1941.
heh bi sözlüğün eksikti deyip duruyor içimden bi ses. sardın mı sararsın artık vakit de bol diye ekliyor diğer çemkiren vokal. planların hedeflerin ne oldu hacıı diye soruyor ilki yeniden. neyse ya yazar yapmazlarsa daha durmam valla diyor üçüncü... kalabalığız biz burda epey.
devamını gör...
1942.
anlamsızlıklar içine gömülüp lanetlenmişim gibi.
ayrıca sadece yazacak kadar çaresiz.
anlayan yok.
okuyan da anlamayacak.
şu koskoca evrende o kadar yalnızım ki.
saçmalıklarla vakit geçirip çok güzel oynuyorum.
gülüyorum bile.
mükemmel bir oyuncuyum.
ama artık,
sıkıldım.
zihinsel acı, fiziksel acıya dönüşmeye başladı.
tanrım, sadece bana çıkış yolu göster.
ya öleyim ya da ölene kadar beni anlayacak birini ver bana.
çünkü anlamı bulamayacağım, bari yalnızlığım hafiflesin istiyorum.
çok mu?
bence değil.
devamını gör...
1943.
çocuk sahibi olmaktan korkuyorum. bir insanın sorumluluğunu alma fikri tüylerimi diken diken ediyor.
devamını gör...
1944.
birini sevmek istiyorum. tam anlamıyla sevmek, aşık olmak. hiçbir zaman bunu hissedemiyorum ve sonunda acı da olsa aşkı hissetmek istiyorum ama korkuyorum ironik olan da bu.
devamını gör...
1945.
geleceğimi hayal edemiyorum.
devamını gör...
1946.
izlediğim bir dizide çok sevdiğim bi karakter var, gerçek olsa ona evlilik teklifi ederdim. keşke gerçek olsaydı ya ühühü
devamını gör...
1947.
yıllardır paul walker'ın ölümünün yalan veya şaka olduğunu belirten bir haber bekliyorum.. evet hâlâ bekliyorum..
devamını gör...
1948.
son senelerde sevildiğimi en az duyumsayabildiğim dönemdeyim
devamını gör...
1949.
birazcık olsun sorumluluklarımdan uzaklaşabilmek için covid olmayı diledim bugün.
devamını gör...
1950.
bazı insanlardan öyle nefret ediyorum ki keşke ben insan olmasaydım da farklı bir şey olsaydım, diyorum.
onlar ölünce bile bu nefretim dinmeyecek. ben ölsem de dinmeyecek. bu durumdan iğreniyorum. onların nefes alışından nefret ediyorum. öldüler diyelim toprağa gömmek dahi istemesinler onları, yaksınlar desek ateşe yazık derim. allah bunlara nasıl ceza verir bilmiyorum ama böyle tiksiniyorum. onları tanıdığım, gördüğüm güne lanet olsun, ölseydim de böyle olmasaydı. keşke olay çıkartan, bazı durumlarda ortalığı ayağa kaldıran biri olsaydım, azrail değilim, beddua da sevmem ama allah onları beter etsin. ben bu insani halimle bu pislikleri mahvedemem, allah onların iki yakasını bir araya getirmez inşallah. ailelerine değilim kinim, kendilerine.
yok olmaları bile nefretimi dindirmez.
hafızamı silecekler o zaman hiç onları bilmiş olmayacağım ve burdan defolup gideceğim. bunun için ölmeyi göze alırım.
senin istediğin gibi olacak onlar diyecekler ve hafızanı silip öleceksin kabul ederim.
bu durum ruhumu öyle zedeliyor ki elimde değil durdurmak.
onlarla aynı canlı grubunda bulunmak, dünyada olmak bile iğrenç.
devamını gör...
1951.
valla ben de.
devamını gör...
1952.
bana ailenden en çok kimi seviyorsun diye sorsalar kardeşim derdim. hem de annem ve babam için hiç tereddüt etmeden onu seçerdim. beni hayatta en cok sevenin de o olduğuna tüm varligimla inanıyorum. ailemden beni tek yalnız hissettirmeyen bana sevgisini her koşulda gösteren tek kişi. iyi ki var.
devamını gör...
1953.
kedilerimi etrafımdakilerden daha çok seviyorum.
devamını gör...
1954.
türkiye'ye ve türkiye toplumuna karşı herhangi olumlu bir şey hissetmiyorum. sevmiyorum. ortak hiçbir değerim, hüznüm, sevincim yok. müthiş rol yapıyorum, topluluk içerisindeyken filan. gülümsüyorum, sohbet ediyorum, anlattığı şeylerle ilgileniyormuşum gibi görünüyorum, onaylıyorum. oysa uzaktan yakından ilgilenmiyorum. bana hitap etmiyor. merak etmiyorum. yanıma biri yaklaştığında suratım ekşimeye başlıyor. ne zaman yalnız kalsam dünyanın en huzurlu adamı oluyorum. bu huzuru bozan her insan, her aksiyon, her ses beni rahatsız ediyor.
devamını gör...
1955.
içimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü var sözlük.
devamını gör...
1956.
bazı insanları gerçekten anlamıyorum ve onlardan tiksiniyorum. nasıl bu kadar iğrenç nasıl bu kadar sahte olabiliyorlar aklım almıyor. birkaç hafta önce sevgi sözcükleri ettiği kişiyi tek günde yok sayıp, sonrasında aynı sözleri farklı birine söyleyebilen insana ne denmeli? ben diyecek tek kelime bulamıyorum çünkü. arkasından atılıp tutulan insanlarla sonrasında can ciğer olunması hangi karaktere sığar acaba.. gerçekten öyle midem bulanıyor ki şu gibi durumlardan haberdar oldukça. dünya yansa da hepimiz kurtulsak şu sahteliklerden.
devamını gör...
1957.
adapte olamıyormuşum. düzene, hayata, değişkenliklere. zeka geriliğiymiş, öyle söylüyor benden on üç yaş büyük ablam. rahatıma düşkün olduğumu söylediği anda günlerdir tuttuğum gözyaşlarımı akıtıyordum. rahatlıkmış?! stresten psikolojim bozulmuş rahatlık diyor. her şeyi düşünmekten her şeye kafamı takmaktan sedef hastası oldum unutuyor.
bir düzen mi var da adapte olmamı bekliyor koyun sürüsü gibi her şeyi kabullenmemizi bekliyorlar. zıt bir fikir söylediğimde ütopik olmakla suçluyor.
hayır ben ütopik değilim bir şeyleri değiştirebilmek istiyorum.
kanıksamayacağım ben bana dayatılanları.
devamını gör...
1958.
yarın uzun süre sonra cicili bicili giyineceğim, çok heyecanlı yaa!! *
devamını gör...
1959.
“hangi yönde ararsanız arayın, ruhun sınırlarını bulamazsınız; ölçüsü öylesine derindir.”
- herakleitos, fr. 71


5:33

salonda, çalışma masasındayım. sabahleyin işe gidecek olan misafirim l şeklindeki antrasit koltukta rüyalarının en meczup alemlerinde keyfekeder seyrediyor. dişlerim birbirine geçmiş durumda, üşüyorum. bana ait olup olmadıkları konusunda her zaman kafamda büyük soru işaretleri yaratan ellerim klavyeye andante bir sonatı bestelermişçesine kararlı fakat narin hareketlerle basıyor. ruhumun derinliklerinden çekip çıkartacağım kahrolmuş kutsallığı bir şekilde dışarıya dökerek yarı ölü sevgilimin bende kalan artıklarını midemden dışarıya kusmaya çalışıyorum ancak istifra saframdan boğazıma yürüdükçe saçları, yarı çiğnenmiş derisi ve göz kapakları boğazıma takılıyor, tadı içimde zifaf gecesinde ölmüş bir gelinin hayalkırıklıklarını çağrıştırıyor. bu korkunç tadı gerisin geriye yutarak titreyen parmaklarımı sigarayla sarmaş dolaş ediyorum. öngörülemez örüntüler şeklinde odayı dolduran duman lorenz’e selam çakıyor. iyi davranmadığım vücudum, onu hercümerç ederek ayık kalmasını sağlayan metilfenidat olmasaydı çoktan tepkimeler göstermeye başlardı ancak herhangi bir hastanenin psikiyatri merkezinden akıllıca bir oyunculuk ile kolayca edinebileceğiniz bu yasak elma, bedenimin haykıracağı haklı çığlıkların ağzını bir selobant ile kapatıyor. biriken umutsuzluğumun dönüştüğü saldırganlık, halihazırda boyumu çoktan aşmış gölgemi iyice uzatıyor ve büyütüyor. öte yandan, ölümüne sakinim. istemsiz kasılmaların ve titremelerin arasında bir zen rahibi kalbimin orta yerinde olan biten her şeyi ahenkli bir karışmazlıkla gözlemliyor. öyle ya, duymuşsunuzdur; zen’in ana prensiplerinden birisi müdahil olmamaktır; olan biteni içselleştirmeden, özdeşleşme oluşturmadan seyretmek ve seyrettikçe olan biten her şeyle tek bir anın içerisinde bir olmaktır. hayır. farkındalık atölyelerinin cerahat kokulu söylemlerinden birine girişerek hiç kimseye herhangi bir tavsiye veremeyeceğim bir durumun guruluğuna soyunarak kendimi bir maskara kılmayacağım. sayıklamalarımın analığını eden deliliğimin doğallığı ve geceleri uykularımı kaçıran ilhamım, zaten böyle bir şeyi yapmama engel olacaktır. sevdiğimi, sevgiyi yuttum. hayatımda böyle bir tada o denli yabancıydım ki, onu bir defa aldığımda sindirmemek, boğazımdan geçirmemek için elimden geleni yaptım. yutkunmamı ve nefes almamı engelleyen o yumrudan boğazımdaki dokuz boğum da payını fazlasıyla aldı. şimdi ise hayal kırıklığı içindeyim zira sevgi beni doyurmadı; sevdiğim beni doyurmadı, onu yutmak beni bir alacakaranlık canavarına dönüştürdü ve onu kusamıyor olmak yaşamla arama nasıl aşacağımı bilmediğim bir mesafe koydu. bir yılan gibi yavaş yavaş, özümseyerek sindirdim onu ve bende yarattığı sevgiyi; şeylerin doğal akışına ket vurma çabam bana derimde pullar ve dilimde çatallıklar olarak geri döndü. şimdi ise onun yerini hiçbir kadının dolduramayacağını bilerek her kadını arzuluyorum; ancak doğal bir arzu değil bu, bir hayvanın açlığını ve bir fırtınanın yok ediciliğini andıran merhametsiz bir tanrı gibiyim. oysa tanrı’yı ve onun merhametini çok aradım; arayanlar bulamazdı ancak bulanlar hep arayanlardı, oysa cebinde çakmak taşıyan herkes sigara içmiyordu ve gecenin varlığı yıldızların ispatı değildi. istatistiği göz ardı ettim. korelasyon, kesinlikle nedenselliğin bir izleği değildi. tanrı’yı ve merhametini çok aradım, çünkü kendi merhametsizliğimin avcunun içerisinde yaşamlarım kıvranıp dururken ona ve onun merhametine fevkalade muhtaçtım.

5:58. günün ağırmasına henüz aşağı yukarı bir saat var ve karanlık beni zamanın başından beridir besliyor.

5:59, ışığa dair hala bir iz yok.

6:00, acele ediyorum; henüz hala 5:59, bir yanım bu meşum siyahlık tarafından kundaklara sarılmak isterken diğer yanım hala kurtuluş arıyor. soğuk, vicdanı kenara kaldırmış bir makinenin etkinliğine sahip; derimin altına kendisini parlak bir şırınganın içerisindeki sıvı gibi zerk ediyor. ruh kayıp, onun yerine konuşan şey her neyse ağzından çıkan her kelimede önümdeki sis tabakası daha da belirginleşiyor ve nereye kaybolduğunu kestirmemi biraz daha zorlaştırıyor. her şeyi yargılayıp mahkum eden ateş’ten payıma düşen şimdilik bu. beni gitmeyi arzuladığım noktaya götürecek bir tanrılar meclisine ihtiyacım var ancak buna henüz hazır değilim; mistiklik payesi henüz bu düşgörenin nasibi değil. kalemimi gölge benliğim yönlendiriyor, yazarkenki tüm titizliğim dağılmış halde ve sistematik cümlelerim, kıvrılarak ilerleyen bir kaosun hükmü altında artık. tanımadığı keçi yollarından akıp gitmeye çalışan ilham, yolunu bulmakta zorlanıyor ve bu sebepten dolayı anlatım yavaşlamakla birlikte bir aynalamadan ziyade aynayı örtbas eden bir pusa dönüşüyor. isa’nın “dar kapıdan girin” derken kastettiğinin bu olmadığını düşünüyorum. algımı içeriden dışarıya doğru kaydırmam gerekiyor ancak bu habis varoluşa dilimin dikenlerini saplamanın beni huzura erdirmeyeceğini biliyorum. kustukça içimde biriken zehir azalacağına artıyor; sanki kusulmak onun şiddetini ve şehvetini daha da arttırıyor ve iç organlarıma yapışmasını daha da olası kılıyor. oysa zehrin tedavisi kusmakta değil panzehirde gizlidir, kaos dışarıya atıldıkça oluşan boşluk onun ikamesini her koşulda yaratır; mesele onu dönüştürmektir. başımın artan ağrısı, objelerin etrafında ara sıra göz kırpan hareleri gözlemledikçe iyiden iyiye zıvanadan çıkıyor. yazmanın var olma mevhumuna yönelik bir yarabandı işlevi gördüğünü iddia eden herkes yanılıyor, varlığın çaresi ona katılmak değil, kendini ondan dışarıya itmektir. burada intihardan söz ettiğim sakın düşünülmesin. elinizi ateşe sokarsanız yanar ve doğal olarak canınız acır. bunun önüne geçmenin yolu da elinizi ateşten çekmek ve onu seyredalmaktır. en azından benim için böyle. bundan dolayı, kulübesinin önünde ateşleri seyreden herakleitos artık kafamda tek başına çıtırtıları dinleyen ve alazlara gözünü diken bir ihtiyar değil; o artık yaşamı aşmaya yönelik bir imge. tüm yaşamın babası olan ateşin ışığı sayesinde o, aynı anda hem var hem de yok olabiliyor. var, çünkü ışığın varlığı onun mevcudiyetinin terziliğini yapıyor. yok, çünkü yaşamın kendisine dahil olup onun tarafından yutulmaktansa, onun ışığının önünde durup, yaşamın dışında kalıyor. oysa kendini ateşe atsaydı bu ikircikli durumdan bahsetmek asla mümkün olmazdı. o skoteinos! düşünen herkes kendinden utanmalı. işte şimdi, karanlık gebe kalır gibi oluyor; içinde bir şeyler kımıldanıyor. bu yeni bir ölü doğum mu, yoksa geleceği var mı? işte bunu onu besleyen kordonun benden bağımsız olmayan cömertliği belirleyecek. bu fetüs uygun şekillerde beslenmeli, payına düşeni almalı, doğarsa güzelce büyütülmeli velakin ölürse, bir sonraki sancıya kadar sabırla beklemeli. büyü bakalım çocuk; doğumunla varlıktan kurtulabilecek misin? işit bakalım homunculus; simyacı bu sefer başarabilecek mi? elbette ki cevap vermeyeceksin. cevabı kimin, nasıl, ne zaman vermesi gerektiğini sen benden çok daha iyi biliyorsun, sessizliğin bir sevk. kalispera.

8:55

hiç suratı dişlenmiş ve yarık yanaklarının ardından çenesi gözüken, gözkapaklarının olması gereken yerde irissiz iki koca yuvarlakla size bakan bir köpeği düşlediniz mi?

8:56

kahinleştiğimi düşünmek istemiyorum. misafirimin uyanır uyanmaz kurduğu ilk cümle, “çok acayip bir rüya gördüm” şeklindeydi. daha önce beraber bir takım senkronisitelere daldığım bir insan olması bir kenara bu meşum gecenin ürünlerinden birinin, demonca bir sezginin beni yoklaması olduğunu düşünüp düşünmemenin artık bir önemi yok. gün aydınlanmış vaziyette, lambam da açık. ancak karanlığım uzun süredir dışarısının ışıklarından azade bir şekilde varlığını sürdürüyor. dışarıya çıkartıp ona göksel bir hikmetle bir biçim bahşetsem; binlerce güneşi yutabilir.
devamını gör...
1960.
kitap okuma alışkanlığı kazanmam lazım.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yazarların itiraf köşesi" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim