geceye bir şiir bırak
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
başlık "delirmiş_psikolog" tarafından 07.11.2020 20:02 tarihinde açılmıştır.
2581.
terketmedi sevdan beni,
aç kaldım susuz kaldım,
hayın, karanlıktı gece,
can garip,can suskun,
can paramparça ...
ve ellerim ,kelepçede,
tütünsüz uykusuz kaldım ,
terketmedi sevdan beni...
aç kaldım susuz kaldım,
hayın, karanlıktı gece,
can garip,can suskun,
can paramparça ...
ve ellerim ,kelepçede,
tütünsüz uykusuz kaldım ,
terketmedi sevdan beni...
devamını gör...
2582.
ülkü tamer - çünkü çarşılardan geçtim
neden öldüğümü anlamayacaklar, çünkü güneşler doğar çarşılar üzerine,
getirip develerini yıkmışlar, gümüş çadırlarını kurmuşlar, zencefil satıyorlar hatta,
ateş yakıyorlar geceleri, bazan namaz kılıyorlar, sevişiyorlar boş vakitlerinde;
çünkü öldüğümü anlamayacaklar neden, büyüse bile mezarımdan ormanlar;
ama kur’an okuyacaklar, şerbet dağıtacaklar ve terleyecekler ara sıra,
çünkü beni bilmemişlerdi zaten ve zencefil satacaklar,
ve durmadan, ama durmadan çoğalacaklar.
kuyuların yanından geçerdik, esmer köyler bırakırdık gerimizde ve atlar;
ipekli toplardık unuttum şimdi nerelerden, kokular, yağlar, biraz yorgunluk;
gece oldu mu uyurlardı, karıları vardı bazılarının; bir testiye dokunurdum elimle,
öylece sabahı bulurdum, sonra güneşler doğardı çarşılar üzerine;
bırakıp gidemezdim o tenteleri, nereye gitsem gelirlerdi arkamdan,
nereye gitsem susamak vardı, pişmanlık vardı, o testiyi özlerdim belki;
belki yatağımı arardım, tabanlarım çatlardı kumdan, sıcak üşütürdü beni;
hiç bilmeseydim testileri, yatakları, develeri, çekip giderdim gelmemeye,
o en eski yalnızlığım çekip gitmiş, gelmez artık, nedendir anlamadım,
kendi ülkeme yıldızlar değmez, sular akmaz, yağmur işlemez ağaçlarıma;
bırakmaz beni kalabalık, çünkü çarşılardan geçtim!
neden öldüğümü anlamayacaklar, doğururken de bilmediler bunu,
minareler gösterdiler yalnız, hep elimden tuttular.
üstelik üzüldüler benimle, oldukça ağladılar,
kimbilir nerelerden düştüm, nerelerim kanadı, hiç anlamadılar;
baksam sevişirler şimdi ve salıncak kurarlar.
hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın, ucunda yaşamak var;
bütün yolları denedim akşamları testilere, testilere dokundukça;
gölgelere sığındıkça gördüm kuran okuduklarını, namaz kıldıklarını,
“gün gelir inanırsın,” dedi en yaşlıları, “yaşlanınca görürüm seni.”
sakalım ağarmamışken öldüm ve ölünce sevindi, zencefil sattı çarşıda;
her şeyi unuttum, hiç hatırlamadım, gün geldi hepsi silindi ama
neden öldüğümü anlamadılar, çünkü güneşler doğdu çarşılar üzerine,
uzaklardan bir deniz büyüdü uykularına, elleri karılarına değdi,
çocukları ağladı birden, kum tanecikleri büyüdü, gözlerine kaçtı çünkü;
birer birer uyandılar gecikmiş bir alevle ışıyınca sokaklar.
zencefillerini çıkarıp eskitilmiş bir çarşıya başladılar.
neden öldüğümü anlamayacaklar, çünkü güneşler doğar çarşılar üzerine,
getirip develerini yıkmışlar, gümüş çadırlarını kurmuşlar, zencefil satıyorlar hatta,
ateş yakıyorlar geceleri, bazan namaz kılıyorlar, sevişiyorlar boş vakitlerinde;
çünkü öldüğümü anlamayacaklar neden, büyüse bile mezarımdan ormanlar;
ama kur’an okuyacaklar, şerbet dağıtacaklar ve terleyecekler ara sıra,
çünkü beni bilmemişlerdi zaten ve zencefil satacaklar,
ve durmadan, ama durmadan çoğalacaklar.
kuyuların yanından geçerdik, esmer köyler bırakırdık gerimizde ve atlar;
ipekli toplardık unuttum şimdi nerelerden, kokular, yağlar, biraz yorgunluk;
gece oldu mu uyurlardı, karıları vardı bazılarının; bir testiye dokunurdum elimle,
öylece sabahı bulurdum, sonra güneşler doğardı çarşılar üzerine;
bırakıp gidemezdim o tenteleri, nereye gitsem gelirlerdi arkamdan,
nereye gitsem susamak vardı, pişmanlık vardı, o testiyi özlerdim belki;
belki yatağımı arardım, tabanlarım çatlardı kumdan, sıcak üşütürdü beni;
hiç bilmeseydim testileri, yatakları, develeri, çekip giderdim gelmemeye,
o en eski yalnızlığım çekip gitmiş, gelmez artık, nedendir anlamadım,
kendi ülkeme yıldızlar değmez, sular akmaz, yağmur işlemez ağaçlarıma;
bırakmaz beni kalabalık, çünkü çarşılardan geçtim!
neden öldüğümü anlamayacaklar, doğururken de bilmediler bunu,
minareler gösterdiler yalnız, hep elimden tuttular.
üstelik üzüldüler benimle, oldukça ağladılar,
kimbilir nerelerden düştüm, nerelerim kanadı, hiç anlamadılar;
baksam sevişirler şimdi ve salıncak kurarlar.
hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın, ucunda yaşamak var;
bütün yolları denedim akşamları testilere, testilere dokundukça;
gölgelere sığındıkça gördüm kuran okuduklarını, namaz kıldıklarını,
“gün gelir inanırsın,” dedi en yaşlıları, “yaşlanınca görürüm seni.”
sakalım ağarmamışken öldüm ve ölünce sevindi, zencefil sattı çarşıda;
her şeyi unuttum, hiç hatırlamadım, gün geldi hepsi silindi ama
neden öldüğümü anlamadılar, çünkü güneşler doğdu çarşılar üzerine,
uzaklardan bir deniz büyüdü uykularına, elleri karılarına değdi,
çocukları ağladı birden, kum tanecikleri büyüdü, gözlerine kaçtı çünkü;
birer birer uyandılar gecikmiş bir alevle ışıyınca sokaklar.
zencefillerini çıkarıp eskitilmiş bir çarşıya başladılar.
devamını gör...
2583.
yaşım yirmi altı.
sana kırk senedir aşığım.
hayat kadar berrak,
ölüm kadar karmaşığım.
yüreğim kirli bir gökyüzü,
sense dolunay..
ruhumu esir alan sarmaşığım!
titreşirken kalplerimiz ankara soğuğunda
nice umut yeşerir gecenin soluğunda.
biz o bankta oturmuşuz
kalu belâ'dan beri.
kaç bar görmüşüz kim bilir
kaç zemheri...
ilk kez ayın hâlesine sırnaşığım;
yaşım yirmi altı.
| bleda yaman
sana kırk senedir aşığım.
hayat kadar berrak,
ölüm kadar karmaşığım.
yüreğim kirli bir gökyüzü,
sense dolunay..
ruhumu esir alan sarmaşığım!
titreşirken kalplerimiz ankara soğuğunda
nice umut yeşerir gecenin soluğunda.
biz o bankta oturmuşuz
kalu belâ'dan beri.
kaç bar görmüşüz kim bilir
kaç zemheri...
ilk kez ayın hâlesine sırnaşığım;
yaşım yirmi altı.
| bleda yaman
devamını gör...
2584.
kırka yakın ayağı vardı kırkayakın.
devamını gör...
2585.
unutmak mı delisin,
gitmesem de bekler orada deniz.
gelirsem bilmelisin.
benim beklememdir burada deniz.
gitmek gibi geleceğim
denizin delisine.
delinin denizi gibi,
o ne kadar giderse.
özdemir asaf
gitmesem de bekler orada deniz.
gelirsem bilmelisin.
benim beklememdir burada deniz.
gitmek gibi geleceğim
denizin delisine.
delinin denizi gibi,
o ne kadar giderse.
