geceye bir şiir bırak
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
başlık "delirmiş_psikolog" tarafından 07.11.2020 20:02 tarihinde açılmıştır.
3221.
alnının orta yerinde
bir azap dövmesi hayat
ve kader
acının
çilenin harmanıdır
yiğitlik zulmün sofrasında
dayanmak da
direnmek de
yarın bunları böyle yazacak
yarın bunları böyle yazacak
aklanacak direnme günleri
kavga aklanacak
aklanacak dost da
düşman da
gökyüzü kandan
irinden azade
gökte
suda
toprakta
ilk cemre ile
aklanacak dünya
zordur zorbalığı omuzlamak
yokluğu
acıyı omuzlamak
gönül vermek ateş kusan kavgaya
bir idam fermanı gibi belalı
uzak bir umut gibi yalnız.
ve mayın gibi döşenmek
hesabı kitabı görülmüş
zincirlenmiş dağlara
sonra dostun nice dost
düşmanın nice düşman olduğunu görmek
fırtınayı
tufanı göğüslemek
yenilmemek
yıkılmamak
zordur
açlığın gencecik gelinlere pusu
ve körpe canlara mezar olduğu
anasını sattığımın dünyasında
dayanmak
direnmek
ve bir bayrak gibi gerilmek
zulmün
zorbalığın
dönekliğin önüne
zor olan bir şey daha var elbet
alnının orta yerinde
hıyanetin mührü
ve göğsünün gürültüsünde
korku yatarken
aydınlık günleri düşlemek
sevgiyle
içtenlikle öpmek çocukları
ve dünyaya
gururla bakabilmek...
kimseyi suçlamayacaksın elbet
umut kör kuyulara tutsak
inanç zindana zincirlenmişse
kör bir bıçak gibi çaresiz
boş silahlar gibi yaslıysalar
yorgunsalar
bin yılların köleliğinden
şifresi çözülmeyen bir haber gibi
gözlerinin içinde duracaksın
orhan kotan
bir azap dövmesi hayat
ve kader
acının
çilenin harmanıdır
yiğitlik zulmün sofrasında
dayanmak da
direnmek de
yarın bunları böyle yazacak
yarın bunları böyle yazacak
aklanacak direnme günleri
kavga aklanacak
aklanacak dost da
düşman da
gökyüzü kandan
irinden azade
gökte
suda
toprakta
ilk cemre ile
aklanacak dünya
zordur zorbalığı omuzlamak
yokluğu
acıyı omuzlamak
gönül vermek ateş kusan kavgaya
bir idam fermanı gibi belalı
uzak bir umut gibi yalnız.
ve mayın gibi döşenmek
hesabı kitabı görülmüş
zincirlenmiş dağlara
sonra dostun nice dost
düşmanın nice düşman olduğunu görmek
fırtınayı
tufanı göğüslemek
yenilmemek
yıkılmamak
zordur
açlığın gencecik gelinlere pusu
ve körpe canlara mezar olduğu
anasını sattığımın dünyasında
dayanmak
direnmek
ve bir bayrak gibi gerilmek
zulmün
zorbalığın
dönekliğin önüne
zor olan bir şey daha var elbet
alnının orta yerinde
hıyanetin mührü
ve göğsünün gürültüsünde
korku yatarken
aydınlık günleri düşlemek
sevgiyle
içtenlikle öpmek çocukları
ve dünyaya
gururla bakabilmek...
kimseyi suçlamayacaksın elbet
umut kör kuyulara tutsak
inanç zindana zincirlenmişse
kör bir bıçak gibi çaresiz
boş silahlar gibi yaslıysalar
yorgunsalar
bin yılların köleliğinden
şifresi çözülmeyen bir haber gibi
gözlerinin içinde duracaksın
orhan kotan
devamını gör...
3222.
"sana bir şiir kurmak yoktu aklımda bu akşamleyin
inan kelimeler kendilerini kusuyor
çiçeklerde içimin burukluğunun acınası hali
hayret! saçların toplu... amann! rüzgar arsız
ve içimde delice bir his; dudaklarına dokunmalı"
inan kelimeler kendilerini kusuyor
çiçeklerde içimin burukluğunun acınası hali
hayret! saçların toplu... amann! rüzgar arsız
ve içimde delice bir his; dudaklarına dokunmalı"
devamını gör...
