyalanıp yatmaya karar verdim. buraya kadar her şey çok süperdi aslında. yatmadan önce "bu gece çok güldüm yeaa" diyerek aynada kaz ayaklarımı kontrol edecek kadar çok eğlendiğim güzel bir gece geçirmiştim, mutlu mesut uyumam gerekiyordu. yattım, çok da uykum var. ama dalamıyorum bir türlü. bilim bakalım neden? bu çok süper gecede gittiğim çocukluğumdan kopup, kazık kadar haliyle yatağında yatmakta olan bana sirayet etmek üzere bir öcü arkadaşımız ziyaretime gelmek istemiş çünkü! allahın belası deprem fobim! 10 yaşımdan beri hayatımda olan, ancak çok sevdiğim ve güvendiğim insanlar tarafından deprem olacak mı bu gece soruma verilen hayır, olmayacak, kesinlikle olmayacak, güven bana vb. bir cevapla güç bela savuşturabildiğim benim sevgili travmam! bana bu cevabı verebilecek çok mükemmel bir insan seviyorum neyse ki. iyi ki. daldım uykuya. sabahsa yerinde yeller esiyordu korkularımın. geriye sadece yayının beni götürdüğü yerlerdeki mutlu anıların pozitifliği kalmış. çok harika! yazmam lazım bunu.
benim çocukluğum türlü zıpırlıklarla dolu. mutlu, pozitif bir çocukluk. dışa dönük, enerjik ve muzip bir çocuktum ben. yaramaz mıydım evet. ama bana anlattıkları hikayelerde de benim hatırladıklarımda da baskın olan hep büyümüş de küçülmüş, yaşına, boyuna bakmadan insanlara laf sokan bir tip. 4. sınıfa giderken 6. sınıfa giden bir çocuğa aşık olan kız arkadaşımın kırılan gururunu yerden toplamak için tenefüste ortaokulların katına çıkıp (sırf o kata çıkmak bile inanılmaz gelirdi bize o dönem) mezkur çocuğun sınıfına dalarak elimdeki meyve suyunu çocuğun üstüne dökmüş hiçbir şey demeye tenezzül etmeden çıkıp gitmiştim sınıftan bir keresinde. hayır cesursun anladık da salaksın be kızım. tek başına o sınıfa çıkıp ilgili eylemi gerçekleştirdiğinde çocuğa aşık olan ve reddedilenin sen olduğun düşünülecek haliyle, hiç bunu hesap etmiyor musun? etmiyorsun, biliyorum. sinirimden ağlamıştım kendimi ifade edeceğim diye. "hayır hayııır tolga'yı seven ben değilim!!!" hoş, bunu hesap edecek kişi olsan, düzenlenen paten yarışmasında en yakın rakibinde aranda en az 200 mt fark varken son 50 mt'de kaymayı bırakıp yeni izlediğin ve aşık olduğun cameron'un rose'lu jack'li sahnesini tek başına performe edeceksin diye ikinciliğe razı gelmek zorunda kalmazdın sen! yahu bu nasıl bir kendini bilmezlik. beylikdüzü'nde titanic vardı da biz mi binmedik?
neyse efendim 7'sinde neyse 70'inde de o insan.*
bu da böyle bir hanımdır.
devamını gör...
24.
herkesin özlem duyduğu.
devamını gör...
25.
bilimsel tanımlara göre 0-6 yaş arası yaşanan ancak bazı durumlarda bir ömür boyu içten içe süren, hayatımızın aslında en uzun evresidir.
devamını gör...
26.
ben çocukluğun tanımını bir hikaye ile birlikte yazmak istiyorum.**
güneş bulutların arkasına saklanmıştı bugün. rana ve annesi parka gitmek için çıkmışlardı evden ama rana hüzünlü bir şekilde ağır adımlarla ilerliyordu. çünkü güneş ona ışıklarını saçıp gülümsememişti. kapkara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü yavaş yavaş çiseliyordu yağmur. sonra birden bir yağmur damlası kondu rana'nın burnun ucuna. rana gülümseyerek gökyüzüne baktı.
rana: anne bulutlar bana selam verdi.
annesi(gülümseyerek): peki sen onlara selam vermeyecek misin?
rana küçük sırt çantasından suluğunu çıkardı annesi şaşkındı. herhalde, sadece rana’nın size de merhaba bulutlar demesini bekliyordu.
rana suluğu açtı ve yere biraz su döktü annesi daha da çok şaşırdı.
annesi: rana ne yapıyorsun sen?
rana: bulutlara selam gönderdim anne bu su buharlaşarak onlara gidecek ve onlar da selamımı alacak.
annesi gülerek rana'nın başını okşadı ne kadar da güzel düşüncelerdi bunlar. parka doğru yürümeye devam ettiler yağmurun hızı da bir hayli artmıştı annesi geri mi dönsek acaba diye düşünüyordu ama rana'nın sevincini bozmak istemiyordu çünkü rana bir hayli memnundu bu durumdan.
rana: anne neden insanlar koşuyor?
annesi: yağmur yağıyor diye kızım.
rana: ama yağmurdan kaçılmaz ki.
annesi: ıslanmak istemiyorlar rana o yüzden de evlerine gidiyorlar
rana: ama hava sıcak olduğunda yağmurun yağmasını istiyor herkes.
annesi (biraz şaşkın bir tavırla ve gülümseyerek): herkes senin gibi düşünmüyor kızım. dedi.
parka varmışlardı yağmur yavaş yavaş azalıyor kara bulutlar dağılıyordu. parkta köpeğini gezdiren bir adam vardı ve rana'nın gözü onlara takılmıştı. rana adamın yanına doğru gitti.
annesi: rana nereye gidiyorsun? rana!
rana: siz köpeğinizi sevmiyor musunuz?
adam(şaşkınlıkla): o da nereden çıktı?
rana: insan sevdiğini bağlamaz ki.
adam şaşkınlıkla karşıladı durumu annesi de yanlarına gelmişti.
adam: sevmez olur muyum tabi ki seviyorum. kaçmasın diye tasmasını taktım. adın ne senin bakayım?
rana: adım rana ama zaten sizden kaçarsa o da sizi sevmiyor demektir.
adam daha çok şaşırmıştı annesi de adama selam verdi ve tanıştılar.
adam: kızınız çok akıllı hanımefendi adam rana’ya dönerek aslında biliyor musun haklısın rana hiçbir canlıyı zorla alı koyamayız ama ben onu daha iyi koşullarda bakmak için yanımda tutuyorum.
rana şansı sevmişti. köpeğin adı şanstı. rana şansın başını usulca okşadı ve sevdi. şans da kuyruğunu sallıyor ve patisini rana’ya doğru uzatıyordu. iyi anlaşmışlardı. şans da memnun görünüyordu halinden.
adam: bak ne diyeceğim rana ben her sabah şansı yürüyüşe çıkarıyorum sen de gelir onunla oynarsın olur mu?
rana bunu duyunca çok sevinmişti.
rana (büyük bir sevinçle olduğu yerde zıplayarak): yaşasın yeni bir arkadaşım oldu. dedi.
aradan zaman geçmiş parkta geçirilen güzel bir vakitten sonra eve doğru yola koyulmuştu rana ve annesi.
rana çok keyifli bir gün geçirmiş ve yeni bir arkadaş edinmişti. eve varmışlardı.
akşam babası işten geldiğinde rana babasına gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını anlattı. babası da şaşkınlığını gizleyemedi tabi. çok seviyordu rana'yı. rana babasının dizlerinde uykuya dalmıştı ama babası da rana’dan farksız değildi. çünkü derin düşüncelere dalıp gitmişti...
çocukluk anı yaşamaktı. yağmurun altında kolları açarak dönmek, güneşin bize gülüşünü çimlere uzanarak iliklerine kadar hissetmek, sonbaharda düşen yaprakları dağ gibi yapıp üzerine atlamaktı çocukluk. diğer canlıları da dost bilmekti çocukluk. meraklı olup sorgulamak, sevgi dolu olup paylaşmaktı çocukluk.
çocukluk sadece belli bir yaş grubuna ait değildi. çocukluk aslında içimizdeydi. büyüdükçe kimimiz onu her gün biraz daha derine gömüyor kimimiz ise yaşıyordu.**
güneş bulutların arkasına saklanmıştı bugün. rana ve annesi parka gitmek için çıkmışlardı evden ama rana hüzünlü bir şekilde ağır adımlarla ilerliyordu. çünkü güneş ona ışıklarını saçıp gülümsememişti. kapkara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü yavaş yavaş çiseliyordu yağmur. sonra birden bir yağmur damlası kondu rana'nın burnun ucuna. rana gülümseyerek gökyüzüne baktı.
rana: anne bulutlar bana selam verdi.
annesi(gülümseyerek): peki sen onlara selam vermeyecek misin?
rana küçük sırt çantasından suluğunu çıkardı annesi şaşkındı. herhalde, sadece rana’nın size de merhaba bulutlar demesini bekliyordu.
rana suluğu açtı ve yere biraz su döktü annesi daha da çok şaşırdı.
annesi: rana ne yapıyorsun sen?
rana: bulutlara selam gönderdim anne bu su buharlaşarak onlara gidecek ve onlar da selamımı alacak.
annesi gülerek rana'nın başını okşadı ne kadar da güzel düşüncelerdi bunlar. parka doğru yürümeye devam ettiler yağmurun hızı da bir hayli artmıştı annesi geri mi dönsek acaba diye düşünüyordu ama rana'nın sevincini bozmak istemiyordu çünkü rana bir hayli memnundu bu durumdan.
rana: anne neden insanlar koşuyor?
annesi: yağmur yağıyor diye kızım.
rana: ama yağmurdan kaçılmaz ki.
annesi: ıslanmak istemiyorlar rana o yüzden de evlerine gidiyorlar
rana: ama hava sıcak olduğunda yağmurun yağmasını istiyor herkes.
annesi (biraz şaşkın bir tavırla ve gülümseyerek): herkes senin gibi düşünmüyor kızım. dedi.
parka varmışlardı yağmur yavaş yavaş azalıyor kara bulutlar dağılıyordu. parkta köpeğini gezdiren bir adam vardı ve rana'nın gözü onlara takılmıştı. rana adamın yanına doğru gitti.
annesi: rana nereye gidiyorsun? rana!
rana: siz köpeğinizi sevmiyor musunuz?
adam(şaşkınlıkla): o da nereden çıktı?
rana: insan sevdiğini bağlamaz ki.
adam şaşkınlıkla karşıladı durumu annesi de yanlarına gelmişti.
adam: sevmez olur muyum tabi ki seviyorum. kaçmasın diye tasmasını taktım. adın ne senin bakayım?
rana: adım rana ama zaten sizden kaçarsa o da sizi sevmiyor demektir.
adam daha çok şaşırmıştı annesi de adama selam verdi ve tanıştılar.
adam: kızınız çok akıllı hanımefendi adam rana’ya dönerek aslında biliyor musun haklısın rana hiçbir canlıyı zorla alı koyamayız ama ben onu daha iyi koşullarda bakmak için yanımda tutuyorum.
rana şansı sevmişti. köpeğin adı şanstı. rana şansın başını usulca okşadı ve sevdi. şans da kuyruğunu sallıyor ve patisini rana’ya doğru uzatıyordu. iyi anlaşmışlardı. şans da memnun görünüyordu halinden.
adam: bak ne diyeceğim rana ben her sabah şansı yürüyüşe çıkarıyorum sen de gelir onunla oynarsın olur mu?
rana bunu duyunca çok sevinmişti.
rana (büyük bir sevinçle olduğu yerde zıplayarak): yaşasın yeni bir arkadaşım oldu. dedi.
aradan zaman geçmiş parkta geçirilen güzel bir vakitten sonra eve doğru yola koyulmuştu rana ve annesi.
rana çok keyifli bir gün geçirmiş ve yeni bir arkadaş edinmişti. eve varmışlardı.
akşam babası işten geldiğinde rana babasına gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını anlattı. babası da şaşkınlığını gizleyemedi tabi. çok seviyordu rana'yı. rana babasının dizlerinde uykuya dalmıştı ama babası da rana’dan farksız değildi. çünkü derin düşüncelere dalıp gitmişti...
çocukluk anı yaşamaktı. yağmurun altında kolları açarak dönmek, güneşin bize gülüşünü çimlere uzanarak iliklerine kadar hissetmek, sonbaharda düşen yaprakları dağ gibi yapıp üzerine atlamaktı çocukluk. diğer canlıları da dost bilmekti çocukluk. meraklı olup sorgulamak, sevgi dolu olup paylaşmaktı çocukluk.
çocukluk sadece belli bir yaş grubuna ait değildi. çocukluk aslında içimizdeydi. büyüdükçe kimimiz onu her gün biraz daha derine gömüyor kimimiz ise yaşıyordu.**
devamını gör...
27.
hayatımın yaklaşık 80 100 cm ve 20 kilo civarında olduğum bölümü.
şuan 183 ve 85 kilo olmam; o halimi hayal etmekte zorlanmama yol açmaktadır.
şuan 183 ve 85 kilo olmam; o halimi hayal etmekte zorlanmama yol açmaktadır.
devamını gör...
28.
seneler geçtikçe özlenendir. sabah akşam dışarıda gezdiğimiz dertsiz günleri özledik.
devamını gör...
29.
herşey orda başlar, bazen ordan devam eder ve bazen sadece orda kalır.... kritik evreleri sağlıklı atlatilamadiginda yaş 70 te olsa hâlâ o evrede kalınan insan yaşamında ki en travmatik dönem.
devamını gör...
30.
bir şeyleri keşfettiğindeki o tatlı heyecan.
devamını gör...
31.
32.
şaban abak'ın dediği gibi ömrün yarısı.
çocukluk, o derin ırmak çağrısı
o masal dağında ünleyen gazal
güz ve hasret yüklü akşam bulutu
güz ve güneş yüklü saman kağnısı
babamdan duyduğum o mahzun gazel
ahengiyle dalgalandığım harman
betim benzim ondan buğday sarısı
çocukluk, o derin ırmak çağrısı
uyanıkken rüya gördüğüm günler
gelir bu kabustan alır mı beni
güz ve güneş yüklü saman kağnısı
teneke çıkrığım, tahtadan atım
dönersem serçeme tanır mı beni
diner mi ruhumun büyük ağrısı
çocukluk dediğin, ömrün yarısı.
buradan
çocukluk, o derin ırmak çağrısı
o masal dağında ünleyen gazal
güz ve hasret yüklü akşam bulutu
güz ve güneş yüklü saman kağnısı
babamdan duyduğum o mahzun gazel
ahengiyle dalgalandığım harman
betim benzim ondan buğday sarısı
çocukluk, o derin ırmak çağrısı
uyanıkken rüya gördüğüm günler
gelir bu kabustan alır mı beni
güz ve güneş yüklü saman kağnısı
teneke çıkrığım, tahtadan atım
dönersem serçeme tanır mı beni
diner mi ruhumun büyük ağrısı
çocukluk dediğin, ömrün yarısı.
buradan
devamını gör...
33.
bugün de özlenen yıllardır, dert derdimiz öğle bahçeye kaçan topu almaktı.
devamını gör...
34.
tek derdin balkona düşen futbol topu olduğu özlenen yıllardır.
devamını gör...
35.
çocukken güzeldi bir merdivenden çıkmak, trabzana tutunmak. bir şeye gülmek en naif şekilde. daha güzeldi, sevmek, sevilmek, sevinmek. güzel anlarım, unutamadığım tatlar, en sevdiklerim, çocukluğumla beraber gitmiş oldular.
devamını gör...
36.
özlenilen ama bir daha asla yaşayamayacağımız zamandır.
devamını gör...
37.
ruhumun kayıp kıtası.
devamını gör...
38.
çok güzel gerçekten dert yok, sorumluluk yok. tek yaptığımız şey okula gidip eve gelir mahallede oynardık.
devamını gör...
39.
hiçbir şeyi umursamadan herşeyi istediğimiz gibi yapabildiğimiz ve kimse tarafından yadırganmadığımız aslında insanlığın en özgür olduğu zamanlar.
devamını gör...
40.
çocukluk, yarınların endişesini taşımadan zamanı yaşamaktır. planla, projeyle hiç uğraşmadan, “eyvah üstüm kirlendi, aman ayağım ıslandı,” gibi telâşlara kapılmadan hayatı olduğu gibi kabullenmektir. çocukluk, en ilginç hayalleri kurabilmektir... gökteki bir yıldızı avucuna alıp okşayabilmek, uçan kuşun üstüne binip etrafı dolaşabilmektir. ve çocukluk, paylaşmayı bilmektir. elinde yarım ekmeği olsa bile, yarısını bölüp arkadaşına verebilmektir.
devamını gör...