özdemir asaf
devamını gör...
2586.
"hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir
keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür
hanım?"
ömür hanımla güz konuşmaları
keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür
hanım?"
ömür hanımla güz konuşmaları
devamını gör...
2587.
kadın ayakkabısını
çıkardı.sızlayan
ayaklarını ovuşturarak
koltuğa oturdu.
''bu ayakkabıları neden
giymediğimi unutmuşum
ama giydikten iki saat
sonra hatırladım''
dedi gülerek.
ayak bileğinin arkası su toplamıştı
ve gün boyunca çıkaramadığı
ayakkabılar su toplamış bölgeyi iyice örselemiş,
açık bir yara haline getirmişti.
kadın saçlarını
kulağının arkasına attı.
aksam olmuştu. pencerenin önüne
dizilmiş çiçeklerin arasında
birkaç mum yanıyordu.
dışarıda esen sert rüzgarın sesi
odanın içindeki
anlık sessizliğin üzerine düştü.
koltuğun önündeki eski ahşap sehpada
pembe gül desenli
eski bir fincanın içindeki
kahvenin dumanı tütüyordu.
adam kadının ayaklarını
ellerinin arasına aldı.
mumun alevi titredi.
ayak bileğindeki o küçük,
açık yaraya baktı adam.
sonra öpmeye başladı
bir kedinin yavrusunun
yarasını iyi etme
çabası gibi bir şevkatle
ve dakikalarca
öptü adam o yarayı...
kim birini
yaralarından sevmeye başlasa
böyle olmaz mi zaten...
acımaz mı
sevilenin gözleri...
acıyan gözler
güçlenen yüreğin
yüzdeki yansımasıdır
aslında.
çeliğe su vermek gibi...
birini yarasından sevmek
yüreği suya kavuşturmaktır...
yürek çeliğe
iste böyle dönüşür...
çıkardı.sızlayan
ayaklarını ovuşturarak
koltuğa oturdu.
''bu ayakkabıları neden
giymediğimi unutmuşum
ama giydikten iki saat
sonra hatırladım''
dedi gülerek.
ayak bileğinin arkası su toplamıştı
ve gün boyunca çıkaramadığı
ayakkabılar su toplamış bölgeyi iyice örselemiş,
açık bir yara haline getirmişti.
kadın saçlarını
kulağının arkasına attı.
aksam olmuştu. pencerenin önüne
dizilmiş çiçeklerin arasında
birkaç mum yanıyordu.
dışarıda esen sert rüzgarın sesi
odanın içindeki
anlık sessizliğin üzerine düştü.
koltuğun önündeki eski ahşap sehpada
pembe gül desenli
eski bir fincanın içindeki
kahvenin dumanı tütüyordu.
adam kadının ayaklarını
ellerinin arasına aldı.
mumun alevi titredi.
ayak bileğindeki o küçük,
açık yaraya baktı adam.
sonra öpmeye başladı
bir kedinin yavrusunun
yarasını iyi etme
çabası gibi bir şevkatle
ve dakikalarca
öptü adam o yarayı...
kim birini
yaralarından sevmeye başlasa
böyle olmaz mi zaten...
acımaz mı
sevilenin gözleri...
acıyan gözler
güçlenen yüreğin
yüzdeki yansımasıdır
aslında.
çeliğe su vermek gibi...
birini yarasından sevmek
yüreği suya kavuşturmaktır...
yürek çeliğe
iste böyle dönüşür...
devamını gör...
2588.
ben acılar denizinde boğulmuşum
işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
duyarım yosunların benim için ağladıklarını
ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
baksana, herkes içime dökmüş artıklarını
bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
yılların içimde bıraktıklarını.
ümit yaşar oğuzcan
işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
duyarım yosunların benim için ağladıklarını
ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
baksana, herkes içime dökmüş artıklarını
bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
yılların içimde bıraktıklarını.
ümit yaşar oğuzcan
devamını gör...
2589.
bugün oturdum ölümü düşündüm
kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
bugün oturdum ölümü düşündüm
yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken
kirli, acı bir su gibi yürüdü içimde
dokunduğum, gördüğüm her şeye sindi
ürperdim, korktum ve biraz şaşırdım
bugün oturdum ölümü düşündüm
yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken
devamını gör...
2590.
onur şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi
komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz.
aşk acısı ona soluğu birçok zaman, izmir’in agora semtinde aldırmaya başlar.
çünkü agora salaş meyhanelerin mekanıdır.
bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir ve bir mektup yazmaya başlar aşkına.
mektup şöyle başlar:
“sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum.”
onur şenli, mektubun ileri ki
bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır.
şiirine de şu adı koyar:
gece, şarap ve aşk
onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir,
şiiri kabul edilir.
şiir dergide tam basılmak üzereyken,bir gazetenin kültür-sanat editörü tarafından görülür. editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.
agora meyhanesi.
şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur.
hatıra defterlerinde yer alır,
sevgililerin kulaklarına fısıldanır,
şarkısı yapılır,
şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz.
şarkıyı dinleyenler izmir’deki
agora’dan habersiz balat’ta ki agora meyhanesi’ne akın ederler.
çünkü şarkıdaki agora meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler.
haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar.
öyle popüler bir mekan olur ki tam 286 türk filmi’nin
meyhane bölümleri burada çekilir.
agora meyhanesi
sana bu satırları
bir sonbahar gecesinin
felç olmuş köşesinden yazıyorum
beşyüz mumluk ampullerin karanlığında
saatlerdir boşalan kadehlere
şarkılarını dolduruyorum
tabağımdaki her zeytin tanesine
simsiyah bakışlarını koyuyorum
ve kaldırıp kadehimi
bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum.
burası agora meyhanesi
burada yaşar aşkların en madarası
ve en şahanesi
burada saçların her teline bir galon içilir
gözlerin her rengine bir şarkı seçilir
sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
bu sekiz köşeli meyhane seni bilir
burası agora meyhanesi
burası arzularını yitirmiş insanların dünyası?
şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik
bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam
elimde değil
bu da bir nevi namuslu serserilik
dışarda hafiften bir yağmur var
bu gece benim gecem
kadehlerde alaim-i semaların raksettiği
gönlümde bütün dertlerin horan teptiği gece bu
camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum
ve sana susuzluğumu
birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır
umutlar tükenir, mezeler biter
biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden
bu sarhoş şehrin üstüne
birazdan bu yağmur da diner
sen bakma benim böyle
delice efkarlandığıma
mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver
yarın gelir çamaşırcı kadın
her şeyden habersiz onu da yıkar
sen mesut ol yeter ki ben olmasam ne çıkar?
dedim ya burası agora meyhanesi
bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer
burası agora meyhanesi
burası kan tüküren mesut insanların dünyası."
komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz.
aşk acısı ona soluğu birçok zaman, izmir’in agora semtinde aldırmaya başlar.
çünkü agora salaş meyhanelerin mekanıdır.
bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir ve bir mektup yazmaya başlar aşkına.
mektup şöyle başlar:
“sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum.”
onur şenli, mektubun ileri ki
bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır.
şiirine de şu adı koyar:
gece, şarap ve aşk
onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir,
şiiri kabul edilir.
şiir dergide tam basılmak üzereyken,bir gazetenin kültür-sanat editörü tarafından görülür. editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.
agora meyhanesi.
şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur.
hatıra defterlerinde yer alır,
sevgililerin kulaklarına fısıldanır,
şarkısı yapılır,
şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz.
şarkıyı dinleyenler izmir’deki
agora’dan habersiz balat’ta ki agora meyhanesi’ne akın ederler.
çünkü şarkıdaki agora meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler.
haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar.
öyle popüler bir mekan olur ki tam 286 türk filmi’nin
meyhane bölümleri burada çekilir.
agora meyhanesi
sana bu satırları
bir sonbahar gecesinin
felç olmuş köşesinden yazıyorum
beşyüz mumluk ampullerin karanlığında
saatlerdir boşalan kadehlere
şarkılarını dolduruyorum
tabağımdaki her zeytin tanesine
simsiyah bakışlarını koyuyorum
ve kaldırıp kadehimi
bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum.
burası agora meyhanesi
burada yaşar aşkların en madarası
ve en şahanesi
burada saçların her teline bir galon içilir
gözlerin her rengine bir şarkı seçilir
sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
bu sekiz köşeli meyhane seni bilir
burası agora meyhanesi
burası arzularını yitirmiş insanların dünyası?
şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik
bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam
elimde değil
bu da bir nevi namuslu serserilik
dışarda hafiften bir yağmur var
bu gece benim gecem
kadehlerde alaim-i semaların raksettiği
gönlümde bütün dertlerin horan teptiği gece bu
camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum
ve sana susuzluğumu
birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır
umutlar tükenir, mezeler biter
biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden
bu sarhoş şehrin üstüne
birazdan bu yağmur da diner
sen bakma benim böyle
delice efkarlandığıma
mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver
yarın gelir çamaşırcı kadın
her şeyden habersiz onu da yıkar
sen mesut ol yeter ki ben olmasam ne çıkar?
dedim ya burası agora meyhanesi
bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer
burası agora meyhanesi
burası kan tüküren mesut insanların dünyası."
devamını gör...
2591.
hayat gibi kutsal bir kelime
kalmadı değeri artık bu günlerde
sen yaşıyorum sanırsın hayattan bıkmış halde
oysaki asıl hayatı yaşayanlardır
sana daima şükür etmeyi öğretenler...
kalmadı değeri artık bu günlerde
sen yaşıyorum sanırsın hayattan bıkmış halde
oysaki asıl hayatı yaşayanlardır
sana daima şükür etmeyi öğretenler...
devamını gör...
2592.
bir kuş uçar bir kuş
ar dökülen yüzünden
kabuğu paslı metal hayatlar
utançlar ve elem çiçekleri
kavşaklarda buluşur
bir kuş uçar bir kuş
zaman yavaşlar
ve yollar...
köleyiz belli
ezginiz, zincirli
iç içe ikili yaşamlar
yekdiğerine ağlar
oysa hep beyaz başlar
lugaz mı muamma mı
yahut dolanık gidişler
kördüğüm bu, utanç kilidi
sımsıkı bağlar
utanıyoruz
kuş üşür
yaz biter
iki büklümdür arlar
yanakları al al akşamlar
21.09.2019
ar dökülen yüzünden
kabuğu paslı metal hayatlar
utançlar ve elem çiçekleri
kavşaklarda buluşur
bir kuş uçar bir kuş
zaman yavaşlar
ve yollar...
köleyiz belli
ezginiz, zincirli
iç içe ikili yaşamlar
yekdiğerine ağlar
oysa hep beyaz başlar
lugaz mı muamma mı
yahut dolanık gidişler
kördüğüm bu, utanç kilidi
sımsıkı bağlar
utanıyoruz
kuş üşür
yaz biter
iki büklümdür arlar
yanakları al al akşamlar
21.09.2019
devamını gör...
2593.
adam yaşama sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kaseye çiçekleri koydu
sütünü yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini çıkrık sesini
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
kimi seviyordu kimi sevmiyordu
adam masaya onları da koydu
üç kere üç dokuz ederdi
adam koydu masaya dokuzu
pencere yanındaydı gökyüzü yanında
uzandı masaya sonsuzu koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu uyanıklığını koydu
tokluğunu açlığını koydu.
masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandı durdu
adam ha babam koyuyordu.
devamını gör...
2594.
ince elek
içtikçe içesim geliyor gayrı ne bilgi ara ne hüner
beni bu rakıyla baş başa bırakma
adam olayım çalışıp para kazanayım
beni böyle işsiz güçsüz bırakma
beni uslandır beni yüreklendir
beni deli edip bırakma
bilsen nereleri var kalk gidelim
beni hep buralarda bırakma
beni aç bırak evsiz urbasız bırak
beni sensiz bırakma
beni ne yap biliyor musun
beni yont beni arıt beni ayıkla
içtikçe içesim geliyor gayrı ne bilgi ara ne hüner
beni bu rakıyla baş başa bırakma
adam olayım çalışıp para kazanayım
beni böyle işsiz güçsüz bırakma
beni uslandır beni yüreklendir
beni deli edip bırakma
bilsen nereleri var kalk gidelim
beni hep buralarda bırakma
beni aç bırak evsiz urbasız bırak
beni sensiz bırakma
beni ne yap biliyor musun
beni yont beni arıt beni ayıkla
devamını gör...
2595.
o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.
dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
o kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı
belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece
sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır
yaralamasaydı eğer.
su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
o büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
o kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
ıssız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci
dereceden failidir"
denmeseydi eğer.
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini
tutmak isterse...
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.
dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
o kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı
belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece
sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır
yaralamasaydı eğer.
su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
o büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
o kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
ıssız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci
dereceden failidir"
denmeseydi eğer.
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini
tutmak isterse...
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!
devamını gör...
2596.
serin karanlığıma bir çingene düşerdi
gökyüzüne birikirdi hazineleri kışın
dağların dağlarda birikirdi gölgeleri
ürkütülmüş gölgeler kapımda çoğaldıkça
yüreğime o tedirgin çocuklarda düşerdi
kar yürürdü gözlerime tüyden ayaklarıylakar yürürdü çünkü kar
o temiz eldiveni gökyüzünün
tüfengimin ıssızlığını büyütürdü
bir dönülmez kaçışa uzanırdı çocuklar
ve o üzünç bitkisi çocuklarda ölürdüartık üşümek çince bir çiçektir oralarda
yolcuların taşıyamadığı bir çiçektir
çünkü kardan yorulunca biz sıcak sulara
inip sepet öreriz ve 'gecenin
uzun ağzı sulardı saksıları'
ve hala ay dağınık saçlara benzer oralarda
serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık
kimseyi çağıramaz kendi adıyla.
ismet özel
gökyüzüne birikirdi hazineleri kışın
dağların dağlarda birikirdi gölgeleri
ürkütülmüş gölgeler kapımda çoğaldıkça
yüreğime o tedirgin çocuklarda düşerdi
kar yürürdü gözlerime tüyden ayaklarıylakar yürürdü çünkü kar
o temiz eldiveni gökyüzünün
tüfengimin ıssızlığını büyütürdü
bir dönülmez kaçışa uzanırdı çocuklar
ve o üzünç bitkisi çocuklarda ölürdüartık üşümek çince bir çiçektir oralarda
yolcuların taşıyamadığı bir çiçektir
çünkü kardan yorulunca biz sıcak sulara
inip sepet öreriz ve 'gecenin
uzun ağzı sulardı saksıları'
ve hala ay dağınık saçlara benzer oralarda
serçelerin ayaklarına bağladığı karanlık
kimseyi çağıramaz kendi adıyla.
ismet özel
devamını gör...
2597.
gençlik dönemlerinden kalma bir akrostiş denemesi.
sana esrik nicedir içim.
sen edasına vurulduğum,
ismine yeminler okuduğum,
rüzgarına ulaşırsam
mutluyum.
sana esrik nicedir içim.
sen edasına vurulduğum,
ismine yeminler okuduğum,
rüzgarına ulaşırsam
mutluyum.
devamını gör...
2598.
temmuz çoktan bitti.
ağustos da bitecek.
eylül'de ellerin üşüyecek,
ısınmak için geleceksin.
biliyorum!
eylül tam bu işe göredir;
gel bağışlayalım birbirimizi.
ağustos da bitecek.
eylül'de ellerin üşüyecek,
ısınmak için geleceksin.
biliyorum!
eylül tam bu işe göredir;
gel bağışlayalım birbirimizi.
devamını gör...
2599.
william blake'in en hoş dizeleri belki de şunlar:
"bir âlemi görmek kum tanesinde
ve bir cenneti yaban çiçeğinde,
sonsuzluğu tutmak avucunun içinde
ve ebediyeti tek bir vakit içerisinde."
.
["auguries of ınnocence" (1807)]
"bir âlemi görmek kum tanesinde
ve bir cenneti yaban çiçeğinde,
sonsuzluğu tutmak avucunun içinde
ve ebediyeti tek bir vakit içerisinde."
.
["auguries of ınnocence" (1807)]
devamını gör...
2600.
sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat-sevicileri
derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş, altın zincir, fasulye pilakisi
ardımızda görevliler, ekipler, hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardım seni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
başucumda bir sen varsın bi de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
buradan
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162