3223.
''uyumayacaksın
memleketinin hali
seni seslerle uyandıracak
oturup yazacaksın
çünkü sen artık o sen değilsin
sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
durmadan sesler alacak
sesler vereceksin
uyuyamayacaksın
düzelmeden memleketin hali
düzelmeden dünyanın hali
gözüne uyku giremez ki...
uyumayacaksın
bir sis çanı gibi gecenin içinde
ta gün ışıyıncaya kadar
vakur metin sade
çalacaksın.''
1952
melih cevdet anday
memleketinin hali
seni seslerle uyandıracak
oturup yazacaksın
çünkü sen artık o sen değilsin
sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
durmadan sesler alacak
sesler vereceksin
uyuyamayacaksın
düzelmeden memleketin hali
düzelmeden dünyanın hali
gözüne uyku giremez ki...
uyumayacaksın
bir sis çanı gibi gecenin içinde
ta gün ışıyıncaya kadar
vakur metin sade
çalacaksın.''
1952
melih cevdet anday
devamını gör...
3224.
"
...
aman, mutsuz bir yer olmasın!iki sigaram kaldı bu gece için
yüzyıl yetecek çocukluğum,
iki muhabbet kuşum,
biraz da ateşim var.
dua ediyorum ateşe
vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
aman umutsuz bir yer olmasın!iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
ben ölürsem mutsuza iyi bak!"
mutsuza kim bakacak / didem madak
...
aman, mutsuz bir yer olmasın!iki sigaram kaldı bu gece için
yüzyıl yetecek çocukluğum,
iki muhabbet kuşum,
biraz da ateşim var.
dua ediyorum ateşe
vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
aman umutsuz bir yer olmasın!iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.
ben ölürsem mutsuza iyi bak!"
mutsuza kim bakacak / didem madak
devamını gör...
3225.
elimden gelen bu ben iki kişiyim
ikisi birden çıkmaya uğraşıyor
bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
birisi yeni baştan serüvene başlamış
öbürü silahında son mermiyi sıkıyor
çoğalmak neyse ne azalmak zor
atilla ilhan - elimden gelen bu
ikisi birden çıkmaya uğraşıyor
bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
birisi yeni baştan serüvene başlamış
öbürü silahında son mermiyi sıkıyor
çoğalmak neyse ne azalmak zor
atilla ilhan - elimden gelen bu
devamını gör...
3226.
ihtiyar marıa - che guevara
*
bir ayağın çukurda, ihtiyar maria,
geldim seninle gerçekleri konuşmaya:
bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan.
geldim seninle umudundan konuşmaya,
kızının nasıl olduğunu bilmeden
kuzuladığı o üç ayrı umuttan da.
sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.
dinle, emekçi büyükanne,
inan gelen insana,
göremeyecek olsan da geleceğe inan.
tüm bir hayat boyunca umudunu boşa çıkaran
acımasız tanrıya da dua etme.
yağlıkara okşayışlarının büyümesini görmek için
ölümden acımasını isteme;
gökler yeşil ve karanlık hüküm sürüyor sende,
her şeyden öte kızıl bir intikama sahip olacaksın,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi,
huzur içinde öl yaşlı mücadeleci.
bir ayağın çukurda ihtiyar maria,
o gideceğin günlerden biri
otuz kefen tasarımı
bakışlarıyla selamlayacaklar seni.
bir ayağın çukurda, ihtiyar maria,
suskun kalacak odanın duvarları
birleşince ölüm astımla
ve sevdaların boğazına dizilince.
bronzdan dökülmüş üç okşama
(geceni hafifleten tek ışık)
açlıkla kuşanmış üç torun
her zaman bir gülümseme buldukları
yaşlı kıvrık parmaklarını özleyecekler.
hepsi bu olacak, ihtiyar maria.
bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan,
geçti keder içinde hayatın, ihtiyar maria.
bulandırdığında gözbebeklerinin acısını
sonsuz dinlenmenin buyruğu,
ömür boyu angaryadaki ellerin
son şefkatli okşayışı içine çektiğinde
onları düşüneceksin... ve ağlayacaksın,
zavallı ihtiyar maria.
hayır, hayır yapma
bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran
umursamaz tanrı'ya kendini teslim etme,
ölümden aman dileme,
korkunç bir açlıkla kuşanmıştı hayatın,
sonunda kuşandı astımla.
fakat bildirmek istiyorum ki sana
umutların kısık ve yiğit sesiyle
intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla,
ideallerimin en doğru boyutuyla
yemin etmek istiyorum.
sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.
huzur içinde yat, ihtiyar maria,
huzur içinde yat, ihtiyar mücadeleci,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi.
yemin ediyorum ki...
çeviren : adnan özer
*
bir ayağın çukurda, ihtiyar maria,
geldim seninle gerçekleri konuşmaya:
bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan.
geldim seninle umudundan konuşmaya,
kızının nasıl olduğunu bilmeden
kuzuladığı o üç ayrı umuttan da.
sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.
dinle, emekçi büyükanne,
inan gelen insana,
göremeyecek olsan da geleceğe inan.
tüm bir hayat boyunca umudunu boşa çıkaran
acımasız tanrıya da dua etme.
yağlıkara okşayışlarının büyümesini görmek için
ölümden acımasını isteme;
gökler yeşil ve karanlık hüküm sürüyor sende,
her şeyden öte kızıl bir intikama sahip olacaksın,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi,
huzur içinde öl yaşlı mücadeleci.
bir ayağın çukurda ihtiyar maria,
o gideceğin günlerden biri
otuz kefen tasarımı
bakışlarıyla selamlayacaklar seni.
bir ayağın çukurda, ihtiyar maria,
suskun kalacak odanın duvarları
birleşince ölüm astımla
ve sevdaların boğazına dizilince.
bronzdan dökülmüş üç okşama
(geceni hafifleten tek ışık)
açlıkla kuşanmış üç torun
her zaman bir gülümseme buldukları
yaşlı kıvrık parmaklarını özleyecekler.
hepsi bu olacak, ihtiyar maria.
bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın
ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk,
ancak açlık vardı paylaşılan,
geçti keder içinde hayatın, ihtiyar maria.
bulandırdığında gözbebeklerinin acısını
sonsuz dinlenmenin buyruğu,
ömür boyu angaryadaki ellerin
son şefkatli okşayışı içine çektiğinde
onları düşüneceksin... ve ağlayacaksın,
zavallı ihtiyar maria.
hayır, hayır yapma
bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran
umursamaz tanrı'ya kendini teslim etme,
ölümden aman dileme,
korkunç bir açlıkla kuşanmıştı hayatın,
sonunda kuşandı astımla.
fakat bildirmek istiyorum ki sana
umutların kısık ve yiğit sesiyle
intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla,
ideallerimin en doğru boyutuyla
yemin etmek istiyorum.
sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al
bir çocuğunkini andıran bu erkek elini,
sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını
doktor ellerimin yumuşak utancında ov.
huzur içinde yat, ihtiyar maria,
huzur içinde yat, ihtiyar mücadeleci,
şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi.
yemin ediyorum ki...
çeviren : adnan özer
devamını gör...
3227.
"(...)
onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
-çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...
(...)"
nazım hikmet - piraye için yazılmış: saat 21-22 şiirleri
onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
-çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...
(...)"
nazım hikmet - piraye için yazılmış: saat 21-22 şiirleri
devamını gör...
3228.
ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım..
çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
her gün her gece eğer adasında,
gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
sarmış bedenini çığlıklarken bunu
su içinde...
karada, hançer suratlı abinin rüzgarında
uçar adımları.
geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
içinden karanlık, tekrar ve ilenç
sızdıran hayret taşında.
soruyor hatırasında, "sırtımda ve
sırtında gezinen bu ürperti kim,
bir damla süt yerine bu ağu kim?"
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
-boy atmış da salgıları,
cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...
ey, yüzleri
bir babakuş gölgesine
çakılmış olanlar,
üzgün adım, ileri marş!
nilgün marmara
çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
her gün her gece eğer adasında,
gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
sarmış bedenini çığlıklarken bunu
su içinde...
karada, hançer suratlı abinin rüzgarında
uçar adımları.
geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
içinden karanlık, tekrar ve ilenç
sızdıran hayret taşında.
soruyor hatırasında, "sırtımda ve
sırtında gezinen bu ürperti kim,
bir damla süt yerine bu ağu kim?"
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
-boy atmış da salgıları,
cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...
ey, yüzleri
bir babakuş gölgesine
çakılmış olanlar,
üzgün adım, ileri marş!
nilgün marmara
devamını gör...
3229.
git gide daha vuruluyorum sana
ekmek sensin
su sensin
bir bebeğin mahmur uykusu sensin
gerçek sensin
düş sensin
bir çingene çocuğunun yüzündeki o muhteşem
o mutlu gülüş sensin
seninle tanıdım sahra çölünü
seninle tanıdım aral gölünü
ah seninle sevdim japon gülünü
umut sensin
sevgi sensin
aşk sensin...
ekmek sensin
su sensin
bir bebeğin mahmur uykusu sensin
gerçek sensin
düş sensin
bir çingene çocuğunun yüzündeki o muhteşem
o mutlu gülüş sensin
seninle tanıdım sahra çölünü
seninle tanıdım aral gölünü
ah seninle sevdim japon gülünü
umut sensin
sevgi sensin
aşk sensin...
devamını gör...
3230.
o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.
dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
o kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.
su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
o büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
o kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
ıssız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde "onca ayrılığın birinci dereceden failidir" denmeseydi eğer.
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!
- (bkz: can yücel)
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.
dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.
o kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.
düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.
su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
o büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
o kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
ıssız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.
inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde "onca ayrılığın birinci dereceden failidir" denmeseydi eğer.
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...
evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!
- (bkz: can yücel)
devamını gör...
3231.
o esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?
sahile vurdu kalbim, su yandı, kum da yandı.
bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
yurdundan mahrum edip dolaştırdın cem gibi.
ruhumla söndü alev, sonra ruhum da yandı.
kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
böylesi bir yangını görmedi nemrut bile.
kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
bir damla su ver bana ey çöl! bari sen küsme.
kalmadı hiçbir şeyim bak, günahım da yandı.
yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
ülkem yıkıldı heyhat!
ordugâhım da yandı.
köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.
ilk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.
o'ndan başka ne varsa yandı,
yandık sen ve ben.
o'nu göreyim diye, kıblegâhım da yandı.
nurullah genç
sahile vurdu kalbim, su yandı, kum da yandı.
bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,
ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.
yurdundan mahrum edip dolaştırdın cem gibi.
ruhumla söndü alev, sonra ruhum da yandı.
kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.
bülbülün küllerine konan puhum da yandı.
böylesi bir yangını görmedi nemrut bile.
kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.
âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,
kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.
bir damla su ver bana ey çöl! bari sen küsme.
kalmadı hiçbir şeyim bak, günahım da yandı.
yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.
ülkem yıkıldı heyhat!
ordugâhım da yandı.
köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,
başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.
ilk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.
renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.
o'ndan başka ne varsa yandı,
yandık sen ve ben.
o'nu göreyim diye, kıblegâhım da yandı.
nurullah genç
devamını gör...
3232.
nereden geliyorsun?
sessizliğin başkentinden geliyorum
durgun göller ülkesinden
pınarın büyüsünden
hışırtısından geliyorum yaylanın
bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan
ovadaki tek çiçekten
bir tayın yelesinden geliyorum
yer altında koşuşan kökler arasından
açılmamış bir kitaptan geliyorum
yalın bir şiirin güzelliğinden
güzellikten geliyorum, güzelliklerden
yürekten kuş tüyünden, balkondan
camın buğusundan
çarşafın ütüsünden
tabağın beyazından
bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum
bir annenin dalgınlığından
kedilerin gözlerinde okunan
tarihinden geliyorum kuyumculuğun
karın arkasındaki maviliğe
gökyüzüne boydan boya kazınmış
bir mühürden geliyorum
uzak bir yıldızdan geliyorum
geceleri geliyorum, sabahları
gündüzün ortasında ikindinin içinde
savrularak geliyorum fırtınayla
elinden tutup bir kasırganın,
onu da getiriyorum.
ülkü tamer
sessizliğin başkentinden geliyorum
durgun göller ülkesinden
pınarın büyüsünden
hışırtısından geliyorum yaylanın
bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan
ovadaki tek çiçekten
bir tayın yelesinden geliyorum
yer altında koşuşan kökler arasından
açılmamış bir kitaptan geliyorum
yalın bir şiirin güzelliğinden
güzellikten geliyorum, güzelliklerden
yürekten kuş tüyünden, balkondan
camın buğusundan
çarşafın ütüsünden
tabağın beyazından
bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum
bir annenin dalgınlığından
kedilerin gözlerinde okunan
tarihinden geliyorum kuyumculuğun
karın arkasındaki maviliğe
gökyüzüne boydan boya kazınmış
bir mühürden geliyorum
uzak bir yıldızdan geliyorum
geceleri geliyorum, sabahları
gündüzün ortasında ikindinin içinde
savrularak geliyorum fırtınayla
elinden tutup bir kasırganın,
onu da getiriyorum.
ülkü tamer
devamını gör...
3233.
kalbimin krallığı
kurşun kalemden
kuralsız kelimeler koşar kağıda
körelmiş kuytuların karanlığında
keskin kafiyeler kurar kıvançla
kolay mı kaçmak
kadim kederlerin korkularından
kaderin kilitli kapılarından
kasırgasından kendimin
kurtulup korsan kılıçlarından
kavuşmak kabil mi kumsalına kalbinin
kalbinin kıyısında kimsesizdir küskünlük
ketumlaşır korkular konuşmaz karanlığım
küheylan kanatlanır kafdağından kanıma
kalbinin kalesinde kurulur krallığım
.
devamını gör...
3234.
ifşa
istemem inciten iyiliğini
istemem
ikircikli ikiyüzlü inceliğini
ihsanın ilzam içinse içimdeki insanı
istemem
icbardan ibaret insanlığını
istemem inciten iyiliğini
istemem
ikircikli ikiyüzlü inceliğini
ihsanın ilzam içinse içimdeki insanı
istemem
icbardan ibaret insanlığını
devamını gör...
3235.
ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil .
devamını gör...
3236.
gülemiyorsun ya, gülmek
bir halk gülüyorsa gülmektir
ne kadar benziyoruz türkiye'ye
ahmet abi
edip cansever
devamını gör...
3237.
tune tunnehhu
yete yete zerzerune
zır zırıl tiyyetün
ınnehu kaaal.
yete yete zerzerune
zır zırıl tiyyetün
ınnehu kaaal.
devamını gör...
3238.
evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir - zıkkım cıgaram.
gene bir cehennem var yastığımda,
gel artık!
(bkz: ahmed arif)
hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir - zıkkım cıgaram.
gene bir cehennem var yastığımda,
gel artık!
(bkz: ahmed arif)
devamını gör...
3239.
(bkz: sevgilerde) (bkz: bahçet necatigil)
sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.
bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı.
siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telâşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.
gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vaktiniz olmadı.
sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.
bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı.
siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telâşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.
gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vaktiniz olmadı.
devamını gör...
3240.
trenim öldü
akşamdan kalma bir yabancıyım
artık beni bu çağdan topla kalbim
kimsenin beklediği devrim değilim,
ne sevebildim yerimi
ne dirlik yapabildim.
kolay bitmedi gecem
şarkısını yitirmiş çingene bir çocukla
ağır yaralı iki bacak gibi yanyana
sabaha kadar devrildim,
bir göç imgesine saplanıp kaldı ayaklarım
ah yollar, görmediler ki beni gidebileyim.
geceleri altını ıslatan bir bulut muydu o çocuk
kaç damla yağmur yedim de böyle şişmanladım
ki düşlerin kanatlarına bile ağır geldi
bir zamanlar leyleklerin getirdiği bedenim.
ah kalbim, ben asaleti bozuk
tanrılar çağına mı düştüm,
bunca yıldır gezerim
hiç böyle dünya görmedim.
trenim öldü
durdu zaman makinem
öyle çok sonlar buldum ki artık
bilmiyorum nereden başlamalıyım.
hiç bulamadığı kapağıyım tencerenin
bir buluşmalar yabancısıyım,
koskoca yıllar yanlışı...
artık beni bu çağdan topla kalbim
bir şiire binip gideyim.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164