yılmaz güney
bileğine değil kahpece belindeki silahına güvenip, karısının arkasına sığınıp delikanlılık yapan bir adet namussuzdur.
aynı fikirdeki rezil profiller tarafından savunulması ise şaşırtmamıştır.
öte yandan kerim korcan'ın eserindeki tatar ramazan karakterinin yanına bile yaklaşamayacak kadar karaktersiz olup işlediği cinayeti akrabasının üstüne yıkıp kaçmaya çalışan bir vatansızdır.
olsa olsa gavat ramazan olabilir.
aynı fikirdeki rezil profiller tarafından savunulması ise şaşırtmamıştır.
öte yandan kerim korcan'ın eserindeki tatar ramazan karakterinin yanına bile yaklaşamayacak kadar karaktersiz olup işlediği cinayeti akrabasının üstüne yıkıp kaçmaya çalışan bir vatansızdır.
olsa olsa gavat ramazan olabilir.
devamını gör...
en sevilen gora repliği
arif’in merdivenden kendinden önce çıkan ceku’nun afedersiniz g*tüne bakarken “atmosfer gayet güzel bence” demesi. kimin -yine afedersiniz- g*tüne baksam kullandığım bir replik.
saf sanılmamak için “hocam bunun nitrojenini falan koydun mu?” repliği yine aynı şekilde hayatımın her alanında yer alan bir replik.
ortaya absürt bir şey koyduysam, mesela deneysel yemek yapmaya çalıştım leş gibi olduysa: “eli belindedir motifin adı” veya “eserimin adı: benimsin”
bir hedefim gerçekleşmekten çok uzak, hatta hayal boyutundaysa “taksim meydanını görür gibiyim...”
yok saymak istediğim bir sorunla karşılaştığımda “b şıkkı, yokmuş gibi yapıyoruz”
birinden özür dileyeceksem “o girişte bi tatsızlık oldu, onu unutalım.”
kafam patatese döndüğünde “beyler rica ediyorum ceku’nun babası ben çıkmayayım.”
saf sanılmamak için “hocam bunun nitrojenini falan koydun mu?” repliği yine aynı şekilde hayatımın her alanında yer alan bir replik.
ortaya absürt bir şey koyduysam, mesela deneysel yemek yapmaya çalıştım leş gibi olduysa: “eli belindedir motifin adı” veya “eserimin adı: benimsin”
bir hedefim gerçekleşmekten çok uzak, hatta hayal boyutundaysa “taksim meydanını görür gibiyim...”
yok saymak istediğim bir sorunla karşılaştığımda “b şıkkı, yokmuş gibi yapıyoruz”
birinden özür dileyeceksem “o girişte bi tatsızlık oldu, onu unutalım.”
kafam patatese döndüğünde “beyler rica ediyorum ceku’nun babası ben çıkmayayım.”
devamını gör...
the clan of the cave bear
the clan of the cave bear aslında jean marie auel'in yazdığı earth's children serisinin ilk kitabının adıdır. aynı isimle 1986 yılında, michael chapman yönetmenliğinde sinemaya uyarlanıyor. 18 milyon dolarlık bütçeyle çekiliyor ve 2 milyon dolar gişe hasılatıyla zarar eden yapımlar arasında yerini alıyor. nedense sevdiğim çoğu film gişede hüsrana uğramış. *
genelde kitapların sinema uyarlamaları çok başarılı olmuyor. kitaplar okuyucuyu daha çok düşünmeye ve hayal kurmaya sürüklediği için daha çok akılda kalıcı ve size ait oluyor. sinemada ise başkasının kurduğu hayali benimsemek zorunda kalıyorsunuz. tabi ben kitap serisini okumadığım için filmi değerlendireceğim.
filmimiz 35 bin yıl öncesi bir zamanda geçiyor. tarih öncesi devirlere ayrı bir ilgim olduğu için bu tarz yapımları çok seviyorum. genelde tarih öncesi zamanlarda geçen filmler dönemini çok iyi yansıtmazlar. hatta bu tarz çoğu filmde 65 milyon yıl önce soyu tükenen dinozorları insanlarla aynı devirde işlerler. amaç dinozorlar üzerinden ilgi çekmekse bunu jurassic park gibi kılıfına uydurun, biz de baş tacı yapalım. *
bu filmin geçtiği tarihi çok iyi yansıttığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. kitabın yazarının da dönemi çok iyi işlediğine inancım tam çünkü, jean marie kitabı yazmadan önce buz devri'yle ilgili çok geniş ve kapsamlı bir araştırma yapıyor. pek çok bilim insanıyla da irtibata geçip fikir alışverişinde bulunuyor. hatta yetmiyor kurslara katılıp, ilkel yöntemlerle ateş yakmayı, deri tabaklamayı, taş yontmayı, doğada kendi başına hayatta kalmayı öğreniyor. bu kadının yazdığı ve yazacağı kitaptan ben razıyım. * o zaman filmimize geçelim.
başrolde baş tacımız daryl hannah oynuyor. ayla adında, cro-magnon insanı * küçük bir kız, şiddetli bir deprem sırasında annesini kaybeder. daha sonra bir mağara aslanının saldırısına uğrar ve bacağından yaralanır. ölmek üzereyken, kışı geçirmek için kendilerine mağara arayan bir neanderthal kabilesi tarafından bulunur. kendi ırkından olmadığı için uğursuzluk getireceği düşünülse de, kabilenin şamanı creb ve kabile şifacısı iza tarafından sahiplenilir fakat, kabile şefi brun'un oğlu broud tarafından hep hor görülecektir.
ayla neanderthaller tarafından büyütülse de hiçbir zaman onlardan biri olamayacaktır. neanderthallerin kendi spiritüel kültürleri ve öğretileri, geçmişin ruhları ve sesleri vardır. kabilede herkes zamanı gelince kendi koruyucu, yol gösterici, ruhani hayvanını bulmaktadır. buna da kabile şamanı creb aracı olmaktadır. ayla onlardan birisi olmasa da, creb'e bir gün trans halindeyken, ayla'nın ruhani yaratığının mağara aslanı olduğu imgelenir. işte bunlar hep magic mushroom. * broud mağara aslanının avcı erkeklerin ruhani hayvanı olabileceği düşüncesiyle buna karşı çıkar ve ayla'ya daha da diş biler. ileride ona şiddet uygulayacak, hatta tecavüz de edecektir.
filmde araya sıkıştırılmış çok güzel bir gönderme de bulunmaktadır. ayla'yı kendi kızı gibi seven şifacı iza ona bir gün, ayla'nın çok çirkin olduğu için kimsenin onu eş olarak seçmeyeceği, bu yüzden de asla çocuk sahibi olamayacağı için çok üzüldüğünü söyler. evet bunu daryl hannah'ya söylediler. * dış görünüş olarak alışılmışımızın dışındakilere uyguladığımız bilinçli veya içgüdüsel dışlama ve ayrımcılık çok güzel işlenmiş. popülist güzellik anlayışı da inceden iğnelenmiş. broud'un tecavüzü sonucu hamile kalan ayla'nın hamile olduğunu öğrenince çocuk gibi sevinmesi de ayrı bir ironi.
neanderthal kültüründe bir kadının herhangi bir av silahına dokunması ve kullanması kesinlikle yasaktır, cezası da ölümdür. erkeklerin ilkel sapanla hedefe atış yaptıklarını gören ayla, bu yasağı bilse de, içindeki meraka yenik düşer. erkekler gittikten sonra sapanla atış yapmayı dener ve her gün gizli gizli atış çalışır ve ustalaşır. kurt sürüsünün saldırısına uğrayan bir çocuk, ayla'nın sapanla nokta atışı sayesinde kurtulur ve herkes ayla'ya "naptın sen yeğen" bakışı atar. hayat kurtardığı için ölümle cezalandırılmaz ama, 1 ay kabileden uzaklaştırılır. bu da zaten o iklim koşullarında ölüm demektir. bu cezadan sağ çıkıp da dönen henüz olmamıştır. hele bir de hamile olan ayla'nın şimdiden ruhlara karıştığı fikrine kapılır herkes.
ayla sürgünde tek başına çok zor koşullar altında çocuğunu doğurur, avlanır, onu besler ve yaşatır. sürgünde her gün için bir çentik atar. bunu yapabilen, saymayı becerebilen tek kişi o ve şaman creb'dir. creb de her gün ayla için bir çentik atmaktadır. sonunda ayla şaşkın bakışlar altında, kucağında donmak üzere çocuğuyla çıkagelir. fakat, neanderthallerin katı kuralları bitmemektedir. eşi olmayan bir kadının çocuğu gayrimeşrudur ve gayrimeşru bir çocuk için başka bir erkeğin avlanması yasaktır. neyse ki ayla'ya avlanma ayrıcalığı tanınıyor da bu bürokratik problemin de üstesinden geliniyor.
her şey güllük gülistanlık giderken, * tüm neanderthal kabilelerinin toplanma zamanı geliyor. kabile şefi varislerinin mağara ayısına karşı mücadele ederek rüşdünü ispatladıkları, psikoaktif içeceklerin gırla gittiği, neanderthal danslarının yapıldığı acayip bir bahar festivali. * bu sefer creb ve ayla'ya aynı imgelem doğuyor. oğlu bir mağara ayısı ve mağara aslanıyla birliktedir. sonra oğlu ayıyı takip eder ve aslanla yolları ayrılır. ayla o an başına gelecekleri, daha doğrusu olması gerekeni anlar.
festivalden sonra kabileler dağılır ve kendi bölgelerine dönerler. şef brun yetkiyi oğlu broud'a, şaman creb de görevi başkasına devreder. broud ilk iş ayla'yı kendisine zevce yapar, onu çocuğundan ayırır ve başka bir çiftin sorumluluğuna bırakır. creb'i de kabilede artık yeri olmadığı için kabileden kovar. ayla buna karşı çıkar ve broud'un karşısına dikilir. ayla kendisine saldıran broud'u yılların judocusu gibi yerden yere çalar. broud'un babası brun, oğlunun düştüğü bu durumdan utanç duyar ve boynundan şeflik kolyesini söker yere atar. broud babasının ayaklarına kapansa da artık çok geçtir. ayla ise artık yaşayan ruh mertebesine ulaşmıştır. oğluyla vedalaşır ve kendisi gibi olanları, cro-magnon insanlarını bulmak için yollara düşer...
sanırım, "filmi izlemesem de olur" tadında bir spoiler bıraktım. * spoiler okumayanlar için de kısaca özet geçelim. 35 bin yıl önce, avrupa'da neanderthaller ve modern avrupa insanının karşılaştıkları bir dönemde, neanderthaller tarafından büyütülen bir cro-magnon kızın hikayesi ve yaşadığı zorluklar anlatılıyor. aslında filmde anlatılan ataerkil toplum düzeninde kadının yaşadığı zorluklar ve kadına biçilen toplumsal roldür.
ayla karakterinin kabilesinden sürüldüğü dönem içinde, kendi başına çocuğunu doğurması, avlanabilmesi ve hayatta kalması, modern kadının kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabileceğinin, tüm zorluklara göğüs gerebileceğinin altını çizmektedir. ayla'nın av silahlarını kullanmanın kadınlara yasak olmasını bildiği halde, ilkel sapanı kullanmayı öğrenmesi ve çok başarılı kullanması, modern kadının "erkek işi" denilen pek çok işin altından kalkabileceği, hatta erkeklerden daha da iyi yapabileceği mesajını vermektedir.
ayla'nın tüm kabilenin önünde, kabile şefinin oğlunun canı çekti diye tecavüz ederken, herkesin kafasını çevirip ya da öne eğmesi, tecavüzün ve istismarın toplum tarafından görmezden gelindiği ve hafifletildiği mesajını vermektedir. tabi ki kitap 1980 yılında yazılıp, film de 1986 yılında çekildiği için bu mesajı o dönemin toplumsal anlayışına göre değerlendirmek gerekir. şu da bir gerçek ki; hala, "o saatte orada ne işi varmış?", "o da öyle giyinmeseymiş" düşüncesinde olan insanların varlığını bilmek, bir arpa boyu yol alamadığımızın da bir göstergesidir.
ayla'nın diğerlerinden farklı olduğu için dışlanması, çok çirkin olduğunun ve bu yüzden kimsenin onu eş olarak seçmeyeceği fikri her ne kadar güldürse de, ırkçılığa çok ağır gönderme yapmaktadır. görünüş olarak farklı olanı benimseyemeyişimiz, benimseyebilenlerimizin de çok masum gözüken "onlar da insan" yaklaşımının aslında çok ince ve de keskin bir ayrıştırma içermesi ve çoğumuzun bunun bile farkında olmayışımız, insanlığın düşünsel evrimde katetmesi gereken daha çok yol olduğunu hissettirmektedir.
mars'a insanlı uçuş planlarının yapıldığı şu dönemde, ülkemizde ve tüm dünyada şahit olduğumuz olaylar, toplumlar arasında kapanması imkansız derin uçurumların olduğunu, teknolojik evrimin, duygusal ve düşünsel insani evrimin çok önüne geçtiğini ortaya koymaktadır. avcı-toplayıcı topluma ait düşünce yapısı dürtüsel olarak zihinlerimizde yaşamaya devam etmektedir.
bakmayın bu kadar atıp tuttuğuma. yeri geldiğinde ayrıştırıcı olduğumu, bundan çok fazla rahatsızlık duymadığımı da dürüstçe itiraf edebilirim. "benzerlik yakınlaşması" diye adlandırdığım içgüdüye hepimiz sahibiz. aslında bunun hakkında da başka bir yazı yazabilirim ama, sözlüğümüzde dahi bunu gözlemlemek çok basit. ilgi alanıma göre takip ettiğim yazarlar ve ilgi alanımın çok dışında, görmezden geldiğim yazarlar da var. işte bu da benzerlik yakınlaşması sonucu ortaya çıkan, "pasif ayrımcılık".
neyse, izleyen herkes çok farklı düşüncelere ulaşabilir. 5.4 imdb puanına aldanmadan, herhangi bir çıkarım ve mesaj derdi taşımadan, en azından tarih öncesi devirlere merakı olanların belgesel tadında izleyebilecekleri bu filmin fragmanını bırakarak yazımızı tamamlayalım. iyi seyirler. *
fragman
genelde kitapların sinema uyarlamaları çok başarılı olmuyor. kitaplar okuyucuyu daha çok düşünmeye ve hayal kurmaya sürüklediği için daha çok akılda kalıcı ve size ait oluyor. sinemada ise başkasının kurduğu hayali benimsemek zorunda kalıyorsunuz. tabi ben kitap serisini okumadığım için filmi değerlendireceğim.
filmimiz 35 bin yıl öncesi bir zamanda geçiyor. tarih öncesi devirlere ayrı bir ilgim olduğu için bu tarz yapımları çok seviyorum. genelde tarih öncesi zamanlarda geçen filmler dönemini çok iyi yansıtmazlar. hatta bu tarz çoğu filmde 65 milyon yıl önce soyu tükenen dinozorları insanlarla aynı devirde işlerler. amaç dinozorlar üzerinden ilgi çekmekse bunu jurassic park gibi kılıfına uydurun, biz de baş tacı yapalım. *
bu filmin geçtiği tarihi çok iyi yansıttığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. kitabın yazarının da dönemi çok iyi işlediğine inancım tam çünkü, jean marie kitabı yazmadan önce buz devri'yle ilgili çok geniş ve kapsamlı bir araştırma yapıyor. pek çok bilim insanıyla da irtibata geçip fikir alışverişinde bulunuyor. hatta yetmiyor kurslara katılıp, ilkel yöntemlerle ateş yakmayı, deri tabaklamayı, taş yontmayı, doğada kendi başına hayatta kalmayı öğreniyor. bu kadının yazdığı ve yazacağı kitaptan ben razıyım. * o zaman filmimize geçelim.
başrolde baş tacımız daryl hannah oynuyor. ayla adında, cro-magnon insanı * küçük bir kız, şiddetli bir deprem sırasında annesini kaybeder. daha sonra bir mağara aslanının saldırısına uğrar ve bacağından yaralanır. ölmek üzereyken, kışı geçirmek için kendilerine mağara arayan bir neanderthal kabilesi tarafından bulunur. kendi ırkından olmadığı için uğursuzluk getireceği düşünülse de, kabilenin şamanı creb ve kabile şifacısı iza tarafından sahiplenilir fakat, kabile şefi brun'un oğlu broud tarafından hep hor görülecektir.
ayla neanderthaller tarafından büyütülse de hiçbir zaman onlardan biri olamayacaktır. neanderthallerin kendi spiritüel kültürleri ve öğretileri, geçmişin ruhları ve sesleri vardır. kabilede herkes zamanı gelince kendi koruyucu, yol gösterici, ruhani hayvanını bulmaktadır. buna da kabile şamanı creb aracı olmaktadır. ayla onlardan birisi olmasa da, creb'e bir gün trans halindeyken, ayla'nın ruhani yaratığının mağara aslanı olduğu imgelenir. işte bunlar hep magic mushroom. * broud mağara aslanının avcı erkeklerin ruhani hayvanı olabileceği düşüncesiyle buna karşı çıkar ve ayla'ya daha da diş biler. ileride ona şiddet uygulayacak, hatta tecavüz de edecektir.
filmde araya sıkıştırılmış çok güzel bir gönderme de bulunmaktadır. ayla'yı kendi kızı gibi seven şifacı iza ona bir gün, ayla'nın çok çirkin olduğu için kimsenin onu eş olarak seçmeyeceği, bu yüzden de asla çocuk sahibi olamayacağı için çok üzüldüğünü söyler. evet bunu daryl hannah'ya söylediler. * dış görünüş olarak alışılmışımızın dışındakilere uyguladığımız bilinçli veya içgüdüsel dışlama ve ayrımcılık çok güzel işlenmiş. popülist güzellik anlayışı da inceden iğnelenmiş. broud'un tecavüzü sonucu hamile kalan ayla'nın hamile olduğunu öğrenince çocuk gibi sevinmesi de ayrı bir ironi.
neanderthal kültüründe bir kadının herhangi bir av silahına dokunması ve kullanması kesinlikle yasaktır, cezası da ölümdür. erkeklerin ilkel sapanla hedefe atış yaptıklarını gören ayla, bu yasağı bilse de, içindeki meraka yenik düşer. erkekler gittikten sonra sapanla atış yapmayı dener ve her gün gizli gizli atış çalışır ve ustalaşır. kurt sürüsünün saldırısına uğrayan bir çocuk, ayla'nın sapanla nokta atışı sayesinde kurtulur ve herkes ayla'ya "naptın sen yeğen" bakışı atar. hayat kurtardığı için ölümle cezalandırılmaz ama, 1 ay kabileden uzaklaştırılır. bu da zaten o iklim koşullarında ölüm demektir. bu cezadan sağ çıkıp da dönen henüz olmamıştır. hele bir de hamile olan ayla'nın şimdiden ruhlara karıştığı fikrine kapılır herkes.
ayla sürgünde tek başına çok zor koşullar altında çocuğunu doğurur, avlanır, onu besler ve yaşatır. sürgünde her gün için bir çentik atar. bunu yapabilen, saymayı becerebilen tek kişi o ve şaman creb'dir. creb de her gün ayla için bir çentik atmaktadır. sonunda ayla şaşkın bakışlar altında, kucağında donmak üzere çocuğuyla çıkagelir. fakat, neanderthallerin katı kuralları bitmemektedir. eşi olmayan bir kadının çocuğu gayrimeşrudur ve gayrimeşru bir çocuk için başka bir erkeğin avlanması yasaktır. neyse ki ayla'ya avlanma ayrıcalığı tanınıyor da bu bürokratik problemin de üstesinden geliniyor.
her şey güllük gülistanlık giderken, * tüm neanderthal kabilelerinin toplanma zamanı geliyor. kabile şefi varislerinin mağara ayısına karşı mücadele ederek rüşdünü ispatladıkları, psikoaktif içeceklerin gırla gittiği, neanderthal danslarının yapıldığı acayip bir bahar festivali. * bu sefer creb ve ayla'ya aynı imgelem doğuyor. oğlu bir mağara ayısı ve mağara aslanıyla birliktedir. sonra oğlu ayıyı takip eder ve aslanla yolları ayrılır. ayla o an başına gelecekleri, daha doğrusu olması gerekeni anlar.
festivalden sonra kabileler dağılır ve kendi bölgelerine dönerler. şef brun yetkiyi oğlu broud'a, şaman creb de görevi başkasına devreder. broud ilk iş ayla'yı kendisine zevce yapar, onu çocuğundan ayırır ve başka bir çiftin sorumluluğuna bırakır. creb'i de kabilede artık yeri olmadığı için kabileden kovar. ayla buna karşı çıkar ve broud'un karşısına dikilir. ayla kendisine saldıran broud'u yılların judocusu gibi yerden yere çalar. broud'un babası brun, oğlunun düştüğü bu durumdan utanç duyar ve boynundan şeflik kolyesini söker yere atar. broud babasının ayaklarına kapansa da artık çok geçtir. ayla ise artık yaşayan ruh mertebesine ulaşmıştır. oğluyla vedalaşır ve kendisi gibi olanları, cro-magnon insanlarını bulmak için yollara düşer...
sanırım, "filmi izlemesem de olur" tadında bir spoiler bıraktım. * spoiler okumayanlar için de kısaca özet geçelim. 35 bin yıl önce, avrupa'da neanderthaller ve modern avrupa insanının karşılaştıkları bir dönemde, neanderthaller tarafından büyütülen bir cro-magnon kızın hikayesi ve yaşadığı zorluklar anlatılıyor. aslında filmde anlatılan ataerkil toplum düzeninde kadının yaşadığı zorluklar ve kadına biçilen toplumsal roldür.
ayla karakterinin kabilesinden sürüldüğü dönem içinde, kendi başına çocuğunu doğurması, avlanabilmesi ve hayatta kalması, modern kadının kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabileceğinin, tüm zorluklara göğüs gerebileceğinin altını çizmektedir. ayla'nın av silahlarını kullanmanın kadınlara yasak olmasını bildiği halde, ilkel sapanı kullanmayı öğrenmesi ve çok başarılı kullanması, modern kadının "erkek işi" denilen pek çok işin altından kalkabileceği, hatta erkeklerden daha da iyi yapabileceği mesajını vermektedir.
ayla'nın tüm kabilenin önünde, kabile şefinin oğlunun canı çekti diye tecavüz ederken, herkesin kafasını çevirip ya da öne eğmesi, tecavüzün ve istismarın toplum tarafından görmezden gelindiği ve hafifletildiği mesajını vermektedir. tabi ki kitap 1980 yılında yazılıp, film de 1986 yılında çekildiği için bu mesajı o dönemin toplumsal anlayışına göre değerlendirmek gerekir. şu da bir gerçek ki; hala, "o saatte orada ne işi varmış?", "o da öyle giyinmeseymiş" düşüncesinde olan insanların varlığını bilmek, bir arpa boyu yol alamadığımızın da bir göstergesidir.
ayla'nın diğerlerinden farklı olduğu için dışlanması, çok çirkin olduğunun ve bu yüzden kimsenin onu eş olarak seçmeyeceği fikri her ne kadar güldürse de, ırkçılığa çok ağır gönderme yapmaktadır. görünüş olarak farklı olanı benimseyemeyişimiz, benimseyebilenlerimizin de çok masum gözüken "onlar da insan" yaklaşımının aslında çok ince ve de keskin bir ayrıştırma içermesi ve çoğumuzun bunun bile farkında olmayışımız, insanlığın düşünsel evrimde katetmesi gereken daha çok yol olduğunu hissettirmektedir.
mars'a insanlı uçuş planlarının yapıldığı şu dönemde, ülkemizde ve tüm dünyada şahit olduğumuz olaylar, toplumlar arasında kapanması imkansız derin uçurumların olduğunu, teknolojik evrimin, duygusal ve düşünsel insani evrimin çok önüne geçtiğini ortaya koymaktadır. avcı-toplayıcı topluma ait düşünce yapısı dürtüsel olarak zihinlerimizde yaşamaya devam etmektedir.
bakmayın bu kadar atıp tuttuğuma. yeri geldiğinde ayrıştırıcı olduğumu, bundan çok fazla rahatsızlık duymadığımı da dürüstçe itiraf edebilirim. "benzerlik yakınlaşması" diye adlandırdığım içgüdüye hepimiz sahibiz. aslında bunun hakkında da başka bir yazı yazabilirim ama, sözlüğümüzde dahi bunu gözlemlemek çok basit. ilgi alanıma göre takip ettiğim yazarlar ve ilgi alanımın çok dışında, görmezden geldiğim yazarlar da var. işte bu da benzerlik yakınlaşması sonucu ortaya çıkan, "pasif ayrımcılık".
neyse, izleyen herkes çok farklı düşüncelere ulaşabilir. 5.4 imdb puanına aldanmadan, herhangi bir çıkarım ve mesaj derdi taşımadan, en azından tarih öncesi devirlere merakı olanların belgesel tadında izleyebilecekleri bu filmin fragmanını bırakarak yazımızı tamamlayalım. iyi seyirler. *
fragman
devamını gör...
düşünceni değiştir
58 saniyelik nahif, tatlı, hoş bir nil karaibrahimgil şarkısı. sözleri ve müziği de çok güzeldir. dinledikçe dinleyesim geliyor.*
nil karaibrahimgil'in 2019 yılında yayımladığı nil'den iyi gelen sesler albümünün de ilk şarkısıdır.
bazen dışarıda yaz, sana sonbahar.
herkese geniş hayat, niye sana dar?
kalk oradan, otur başka bir tarafa.
bir de oradan bak olanlara.
düşündüğünü değiştiren, yaşadığını değiştirir.
düşündüğünü değiştiren, yaşadığını değiştirir.
sen de...*
not: tam bir bilişsel davranışçı terapi şarkısı.*
nil karaibrahimgil'in 2019 yılında yayımladığı nil'den iyi gelen sesler albümünün de ilk şarkısıdır.
bazen dışarıda yaz, sana sonbahar.
herkese geniş hayat, niye sana dar?
kalk oradan, otur başka bir tarafa.
bir de oradan bak olanlara.
düşündüğünü değiştiren, yaşadığını değiştirir.
düşündüğünü değiştiren, yaşadığını değiştirir.
sen de...*
not: tam bir bilişsel davranışçı terapi şarkısı.*
devamını gör...
kitap alıntıları
"insan bir zaman tüketicisidir. üstelik bize ayrılan bu zaman oldukça sınırlıdır da. ama yine de çoğumuz yapmak istediklerimizi sonsuza dek zamanımız varmışçasına erteleriz. yaşamımız boyunca yitirdiğimiz bazı şeyleri yeniden elde edebilir ya da yerine başka şeyler koyabiliriz. ama tükettiğimiz zamanı asla!"
engin geçtan-insan olmak
engin geçtan-insan olmak
devamını gör...
çocuğa dedesinin ismini vermek
olmesi gereken gelenek.
devir hizla degisiyor malum; bir gunumuz otekini tutmazken, aralarinda neredeyse asir* bulunan iki kisi neden ayni ismi tasisin ki?
isimler ister istemez hayata bir sekilde yon veriyor, kisiligin olusmasinda temel basamak gorevinde hatta. bu sebeple ki bazi isimler bazilarinda asiri sakil duruyor, olmamislik hissi veriyor.
ayrica nedir bu yaslilardaki “bana ne oohhh benim dedigim olacak” inadi? izi etrafindakilerin kalbinde iyi insan olarak birakamayan buna sariyor, buyuk marifet cunku kac yuzyillik ismi kullanmak.
hayir bi’ de gobek adi olmasi kabullenilmeyen hatta kusulen versiyonlar var, evlerden irak.
dedigim gibi; olmesi gereken gelenek, salin cocuklari dedeler, yeter.
devir hizla degisiyor malum; bir gunumuz otekini tutmazken, aralarinda neredeyse asir* bulunan iki kisi neden ayni ismi tasisin ki?
isimler ister istemez hayata bir sekilde yon veriyor, kisiligin olusmasinda temel basamak gorevinde hatta. bu sebeple ki bazi isimler bazilarinda asiri sakil duruyor, olmamislik hissi veriyor.
ayrica nedir bu yaslilardaki “bana ne oohhh benim dedigim olacak” inadi? izi etrafindakilerin kalbinde iyi insan olarak birakamayan buna sariyor, buyuk marifet cunku kac yuzyillik ismi kullanmak.
hayir bi’ de gobek adi olmasi kabullenilmeyen hatta kusulen versiyonlar var, evlerden irak.
dedigim gibi; olmesi gereken gelenek, salin cocuklari dedeler, yeter.
devamını gör...
edirne'de 8 köpek yavrusunun diri diri yakılarak öldürülmesi
bu tür hastalıklı insanlar geleceğin katilleridir*, bana göre bir hayvanı da insanı da öldüren aynı katil sıfatına sahiptir.
devamını gör...
davut heykeli
michelangelo tarafından 1501 - 1504 yılları arasında yapılan mermer heykel. bugün bu heykel, rönesans'ın başyapıtı kabul ediliyor.
heykel, güçlü ve mükemmel bir erkek bedeninin simgesi sayılıyor. yani ideal erkek bedeni. heykelin dünyada yüzlerce de replikası bulunuyor.
heykel, güçlü ve mükemmel bir erkek bedeninin simgesi sayılıyor. yani ideal erkek bedeni. heykelin dünyada yüzlerce de replikası bulunuyor.
devamını gör...
bilgisayar oyunlarının erkekleri öldürmeye teşvik etmesi
araştırma sonuçları ve kanıt olmadan böyle bir çıkarımda bulunmak yanlış.
evet, çocukların şiddet eğilimini ve asosyalliklerini artırabilir. nitekim çocukların hacıyatmaza şiddet uygulayan yetişkinin hareketlerini daha sonrasında hacıyatmaza aynen yansıttıkları yani önlerinde bir model olduğunda bunu sorgulamadan taklit ettikleri bilinen bir gerçektir ve deneyler de yapılmıştır (bkz: bobo doll deneyi).
lakin, öldürme eyleminin gerçekleşmesinin biyolojik, psikolojik ve sosyolojik birçok nedeni olabilir. zaten ülkemizde bunlar araştırılmadığından ve önüne de geçilmeye çalışılmadığından bu durumdayız.
sözün kısası, asosyalliği ve şiddete eğilimi artırabilir, cinayete teşvik ise alakasız, özellikle önemli çok farklı neden varken (erkekler hakkında başlık açıldığı için, bazı önemli nedenler: cinsiyet rolleri, güvencesiz erkeklik, 'erkeklik kavramı' vb.) fakat erkek, kadın, çocuk ayırt etmeden her kategoride şiddetin artmış, tahammülün azalmış olması da bir gerçek. insanlarla iletişim kuramıyorsunuz hemen parlıyor, saçma triplere giriyorlar.
evet, çocukların şiddet eğilimini ve asosyalliklerini artırabilir. nitekim çocukların hacıyatmaza şiddet uygulayan yetişkinin hareketlerini daha sonrasında hacıyatmaza aynen yansıttıkları yani önlerinde bir model olduğunda bunu sorgulamadan taklit ettikleri bilinen bir gerçektir ve deneyler de yapılmıştır (bkz: bobo doll deneyi).
lakin, öldürme eyleminin gerçekleşmesinin biyolojik, psikolojik ve sosyolojik birçok nedeni olabilir. zaten ülkemizde bunlar araştırılmadığından ve önüne de geçilmeye çalışılmadığından bu durumdayız.
sözün kısası, asosyalliği ve şiddete eğilimi artırabilir, cinayete teşvik ise alakasız, özellikle önemli çok farklı neden varken (erkekler hakkında başlık açıldığı için, bazı önemli nedenler: cinsiyet rolleri, güvencesiz erkeklik, 'erkeklik kavramı' vb.) fakat erkek, kadın, çocuk ayırt etmeden her kategoride şiddetin artmış, tahammülün azalmış olması da bir gerçek. insanlarla iletişim kuramıyorsunuz hemen parlıyor, saçma triplere giriyorlar.
devamını gör...
yeşil mahlasın bir boka yaramadığı gerçeği
realite gibi realitedir. fosforlu cevriye gibi o ne ayol öyle? insan o kadar karma puanına kıyıp renkli mahlas özelliği almak istiyorsa rengini de kendi belirlemelidir. yani yazarın en doğal hakkı bu.
devamını gör...
feminazi
artık feminizmin cılkını çıkarmış tiplere verilen isim. ulan birinden sırf erkek diye nefret edilir mi?
devamını gör...
10 bin din arasından din seçmek
"dünyada bilinen 4.300 din var. bir ateist 4.300'ünü reddediyorsa, bir dindar da 4.299'unu reddediyor."
devamını gör...
kadir mısıroğlu'nun bildiği yabancı diller
devamını gör...
stockholm sendromu
stockholm sendromu, ilk kez 1973 yılında yaşanan bir olaydan ismini almaktadır. isveç'in başkenti stockholm' da yaşanan olayda, banka soyguncusu tarafından 6 gün boyunca rehin tutulan banka görevlisi bir kadın duygusal olarak suçluya bağlanır. hastalık ilk defa psikiyatr bejerot tarafından tanımlanmıştır.
olay 23 ağustos 1973 günü stockholm'de soyguncular bir bankayı soymak için basarlar, bankada 4 banka görevlisini 6 gün boyunca 131 saat rehin tutarlar. soyguncular, rehinelere iyi davranır aralarında iyi ilişkiler oluşur. polisin bankaya operasyon düzenleyeceğini fark eden rehineler, soyguncuları uyarırlar. rehineler olay sonrasında yakalanan rehineler aleyhine ifade vermekten kaçındıkları gibi, soyguncuların avukatlık ve savunma giderlerini karşılamak için aralarında para toplarlar. günün gazeteleri bu olay üzerine ' soyguncular bankadan para çalamadılar, ama bazı insanların kalbini çaldılar' diye manşet atar. rehinelerden stockholm sendromuna yakalanan bir görevli serbest kaldıktan sonra nişanlısını terk ederek, banka ilgi duyduğu banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler ve onunla evlenir.
bu olaydan sonra 1974 yılında patty heartst adında bir kadın terörist bir grup tarafından kaçırılır. milyoner olan kadın, 2 ay sonra kendisini kaçıran teröristlerle birlikte bir banka soygununda yakalanır. avukatları stockholm sendromu'nu savunmada mahkemeye sunarlar, ancak mahkeme bu savunmayı yeterli bulmayarak hapis cezasına çarptırılmistir.
devamını gör...






