1921.
ben sana hep üşüyordum,
çünkü kıştım.
nakıştım, bakıştım.
inkar etmiyorum da bunu,
seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.
ve lütfen inkar etme;
sana en çok ben yakıştım.

özdemir asaf.
devamını gör...
1922.

seziyorum ki kaçacaksın..
yalvaramam koşamam
ama sesini bırak bende
biliyorum ki kopacaksın
tutamam saçlarından
ama kokunu bırak bende
anlıyorum ki ayrılacaksın
cok yıkkınım yıkılamam
ama rengini bırak bende
duyumsuyorum ki yiteceksin
en büyük acım olacak
ama ısını bırak bende
ayrımsıyorum ki unutacaksın
acı kurşun bir okyanus
ama tadını bırak bende
nasıl olsa gideceksin
hakkım yok durdurmaya
ama kendini bırak bende
devamını gör...
1923.

uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar
bir gökyüzü bitince öteki başlardı
çevik taylar dururdu güneşte olgun başaklar
gölgelikler dururdu,
ovalar aydınlıkta dururdu
bulut geçti derdik bilemedin
ya da yağmur yağacak derdik
fesleğen saksıda güzel dururdu
bak bu olacak şey mi kömür beni vurdu
ayaklarım aldı başını gitti
ellerim kaldı duvarda
kalk ne olur pencereyi aç
uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar
bir gökyüzü bitince öteki başlardı.
devamını gör...
1924.

kandilli yüzerken uykularda
mehtabı sürükledik sularda

bir yoldu parıldayan gümüşten
gittik bahs açmadık dönüşten

hulya tepeler hayal ağaçlar
durgun suda dinlenen yamaçlar

mevsim sonu öyle bir zaman ki
gaip bir musikiydi sanki

gitmiş kaybolmuşuz uzakta
rüya sona ermeden şafakta


yahya kemal beyatlı-gece
devamını gör...
1925.

çaresizliğim ertelenebilir hanımeli
yardım et
bu en berbat anında aşkın
bu artık kanser
yüzünde gözleri olmayan ölümün
önden görünüşüdür
al dizginlerini eline içimden geç

tohumluk sözcükler dersem
en büyük acılarımı kulisten izlesem

eski bir tanıdık uygunsuzluğu
bu en berbat anında aşkın
köprücük kemiklerinde sızlayan şimdi
o konuştukça yüzün gözün kül içinde
murdar eder tutukluğunu

şenliğimdi
kesik bir el gibi yabancılaşan
baykuş uçuşuyla küpeli sabahlara geçerdik
küçük ayrılıklarla zembereklerimizi denerdik
unutkanlığım hoşgörülebilir hanımeli
bu en berbat anında aşkın
bu insan olma tavında
yalnızlığım savuşmuyor söz yordamıyla,

onca gayretli hedefsen
attığını vurur şarkılar
utana sıkıla içlensem

kimse suçlu değil
ben özellikle masumum
bu en berbat anında aşkın
bu çürük çarık öğüt mezatında
gülücüklü bir ad arıyorum pişmanlığıma
devamını gör...
1926.
behçet necatigil - sevgilerde
devamını gör...
1927.
“ah milena… bugün yağmur göz kapaklarıma yağıyor.”

franz kafka
devamını gör...
1928.

gövdemden daha dar evimin odaları
boşluğa asılmış martılar duruşu bu
tut yavaşça duvarın tentesinden
bir sen biliyorsun nerede olduğumu

şaşırt beni
gözüpek bir çenginin uzun kaşıklarını
getirerek dolayıp atlas bir kordelaya
mavi perdeleri düş kapılar boya
uslu yalnızlığımın
küf yeşil alnacına

bir sen biliyorsun nerede olduğumu
uçur beni kanatların sırdaş beyazlığına
devamını gör...
1929.
bir dilenci bir faraş hızır'a çalsın biraz
döküleni içimden içime küreyerek
kırıkları toplayıp ben de işte anneme
doğduğum için ondan özürler dileyerek
(süleyman çobanoğlu/çekinen)
devamını gör...
1930.

...
siz beni bu şehirden alın götürün
tükenmez yağmurlarda ıslatın
elime iki kulaç ip verin
düğümleyip düğümleyip çözeyim
şehrin bütün ışıklarını söndürün
kapatın bütün kapılarını
beni bu şehirden alın götürün

bir elim sağ cebimde
bir elim sol cebimde
bu hüznü sizde bilirsiniz
anlat deseniz anlatamam
enine boyuna yaşarım ancak
...

turgut uyar
devamını gör...
1931.

hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı pollyanna
çimento, demir, çamur...
duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
en üst kattan düşerdim her gün
esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı pollyanna
sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
cevap beklediğim zamanlarda.


didem madak - polyanna'ya son mektup şiirinden
devamını gör...
1932.

geyikli gece
halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
her şey naylondandı o kadar
ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
ama geyikli geceyi bulmadan önce
hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

geyikli geceyi hep bilmelisiniz
yeşil ve yabani uzak ormanlarda
güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
hepimizi vakitten kurtaracak
bir yandan, toprağı sürdük
bir yandan kaybolduk
gladyatörlerden ve dişlilerden
ve büyük şehirlerden
gizleyerek yahut döğüşerek
geyikli geceyi kurtardık

evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
bilir bilmez geyikli gece yüzünden

geyikli gecenin arkası ağaç
ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
çatal boynuzlarında soğuk ayışığı

ister istemez aşkları hatırlatır
eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
şimdi de var biliyorum
bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

hiçbir şey umurumda değil diyorum
aşktan ve umuttan başka
bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

biliyorum gemiler götüremez
neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi
ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
geyikli gecenin karanlığında

aldatıldığımız önemli değildi yoksa
herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
gümüş semaverleri ve eski şeyleri
salt yadsımak için sevmiyorduk
kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
ne iyiydik ne kötüydük
durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

ama ne varsa geyikli gecede idi
bir bilseniz avuçlarmız terlerdi heyecandan
bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
büyük otellerin önünde garipsiyorduk
çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
yahut bir adam bıçaklasak
yahut sokaklara tükürsek
ama en iyisi çeker giderdik
gider geyikli gecede uyurduk

geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
imdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
sultan hançerıeri gibi ayışığında
bir yanında üstüste üstüste kayalar
öbür yanında ben

ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
eskimiş şeylerle avunamıyoruz
domino taşları ve soğuk ikindiler
çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
gölgemiz tortop ayakucumuzda
sevinsek de sonunu biliyoruz
borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
iyice kurulamıyorum saçlarını
bir bardak şarabı kendim için içiyorum

halbuki geyikli gece ormanda
keskin mavi ve hışırtılı
geyikli geceye geçiyorum

uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
turgut uyar
devamını gör...
1933.
acı geçiyor
acı elbette geçiyor.
acı çekmiş olmak geçmiyor.

kemal varol
devamını gör...
1934.
benim şiir anlayışım aşağıdaki gibidir. şiirin en güzel şekli lirikalitesi yüksek rap müziğiyle yapılır.

süvari
gladyatörler oldu sûvari
yalanla dolu bu vadi
richard kadar süratliyim
değişimim ruhani
voyvoda gibi kazığa oturtacağım ve bu adil
emin ol bu defa seni kurtaracak şey dua değil bildikleriniz hurâfe, öldür ya da öl, kural tek
senin için geri geleceğim, kılıcını kuşan breh!


tabutun bile olmayacak
cesedini örtecek muşamba
siz punch istiyorsunuz, benim kara kuşağım var biliyorsun, her şey bitince oturacaksın kucağıma
son nefesimde gülümserim, üstüme suç almam
bi' hiç olarak öleceksin ve dönmeyecek çarkın
kimin haklı olduğunu belirlerken yargı
yüreğim merhamete dargın, elimde kargım
kalbine saplı, kulaklarında şarkım
devamını gör...
1935.

gençliğim diyor kadın;
salındı nazenin bilekleriyle
düşler kıvrımındaki dünyada
onca fırtına savurdu
aşınmış omzuyla zamanın tortusuna

ve toprağın ahvaline acındım
inleyerek uçmak dedim zerrede
ziyan olmak gökyüzüne

erişkinliğim diyor kadın;
paramparça dolaşırken
dalgaların kanattığı kıyı atlaslarında
özge gladyatör deniz lalesi topluyordu
kalbinin geniş kalibreli gül bahçesine

ve olgunluğa fitillenirken barudî saçlarım
fanusta çırpınan rüzgârın burgusunda
aşkla inildiyordu yapraklar

geçkinliğim diyor kadın;
tazelenen ateştir bilmez miyim
gecenin usanmayan hecesi
murad ki suya eriyen gezgin buluttur

kalbimin serin kumsalında
zamansız açan menekşe
kandilde buğulu aydınlık

rengim diyor kadın;
kanat çırpan en saydam kuzgundur
manifesto veren kaptanı yorgun denizlerin

ve kanıyor tenimdeki adres
sevmekle yakıyor yanmakla kanatlanıyor
maviye düşen kuzgunluğum

özetim diyor kadın; denize
ulaşamayan lale kurusudur
ve gladyatörlerin lirik sonuncusu

gençliğim erişkinliğim
geçkinliğim rengim diyorum
özetim; gladyatör kadın ve deniz laleleri...
devamını gör...
1936.

...senin çardağına çıkarken
karıştırırken şarapla kendimi sana
varsın gün geçtikçe her şeyde biraz kahır,
biraz bakır çalığı olsun lokmamızda.
bana soru sor artık!
beni kurtarma, konuştur!
beni yaz geceleri patlayan sağnaklara bağışla…

 
devamını gör...
1937.

ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım...
devamını gör...
1938.
sahi, mutsuz muydun?
orada, seni ilk kez nereme sığdıracağımı bilemeyip
bütün mahcubiyetimi tırnaklarımdan çıkarırken
karşında bir yeni yetme gibi tırnaklarımı kemirirken
orada, kızılcıklıyla doktorların kesiştiği o yerde
sabah ezanı okunmak üzereyken
ben çok yorgunken, ve sen çok içmişken
telefonda usulca konuşup bana seni nerede bekleyeceğimi tarif ederken
saat 4 falan iken
ben olağanca yorgunluğuma rağmen değilmişim gibi davranıp
sana doğru yürürken..
sen ne kadar yorgun olduğumu görünce
hemen ilerideki bankı gösterip,
"istersen biraz oturalım." derken,
oturduğumuzda bankın tam ortasına, dizlerimiz birbirine değerken..
mutsuz muydun harbiden?..

sahi, mutsuz muydun?
oysa sabaha karşı açık fırın bulunca
çocuk gibi sevinmiş ve bana taze ekmek almıştın..
ben yolda yarısını yemiştim,
ve sen; "evde zeytin var, günah." demiştin.
yalan mı söylemiştin, değil miydi günah?

sahi, ben mi abarttım?
zeytine, ekmeğe ve sana yemin edip
doğru düzgün bir adam olmaya karar verdiğimin sabahı,
abarttım diye mi?
böyle hem manalı, hem manasız baktın yüzüme.
sahi herkes, herkes aldatır mı?
sahi, utanmayı unutunca mı geçecek bütün mutsuzluklar?
ben sesini ilk duyduğumda seni sevmeye karar vermiştim..
sen başın ilk sıkıştığında, beni sevmekten vazgeçtin..
sahi, ben sana denk mi geldim?
geçerken uğradığın benzin istasyonu gibi.
bir daha dönmeyeceğin,
mağrur ve yalnız,
sakin ve telaşlı,
bedbaht ve mütefessir,
bokuna kadar zıt anlamlı,
dibine kadar çelişik..
ben gibi iken işte ben
sahi sen, benim nasıl ben gibi olduğumu en iyi bilen iken
niye işim var deyip, yol vermedin bana?

yalnızlıktan it gibi korktuğumu biliyordun!
yalnızlıktan it gibi korktuğumu tanıştığımızın ikinci günü söylemiştim sana!
sana demiştim ki;
bak, iyi dinle
“beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı, kaybettirme boşuna. tedirgin etme beni. bu sefer geride bir şey bırakmadım. tasımı tarağımı topladım geldim. neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim. beni uyandır.”

kelimesi kelimesine ezber ettiğim bu oğuz atay satırlarını okumuştım sana..
beni yalnız bırakma demiştim!
ee, neredesin?

sahi, bütün bu anksiyetem , taşikardim
nesneli nesnesiz serzenişlerin
arkandan kırıp döktüğü ne varsa işte
sahi, hepsi benim hezeyanım mı?
sen aslında hiç olmadın
ben mi mana yükledim manasız varlığına?
oysa ben hala, her sabah, kötü bir rüyaya dalıyor gibi uyanıyorum dünyaya
beni asla beklemeyeceğini bildiğim yerlere
beni bekleyen, ama bekleyip beklemediklerini umurumda bile olmayan insanlar için kuruyorum telefonun alarmını
ve bir kez bile ertelemeden, hep vaktinde doğruluyorum
niye biliyor musun?
niye, biliyorsun...
niye?
sahi, biliyor musun?

beraber bir kurusova filmi izlemiştik seninle, hatırlarsın
bari bunu hatırla
evet, bunu hatırlarsın
al işte, şimdi itiraf ediyorum;
filmi değil seni, seni izliyordum
çünkü sen o ara bütün filmlerdeki bütün kadınlardan daha güzeldin
sahi, hiç mi fark etmedin?

ahh, olan oldu artık...
unutulacak olanlar çoktan unutuldu
unutulmayacak olanlar mıh gibi beynimde
artık tek bir soru var aklımda
cevabının hiçbir işime yaramayacağı, deli gibi bildiğim fakat buna rağmen cevabını deli gibi merak ettiğim tek bir soru var şimdi
sahi, bu aşkta
tek ben miyim kaybeden?

ali lidar

edit: düşündüm de buraya kadar okumuş bir yazar arkadaşım varsa, acaba bana bu şiiri okumak ister mi? *
devamını gör...
1939.
güneşin gidişini karşılar gece
ve belirir hafif bir ay ışığı
ay, el sallar güneşe
gece bana emanet der gibi
içten ve samimiyetle
devamını gör...
1940.

bir gece habersiz bize gel
merdivenler gıcırdamasın
öyle yorgunum ki hiç sorma
sen halimden anlarsın
sabahlara kadar oturup konuşalım
kimse duymasın
mavi bir gökyüzümüz olsun kanatlarımız
dokunarak uçalım.

insanlardan buz gibi soğudum,
işte yalnız sen varsın
öyle halsizim ki hiç sorma
anlarsın.

cahit külebi
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"geceye bir şiir bırak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim