1761.
1762.
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
lâleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil

aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil

senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil

birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil

burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil
cemal süreya
devamını gör...
1763.
kaybettiğim çok şey var,
gidemediğim çok yer var.

kafamın içinde 5 ton tuğla
hadi gel beni topla.

kaybettiğim çok şey gibi
umutlarım da
geri gelmeyecek.

ağlama,
paramparçayım,
hadi gel beni topla.

ahmed arif gibiyim;
"çaresizliğimden gayrı hiçbir kabahatim yok benim."

topraklaştı bedenim,
biraz su serp,
yeşersin.

murat gülakar - 5 ton tuğla
devamını gör...
1764.
can kırıklarım saçılmış, yollarda
yüzümden düşen bin parça, yerlerde

sensizliğin gizeminde kayboldum
göğsündeki kafeste hapsoldum

ormanci
devamını gör...
1765.
hürriyet mi yoksa ekmek mi değil
hem hürriyet hem ekmek
nüzhet erman
devamını gör...
1766.
kavaklar

bedenim üşür, yüreğim sızlar.
ah kavaklar, kavaklar...

beni hoyrat bir makasla
eski bir fotoğraftan oydular.

orda kaldı yanağımın yarısı,
kendini boşlukla tamamlar.

omzumda bir kesik el,
ki durmadan kanar.

ah kavaklar, kavaklar...
acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.

metin altıok
devamını gör...
1767.
bugün oturdum ölümü düşündüm
kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
bugün oturdum ölümü düşündüm
yağmur altında ya da karanlıkta
bir başıma kalmış gibi.
sevgilim böylesine alımlıyken
güz kuşlarının güneye doğru akıp gideceği yol
iyice belirmişken gökyüzünde
onarırken, sararken hayat
çocukların incinmiş gülüşlerini
artık her park yeri bir apartman inşaatı
her sokak bir otomobil nehriyse de.
bugün oturdum ölümü düşündüm
soğuk camlara dayayarak yüzümü
kuşağımın acısını, kefenlenen gençliğimizi
yaşayan ya da artık yaşamayan dostları
bugün oturdum ölümü düşündüm
örterek yüreğime kara bir tülü.
bugün oturdum ölümü düşündüm
kapkara bir gece penceremi dalarken
öleceğini bile bile karşı koymanın onurunu
yiğitliğin, özverinin, sevginin
arkadaşlarımın yüreklerinden çıkan özsuyunu.
bugün oturdum ölümü düşündüm
bir darağacında ya da yolda yürürken
bugün oturdum ölümü düşündüm
yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken *
devamını gör...
1768.
(bkz: https://www.antoloji.com/so...)
ne var ki sözcükler sıklıkla yanıltır beni.
söylemek istediğim o kadar çok şey var ki,
bir sürü öyküler, betimlemeler, atasözleri, vb.
ama sözcükler yetersiz kalır,
yanlış olanları gelip öper beni.
kimi zaman uçarım bir kartal gibi
ama bir çalıkuşunun kanatlarıyla.yine de sözcüklere dikkat etmeye
ve kibar olmaya çalışıyorum.
sözcüklere ve yumurtalara özenle dokunmalı.
bir kez kırıldılar mı olanaksızdır
onarılmaları
devamını gör...
1769.
doğdum bilmediğim bir cehennemde
adımı koydular yetimhanede
annemi aradım on sekizime gelince
buldum onu oturmuştu bir sandalyeye
dağılmış kırmızı ruju yüzünde
üzerinde ucuz elbisesiyle
babamı sordum
tuttu elimden
attı bir adamın önüne
adamın elinde bir tutam kağıt fırlattı yüzüme
lanet bir piçtim
dünyada hiçtim
bunu anladığım gün içtim
dayadım alnıma soğuk demiri
ateş ettim kurşun yanlış yere isabet etti
mutsuzdum
tüm çiçekleri soldurdum
tanrıyı aradım
yanlış yollara uğradım
sonra onu kalbimde buldum
bıçağı kalbime soktum
tanrıyı öldürüp cehenneme koydum

zatı muhteşem şair mevcutlu.
devamını gör...
1770.

yorulmaz işçileriyiz aşkın
bütün gün kırlara bakmışım
başaklarla kımıldanan
o bitek yalnızlığa
burnumda gökyüzünün ince kokusu
bütün gün sana bakmışım
derin mırıltılarla ırmağa karışan
çakıntılı gövdene senin

uzanmışım terli toprağa
yanına gözlerinin
çıplak gecelere dokunuyorum
yazın ve düşlerin sıcak kıvrımlarına
denizi başlatıyor dudaklarının tuzu
yüreğim konuşuyor şavkından
ellerim böğürtlen moru

yorulmaz işçileriyiz aşkın
soluk soluğa ıslak taylar
ürkek sokulmaların...
ormanları uyandırıyor kanımın gürültüsü
başdöndürücü yerlerindeyim dağın
kollarımdan akan ırmak,
sonsuza tamamlanıyorum
devamını gör...
1771.
köylüleri niçin öldürmeliyiz? [şükrü erbaş]

çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını büyütmeye çalışırlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştiremezler
evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kalın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında döverler.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin bir akrabalarından söz ederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
yollara tükürürler..
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?

çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
zamanın derin ırmakları önünde...

köylüleri, söyleyin nasıl
nasıl kurtaralım?
devamını gör...
1772.
"kendi olarak, sana gelen --
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen --
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen --
kendi olmasını, senin ile olmaya bağlayan --
o, işte..."

(bkz: hani)
(bkz: oruç aruoba)

bu kadar mı zor buna sahip olmak?
bu kadar mı imkansız ..
devamını gör...
1773.
ne hasta bekler sabahı
ne de şeytan bir günahı
ne taze ölüyü mezar
seni benim beklediğim kadar
devamını gör...
1774.
çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
bilmiyorsunuz. darmadağın gövdemi
çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
karanlıkta oturuyorum. ışıkları yakmıyorum.
çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
bir yağsam pahalıya malolacağım.
ben bir bodrum kat kızıyım bayım
yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
fakat korkuyorum. birazdan da
kırküç numara ayakkabılarınızla
bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
bu iyi olmaz bayım!
...
didem madak
çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!
devamını gör...
1775.

sevdaya açılan bir penceredir
odaları dolduran güneşli sesin.
kuraktan sedefi çatlamış tanrıçalar
ve atlar denize inme özlemiyle oysa
her akşam üstü geçerler rahvan.
bakarsın o an
gökyüzü ufuk çizgisiyle buluşmada,
karnını yükseltmiş hafifçe deniz
gelgit,
gel ve gitme n'olur!..

o an küçücük bir özlemdir
içimize sulardan düşen iz.
bir yanım dövme bakır,
bir yanım mavi güller;
gözleri 'fındık yeşil' kızların
el emeği, göz nuru deniz.
omuzlarının yuvarlaklığı
akıyor avuçlarımdan;
herkes, her şey alesta
ve sessiz!..

öyle bir gün gelir ki
lâle büyür sedefinde tanrıçaların,
göğü doldurur koynundaki serçeler;
gel gitme n'olur!..
devamını gör...
1776.
şiir mi bilmem de size yazdığım bir şeyi bırakayım.
düşünmeyeceksin seni yarı yolda bırakanı
takmayacaksın kafana seni takmayanı
bağlanmayaacaksın öyle birisine
elbet bırakır gider seni
tıpkı senin birgün ölüp hayatı bırakacağın gibi
devamını gör...
1777.
artık femir almak günü gelmişse zamandan
meçhule giden bur gemi kalkar bu limandan
hiç yolcusu yokmuş gibi ( devamı aklıma gelmedi)
devamını gör...
1778.
“ben sesi esriklik, ruhu yanılgı olan; yaratmadan yaratan tinim. tanrı beni geceleyin kendisini taklit etmem için yarattı.”

fernando pessoa, şeytanın saati
devamını gör...
1779.
devamını gör...
1780.

bir çağ ki öyle en olmıyacağı
kuşatır yasaklar üstünü örter
susuz bir tavşansın dolanırsın
suya değerken ayakların

masalsın korkunçsun, eskisin masalsın
örtük odaların iç içe odaların
üşür senden uzakta senin yanında korkar
tay bacaklı, sıpa gözlü bir kadın

pis ya vurmak, incitmek kötü ya
-gülünç ya öyle bulmadığı bazılarının-
kaygısız yaşamanın ormanlarında
sen avcı olsan avlanamazsın
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"geceye bir şiir bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim