geceye bir şiir bırak
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
başlık "delirmiş_psikolog" tarafından 07.11.2020 20:02 tarihinde açılmıştır.
941.
için temiz olmadıktan sonra
hacı hoca olmuşsun, kaç para!
hırka, tespih, post, seccade güzel,
ama tanrı kanar mı bunlara?
ömer hayyam
hacı hoca olmuşsun, kaç para!
hırka, tespih, post, seccade güzel,
ama tanrı kanar mı bunlara?
ömer hayyam
devamını gör...
942.
beyaz, ipek gibi yağdı kar
bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
şarkılar çaldı odalarda
bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
düşmanlarımız dışında
düşmanlarımız çünkü
sevgiyi yok ettikleri için
düşmanımız oldular-
beyaz ipek gibi yağdı kar
bir kız kardan hafif yüreğiyle
geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
uzaktaki şehir
uykuya dalmıştır şimdi.
düşündüm bir bir
kardeşlerimin ne yaptıklarını
nihat
uyumuyor olmalı.
-nefis bir şarkı
söylüyor yandaki odadaki kız
bir rus
halk şarkısı.
ve şimdi koroyla
başladılar-
nihat düşünüyordur
karanlıkta.
-sanırım
bir saatten sonra
hapishanede
dışardan söndürüyorlar ışıkları-
beyaz ipek gibi yağdı kar
bir kız kelebek adımlarıyla
geçip gitti karın üzerinden.
insanlar kendi şarkılarını
kendi hayallerini taşıyorlar.
çağdaş şarkılar
gerekli onlara
hem hayatlarının
derinliklerinden söz eden
gerçekleştirilmiş
gerçekleştirilmemiş duygularından,
hem
kavgayı ateşleyen
somut
anlaşılır
akıllı şarkılar.
beyaz, ipek gibi yağdı kar
acılarla dolu bu dünyaya.
insafsızlık
vahşet
hala güçlü
ve hala iktidarda.
insanlar
ölüyorlar.
gepgenç
sımsıcak
ölüyorlar
sanki
ölmüyorlarmış gibi.
bir yandan sürüp gidiyor-
hayat;
bir yanda tel örgüler
parmaklıklar.
beyaz, ipek gibi yağdı kar
yağdı kirpiklerine bir kızın
yağdı mavi bir nehre
saçlarıma yağdı
otobüslere
ağaçlara
evlere.
içimden okşadım onu.
kelebek adımlarını
yanımdan geçen kızın.
herhangi bir kız
hayalleri olan.
istedim ki
daha güzel
olsun şu dünya.
istedim ki
beyaz
ipek gibi yağan karın altında
bitsin artık
bu sürüp giden alçaklıklar.
bir bebek
ölüm tehdidi altında yaşamasın
beşiğinde.
ve paramparça olmasın
sımsıcak
capcanlı
yaşayıp giderken insanlar.
bırakın, beyaz
ipek gibi yağan karın altında
hayallerimiz olsun.
yaşayalım
özgür
güzel
düşünceli.
anlatalım
düşündüklerimizi birbirimize.
sevinç egemen olsun her yerde
insanca
bir kaygı.
beyaz, ipek gibi yağdı kar.
yağsın.
dünya daha güzel olacak
inanıyorum buna.
bir insan kalbinin güzelliğine
çocukluğuna
sonsuz cesaretine, olanaklılığına
inandığım kadar.
(bkz: ataol behramoğlu)
bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
şarkılar çaldı odalarda
bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
düşmanlarımız dışında
düşmanlarımız çünkü
sevgiyi yok ettikleri için
düşmanımız oldular-
beyaz ipek gibi yağdı kar
bir kız kardan hafif yüreğiyle
geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
uzaktaki şehir
uykuya dalmıştır şimdi.
düşündüm bir bir
kardeşlerimin ne yaptıklarını
nihat
uyumuyor olmalı.
-nefis bir şarkı
söylüyor yandaki odadaki kız
bir rus
halk şarkısı.
ve şimdi koroyla
başladılar-
nihat düşünüyordur
karanlıkta.
-sanırım
bir saatten sonra
hapishanede
dışardan söndürüyorlar ışıkları-
beyaz ipek gibi yağdı kar
bir kız kelebek adımlarıyla
geçip gitti karın üzerinden.
insanlar kendi şarkılarını
kendi hayallerini taşıyorlar.
çağdaş şarkılar
gerekli onlara
hem hayatlarının
derinliklerinden söz eden
gerçekleştirilmiş
gerçekleştirilmemiş duygularından,
hem
kavgayı ateşleyen
somut
anlaşılır
akıllı şarkılar.
beyaz, ipek gibi yağdı kar
acılarla dolu bu dünyaya.
insafsızlık
vahşet
hala güçlü
ve hala iktidarda.
insanlar
ölüyorlar.
gepgenç
sımsıcak
ölüyorlar
sanki
ölmüyorlarmış gibi.
bir yandan sürüp gidiyor-
hayat;
bir yanda tel örgüler
parmaklıklar.
beyaz, ipek gibi yağdı kar
yağdı kirpiklerine bir kızın
yağdı mavi bir nehre
saçlarıma yağdı
otobüslere
ağaçlara
evlere.
içimden okşadım onu.
kelebek adımlarını
yanımdan geçen kızın.
herhangi bir kız
hayalleri olan.
istedim ki
daha güzel
olsun şu dünya.
istedim ki
beyaz
ipek gibi yağan karın altında
bitsin artık
bu sürüp giden alçaklıklar.
bir bebek
ölüm tehdidi altında yaşamasın
beşiğinde.
ve paramparça olmasın
sımsıcak
capcanlı
yaşayıp giderken insanlar.
bırakın, beyaz
ipek gibi yağan karın altında
hayallerimiz olsun.
yaşayalım
özgür
güzel
düşünceli.
anlatalım
düşündüklerimizi birbirimize.
sevinç egemen olsun her yerde
insanca
bir kaygı.
beyaz, ipek gibi yağdı kar.
yağsın.
dünya daha güzel olacak
inanıyorum buna.
bir insan kalbinin güzelliğine
çocukluğuna
sonsuz cesaretine, olanaklılığına
inandığım kadar.
(bkz: ataol behramoğlu)
devamını gör...
943.
beni en güzel günümde
sebepsiz bir keder alır.
bütün ömrümün beynimde
acı bir tortusu kalır.anlıyamam kederimi,
bir ateş yakar derimi,
içim dar bulur yerimi,
gönlüm dağlarda bunalır.ne kış, ne yazı isterim,
ne bir dost yüzü isterim,
hafif bir sızı isterim,
ağrılar, sancılar gelir.yanıma düşer kollarım,
görünmez olur yollarım,
en sevgili emellerim
önüme ölü serilir...ne bir dost, ne bir sevgili,
dünyadan uzak bir deli...
beni sarar melankoli:
kafamın içersi ölür.
-sabahattin ali
sebepsiz bir keder alır.
bütün ömrümün beynimde
acı bir tortusu kalır.anlıyamam kederimi,
bir ateş yakar derimi,
içim dar bulur yerimi,
gönlüm dağlarda bunalır.ne kış, ne yazı isterim,
ne bir dost yüzü isterim,
hafif bir sızı isterim,
ağrılar, sancılar gelir.yanıma düşer kollarım,
görünmez olur yollarım,
en sevgili emellerim
önüme ölü serilir...ne bir dost, ne bir sevgili,
dünyadan uzak bir deli...
beni sarar melankoli:
kafamın içersi ölür.
-sabahattin ali
devamını gör...
944.
çok sıkıldıysan hayattan bir mezarlığa git.ölüler iyi bilir; yaşamak güzeldir.
devamını gör...
945.
her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır
devamını gör...
946.
şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır
uçan kuşları gözlemektesindir tek başına
çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
radyo dinliyorsundur ya da susarak
bir kitabı okumaya çalışıyorsundur kim bilir
devamını gör...
947.
ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin
o acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
başka kim gelir bu zaman? "
ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,
örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
ışısın istedim şafak çaresini arayarak
bana kalan o acının kaybolup gitmiş lenore'dan,
meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili lenore'dan,
adı artık anılmayan.
ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
başka kim olur bu zaman? "
kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"özür diliyorum" dedim, "kimseniz, bay ya da bayan
dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
kapıyı açtığım zaman.
gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
fısıltıyla bir kelime, "lenore" geldi uzaklardan,
sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
yalnız bu sözdü duyulan.
duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: "muhakkak pancurda bir şey olacak;
gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
başkası değil rüzgârdan..."
çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
bugüne kalmış bir kuzgun pancuru açtığım zaman.
bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
kondu pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
kaldı orda oynamadan.
gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
gelmekten, kocamış kuzgun, gecelerin kıyısından;
söyle, nasıl çağırırlar seni ölüm kıyısından? "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
adı "hiçbir zaman" olan.
durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
o kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
sustu, sonra ben konuştum: "dostlarım kaçtı yanımdan
umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
hiç -ama hiç- hiçbir zaman."
çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
sonra kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
çatlak çatlak: "hiçbir zaman."
oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
durup o kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
elleri lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
değmeyecek hiçbir zaman!
sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"aptal," dedim, "dön hayata; tanrın sana acımış da
meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
"geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
"şu yukarda dönen gökle tanrı'yı seversen söyle;
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
buluşacak o lenore'la, adı meleklerce konan,
o sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan? "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
kalkıp haykırdım: "getirsin ayrılışı bu sözlerin!
rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
dağıtma yalnızlığımı! bırak beni, git kapımdan!
yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
oda kapımın üstünde, pallas'ın solgun büstünde
oturmakta, oturmakta kuzgun hiç kıpırdamadan;
hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
o gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
kalkmayacak - hiçbir zaman!
- edgar allan poe
o acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan,
neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden,
çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan;
"bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan,
başka kim gelir bu zaman? "
ah, hatırlıyorum şimdi, bir aralık gecesiydi,
örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman,
ışısın istedim şafak çaresini arayarak
bana kalan o acının kaybolup gitmiş lenore'dan,
meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili lenore'dan,
adı artık anılmayan.
ipekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin
korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan;
yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim:
"bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan,
gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan;
başka kim olur bu zaman? "
kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden
"özür diliyorum" dedim, "kimseniz, bay ya da bayan
dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki,
öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan."
yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan
kapıyı açtığım zaman.
gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya,
şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan;
sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada,
fısıltıyla bir kelime, "lenore" geldi uzaklardan,
sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan;
yalnız bu sözdü duyulan.
duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden,
içimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman.
irkilip dedim: "muhakkak pancurda bir şey olacak;
gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran;
yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran;
başkası değil rüzgârdan..."
çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden
bugüne kalmış bir kuzgun pancuru açtığım zaman.
bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle
süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan,
kondu pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan,
kaldı orda oynamadan.
gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca
hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan;
"gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun
gelmekten, kocamış kuzgun, gecelerin kıyısından;
söyle, nasıl çağırırlar seni ölüm kıyısından? "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama
hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan,
ilgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki
kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan,
böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan;
adı "hiçbir zaman" olan.
durgun büstte otururken içini dökmüştü birden
o kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan.
sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı,
sustu, sonra ben konuştum: "dostlarım kaçtı yanımdan
umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte
"anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan;
insaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin
sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan.
umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan:
hiç -ama hiç- hiçbir zaman."
çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün;
bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan,
sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere,
sonra kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan
ne demek istediğini böyle kulağımda kalan.
çatlak çatlak: "hiçbir zaman."
oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile
ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan
durup o kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım,
kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran,
elleri lenore'un artık mor mindere, ışık vuran,
değmeyecek hiçbir zaman!
sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla
melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan.
"aptal," dedim, "dön hayata; tanrın sana acımış da
meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan;
iç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
"geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa?
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin,
korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan
acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..."
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
"şu yukarda dönen gökle tanrı'yı seversen söyle;
ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan!
azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi
buluşacak o lenore'la, adı meleklerce konan,
o sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan? "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
kalkıp haykırdım: "getirsin ayrılışı bu sözlerin!
rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
dağıtma yalnızlığımı! bırak beni, git kapımdan!
yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! "
dedi kuzgun: "hiçbir zaman."
oda kapımın üstünde, pallas'ın solgun büstünde
oturmakta, oturmakta kuzgun hiç kıpırdamadan;
hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
o gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
kalkmayacak - hiçbir zaman!
- edgar allan poe
devamını gör...
948.
acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni
dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur.
yüreğimde bir müzikle uyandır beni
tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir.
saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.
sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim.
sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgârda
ben yanında yaralı bir dize gibi durayım.
aşk ve şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni.
devamını gör...
949.
biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
oysaki seninle güzel olmak var
örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor
sen karanfil eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
o başkası yok mu bir yanındakine veriyor
derken karanfil elden ele
görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce
edip cansever.
oysaki seninle güzel olmak var
örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor
sen karanfil eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
o başkası yok mu bir yanındakine veriyor
derken karanfil elden ele
görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
birleşiyoruz sessizce
edip cansever.
devamını gör...
950.
951.
harp kaldırımında aşk
“sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin,
hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş,
bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde.
ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız?
yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara?
eksik olan bir şey var sana bana dair,
belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif
ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş.
heybetli gurupların belirdiği saatlerde. ”
attila ilhan
“sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin,
hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş,
bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde.
ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız?
yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara?
eksik olan bir şey var sana bana dair,
belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif
ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş.
heybetli gurupların belirdiği saatlerde. ”
attila ilhan
devamını gör...
952.
konuştuğum vakit dilimi kestiler
ve gözlerimin içine bakıp gittiler
ben susturuldum
insanlığın en ağır sancısı o gece başladı
tanrının yarattığı düzende kaos vardı
insanlar anlamadı
sustuklarım boğazıma saplandı
yalanlara mahkum edilen insan
boynuna ipi doladı
ve günaha battı
* mevcutlu
ve gözlerimin içine bakıp gittiler
ben susturuldum
insanlığın en ağır sancısı o gece başladı
tanrının yarattığı düzende kaos vardı
insanlar anlamadı
sustuklarım boğazıma saplandı
yalanlara mahkum edilen insan
boynuna ipi doladı
ve günaha battı
* mevcutlu
devamını gör...
953.
"kopup yalnızlığımdan
kopup sonsuzluğumdan
gurbete kaçacağım
gurbete tükenmeye."
yaşar miraç.
kopup sonsuzluğumdan
gurbete kaçacağım
gurbete tükenmeye."
yaşar miraç.
devamını gör...
954.
üç kere üç dokuz eder
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
"mutlu aşk yoktur"
bilirsin
ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur
kare kökü de yoktur
turgut uyar-sibernetik
bilirsin
birin karesi birdir
kare kökü de
bilirsin
"mutlu aşk yoktur"
bilirsin
ama baharda ya da dışarda
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur
kare kökü de yoktur
turgut uyar-sibernetik
devamını gör...
955.
çok güzel şiir be! hadi yine iyisiniz köftehorlar.
münacaat
bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
hata yapmak
fırsatını ademe veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
ismet özel
münacaat
bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
hata yapmak
fırsatını ademe veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
çeşme var,kurnası murdar
yazgım
kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da
gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış,bir yanış tasarımı beride
öte yakada bir benî adem
her gün küsülü kaldık.
bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni,anladım
gençken almadın canımı,bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster,kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
ismet özel
devamını gör...
956.
ıstırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,
ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
gam karar eyleyemez hande-i hürrem de geçer,
devr-i şâdi de geçer, gussa-i matem de geçer,
gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,
bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
inleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
çevrilir dest-i kaderle bu şu’unun fili mi,
ney susar, mey dökülür, gulgule-i cem de geçer,
ibret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan.
niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan,
önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da’vadan
utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe,
süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
cahilin korku kokan defterini tanrı düre!
ma’rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
cennet iflas eder, efsane-i âdem de geçer.
serseri neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne,
girmemiştir bu avalim, bu bedyi’ gözüne.
cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.
(bkz: neyzen tevfik)
kendi sesinden dinlemek isteyenler için;
ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
gam karar eyleyemez hande-i hürrem de geçer,
devr-i şâdi de geçer, gussa-i matem de geçer,
gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer,
bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
inleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
çevrilir dest-i kaderle bu şu’unun fili mi,
ney susar, mey dökülür, gulgule-i cem de geçer,
ibret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,
nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan.
niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan,
önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da’vadan
utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe,
süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre
cahilin korku kokan defterini tanrı düre!
ma’rifet mahkemesinde verilen hükme göre,
cennet iflas eder, efsane-i âdem de geçer.
serseri neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne,
girmemiştir bu avalim, bu bedyi’ gözüne.
cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.
pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,
hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.
(bkz: neyzen tevfik)
kendi sesinden dinlemek isteyenler için;
devamını gör...
957.
bana martılardan bahset en çok da ellerinden
öpemediğim ve görmediğim o güzel gözlerinden
yağmurundan bahset, ne sıcak ne de nemden
uykularından söz et ne gündüz ne de dertten
gözlerin okyanus mavisi, orada boğulurum
ve dünya izlesin bu aşkın doğumunu
sen en güzel çiçeksin ben el verdiğin tohumunum
cennet kokulum, hesap et konumunu
dokun, kalbime dokun
için elverirse söyle ben yokum
dokun, belki özlersin
yolundayım sonun, sonundayım yolun
işte aşk dediğin aynı böyle parlamalı
sen gel de, ben o yola canla varım
özlem asileşti, çatladı ar damarı
ne güzel şeysin öyle ruhumun karnavalı
kelime haznem az kalır geceler olmasın
bu bir yangının küllerinden doğması
yüreğimde konvoylar ve düğün kornası
aramızda bağ var bu düğüm kopmasın
bir ölü neşesiyle geri geldi
aslında ayrılık liman değil gemilerdir
tam bitti dediğim an hayat önüme seriverdi
sen geldin, cennet bahçesinden fire verdi
ve gülüm ne istersen dile benden
ayaklarıma aşk değdi, istesem de gidemem ben
aşk gül, ayrılık küle benzer
ve sen sadece güle benze
haziran gözlerinin sabahında kahveyim
kırk saniye bakıştık kırk yıl kadar hatrı
kılı kırk yarıp yerküreye sevdamı anlatırken
kırk saniye bakıştık kırk yıl çıkar aklım
beyaz aşkı temiz kılar bu yüzden kara saygım
seni çok severdi eğer annem yaşasaydı
huzur, denizin gözlerinde mavi
bu heyecanı tadamazdım daha önce yaşasaydım
ve iyi ki iyikilerimdesin
iyi ki ilkim, iyi ki iyi ki derindesin
kilometrelerce dert var ama dilimdesin
en güzel şarkım iyi ki benimlesin
aşk, ellerimde ellerin onu azledemem
bu büyük bir şey katiyen az denemez
konu senken yenilgiyi hazmedemem
ve hiç bir koku senin kadar haz veremez
uyandı uyuyan can, içimde çocuk büyüdü
ve dallara sığmayan bir meyvenin yarısıyız
e yani başıma gelen en güzel şey aşk büyüsü
ruhuma battaniye, yanaklarıma kaz tüyüsün
uyandı uyuyan can, içimde çocuk büyüdü
ve dallara sığmayan bir meyvenin yarısıyız
içimde sevinç çığlığı bu da aşk güdüsü
ne hoş, bir annenin bebeğine ak sütüsün
taladro/son
öpemediğim ve görmediğim o güzel gözlerinden
yağmurundan bahset, ne sıcak ne de nemden
uykularından söz et ne gündüz ne de dertten
gözlerin okyanus mavisi, orada boğulurum
ve dünya izlesin bu aşkın doğumunu
sen en güzel çiçeksin ben el verdiğin tohumunum
cennet kokulum, hesap et konumunu
dokun, kalbime dokun
için elverirse söyle ben yokum
dokun, belki özlersin
yolundayım sonun, sonundayım yolun
işte aşk dediğin aynı böyle parlamalı
sen gel de, ben o yola canla varım
özlem asileşti, çatladı ar damarı
ne güzel şeysin öyle ruhumun karnavalı
kelime haznem az kalır geceler olmasın
bu bir yangının küllerinden doğması
yüreğimde konvoylar ve düğün kornası
aramızda bağ var bu düğüm kopmasın
bir ölü neşesiyle geri geldi
aslında ayrılık liman değil gemilerdir
tam bitti dediğim an hayat önüme seriverdi
sen geldin, cennet bahçesinden fire verdi
ve gülüm ne istersen dile benden
ayaklarıma aşk değdi, istesem de gidemem ben
aşk gül, ayrılık küle benzer
ve sen sadece güle benze
haziran gözlerinin sabahında kahveyim
kırk saniye bakıştık kırk yıl kadar hatrı
kılı kırk yarıp yerküreye sevdamı anlatırken
kırk saniye bakıştık kırk yıl çıkar aklım
beyaz aşkı temiz kılar bu yüzden kara saygım
seni çok severdi eğer annem yaşasaydı
huzur, denizin gözlerinde mavi
bu heyecanı tadamazdım daha önce yaşasaydım
ve iyi ki iyikilerimdesin
iyi ki ilkim, iyi ki iyi ki derindesin
kilometrelerce dert var ama dilimdesin
en güzel şarkım iyi ki benimlesin
aşk, ellerimde ellerin onu azledemem
bu büyük bir şey katiyen az denemez
konu senken yenilgiyi hazmedemem
ve hiç bir koku senin kadar haz veremez
uyandı uyuyan can, içimde çocuk büyüdü
ve dallara sığmayan bir meyvenin yarısıyız
e yani başıma gelen en güzel şey aşk büyüsü
ruhuma battaniye, yanaklarıma kaz tüyüsün
uyandı uyuyan can, içimde çocuk büyüdü
ve dallara sığmayan bir meyvenin yarısıyız
içimde sevinç çığlığı bu da aşk güdüsü
ne hoş, bir annenin bebeğine ak sütüsün
taladro/son
devamını gör...
958.
devamını gör...
959.
gecede bir uyku,
uykunun içinde ben...
uyuyorum,
uykudayım,
yanımda sen
uykunun içinde bir rüya,
rüyamda bir gece,
gecede ben...
bir yere gidiyorum,
delicesine...
aklımda sen.
ben seni seviyorum,
gizlice......
el pençe duruyorum,
yüzüne bakıyorum,
söylemeden tek hece.
seni yitiriyorum,
çok karanlık bir anda...
birden uyanıyorum,
bakıyorum aydınlık;
uyuyorsun yanımda,
güzelce....
uykunun içinde ben...
uyuyorum,
uykudayım,
yanımda sen
uykunun içinde bir rüya,
rüyamda bir gece,
gecede ben...
bir yere gidiyorum,
delicesine...
aklımda sen.
ben seni seviyorum,
gizlice......
el pençe duruyorum,
yüzüne bakıyorum,
söylemeden tek hece.
seni yitiriyorum,
çok karanlık bir anda...
birden uyanıyorum,
bakıyorum aydınlık;
uyuyorsun yanımda,
güzelce....
devamını gör...
960.
"ben sana kürk alamam doğrusu
güzel bileklerine bilezik alamam
bir kap yemek, bir elbise
öyle bir tad var ki fakirliğimizde
başka hiçbir şeyde bulamam…
sokağımız arnavut kaldırımı,
evimiz ahşap iki oda.
daha iyisi de olabilirdi ya,
şükür buna da.”
turgut uyar
güzel bileklerine bilezik alamam
bir kap yemek, bir elbise
öyle bir tad var ki fakirliğimizde
başka hiçbir şeyde bulamam…
sokağımız arnavut kaldırımı,
evimiz ahşap iki oda.
daha iyisi de olabilirdi ya,
şükür buna da.”
turgut uyar
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162