1461.
aşk bir demet mutluluk yanında bir tutam hüzün getirir.
devamını gör...
1462.
sus pus olmuş, puslu bir istanbul muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
dolmabahçe'de, çay tadında....
divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında....

sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının.. sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime.. yalan! sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...

kadın, beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu.. adam da.. yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı aralık akşamlarında... parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam.. kadının yüzünde
bir hüzün... hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti..
.. soğuğun ve karanlığın vehameti!

hayatı, bir başkasının pantolunu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış.. ilk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler,
yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... hepsi daraltılmış.. yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!

bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken.. beni sevda yerimden vurdu yine
zaman.. şimdi sana söylenecek tek cümle:



bende sana yetecek kadar ben kalmadı...
devamını gör...
1463.
henüz vakit varken gülüm,
paris yanıp yıkılmadan
henüz vakit varken gülüm yüreğim dalındayken henüz.
şu mayıs gecesi, rıhtımda depolarda, kırmızı varillere oturmalıyız.
karşıda karanlığa giren kanal.
bir şat geçiyor, selamlayalım gülüm, geçen sarı kamaralı şatı selamlayalım.
belçika'ya mı yolu, hollanda'ya mı?
kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın, tatlı tatlı gülümsüyor.

kendi sesinden öyle güzel ki, dinleyin derim. nazım hikmet'in güzel şiirlerinden.
devamını gör...
1464.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

murat ali ersan
devamını gör...
1465.
ben anlamazmış gibi yapmazdım okyanusların derinliğini ölçerdim
yeni lehçeler öğrenirdim batık kentler keşfederdim
sözcüklere yeni anlamlar yüklerdim mesela şarkı söylerdim
kuşlarla konuşurdum ya da yoğurt kaplarına çiçekler ekerdim
gecelerin en ürkek yarılarında anasını satayım
pencerelerinizi tıklatıp kaçan varya
işte o bendim

uğur özakıncı
devamını gör...
1466.
beşinci ayımda bir bebeyim anne karnında
aç, susuz, uykusuz, bir kordonla göbeğimde
yüzüyorum aşk şerbetinde
beşinci ayımda bir bebeyim hayat yolunda
yarı yok, yarı tok, yarı uyanmış.

beşinci ayında bir bebeyim bu dünyada
ne halimi soran var, ne de düşünen beni
içten içe bekliyorum dört ay on günlük serüvenimi

beşinci ayında bir bebeyim hayat yolumda
günler geçiyor, ben yaklaşıyorum senin kollarına
bekliyorum şaplak yemeyi daha ilk anımda.

beşinci ayımda bir bebeyim anamın karnında
bir kordonum var anamla benim aramda
ağzım var dilim yok, gözüm var kulağım yok.

beşinci ayında bir bebeyim hayat yolunda
çok geç artık bir ah etmeye bu dünyaya.
çırpınırım suda balık gibi anamın karnında.
tekmeleri bir bir indiriken anamın karnında
yoktu hiçbir tasam hayat hakkında.

beşinci ayında bir bebeğim birinin karnında,
kah dönerim kah yuvarlanır, hayat yolunda
ilk gün yiyecek olsam da feleğin sillesini
bilsem de ağlayacağımı daha ilk günden
beşinci ayında bir bebeğim hayat yolunda..
devamını gör...
1467.
geliyor sandığım gidiyor çıktı.
başlıyor umduğum bitiyor çıktı,
üstüne üstüne gittim, ne gidiş
altına altına iniyor çıktı.

uyu buyu dendi, düşüme gittim,
haydi işe dendi, işime gittim,
yaşa dendi, yaşıma gittim,
yendiğim sandığım yeniyor çıktı.

bozguna benziyor, saklasam olmaz,
eskiye yeniden başlasam olmaz,
yakıştırsam olmaz, yazmasam olmaz,
maviye boyadım, baktım mor çıktı.
sapsarı saçları vardı, aklaştı,
anılar üst üste bindi yükleşti,
bir büyük oyunun sonu yaklaştı,
tüm yanan ışıklar sönüyor çıktı.

gözümde bir ışık, çağırıyordu,
beşikte bir çocuk, bağırıyordu,
öyle bir düğündü, çan çalıyordu,
gel çanı sandım git çalıyor çıktı.

kimler yoktu bizim kervanda,
birer birer indi hepsi bir handa,
savurduk sap saman biz bu harmanda,
bir gidiş yoluydu, dönüyor çıktı.
özdemir asaf'ın ölümsüz eserlerinden birisi.
ayrıca kaan tangöze de güzel yorumlamıştır.
devamını gör...
1468.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

temmuz çoktan bitti .

ağustos'da bitecek .

eylül' de ellerin üşüyecek .

ısınmak için geleceksin biliyorum .


eylül tam bu işe göredir gel bağışlıyalım birbirimizi !


#turgut uyar
devamını gör...
1469.
uzun bir şiirdir ama şans verilmeli, hak ediyor.

-yalnız bir opera

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.

başlangıçta doğruydu belki.
sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin.


yaz başıydı gittiğinde.
ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim.
kimsesiz bir yazdı.
yoktun.
kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.


sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu


yaz başıydı gittiğinde.
sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

yaz başıydı gittiğinde.
bir aşkın ilk günleriydi daha.
aşk mıydı, değil miydi?
bunu o günler kim bilebilirdi?
"eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.

daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını


gittin.
koca bir yaz girdi aramıza.
yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza.
adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.

fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.

gittin.
şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.


şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız

ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz.
umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.


kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...

böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla

gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü,
nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar


bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi.
dahası onlar da bilirler.
ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet.
kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek.
zaman alır.
zaman,
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker.
hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
bir yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.


zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır.
bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır.
yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
her şeye iyi gelen zaman, sizi kanatır.


ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadıysa
demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda


bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim.
bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe... kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden.
karardı dizeler.
aşk...
bitti.
soldu şiir.
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden


daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla
değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı

aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin.
o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden


dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren

murathan mungan
devamını gör...
1470.
yaşamayı nazım’ın sözlerinden dinlemek


yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

ve yüzyılın sancıları karşısında vereceğimiz tepkiyi de jose saramago anlatıyor:

kötü kader diye bir şey yoktur;
21. yüzyıl vardır.
ve bu yüzyıl yavrucuğum;
bir kelebeği bile intihar ettirebilir.
devamını gör...
1471.
ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil
nükleer denemeler kyoto sözleşmesi küresel ısınma falan.
belki sen çok küçüksün belki benim ruhum ölü
biraz nietzsche biraz kant kafan karışmış belki
parlıamanet'i de bozdular tutunacak dalımız mı kaldı?
pavyonda tanıdığım bilge bir pezevenk vardı!
kötü kitaplar okumak kötü yaşamak gibidir derdi.
iyi kitaplar okudum bir boka yaramadı..

ben seni severim aslında da düzenim bozulur diye korkuyorum
durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar
sinemaya gitmeye ele ele tutuşmaya falan kalkarız
işin yoksa çiçek al,saç tara, parfüm sık.
küsmesi,barışması,ayılması,bayılması
hatta eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması
meyhanede tanıdığım gerzek bir filozof vardı!
güzel kadınlar insanın ömrünü uzatır derdi.
bir sürü güzel kadın girdi hayatıma
hepsi ağzıma sıçtı..
devamını gör...
1472.
gelinciğe kondu bir kelebek
sence kim önce ölecek...
devamını gör...
1473.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
rüyamda buluttum, sensizliği unuttum’
devamını gör...
1474.
“en iyilerimizin sonu,
genellikle kendi ellerinden olur.”

sırf uzaklaşmak için
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.

bir charles bukowski şiiridir.
devamını gör...
1475.
6 haziran 1973
pırıl pırıl bir yaz günüydü
aydınlıktı, güzeldi dünya
bir adam düştü o gün galata kulesi’nden
kendini bir anda bıraktı boşluğa
ömrünün baharında
bütün umutlarıyla birlikte
paramparça oldu
bir adam benim oğlumdu...

gencecikti vedat
ışıl ışıldı gözleri
içi
bütün insanlar için sevgiyle doluydu
çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
kendini bir anda bıraktı boşluğa
söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
zaman durdu
bir adam düştü galata kulesi’nden
bu adam benim oğlumdu

“açarken ufkunda güller alevden”
çıktı, her günkü gibi gülerek evden
kimseye belli etmedi içindeki yangını
yürüdü, kendinden emin
sonsuzluğa doğru
galata kulesi’nde bekliyordu ecel
bir fincan kahve, bir kadeh konyak
ölüm yolcusunun son arzusu buydu
bir adam düştü galata kulesi’nden
bu adam benim oğlumdu
küçüktü bir zaman
kucağıma alır ninniler söylerdim ona
“uyu oğlum, uyu oğlum, ninni”
bir daha uyanmamak üzere uyudu vedat

6 haziran 1973
galata kulesi’nden bir adam attı kendini
bu nankör insanlara
bu kalleş dünyaya inat
şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
“uyan oğlum, uyan oğlum, uyan vedat”.

ümit yaşar oğuzcan - galata kulesi
devamını gör...
1476.
gönül güzeli

bahar yeşilinde, kar beyazında,
alda sevdim seni gönül güzeli.
yâre can sunarken aşk ayazında,
gülde sevdim seni gönül güzeli.

dağ başında elvan çiçek gezerken,
şehre inip yürek yürek gezerken,
kovanından âb-ı hayat sızarken,
balda sevdim seni gönül güzeli.

söz ırmağı dudağından akardı,
her damladan inci mercan çıkardı,
nefesin gülistan, sesin bahardı,
dilde sevdim seni gönül güzeli.

vefâ dağlarında bir alperendin,
şehri şâd eyleyen âhi evren’din,
sevgi bahçesinde yediverendin,
dalda sevdim seni gönül güzeli.

yürek saflığında bir türkmen halı,
hoşgörü nakışlı muhabbet şalı,
mevlâna misali, yunus edâlı
hâlde sevdim seni gönül güzeli...

bestami yazgan
devamını gör...
1477.
karşında ben pervaneyem,
sen şem-i tabansın bana...
aşkınla ben divaneyem,
sen afet-i cansın bana!
cevr-u cefa, kahr-u sitem,
mir-i vefa, cür-ü kerem...
ben ben değil fermanınem,
sen şah-ı sultansın bana!
zülfüne gönlüm bestedir,
ahım göğe, peyivestedir...
canan, muhibbi hastadir,
sen derde dermansın bana...

- kanuni sultan süleyman.
devamını gör...
1478.
"bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? avrupa'daki kitap
satışlarımı sabote etmek mi?

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?". charles bukowski.
devamını gör...
1479.
ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi
ne kapanan kapılar
ne yıldız kayması gecede, ne güz
ne ceplerde tren tarifesi
ne de turna katarı gökte
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

şükrü erbaş
devamını gör...
1480.
geleceğim bekle dedi gitti
ben beklemedim, o da gelmedi.
ölüm gibi bir şey oldu
ama kimse ölmedi..
-özdemir asaf
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"geceye bir şiir bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim