nilgün marmara
"dünyayla yaralı"
önce bir minik biyografi ile başlayayım. 13 şubat 1958 yılında, moda'da, bulgaristan göçmeni bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. kadıköy maarif kolejinden mezun olduktan sonra önce istanbul üniversitesi türk dili ve edebiyatı bölümünde okudu. daha sonra okuldan ayrıldı ve tekrar sınava girip boğaziçi üniversitesi ingiliz dili ve edebiyatı bölümüne geçip buradan mezun oldu. bitirme tezini de herkes bilir: "sylvia plath'in şairliğinin intiharı bağlamında analizi"
arada aklıma gelmiyor değil, sylvia plath'i düşünürken acaba "sonum onun gibi mi olacak?" diye düşünüyor muydu? ya da korkuyor muydu o sondan. kendini öldürürken hiç çığlık atmamış. belki de emindi sonundan. bilmiyorum.
boğaziçi, umutsuzlar merdiveni ve nilgün hakkında bir şeyler ekleyeyim biraz. zaten biliyorsunuz ki nilgün marmara'yı umutsuzlar merdiveninden bağımsız düşünmek çok zor. buyurun ece ayhan ne demiş;
"boğaziçi ünivesitesi'nde (ve daha önce robert college'de, 'yukarıda') okuyanlar iyi bilirler; orada, spor salonu ile kantinin bulunduğu yapıda bahçeye bakan ünlü bir 'umutsuzlar merdiveni' vardır; demirdendir. kimbilir belki de bırakılmış bir yangın merdiveni! okul arkadaşları anlatırlar: nilgün marmara, boğaziçi üniversitesi ingiliz filoloji'sinde öğrenciyken derslere pek girmez ve garip bir 'kuş' olarak basamaklara tünermiş. acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan 'o' (ya da 'bir') albatros mu? denizler kuşu. gözleri denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte. benim öyle 'umran' görmüşlerin boş vakitlerinde can sıkıntılarından uğraştığı ruh çağırmaları ya da parapsikolojiyle filan herhangi bir ilişim yok, olsaydı belki eskiden nilgün marmara'nın oturduğu basamakta şimdi geceleri bir hayaletin (yine çığlık atmadan) görüldüğünü söyleyebilirdim."
mezun olduktan sonra ilk önce marmaris'te bir tatil köyünde sonra çeşitli yerlerde çalıştı. zaten ne iş hayatı ne hayatı çok uzun sürdü canım şairin.
1982 yılı, yabancıların en yakını olarak gördüğü eşi kağan önal ile evleniyor. ben bunu sorgulayacak veya yorumlayacak doğru kişi değilim ama hakkında bir şey yazmam gerekirse, ona çok doğru gelen, ama belki 29 yıllık yaşamı boyunca yaptığı en yanlış tercihlerden biri. hiçbir şey değil ama kağan önal'ın bir dediği çok canımı sıkmıştı bir ara, belki bu ara.
"nilgün'ün şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı."
13 ekim 1987, daha 29 yaşında ve evinin balkonundan atlayarak hayatına son veriyor. daha sonra nilgün'ün intihar etmediği, eşi kağan önal tarafından öldürüldüğü söyleniyor. kağan önal şu açıklamaları yapıyor:
"oysa nilgün’ün tedavi olması gerekiyordu ama o doktordan kaçıyordu. doktor, geldiğinde evde olması gerekirken evde değildi. doktor beklemişti. gelince de konuştular... doktor bana “işiniz çok zor, tedavi olması lazım ama çok zeki ve kültürlü. yani en zor vakalardan” demişti. çünkü iyileşmesi için entelektüel faaliyetlerde bulunmaması gerekiyordu. ilacı dayayacaklar ve uyuşacaktı. orta kültür ve zekalı durumlarda bu hastalık genelde 20’li yaşlarda ortaya çıkarmış, lityum tedavisi ile başarılı olunurmuş. ancak nilgün bu tipte değildi. tedavi olması, buna ikna olması, tedaviden memnun kalması hepsi ayrı bir dertti. dolayısıyla tedavi olmadı. öldüğü gün bana tedaviye tekrar başlayacağına dair söz vermişti."
ölümünden sonra ece ayhan pek çok şey demiş, meçhul öğrenci anıtı demiş. cenazede nilgün'ün annesine sormuş okul numarasını. oradan geliyor 128.
cemal süreya,
"nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış, ece ayhan söyledi. çok değişik bir insandı zelda. akşamları belli saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alarır bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım otuzuna değmemişti daha.. bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgün’ün yüzünde. o zamanlar görememişim. bugün ortaya çıkıyor."
demiş.
bir de gülseli inal'ın dedikleri var, pek ölümüyle alakalı değil. ece ayhan'ı suçlar gibi. belki biraz haklı, bence haksız:
"1986'nın sonbaharı, nilgün ve ben boğaziçi üniversitesi dış taşlığının umutsuzlar merdivenlerinde oturuyoruz. nilgün'e “haydi" diyorum "yaprak'a -kız kardeşim- çaya gidelim evi buraya çok yakın.” konuşa konuşa üniversiteyi geride bırakıyoruz. yaprak, bizi harika bir coşkuyla karşılıyor. çaylar, sohbetler, duygu paylaşımları. sonra evlere dönmek için bir taksiye atlıyoruz. tam benim semtime geldiğimizde nilgün bana dönüp; "biliyor musun” diyor, “ben şiir yazıyorum ve yazılmış çok şiirim var.”
şaşkınlıktan donup kalıyorum.
"bundan hiç söz etmedin."
"hiç kimseye söz etmedim, yalnız sana öylüyorum."
"ece ya da ilhan berk de mi bilmiyor?"
"hiçbiri. ama şiirlerimi sana göstereceğim."
"peki neden göstermedin şiirlerini?"
"hiç sormadılar ki. işte öyle. önümüzdeki hafta buluşalım. okumanı istiyorum. belki iki yüz elli sayfalık şiirim var."
nilgün'le tanışalı neredeyse bir buçuk yıl olmuş, ece ise onu tanıyalı dört yıl... bir gariplik var. iki yüz elli rakamı kafamı kurcalıyor. hiçbir zaman, evet hiçbir zaman, onun evinde, orada burada, pera'daki buluşmalarda şiir üzerine konuşmalar, özellikle boğaz'daki kaptan'da yemekli buluşmalarımızda, tüm gün konuştuğumuz şiir dolu saatlerde nilgün'ün şiir yazdığına dair en ufak bir işaret yoktu ve hiç olmamıştı. kaptan'daki yemekte, ece'nin bana sorduğu soruya nilgün'ün çok gülmesi; "o şiirinde gözlerini balıkların yediği delikanlıyla gerçekten tanıştın mı?" yine aynı gün şiirin yoğun konuşulduğu, nilgün'ün şiir konusunda hiçbir konuşmaya katılmayıp sadece herkesi dinlediğini anımsıyorum. birkaç gün sonra nilgün'le yine kızıltoprak'taki evinde buluşuyoruz; salonun ortasındaki cam masanın üzerinde sayısız şiir tomarı içinden, birini bana uzatıyor okumam için.
"ece bunları görmedi mi?"
"o ilgilenmez."
ece ayhan; yakın çevresinde olup biteni pek sezmeden karşısında marjinal, sıradışı kadının şair olabileceği ihtimali üzerinde durmadan sadece kendinden söz ediyor. karşımızda bu kez; karşı taraftan beklediğini kendisi uygulamayan, "zihinle bakarak" görmeyen, görmek istemeyen, elinin tersiyle iten biri var; bir usta şair yine marjda, yine atak. ne olursa olsun kendi isyan iktidarını yaşayan ve sivil iktidarlar kuran biri. 13 ekim 1987'de, nilgün'ün cenazesinde, doğru nilgün'ün annesinin yanına gidip o yaslı kadına nilgün'ün okul numarasını sorma ve ardından yanıt olarak verilen sayının aslında nilgün'ün mezar numarasıyla aynı oluşu. 128 nilgün. insanın insana fütursuzca sadistçe 'acıtmak, canını yakmak' eylemine karşı çıkan kara şair, bu kez sırılsıklam aşık olduğu nilgün'ün canını yakıyor. garip kısırdöngü, içinden çıkılamayan çark, insanın kendini algılayamaması. 'zihinle bakmak'ın uğramadığı yer. bir etikçiye dönüşen şairin garip paradoksu. bir karşılaştırma yapıyorum ister istemez, ezra pound düşüyor aklıma; anglo-sakson edebiyatına inanılmaz katkılarda bulunan marjinallerin marjinali bir şair. karşımızda kara mı kara anarşist bir edebiyatçı var, ece'nin çağdaşı amerikalı asi adam ezra pound. pound, sadece dehamsı şiirleriyle, başkaldırılarıyla değil, 20, yüzyılın çok önemli ingiliz, irlandalı şairlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1913'te james joyce'u ilk keşfeden pound oldu. joyce'un ilk gençlik şiirleriyle, dev eseri ulyysess'in ilk yayımlanışı pound'un çabaları sayesinde gerçekleşti. pound; d.h. lawrence, wyndham lewis ve t. s. eliot içinde aynı şeyleri yaptı. henry miller'ın dönenceler'ini, kimsenin ilgilenmediği bir dönemde sonuna kadar savunmuştu. eliot'ın çorak ülke'si pound'un sayesinde tanındı ve onun çabalarıyla edebiyat tarihine böyle dahiyane bir şiir armağan edildi... robert frost, hemingway, dönemin anglo-sakson yazarlarının hepsi, pound'tan coşkulu destekler aldılar.
nilgün'ün ani ölümünden sonra, ece ayhan, günah çıkartır gibi nilgün üzerine sayısız yazı kaleme aldı. bir gönül borcu olabilir mi! ya da yaşarken takındığı aldırmazlığın üstünü örtmek olabilir mi?! "aldırma nilgün marmara" adlı ilk yazısında ise, şaşırtmacalı bir dille gümüşlük'te nilgün'ün şiirlerini bildiğini yazar ki, bu baştan aşağıya koskoca bir aldatmacadır. 128 nilgün, artık toprak altındadır ve kimse onu yanıtlayamaz öyle değil mi? nilgün'ün ölümünün birinci yıl anma toplantısında ece ayhan, herkesin içinde nilgün için sadece bir anekdot anlatıp ortadan kayboluyor; nilgün'ün bir gece cemal süreya ve cihat burak'ın başlarından aşağıya toz şeker dökmesinin çok ilginç olduğunu söyleyerek... öncesi ve sonrasında ise dile gelen hepsi bu kadardır. .nilgün'ün intiharından sonra, bir günahın tilmizi gibi sayısız yazı yazar, ama nafile, olan olmuştur... belki derin bir pişmanlık, belki ona çarpıp geçen bir kuyrukluyıldızın şaşkınlığı. "nilgün marmara'nın başına da 1987'de bir scorpio olayı getirildi ama nilgün marmara bunu yazmaya 13 ekim 1987'deki ölümü yüzünden vakit bulamadı.” (sivil denemeler kara) diyecek denli her şeyi bilen! acaba scorpio kendisi olmasın, ya da ölüm meleği."
bilemiyorum, ece ayhan'ı bu derece suçlamak çok yanlış. suçlanamaz gibime geliyor. belki de açık olması lazımdı. açık olmak elinde miydi peki? sanmıyorum.
nilgün, beni çok korkutuyor, feci korkutuyor. hakkında öğrendiğim her yeni şeyi kendimde bulmam çok korkutuyor. değişik bir insan. ece de öyle. bu dünyaya ait olmadığı için farklı dünyalar aramaya yola çıktı. umarım bulmuştur.
bilmiyorum bu uzun, belki de yazdığım en uzun yazıyı buraya kadar okuyan var mıdır?
önce bir minik biyografi ile başlayayım. 13 şubat 1958 yılında, moda'da, bulgaristan göçmeni bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. kadıköy maarif kolejinden mezun olduktan sonra önce istanbul üniversitesi türk dili ve edebiyatı bölümünde okudu. daha sonra okuldan ayrıldı ve tekrar sınava girip boğaziçi üniversitesi ingiliz dili ve edebiyatı bölümüne geçip buradan mezun oldu. bitirme tezini de herkes bilir: "sylvia plath'in şairliğinin intiharı bağlamında analizi"
arada aklıma gelmiyor değil, sylvia plath'i düşünürken acaba "sonum onun gibi mi olacak?" diye düşünüyor muydu? ya da korkuyor muydu o sondan. kendini öldürürken hiç çığlık atmamış. belki de emindi sonundan. bilmiyorum.
boğaziçi, umutsuzlar merdiveni ve nilgün hakkında bir şeyler ekleyeyim biraz. zaten biliyorsunuz ki nilgün marmara'yı umutsuzlar merdiveninden bağımsız düşünmek çok zor. buyurun ece ayhan ne demiş;
"boğaziçi ünivesitesi'nde (ve daha önce robert college'de, 'yukarıda') okuyanlar iyi bilirler; orada, spor salonu ile kantinin bulunduğu yapıda bahçeye bakan ünlü bir 'umutsuzlar merdiveni' vardır; demirdendir. kimbilir belki de bırakılmış bir yangın merdiveni! okul arkadaşları anlatırlar: nilgün marmara, boğaziçi üniversitesi ingiliz filoloji'sinde öğrenciyken derslere pek girmez ve garip bir 'kuş' olarak basamaklara tünermiş. acaba büyük kanatları yüzünden uçamayan 'o' (ya da 'bir') albatros mu? denizler kuşu. gözleri denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasındaki maviliktedir işte. benim öyle 'umran' görmüşlerin boş vakitlerinde can sıkıntılarından uğraştığı ruh çağırmaları ya da parapsikolojiyle filan herhangi bir ilişim yok, olsaydı belki eskiden nilgün marmara'nın oturduğu basamakta şimdi geceleri bir hayaletin (yine çığlık atmadan) görüldüğünü söyleyebilirdim."
mezun olduktan sonra ilk önce marmaris'te bir tatil köyünde sonra çeşitli yerlerde çalıştı. zaten ne iş hayatı ne hayatı çok uzun sürdü canım şairin.
1982 yılı, yabancıların en yakını olarak gördüğü eşi kağan önal ile evleniyor. ben bunu sorgulayacak veya yorumlayacak doğru kişi değilim ama hakkında bir şey yazmam gerekirse, ona çok doğru gelen, ama belki 29 yıllık yaşamı boyunca yaptığı en yanlış tercihlerden biri. hiçbir şey değil ama kağan önal'ın bir dediği çok canımı sıkmıştı bir ara, belki bu ara.
"nilgün'ün şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı."
13 ekim 1987, daha 29 yaşında ve evinin balkonundan atlayarak hayatına son veriyor. daha sonra nilgün'ün intihar etmediği, eşi kağan önal tarafından öldürüldüğü söyleniyor. kağan önal şu açıklamaları yapıyor:
"oysa nilgün’ün tedavi olması gerekiyordu ama o doktordan kaçıyordu. doktor, geldiğinde evde olması gerekirken evde değildi. doktor beklemişti. gelince de konuştular... doktor bana “işiniz çok zor, tedavi olması lazım ama çok zeki ve kültürlü. yani en zor vakalardan” demişti. çünkü iyileşmesi için entelektüel faaliyetlerde bulunmaması gerekiyordu. ilacı dayayacaklar ve uyuşacaktı. orta kültür ve zekalı durumlarda bu hastalık genelde 20’li yaşlarda ortaya çıkarmış, lityum tedavisi ile başarılı olunurmuş. ancak nilgün bu tipte değildi. tedavi olması, buna ikna olması, tedaviden memnun kalması hepsi ayrı bir dertti. dolayısıyla tedavi olmadı. öldüğü gün bana tedaviye tekrar başlayacağına dair söz vermişti."
ölümünden sonra ece ayhan pek çok şey demiş, meçhul öğrenci anıtı demiş. cenazede nilgün'ün annesine sormuş okul numarasını. oradan geliyor 128.
cemal süreya,
"nilgün ölmüş. beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış, ece ayhan söyledi. çok değişik bir insandı zelda. akşamları belli saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. yüzü alarır bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. çok da gençti. sanırım otuzuna değmemişti daha.. bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. dönüp baktığımda bir acı da buluyorum nilgün’ün yüzünde. o zamanlar görememişim. bugün ortaya çıkıyor."
bir de gülseli inal'ın dedikleri var, pek ölümüyle alakalı değil. ece ayhan'ı suçlar gibi. belki biraz haklı, bence haksız:
"1986'nın sonbaharı, nilgün ve ben boğaziçi üniversitesi dış taşlığının umutsuzlar merdivenlerinde oturuyoruz. nilgün'e “haydi" diyorum "yaprak'a -kız kardeşim- çaya gidelim evi buraya çok yakın.” konuşa konuşa üniversiteyi geride bırakıyoruz. yaprak, bizi harika bir coşkuyla karşılıyor. çaylar, sohbetler, duygu paylaşımları. sonra evlere dönmek için bir taksiye atlıyoruz. tam benim semtime geldiğimizde nilgün bana dönüp; "biliyor musun” diyor, “ben şiir yazıyorum ve yazılmış çok şiirim var.”
şaşkınlıktan donup kalıyorum.
"bundan hiç söz etmedin."
"hiç kimseye söz etmedim, yalnız sana öylüyorum."
"ece ya da ilhan berk de mi bilmiyor?"
"hiçbiri. ama şiirlerimi sana göstereceğim."
"peki neden göstermedin şiirlerini?"
"hiç sormadılar ki. işte öyle. önümüzdeki hafta buluşalım. okumanı istiyorum. belki iki yüz elli sayfalık şiirim var."
nilgün'le tanışalı neredeyse bir buçuk yıl olmuş, ece ise onu tanıyalı dört yıl... bir gariplik var. iki yüz elli rakamı kafamı kurcalıyor. hiçbir zaman, evet hiçbir zaman, onun evinde, orada burada, pera'daki buluşmalarda şiir üzerine konuşmalar, özellikle boğaz'daki kaptan'da yemekli buluşmalarımızda, tüm gün konuştuğumuz şiir dolu saatlerde nilgün'ün şiir yazdığına dair en ufak bir işaret yoktu ve hiç olmamıştı. kaptan'daki yemekte, ece'nin bana sorduğu soruya nilgün'ün çok gülmesi; "o şiirinde gözlerini balıkların yediği delikanlıyla gerçekten tanıştın mı?" yine aynı gün şiirin yoğun konuşulduğu, nilgün'ün şiir konusunda hiçbir konuşmaya katılmayıp sadece herkesi dinlediğini anımsıyorum. birkaç gün sonra nilgün'le yine kızıltoprak'taki evinde buluşuyoruz; salonun ortasındaki cam masanın üzerinde sayısız şiir tomarı içinden, birini bana uzatıyor okumam için.
"ece bunları görmedi mi?"
"o ilgilenmez."
ece ayhan; yakın çevresinde olup biteni pek sezmeden karşısında marjinal, sıradışı kadının şair olabileceği ihtimali üzerinde durmadan sadece kendinden söz ediyor. karşımızda bu kez; karşı taraftan beklediğini kendisi uygulamayan, "zihinle bakarak" görmeyen, görmek istemeyen, elinin tersiyle iten biri var; bir usta şair yine marjda, yine atak. ne olursa olsun kendi isyan iktidarını yaşayan ve sivil iktidarlar kuran biri. 13 ekim 1987'de, nilgün'ün cenazesinde, doğru nilgün'ün annesinin yanına gidip o yaslı kadına nilgün'ün okul numarasını sorma ve ardından yanıt olarak verilen sayının aslında nilgün'ün mezar numarasıyla aynı oluşu. 128 nilgün. insanın insana fütursuzca sadistçe 'acıtmak, canını yakmak' eylemine karşı çıkan kara şair, bu kez sırılsıklam aşık olduğu nilgün'ün canını yakıyor. garip kısırdöngü, içinden çıkılamayan çark, insanın kendini algılayamaması. 'zihinle bakmak'ın uğramadığı yer. bir etikçiye dönüşen şairin garip paradoksu. bir karşılaştırma yapıyorum ister istemez, ezra pound düşüyor aklıma; anglo-sakson edebiyatına inanılmaz katkılarda bulunan marjinallerin marjinali bir şair. karşımızda kara mı kara anarşist bir edebiyatçı var, ece'nin çağdaşı amerikalı asi adam ezra pound. pound, sadece dehamsı şiirleriyle, başkaldırılarıyla değil, 20, yüzyılın çok önemli ingiliz, irlandalı şairlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1913'te james joyce'u ilk keşfeden pound oldu. joyce'un ilk gençlik şiirleriyle, dev eseri ulyysess'in ilk yayımlanışı pound'un çabaları sayesinde gerçekleşti. pound; d.h. lawrence, wyndham lewis ve t. s. eliot içinde aynı şeyleri yaptı. henry miller'ın dönenceler'ini, kimsenin ilgilenmediği bir dönemde sonuna kadar savunmuştu. eliot'ın çorak ülke'si pound'un sayesinde tanındı ve onun çabalarıyla edebiyat tarihine böyle dahiyane bir şiir armağan edildi... robert frost, hemingway, dönemin anglo-sakson yazarlarının hepsi, pound'tan coşkulu destekler aldılar.
nilgün'ün ani ölümünden sonra, ece ayhan, günah çıkartır gibi nilgün üzerine sayısız yazı kaleme aldı. bir gönül borcu olabilir mi! ya da yaşarken takındığı aldırmazlığın üstünü örtmek olabilir mi?! "aldırma nilgün marmara" adlı ilk yazısında ise, şaşırtmacalı bir dille gümüşlük'te nilgün'ün şiirlerini bildiğini yazar ki, bu baştan aşağıya koskoca bir aldatmacadır. 128 nilgün, artık toprak altındadır ve kimse onu yanıtlayamaz öyle değil mi? nilgün'ün ölümünün birinci yıl anma toplantısında ece ayhan, herkesin içinde nilgün için sadece bir anekdot anlatıp ortadan kayboluyor; nilgün'ün bir gece cemal süreya ve cihat burak'ın başlarından aşağıya toz şeker dökmesinin çok ilginç olduğunu söyleyerek... öncesi ve sonrasında ise dile gelen hepsi bu kadardır. .nilgün'ün intiharından sonra, bir günahın tilmizi gibi sayısız yazı yazar, ama nafile, olan olmuştur... belki derin bir pişmanlık, belki ona çarpıp geçen bir kuyrukluyıldızın şaşkınlığı. "nilgün marmara'nın başına da 1987'de bir scorpio olayı getirildi ama nilgün marmara bunu yazmaya 13 ekim 1987'deki ölümü yüzünden vakit bulamadı.” (sivil denemeler kara) diyecek denli her şeyi bilen! acaba scorpio kendisi olmasın, ya da ölüm meleği."
bilemiyorum, ece ayhan'ı bu derece suçlamak çok yanlış. suçlanamaz gibime geliyor. belki de açık olması lazımdı. açık olmak elinde miydi peki? sanmıyorum.
nilgün, beni çok korkutuyor, feci korkutuyor. hakkında öğrendiğim her yeni şeyi kendimde bulmam çok korkutuyor. değişik bir insan. ece de öyle. bu dünyaya ait olmadığı için farklı dünyalar aramaya yola çıktı. umarım bulmuştur.
bilmiyorum bu uzun, belki de yazdığım en uzun yazıyı buraya kadar okuyan var mıdır?
devamını gör...
biontech ikinci doz aşısının yan etkileri
kuyruk çıkarıyorsun.
devamını gör...
yolu uzatmaya sebep olan şeyler
havanın güzel olması.
devamını gör...
enver aysever'in günlük 13 bin 250 tl'ye yazarlık dersi verdiği iddiası
simge farklı, yandaş farklı, usul aynı. çok moralimi bozuyor bu tarz haberler herkes mi ahlaksız arkadaş... kimseden en azından yolsuzluk yapmayacak kadar ahlâklı olmasını bekleyemiyecek miyiz? harbiden toprakta mı bir bozukluk var. hani filozof "komşumuzu öldürmediğimiz için iyi komşu sayılmayız" diyor ya; yolsuzluk yapmasalar adam kayırmasalar aziz ilan edeceğiz ama yok. rezil insanlar.
devamını gör...
sevilen şey için ölmeye değer mi sorunsalı
aynı şey mi ? ölçüsüne bağlı tabiki. bir şeyi az sevmek var, çok sevmek var, uğruna ölecek kadar sevmek var. sakız çiğnemeyi seviyorsun diye sakız için ölür müsün ?
devamını gör...
girlboss
21 nisan 2017'de netflix'te ilk sezonu yayınlanan, bir sezon sonra maalesef iptal edilen komedi türündeki dizi. başrolünde britt robertson'ın oynadığı dizide johnny simmons ve ellie reed gibi oyuncular da yer alıyor. dizinin konusu ise kendi işinin patronu olmak isteyen sophia. önce çok da sevmediği bir işte, hayatını idame ettirmek için çalışıyordur. sonrasında ikinci el dükkanında bulduğu bir ceketle ebay macerasına atılan sophia bir süre sonra deli gibi para kazanmaya başlar. istediği işi, keyif alarak yapıyordur. işleri daha da büyütür ve direkt kendisine ait nasty gal adında bir butik açar.
diğer ebay satıcılarıyla çekişmeleri, kendi hayatındaki ikili ilişkileri, babasıyla ilişkisi, arkadan bıçaklanma gibi olaylarına şahit oluyoruz izlerken. biraz da 'girl power' teması kasılmış dizide ama hoş olmuş bence. bir kadının kendi ayakları üzerinde durduğunu izlemek eminim her hemcinsime hoş gelecektir. dizi, sophia amoruso adlı gerçek bir iş insanının biyografisinden uyarlanmış. bir oturuşta bitirilebilecek bir dizi olduğunu düşünüyorum. boş bir vaktinizde izlemenizi öneririm.
diğer ebay satıcılarıyla çekişmeleri, kendi hayatındaki ikili ilişkileri, babasıyla ilişkisi, arkadan bıçaklanma gibi olaylarına şahit oluyoruz izlerken. biraz da 'girl power' teması kasılmış dizide ama hoş olmuş bence. bir kadının kendi ayakları üzerinde durduğunu izlemek eminim her hemcinsime hoş gelecektir. dizi, sophia amoruso adlı gerçek bir iş insanının biyografisinden uyarlanmış. bir oturuşta bitirilebilecek bir dizi olduğunu düşünüyorum. boş bir vaktinizde izlemenizi öneririm.
devamını gör...
kadınların seks yapmayı bir ödül olarak kullanması
kadınların kendilerini cinsel obje olarak sunma durumu.
devamını gör...
yeni başlayacaklara fantastik kurgu kitap önerileri
fantastik kurgu ve kaçış edebiyatının doğru anlaşılmadığı başlık.
kaçış edebiyatına örnek yüzüklerin efendisi, game of thornes gibi iken,
kaçış edebiyatı mevcut gerçeklikten kaçış anlamındadır. japonların isekai serileri gibi. yani başka dünyalarda geçen o maceralar hep kaçış edebiyatı, fantastik kurgu değil.
fantastik kurguya örnek simyacı verilebilir.
fantastik kurgu adı üzerinde gerçek üzeri olayların vuku bulduğu hikayelerdir. olaylar farklı dünyalara kaydığı zaman tür kaçış edebiyatına geçiyor.
tabi gri noktalar mevut.
bir de büyülü gerçeklik var ki bu ikisinde de farklı. buna da örnek yüzyıllık yalnızlık verilebilir.
burada ise yine fantastik kurguda ki gibi gerçek üstü olaylar var fakat bu olaylar tamamen normal olarak görülüyor. örnek olarak bir insan aşık olduğunda başında kelebeklerin uçuşmaya başlaması ve kimsenin bunu garipsememesi gibi.
farklılık nedenlerini de az araştırın işte. öyle daha kalıcı olur. belli ki seviyorsunuz okumayı.
kaçış edebiyatına örnek yüzüklerin efendisi, game of thornes gibi iken,
kaçış edebiyatı mevcut gerçeklikten kaçış anlamındadır. japonların isekai serileri gibi. yani başka dünyalarda geçen o maceralar hep kaçış edebiyatı, fantastik kurgu değil.
fantastik kurguya örnek simyacı verilebilir.
fantastik kurgu adı üzerinde gerçek üzeri olayların vuku bulduğu hikayelerdir. olaylar farklı dünyalara kaydığı zaman tür kaçış edebiyatına geçiyor.
tabi gri noktalar mevut.
bir de büyülü gerçeklik var ki bu ikisinde de farklı. buna da örnek yüzyıllık yalnızlık verilebilir.
burada ise yine fantastik kurguda ki gibi gerçek üstü olaylar var fakat bu olaylar tamamen normal olarak görülüyor. örnek olarak bir insan aşık olduğunda başında kelebeklerin uçuşmaya başlaması ve kimsenin bunu garipsememesi gibi.
farklılık nedenlerini de az araştırın işte. öyle daha kalıcı olur. belli ki seviyorsunuz okumayı.
devamını gör...
örnek vatandaş (yazar)
başka bir mecradan tanıdığım oldukça sağlam karakterli adamdır. tanımlarıyla alakalı söylenecilecek her şey söylenmiş zaten, kişiliği de aynı şekilde pırlantadır.
keyifli sözlükler.
keyifli sözlükler.
devamını gör...
şaka maka sihirli annem exxen'in çok iyi olması
akıllara kelly rowland'ın klibinde excelden mesajlaşmasını getiren yenilik. excel hız kesmeden gelişmelere devam ediyor, tenk yu bill abi
devamını gör...
normal sözlük’ün isminin acilen değiştirilmesi gerekliliği
çok güzel ifade edilmiş bir açıklama. yeni isim üzerinde çok durulduğunu ben de düşünmüyorum.
sanki moderasyon ve yönetim arasında istişare edilmiş, yazarlara danışma gereği duyulmadan oldu bittiye getirilmiş gibi.
cidden söylüyorum portakal sözlük bu isimden daha ön plana çıkardı. bizi çok etkilemez ama dışarıdan gelen için çok çekici bir isim değil, jenerik isim de değil.
üzgünüm yoldaş ama bu sefer haklılar. seni de anlıyoruz, hedeflerin var ama bu isim resmen kendi hedefini baltalamak gibi olmuş. zamanla göreceğiz bu ismin sözlüğe artışını ve eksisini.
biz yazarız en fazla yazarız ama burası senin için bir eser, bir emek ve başarıya gidecek bir yol olacak.
gün gelecek ne kadar karşı koysan da buranın üzerinden kazanç elde edeceksin. reklamsız sözlük dedin ama zaten çok üzerinde durmadık bir gün alacaktın. o gün bu isimle geldi. reklam alacağız dediğinde bunu da doğal karşıladık. sonuçta burası tabiri caizse hayrına açılmış bir oluşum değil.
umarım biz yazarlarını anlar ve önemser, bu konuda bizi mutlu edecek bir yeniliğe gidersin.
biz, ilk günden beri olduğu gibi hep sözlükçe yanındayız.
sanki moderasyon ve yönetim arasında istişare edilmiş, yazarlara danışma gereği duyulmadan oldu bittiye getirilmiş gibi.
cidden söylüyorum portakal sözlük bu isimden daha ön plana çıkardı. bizi çok etkilemez ama dışarıdan gelen için çok çekici bir isim değil, jenerik isim de değil.
üzgünüm yoldaş ama bu sefer haklılar. seni de anlıyoruz, hedeflerin var ama bu isim resmen kendi hedefini baltalamak gibi olmuş. zamanla göreceğiz bu ismin sözlüğe artışını ve eksisini.
biz yazarız en fazla yazarız ama burası senin için bir eser, bir emek ve başarıya gidecek bir yol olacak.
gün gelecek ne kadar karşı koysan da buranın üzerinden kazanç elde edeceksin. reklamsız sözlük dedin ama zaten çok üzerinde durmadık bir gün alacaktın. o gün bu isimle geldi. reklam alacağız dediğinde bunu da doğal karşıladık. sonuçta burası tabiri caizse hayrına açılmış bir oluşum değil.
umarım biz yazarlarını anlar ve önemser, bu konuda bizi mutlu edecek bir yeniliğe gidersin.
biz, ilk günden beri olduğu gibi hep sözlükçe yanındayız.
devamını gör...
kemalizm'in demokrasi karşıtı bir hareket olması
hadi oradan dediğim başlık kemalistler olmasa şeriatçılar yüz yıl önce kellenizi keserdi sizin. sanki fransız devrimi yaptık da kemalizmi beğenmiyoruz. biz demokrasiyi de laikliği de savaşarak almadık biz milli mücadeleyi kazandık o sarı saçlı mavi gözlü dev verdi bize bunları.
türkiye'nin 100 sene önce olduğu gibi bugünkü kurtuluş reçetesi de kemalizmdir. fransız devriminde rus devriminde kaç kişinin öldüğünü bilmeyenler kemalizmi antidemokratlıkla ve katliam yapmakla suçluyor. iyi kafaymış ne diyim.
(bkz: kemalizmin bu toprakların gördüğü en güzel şey olması)
not: atatürkçü falan değilim direkt olarak kemalistim.
türkiye'nin 100 sene önce olduğu gibi bugünkü kurtuluş reçetesi de kemalizmdir. fransız devriminde rus devriminde kaç kişinin öldüğünü bilmeyenler kemalizmi antidemokratlıkla ve katliam yapmakla suçluyor. iyi kafaymış ne diyim.
(bkz: kemalizmin bu toprakların gördüğü en güzel şey olması)
not: atatürkçü falan değilim direkt olarak kemalistim.
devamını gör...
birini tanımanın en iyi yolu
sözlük hesabında yazdıklarını okumak olabilir. her karşımıza çıkan kişinin böyle anonim ortamlarda neler yazdığını, kendini nasıl tanıttığını okuma şansımız olsa keşke.
bu varsayım dışında, en iyi yol, kendisini onun haberi olmadan gözlemlemek diyebilirim. siz yokken başkalarına, en yakınındakine, her gün girdiği bir ortamdaki çevresine nasıl davranıyor? bunlar da fikir verecektir kişiliği hakkında.
bu varsayım dışında, en iyi yol, kendisini onun haberi olmadan gözlemlemek diyebilirim. siz yokken başkalarına, en yakınındakine, her gün girdiği bir ortamdaki çevresine nasıl davranıyor? bunlar da fikir verecektir kişiliği hakkında.
devamını gör...
bir kadının zeki olduğunun en önemli göstergesi
geri zekalı gibi davranması en büyük işarettir, korkun..
devamını gör...
onkoloji
türkçe'de kanser bilimi olarak ifade edilen, kanserin oluşumunu, tedavi yöntemlerini, kanserden korunma yöntemlerini inceleyen bir tıp dalıdır.
devamını gör...
nickaltı girmek
başarısız olduğum olay.
giremiyorum arkadaş şöyle yanar dönerli, okudukça hem o yazarı hem de diğer yazarları büyüleyebilecek bi nickaltı. göz bebekleriniz büyüsün istiyorum. badem sütü kreması gibi ağzınızın içi tatlansın diyorum. ama tıhh olmuyor. eve gelip haz etmediğim komşu çocuğunu yalandan seviyor gibi oluyorum. "yiaa çok tatlı bu şey, iyi ki var, hep yazsındır" falan bakın olmuyor.
ben de isterim herkesin nickaltını dilediğim gibi güzel düşüncelerimle doldurayım ama pat x yazarın nickaltına bi gireyim diyorum. neler yazılmış neler. tabi diyorum sen yazamazsın, senin nickaltında böyle güzel yazılar yok whis, beni çıldırtmak mı istiyorsun? senin nickaltında yoook!
çık bu x yazarın nickaltından, senin neyine nickaltı girmek? diyorum. sen samimiyetle yazarsın ama okuyana samimiyetsiz gelir diyorum. gözümden bir damla yaş düşüyor o sıra. ben de hiçbir şey yazamadığım için bari x yazarın nickaltındaki güzel tanımları beğeneyeyim diyorum. öyle de yapıyorum.
her nickaltınıza yazılmış tanımda bir beğenim var benim.
giremiyorum arkadaş şöyle yanar dönerli, okudukça hem o yazarı hem de diğer yazarları büyüleyebilecek bi nickaltı. göz bebekleriniz büyüsün istiyorum. badem sütü kreması gibi ağzınızın içi tatlansın diyorum. ama tıhh olmuyor. eve gelip haz etmediğim komşu çocuğunu yalandan seviyor gibi oluyorum. "yiaa çok tatlı bu şey, iyi ki var, hep yazsındır" falan bakın olmuyor.
ben de isterim herkesin nickaltını dilediğim gibi güzel düşüncelerimle doldurayım ama pat x yazarın nickaltına bi gireyim diyorum. neler yazılmış neler. tabi diyorum sen yazamazsın, senin nickaltında böyle güzel yazılar yok whis, beni çıldırtmak mı istiyorsun? senin nickaltında yoook!
çık bu x yazarın nickaltından, senin neyine nickaltı girmek? diyorum. sen samimiyetle yazarsın ama okuyana samimiyetsiz gelir diyorum. gözümden bir damla yaş düşüyor o sıra. ben de hiçbir şey yazamadığım için bari x yazarın nickaltındaki güzel tanımları beğeneyeyim diyorum. öyle de yapıyorum.
her nickaltınıza yazılmış tanımda bir beğenim var benim.
devamını gör...
takip edilesi sözlük yazarları
pek kıymetli okudukça okunan yazarlarım.
isim vermem çok zor. 160 civarı takip ettiğim yazar var. içlerinden tabi bazılarına özellikle her gün ya da iki, üç günde bir uğruyor tanımlarını okuyorum. keyifle hemde.
onun dışında bana hitap eden fikirlerime aşağı yukarı uyan, kaliteli espriler yapan mizah anlayışı kuvvetli, bilgi veren ama kendini okutan yazarlar diyebilirim. zaten az buçuk onlar kendilerini bilir diye düşünüyorum.
tabi şu da var yolumun düşmediği denk gelmediğim bir çok yazar olduğuna eminim. en yakın zamanda onlarla da karşılaşıp güzel tanımlarını okuma şansım olur umarım.
isim vermem çok zor. 160 civarı takip ettiğim yazar var. içlerinden tabi bazılarına özellikle her gün ya da iki, üç günde bir uğruyor tanımlarını okuyorum. keyifle hemde.
onun dışında bana hitap eden fikirlerime aşağı yukarı uyan, kaliteli espriler yapan mizah anlayışı kuvvetli, bilgi veren ama kendini okutan yazarlar diyebilirim. zaten az buçuk onlar kendilerini bilir diye düşünüyorum.
tabi şu da var yolumun düşmediği denk gelmediğim bir çok yazar olduğuna eminim. en yakın zamanda onlarla da karşılaşıp güzel tanımlarını okuma şansım olur umarım.
devamını gör...

