normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3041.
eylülün ilk günlerinde, kaçı olduğunu hatırlamıyorum, ilk günlerinde, bir iki üç dört beş altı, bilmiyorum, ofisin önüne çıktım öğlen saatleriydi. on yirmi metre ötede bir adam fark ettim bana bakıyordu. bana baktığını fark ederek döndüm ona insiyaken. gözleri gözlerimdeydi. başka bir yere bakıp bakmadığını düşünmedim, düşünemedim bile çünkü öyle keskin bir bakıştı ki. "ne var acaba? nedir yani? ne?" der gibi döndüm arkamı. ben arkamı döndüm de aklım dönemedi sanırım.
aradan günler geçti. onu gördüğümü unuttum. o benim için uzaktan bana bakan, ama çok güzel bakan, çok sevecen, çok istekli, çok gerçek bakan biriydi ama sinirlenmiştim ve geçti gitti sandım. eve döndüm normal rutinime devam ediyorum. fakat o bakışı zaman zaman aklıma gelmeye başladı. uyandığımda aklımda, uyurken aklımda, şuan aklımda. ofisin önüne daha sık çıkmaya başladım. normalde lakayt bulurum böyle halleri. sevmem. ama yapar oldum.
bir hafta öncesine kadar bu beyefendiyle takriben 20 defa bakıştık. onu bana bakarken defalarca yakaladım. defalarca. defalarca. defalarca. elim ayağım birbirine dolandı. terledim. cümlelerim bozuldu. sesim kesildi.
bir keresinde yolda karşılaştık. küfürler mırıldanıyordum. yine kızmıştım bir şeylere. başını eğip tebessüm etti. bir keresinde de ofisin önünde dikiliyordum karşıdan geliyordu. beni her gördü ve kıpkırmızı oldu. yanakları kızardı. bir bakışı vardı kardeşlerim. allahım delirecek gibi oldum. içine çekildim. nefesim kesildi. onu ilk gördüğüm andan şimdiye kadar, önce aklımın bi köşesindeyken şimdi her anına bulaştı. uyanıyorum ve o. uyurken o. ofise giderken ayaklarım birbirine dolanıyor. onu göreceğim diye heyecandan ölüyorum. bir bakışını yakaladım bir keresinde; beni seyrediyordu başım önümdeydi, aniden aklıma geldi başımı kaldırdım ve göz göze geldik yine. alev aldı ortalık. kalbim duracak gibi oldu. böyle bir yeşil, böyle derin bir yeşil hiç görmedim. öyle güzel, öyle ihtişamlı, öyle gerçek ki. o gözlere hayatım boyunca bakmak istediğimi fark edince kendime kızmaya başladım. "aynen" dedim; "iki bakıştınız diye aşık olacak yaşı geçmedin mi mal."
herkes herkese bakar; ben de dikkat çeken bir tipimdir, beğenirler beni genelde ama o öyle bakmadı. o başka baktı. yemin ediyorum o ilk gün, yemin ediyorum, bütün inandığım değerler üzerine yemin ediyorum bana hiç öyle bakılmadı. bana aşık oldular, sevdiler, hayran oldular ama o tapar gibi baktı; öyle kendinden geçmiş ama öyle emin bir bakıştı ki. arkamı döndüm teması kesmek için ama hala göz gözeydik sanki. metrelerce uzaktan.
bugün de onu göreceğimi düşünerek erkenden uyandım. 4:30'da ayaktaydım, hazırlandım ve evden çıkmayı bekledim. en son cuma 14:00 civarında görmüştüm onu görmeyi özledim ama hiç denk gelemedik bugün. öfkelendim öğlene doğru. hiçbir şey çizemedim koskoca gün. gözlerim hep dışardaydı. onu aradı. hiç geçmedi. "ya bir daha göremezsem" diye bir başladım, günün sonunda; "ya öldüyse?" endişesine kadar ilerledi. gözlerim doldu. aslında bir daha görememe korkusuyla ağladım. "çıkıyorum ben keyfim yok" dedim çıktım. birkaç saat ofisin civarında dolandım. denk gelemedim. arabası da yoktu ortalıkta. sabahın sekizinde işine gelen adam cuma öğlenden beri ortalıkta gözükmüyor. cumartesi pazar zaten görmedim. pazartesi diye heyecandan zar zor uyudum onu görme umuduyla ama koskoca gün yoktu ortalıkta. üç gün oldu. cumartesi pazar pazartesi... öyle keyifsizim, öyle öfkeliyim ki. her önümden geçişinde göz göze geldiğim, benden başka kimseye bakışını yakalamadığım, benimle karşılaşınca kızaran herif ortalıkta yok. ne tebessümü burada, ne o güzel gözleri, ne yürüyüşü. eylülün başından beri her günüm, her günüm, onunla göz göze gelme ihtimaline göre şekilleniyor. onu göreceğim diye mutlu uyanıyorum. hemen gece bitsin istiyorum. hemen sabah olsun. kızaran yüzünü öpmek istiyorum, ona sarılmak, onunla konuşmak, ona anlatmak, inanılmaz özlüyorum. arkamı döndüm bana baktığını fark edince. dikilmiş öylece bana bakıyordu. o bakışını unutamayacağım. içim gitti. öyle güzel ki. kısacık kumral saçları, yemyeşil gözleri, gür , inanılmaz gür devasa bir sakalı var. onları her sabah düzelttiğine yemin edebilirim. tarıyor olmalı. böylesine incecik bir vücut böyle devasa bir ihtişamı nasıl taşıyor anlayamadım. küçücük elleri, pembe, müthiş, ısırılası dudakları, dudağının alt kenarında küçücük bir beni var. tapılası bir ışığı, normalde beyaz, beni görünce kızaran eşsiz bir teni var, bir düğmesini açtığında gördüğüm geniş bir göğsü var, su içerken yukarı aşağı hareket eden adem elması, eşsiz bir boynu var. sevimli bir götü, biçimli düzgün bacakları var. eğer boyu on santim kadar daha uzun olsaydı lagerfeld podyumunda yürüyecek kadar dev bir ışığı var. bir star ışığı. 1.75 civarı. kısa gibi duruyor ama öyle değil. hakikaten aurası öyle güçlü ki 2 metre gibi görünüyor. öyle güzel ki. bir tüy gibi. hafif. nesnelerin içinden geçiyor sanki. eşsiz bir şey. eşsiz. baş döndürücü. kaşları... burnu... ısırılası bir burun. öyle biçimli ki. ellerimle bütün yüzüne kutsamak istiyorum. tek tek her kirpiğini.
aklıma gelmiyor çünkü çıkmıyor. bir küçük ayda sıfır temas, sıfır muhabbet, sıfır iletişim ve ben dramlardayım. sadece bir kere çarpıştık. ama o romantik komedi filmlerindeki gibi olmadı. hiç öyle olmadı. adamı eziyordum ve elim kapıya çarpsa; "özür dilerim seni incitmek istemedim lütfen bağışla beni sevgili kapı, insanlık hali işte, hadi sarılalım" diye yakınan ben, herkese karşı hakikaten son derece zarif, son derece kibar olmakla tanınan ben, koskoca ben, somurtup oflayarak hiçbir şey söylemeden yoluma devam ettim. adam da yazık yavrum öylece baktı. o da bir şey diyemedi. ne desin ki? üzerinden dozer gibi geçtim ve bir de yüzüne yüzüne somurttum.
onu bir daha görememekten çok korkuyorum. kalbim bir tuhaf atıyor. ofise yaklaştığım an terlemeye başlıyorum. nefes alışlarım hızlanıyor. beni gördüğü ve onu gördüğüm yere gelince zaman duruyor. uyanıyorum ve gözleri aklımda. dudakları aklımda. öyle tatlı bir pembe ki. çizilmiş gibi bir yüz. tek bir fazlalık, tek bir kirpik fazlası, ya da milim, yok. her şey bütünün bütün güzelliği ona hazırlanmış gibi. bir ustanın elinden çıkmış gibi. david gibi. yüze, keskin, başka, kutsal, başka, uzak, sıcak. o, tebessümü aklımda. yürüyüşü aklımda. rüyamda görüyorum. öyle güzel ki. nasıl koktuğunu bilmiyorum. küçücük ellerini avuçlarıma almak istiyorum. öyle tatlılar ki. bir keresinde çok sıcaktı ya, elimi alnıma götürdüm yürürken istemsizce, o da aynını yaptı. kurban olduğum nasıl güzel götürdü elini alnına. hakikaten çok özledim. yarın belki görürüm. tanrım nolur denk gelelim. yine göreyim. tekrar göreyim. sonsuza kadar onu göreyim. aklımdan çıkmıyor. gözleri gözlerimden gitmiyor. yürüyüşü, o sadelik, iddiasızlık ama diklik, delireceğim. bana bir bakışı var. kardeşlerim ben eriyorum. içim gidiyor. iştahım kabarıyor. öyle garip bir şefkat, öyle derin bir merak. aramızdaki aptal camı kırıp onu içeri çekmek istiyorum. onu içime almak. bi sarılsam var ya kemikleri kırılır. o kadar incecik ki. ama genetiği düzgün. spor yapsa efsane olur. o kadar yakışır ki iyi bir vücut ona. belki beraber yaparız. ben öğretirim ona. potansiyeli var. öyle güzel ki. hakikaten böylesini görmedim. bu gezegenden değil gibi. sabahın olmasına daha vakit var. onu görme ihtimalim hala var. yeniden karşılaşabiliriz. yeniden tebessüm eder bana belki. ben ne böyle bir yeşil gördüm, ne bana böyle şimdiye kadar bakıldı, ne de böyle bi bakışla yere serildim. birçok tecrübem oldu, hakikaten çok sevildim ama bu başkaydı. o bakış başka bir bakıştı. anlatamıyorum. çok başkaydı. hem iddialı hem çekingen hem meraklı hem uzak. öyle güzeldi ki. tamamiyle onunla olmak istiyorum. her akşam onu görmek, onunla uyumak, ona kapıyı ben açmak, onu beklemek, onu özlemek, onu anlamak, onunla sevişmek, onun olmak. duruşunda bile garip bir baskınlık vardı; hakikaten dokunulmaz gibi, gerçekten, bir yürüyor, bir bulut yürüyor sanki, ışık saçıyor hem ağır hem değil. öyle başka ki. nefesim kesiliyor gördükçe. en son cuma öğlen gördüm, bir daha yok, koskoca eylül, sürekli gördüğüm adam uçtu gitti. ofisini biliyorum, arabasını tanıyorum, işini biliyorum ama ortalıkta yok. cumartesi pazar tamam, tatil, ama pazartesiydi bugün. ortalıkta yoktu. hiç. sıfır. bir kere bile görmedim. öfkelendim çıktım ofisten. civarda dolandım yine yok. ya yarın da gelmezse? ya taşındıysa? madem gidecektin neden öyle baktın ki? neden sürekli bakıyorsun? neden sadece bana? ya da niye tebessüm ediyosun, kızarıyosun? o kadar sinirliyim ki. "gel bana açıl" demiyorum. sadece tutarlı ol. cuma öğlenden sonra çıktı, gördüm, cumartesi pazar tatil ben de yoktum orada ama pazartesi bugün. haftabaşı. aptal aptal işler.
aradan günler geçti. onu gördüğümü unuttum. o benim için uzaktan bana bakan, ama çok güzel bakan, çok sevecen, çok istekli, çok gerçek bakan biriydi ama sinirlenmiştim ve geçti gitti sandım. eve döndüm normal rutinime devam ediyorum. fakat o bakışı zaman zaman aklıma gelmeye başladı. uyandığımda aklımda, uyurken aklımda, şuan aklımda. ofisin önüne daha sık çıkmaya başladım. normalde lakayt bulurum böyle halleri. sevmem. ama yapar oldum.
bir hafta öncesine kadar bu beyefendiyle takriben 20 defa bakıştık. onu bana bakarken defalarca yakaladım. defalarca. defalarca. defalarca. elim ayağım birbirine dolandı. terledim. cümlelerim bozuldu. sesim kesildi.
bir keresinde yolda karşılaştık. küfürler mırıldanıyordum. yine kızmıştım bir şeylere. başını eğip tebessüm etti. bir keresinde de ofisin önünde dikiliyordum karşıdan geliyordu. beni her gördü ve kıpkırmızı oldu. yanakları kızardı. bir bakışı vardı kardeşlerim. allahım delirecek gibi oldum. içine çekildim. nefesim kesildi. onu ilk gördüğüm andan şimdiye kadar, önce aklımın bi köşesindeyken şimdi her anına bulaştı. uyanıyorum ve o. uyurken o. ofise giderken ayaklarım birbirine dolanıyor. onu göreceğim diye heyecandan ölüyorum. bir bakışını yakaladım bir keresinde; beni seyrediyordu başım önümdeydi, aniden aklıma geldi başımı kaldırdım ve göz göze geldik yine. alev aldı ortalık. kalbim duracak gibi oldu. böyle bir yeşil, böyle derin bir yeşil hiç görmedim. öyle güzel, öyle ihtişamlı, öyle gerçek ki. o gözlere hayatım boyunca bakmak istediğimi fark edince kendime kızmaya başladım. "aynen" dedim; "iki bakıştınız diye aşık olacak yaşı geçmedin mi mal."
herkes herkese bakar; ben de dikkat çeken bir tipimdir, beğenirler beni genelde ama o öyle bakmadı. o başka baktı. yemin ediyorum o ilk gün, yemin ediyorum, bütün inandığım değerler üzerine yemin ediyorum bana hiç öyle bakılmadı. bana aşık oldular, sevdiler, hayran oldular ama o tapar gibi baktı; öyle kendinden geçmiş ama öyle emin bir bakıştı ki. arkamı döndüm teması kesmek için ama hala göz gözeydik sanki. metrelerce uzaktan.
bugün de onu göreceğimi düşünerek erkenden uyandım. 4:30'da ayaktaydım, hazırlandım ve evden çıkmayı bekledim. en son cuma 14:00 civarında görmüştüm onu görmeyi özledim ama hiç denk gelemedik bugün. öfkelendim öğlene doğru. hiçbir şey çizemedim koskoca gün. gözlerim hep dışardaydı. onu aradı. hiç geçmedi. "ya bir daha göremezsem" diye bir başladım, günün sonunda; "ya öldüyse?" endişesine kadar ilerledi. gözlerim doldu. aslında bir daha görememe korkusuyla ağladım. "çıkıyorum ben keyfim yok" dedim çıktım. birkaç saat ofisin civarında dolandım. denk gelemedim. arabası da yoktu ortalıkta. sabahın sekizinde işine gelen adam cuma öğlenden beri ortalıkta gözükmüyor. cumartesi pazar zaten görmedim. pazartesi diye heyecandan zar zor uyudum onu görme umuduyla ama koskoca gün yoktu ortalıkta. üç gün oldu. cumartesi pazar pazartesi... öyle keyifsizim, öyle öfkeliyim ki. her önümden geçişinde göz göze geldiğim, benden başka kimseye bakışını yakalamadığım, benimle karşılaşınca kızaran herif ortalıkta yok. ne tebessümü burada, ne o güzel gözleri, ne yürüyüşü. eylülün başından beri her günüm, her günüm, onunla göz göze gelme ihtimaline göre şekilleniyor. onu göreceğim diye mutlu uyanıyorum. hemen gece bitsin istiyorum. hemen sabah olsun. kızaran yüzünü öpmek istiyorum, ona sarılmak, onunla konuşmak, ona anlatmak, inanılmaz özlüyorum. arkamı döndüm bana baktığını fark edince. dikilmiş öylece bana bakıyordu. o bakışını unutamayacağım. içim gitti. öyle güzel ki. kısacık kumral saçları, yemyeşil gözleri, gür , inanılmaz gür devasa bir sakalı var. onları her sabah düzelttiğine yemin edebilirim. tarıyor olmalı. böylesine incecik bir vücut böyle devasa bir ihtişamı nasıl taşıyor anlayamadım. küçücük elleri, pembe, müthiş, ısırılası dudakları, dudağının alt kenarında küçücük bir beni var. tapılası bir ışığı, normalde beyaz, beni görünce kızaran eşsiz bir teni var, bir düğmesini açtığında gördüğüm geniş bir göğsü var, su içerken yukarı aşağı hareket eden adem elması, eşsiz bir boynu var. sevimli bir götü, biçimli düzgün bacakları var. eğer boyu on santim kadar daha uzun olsaydı lagerfeld podyumunda yürüyecek kadar dev bir ışığı var. bir star ışığı. 1.75 civarı. kısa gibi duruyor ama öyle değil. hakikaten aurası öyle güçlü ki 2 metre gibi görünüyor. öyle güzel ki. bir tüy gibi. hafif. nesnelerin içinden geçiyor sanki. eşsiz bir şey. eşsiz. baş döndürücü. kaşları... burnu... ısırılası bir burun. öyle biçimli ki. ellerimle bütün yüzüne kutsamak istiyorum. tek tek her kirpiğini.
aklıma gelmiyor çünkü çıkmıyor. bir küçük ayda sıfır temas, sıfır muhabbet, sıfır iletişim ve ben dramlardayım. sadece bir kere çarpıştık. ama o romantik komedi filmlerindeki gibi olmadı. hiç öyle olmadı. adamı eziyordum ve elim kapıya çarpsa; "özür dilerim seni incitmek istemedim lütfen bağışla beni sevgili kapı, insanlık hali işte, hadi sarılalım" diye yakınan ben, herkese karşı hakikaten son derece zarif, son derece kibar olmakla tanınan ben, koskoca ben, somurtup oflayarak hiçbir şey söylemeden yoluma devam ettim. adam da yazık yavrum öylece baktı. o da bir şey diyemedi. ne desin ki? üzerinden dozer gibi geçtim ve bir de yüzüne yüzüne somurttum.
onu bir daha görememekten çok korkuyorum. kalbim bir tuhaf atıyor. ofise yaklaştığım an terlemeye başlıyorum. nefes alışlarım hızlanıyor. beni gördüğü ve onu gördüğüm yere gelince zaman duruyor. uyanıyorum ve gözleri aklımda. dudakları aklımda. öyle tatlı bir pembe ki. çizilmiş gibi bir yüz. tek bir fazlalık, tek bir kirpik fazlası, ya da milim, yok. her şey bütünün bütün güzelliği ona hazırlanmış gibi. bir ustanın elinden çıkmış gibi. david gibi. yüze, keskin, başka, kutsal, başka, uzak, sıcak. o, tebessümü aklımda. yürüyüşü aklımda. rüyamda görüyorum. öyle güzel ki. nasıl koktuğunu bilmiyorum. küçücük ellerini avuçlarıma almak istiyorum. öyle tatlılar ki. bir keresinde çok sıcaktı ya, elimi alnıma götürdüm yürürken istemsizce, o da aynını yaptı. kurban olduğum nasıl güzel götürdü elini alnına. hakikaten çok özledim. yarın belki görürüm. tanrım nolur denk gelelim. yine göreyim. tekrar göreyim. sonsuza kadar onu göreyim. aklımdan çıkmıyor. gözleri gözlerimden gitmiyor. yürüyüşü, o sadelik, iddiasızlık ama diklik, delireceğim. bana bir bakışı var. kardeşlerim ben eriyorum. içim gidiyor. iştahım kabarıyor. öyle garip bir şefkat, öyle derin bir merak. aramızdaki aptal camı kırıp onu içeri çekmek istiyorum. onu içime almak. bi sarılsam var ya kemikleri kırılır. o kadar incecik ki. ama genetiği düzgün. spor yapsa efsane olur. o kadar yakışır ki iyi bir vücut ona. belki beraber yaparız. ben öğretirim ona. potansiyeli var. öyle güzel ki. hakikaten böylesini görmedim. bu gezegenden değil gibi. sabahın olmasına daha vakit var. onu görme ihtimalim hala var. yeniden karşılaşabiliriz. yeniden tebessüm eder bana belki. ben ne böyle bir yeşil gördüm, ne bana böyle şimdiye kadar bakıldı, ne de böyle bi bakışla yere serildim. birçok tecrübem oldu, hakikaten çok sevildim ama bu başkaydı. o bakış başka bir bakıştı. anlatamıyorum. çok başkaydı. hem iddialı hem çekingen hem meraklı hem uzak. öyle güzeldi ki. tamamiyle onunla olmak istiyorum. her akşam onu görmek, onunla uyumak, ona kapıyı ben açmak, onu beklemek, onu özlemek, onu anlamak, onunla sevişmek, onun olmak. duruşunda bile garip bir baskınlık vardı; hakikaten dokunulmaz gibi, gerçekten, bir yürüyor, bir bulut yürüyor sanki, ışık saçıyor hem ağır hem değil. öyle başka ki. nefesim kesiliyor gördükçe. en son cuma öğlen gördüm, bir daha yok, koskoca eylül, sürekli gördüğüm adam uçtu gitti. ofisini biliyorum, arabasını tanıyorum, işini biliyorum ama ortalıkta yok. cumartesi pazar tamam, tatil, ama pazartesiydi bugün. ortalıkta yoktu. hiç. sıfır. bir kere bile görmedim. öfkelendim çıktım ofisten. civarda dolandım yine yok. ya yarın da gelmezse? ya taşındıysa? madem gidecektin neden öyle baktın ki? neden sürekli bakıyorsun? neden sadece bana? ya da niye tebessüm ediyosun, kızarıyosun? o kadar sinirliyim ki. "gel bana açıl" demiyorum. sadece tutarlı ol. cuma öğlenden sonra çıktı, gördüm, cumartesi pazar tatil ben de yoktum orada ama pazartesi bugün. haftabaşı. aptal aptal işler.
devamını gör...
3042.
bir yazı okudum. sonra kafamda görselleştirmek istedim çünkü buna çok müsait anlatımı vardı.
kısa kısa öyküleri hep sevmişimdir. tren yolculukları gibi gelir.
pinterest yardımıyla da bulmuştum aklımda canlandırdıklarımı.
neyin ne ifade ettiğini bir ben bilsem de tasvir edilen şeyleri kendinizce pinterestte bulup hikayeyi devam ettirmek çok eğlenceli.
ben bunu ara ara yapıyorum.
sizler de yapın vakit bulursanız. hayal gücü gelişiyor insanın...
kısa kısa öyküleri hep sevmişimdir. tren yolculukları gibi gelir.
pinterest yardımıyla da bulmuştum aklımda canlandırdıklarımı.
neyin ne ifade ettiğini bir ben bilsem de tasvir edilen şeyleri kendinizce pinterestte bulup hikayeyi devam ettirmek çok eğlenceli.
ben bunu ara ara yapıyorum.
sizler de yapın vakit bulursanız. hayal gücü gelişiyor insanın...

devamını gör...
3043.
kucuk bir cocuktu. daha ilkokula bile gitmiyordu. gunleri sokakta arkadaslari ile oynayarak, kendisinden bir kac yas buyuk bir cocuktan cesitli seyler ogrenerek geciyordu.
bir gun oturduklari kucuk ama bahcesi olan evden bir apartman dairesine tasindilar. ona hic sormamislardi. niye gidiyorlar, neler degisecek hic anlatmamislardi.
ilk gun o 5 katli apartmanlar kendisine gokdelen gibi geldi. gokyuzu azalmisti. artik daha az mavi gorebilecekti. annesi esyalari yerlestirmek, bu yeni evin duzenini kurmakla cok mesguldu. cik disari oyna dedi. yalnizken de tek basina oyun oynayabileyen bir cocuktu. hayal gucunun neredeyse siniri yoktu. ama gokyuzu azalmisti iste. hayalleri sinirlanmisti. yurumeye basladi, etrafi tanimak istiyordu ve belki baska bir cocukla da karsilasabilirdi. kimseyle karsilasmadi.
bir sure sonra eve donmek istedi. aslinda cok uzaklasmamisti ama binalarin hepsi ayni gozukuyordu. onlarca bina, yuzlerce daire. hepsi ayni. ne sacma diye dusundu. evini bulamadi ve bagirmaya basladi. anne anne diye bagirarak dakikalarca yurudu. annesi onu duymuyordu ve evlerin henuz neredeyse hepsi bos oldugundan duyan baska kimse de yoktu. yoruldu ve yere oturarak aglamaya basladi. bir sure sonra annesi onu aramaya cikti ve yan apartmanin onunde oturmus aglarken gordu. aslinda evine o kadar yakindi ama taniyamiyordu. annesi hemen cocugu kucagina alip sarildi. eve donerlerken cocuk annesine sordu.
anne, neden burada gokyuzu az?
bir gun oturduklari kucuk ama bahcesi olan evden bir apartman dairesine tasindilar. ona hic sormamislardi. niye gidiyorlar, neler degisecek hic anlatmamislardi.
ilk gun o 5 katli apartmanlar kendisine gokdelen gibi geldi. gokyuzu azalmisti. artik daha az mavi gorebilecekti. annesi esyalari yerlestirmek, bu yeni evin duzenini kurmakla cok mesguldu. cik disari oyna dedi. yalnizken de tek basina oyun oynayabileyen bir cocuktu. hayal gucunun neredeyse siniri yoktu. ama gokyuzu azalmisti iste. hayalleri sinirlanmisti. yurumeye basladi, etrafi tanimak istiyordu ve belki baska bir cocukla da karsilasabilirdi. kimseyle karsilasmadi.
bir sure sonra eve donmek istedi. aslinda cok uzaklasmamisti ama binalarin hepsi ayni gozukuyordu. onlarca bina, yuzlerce daire. hepsi ayni. ne sacma diye dusundu. evini bulamadi ve bagirmaya basladi. anne anne diye bagirarak dakikalarca yurudu. annesi onu duymuyordu ve evlerin henuz neredeyse hepsi bos oldugundan duyan baska kimse de yoktu. yoruldu ve yere oturarak aglamaya basladi. bir sure sonra annesi onu aramaya cikti ve yan apartmanin onunde oturmus aglarken gordu. aslinda evine o kadar yakindi ama taniyamiyordu. annesi hemen cocugu kucagina alip sarildi. eve donerlerken cocuk annesine sordu.
anne, neden burada gokyuzu az?
devamını gör...
3044.
nadirdir, söyleyecek kamyonla sözünüzün olduğu anlarınızla uzun uzun susma isteğinizin birbirine denk geldiği zamanlar. ama bazen, gerçekten söylenecek hiçbir şey yoktur.
devamını gör...
3045.
bir hocamız var. çok delişmen bir kadın. sürekli gençlik yıllarında kırdığı fındıklardan bahsediyor. kıpır kıpır biri. birkaç saat önce derste başladı yine anlatmaya. her nasıl olduysa 18.yüzyılda kitap basımında editoryal sürecin endüstri devrimine bağlanmasını anlatırken kendimizi hocanın 90'larda katıldığı çılgın ev partilerinde bulduk. anlattı anlattı ve bağlarken dedi ki ''altın çağınızdasınız çocuklar. jenerasyonunuz kendi teorisini kendi üretebilecek kapasitede.'' sınıfın sağ köşesine konuşlanmış üç yabancı öğrenci birbirimize baktık çünkü üçümüz de farklı jenerasyondanız. hangimize dediğini anlayamadık. konuşmanın bundan sonrasını fransızca'dan tercüme ediyorum. edebi bir tercüme olacak.
hoca:öyle değil mi mösyö gabriel? 20'li yaşların tadını çıkarmalısınız. çıkarıyor musunuz?
gabriel:hocam ben 42 yaşındayım.
hoca:gerçekten mi mösyö?
gabriel:ekmek musaf çarpsın ki madam.
hoca:ehe öhe o halde mösyö icarus? sizin çıkardığınıza eminim. iyileştiğinizi görmek çok hoş.
icarus:teşekkürler madam fakat ben de 30 yaşındayım allah affetsin.
hoca:ah ne aptalım... genç görünüyorsunuz beyler. mösyö noureddine size sormayacağım artık. affedin beni. bu beyler olgun. o halde kızlara sormalıyım.
noureddine:sorabilirsiniz madam. 23 yaşındayım ben...
hoca:çıkarıyor musunuz?
noureddine:valla bir inceden suyunu sıkıyoruz madam.
okul okul değil adsız alkolikler kulübü. evime gitmek istiyorum ben, çok acıktım.
hoca:öyle değil mi mösyö gabriel? 20'li yaşların tadını çıkarmalısınız. çıkarıyor musunuz?
gabriel:hocam ben 42 yaşındayım.
hoca:gerçekten mi mösyö?
gabriel:ekmek musaf çarpsın ki madam.
hoca:ehe öhe o halde mösyö icarus? sizin çıkardığınıza eminim. iyileştiğinizi görmek çok hoş.
icarus:teşekkürler madam fakat ben de 30 yaşındayım allah affetsin.
hoca:ah ne aptalım... genç görünüyorsunuz beyler. mösyö noureddine size sormayacağım artık. affedin beni. bu beyler olgun. o halde kızlara sormalıyım.
noureddine:sorabilirsiniz madam. 23 yaşındayım ben...
hoca:çıkarıyor musunuz?
noureddine:valla bir inceden suyunu sıkıyoruz madam.
okul okul değil adsız alkolikler kulübü. evime gitmek istiyorum ben, çok acıktım.
devamını gör...
3046.
anlamadan geçen günlerin çoğunluğu, kavgası. nereye evriliyor, ben neresindeyim, neleri nasıl yaparsam olur gibi sorular karmaşası işte bir yandan. sonra işte oldu derken kıyısından dönenleri çok ağırladım, ağırlaştım. onları bir yana saklayıp hadi yakala ucundan dediklerimle uğraştım. yakalamak için yakalandım, kendime. istediklerim, yaptıklarım, yapabildiklerim, arkasından baktıklarım...
rayına oturmadan yenisini tutmak iş değil. bitirmeden göz yummak iş değil. aslında saklamak, saklanmak hiç iş değil. dönüp dolaştığı yine ben. duraksamalar ve yanılmalar. kalmıyor tabii öylece, vuruyor ara sıra. belki ardı ardına. bu da böyle bir yansıma.
rayına oturmadan yenisini tutmak iş değil. bitirmeden göz yummak iş değil. aslında saklamak, saklanmak hiç iş değil. dönüp dolaştığı yine ben. duraksamalar ve yanılmalar. kalmıyor tabii öylece, vuruyor ara sıra. belki ardı ardına. bu da böyle bir yansıma.
devamını gör...
3047.
nerden başlayacağını bilmemek, sanırım hissettiğim duygu bu ben bu yaşıma bugüne bu koşullara bir anda gelmedim şu anda doğup büyümedim ama bilicim sadece bu anı, gelip geçen zamanı anı olarak belleğimde tutuyor. ama eriyor. yavaş yavaş farkettirmeden geçen zaman yapılanlar notlara dökülmemiş kayda alınmamış her bir an eriyor belleğin azmi bu olsa gerek.
devamını gör...
3048.
"başka bir şey istiyorum" dedim, dedim, yırtındım adeta, uyandım söyledim, kızdım söyledim, mutlu oldum söyledim, bakınsanıza ne oldu şimdi? başka bir şey oldu. bu sokuk ve kocaman ağzımdan çıkan şeylere dikkat etmem gerektiğini derinden bilmeme rağmen dilin gücünü unutup kendi kuyumu kazdım. hayır mistik bir şeyden bahsetmiyorum. kış öncesi aşık olunur mu tatlım? aşkın mevsimi kış mıdır? nerden baksan kahır; görsen göremezsin, kapalı mekanlar dışında sosyalleşemezsin bile. ismini bile bilmediğim bir adamın yüzüyle uyanıyorum. ismini bile bilmiyorum. bir bakış beni bu kadar etkileyememeliydi. göz aynı göz. ama o başkaydı.
düşündüm dün gece. yatakta bir saat kadar debelendim. "nasılsa yaz gelecek yine," dedim; "şimdi böyle, biraz karanlık ve zor olacak ama sonuçta geçecek rahatla rica ediyorum, bunu istedin, ne istedinse olmadı mı? oldu, günlerce bunu mırıldandın, başka bir şey istedin, bir şans daha, özür diledin, gücünü bir daha kötüye kullanmamaya söz verdin, yalvardın ve bu hediyen, al kabul et, sızlanma," dedim. "o yol yürünecek, her gün, her gün yürünecek."
ne olacak bilmiyorum. devasa bir heyecan hissediyorum. her gün yürüdüğüm bir yol var; evle ofis arası takriben on dakika, on dakikalık bir yol. dilersen gidiş dönüş totalde yarım saat, çok çok ağır yürürsen o da. ama o on dakikalık yolda her sabah ve akşam kendimle hesaplaşıyorum. her gün iki defa. iki koca defa. "başka bir şey istiyorum" dediğim ilk anı hatırlıyorum. o başka şeyin ilk belirtilerini hissettiğim andan sonraki süreçte ne ben eski bendim ne de tecrübe ettiğim şey eski pratiklerin işlemesine uygundu. zor birkaç ay geçirdim. 2022 eylül'ünü unutamayacağımı biliyorum artık. başka bir şey oldu. kafamın içindeki yirmi küsur yıllık beyin benim değilmiş gibi; içeride inşaat var sanki, çekiç seskleri, testere sesleri, yıkılan duvar, cam kırılması... her veri kendini parçalıyor ve tekrar sentezleniyor başka bir veriyle. "yo hayır, pek benlik işler değil" dediğim işleri kabul ediyorum. "teşekkürler gelmeyeyim ben" dediğim ve yokluğuma alıştırdığım bütün gruplardayım. klişelerin neden klişe oldukları bilgisiyle yüzleştim; görülme sıklığıyla etkisi birbirine neredeyse eşit. hem vuku bulma imkanı var hem etkili. o klişe cümleler, tanrım, belki binlerce yıllık bilgiyi taşıyorlar. bu binlerce yılda birçok yıpranma ihtimali var; buna rağmen o bilgi orada.
ilk kardeşim hissetti. "biraz şaşkınım" dedi. "neye şaşkınsın? nedir?" dedim, "hiç, öyle" dedi. sustuk. güneş doğdu örneğin şuan. bir daha tecrübe edilemeyecek bir gün daha yani. başka bir şey istiyorum. inatla. yine. bütün sorumluluğu da üsteleneceğim söz.
yolda mırıldanırken, kendim hakkında düşünürken, tanıdığım en yüce şey hakkında düşünürken yani, ne yapacağımı, nasıl altından kalkacağımı düşünürken, üst üste gelmiş bunca şeyi nasıl halledeceğimi hesap ederken, çok üzgün, biraz yorgun, biraz yalnız olduğum bir anda, yine her zamanki domuzluğumla suratımı asarak; "benden daha çok şey biliyorsun" demiştim. aynı fikirdeyim. hayat benden daha çok şey biliyor ve buna direnmek öyle manasız geliyor ki artık. kadercilik değil bu, bilakis temel pratik meselelerin kendi hallerinde sürüklenmelerine müsaade etmek. irade göstererek tabii. haliyle sızlanmamak lazım. kış ve aşığım. kış başladı ve elimden belki de hiçbir şey gelmeyecek. hiçbir şey bilmiyorum. çay yapıyorum şuan kendime. bir buçuk saat sonra mesaisi başlayacak; gelecek öyle bir ışık gibi, hafif bir bulut gibi, merdivenlerden çıkacak, sakallarını düzeltecek, beni görünce yüzü kızaracak.
bir keresinde, birkaç hafta oldu, halamın oğlunun doğum günü vardı, kardeşim de beni alıp kararlaştırılan mekana götürecekti; anne ve babam bizden önce gitmişlerdi ben de ofisin önünde kardeşimi bekliyordum mekanın nerde olduğunu bilmediğim için onunla gitmem gerekiyordu. mekanı o ayarlamıştı. kardeşimin geldiğini görünce merdivenlerden inip direkt yanına gidecektim zaman kaybetmemek için; onu beklerken benimki göründü, ayağını merdivene attığı ilk basamaktan son basamağa kadar gözlerini bir kere, bir kere, bir küçük kere bile gözlerimden ayırmadı. bana bakarak çıktı merdivenlerden. bembeyaz teni yavaş yavaş kızardı. gülmemek için kendimi zor tuttum. çok sevimli geliyor gözüme. öyle bir yüzü var ki. al avuçlarına sonsuza kadar sev. her bir detayını. tek bir milim, bir küçük milim bile fazla yok yüzünde, bir kirpik bile sanki özenle yerleştirilmiş gibi. bir tanesi bile fazla değil. alt dudağının altında küçücük bir ben var. köşede böyle. minicik. ama ismini bile bilmiyorum. soramıyorum da kimseye. "şu kim?" diyemiyorum. olay olur. benim korumam gereken bir domuzluğum, itibarım var. ona aşık olduğum öğrenilirse zaaflarım olduğu bilgisi görünür olur; ben üstünlüğünü kıskanan bir adamım, ideallerimden vazgeçecek, liseli ergenler gibi kapılıp gidecek değilim. ama aşk herkesi eşitliyor, bunu istemiyorum. ama fark edilecek diye de korkuyorum. istemsizce mutluyum. heyecanlıyım. normal halim, çalışırkenki halim donuk ve odaklanmıştır ama onu görünce halim tavrım değişiyor. istemsizce gülümsüyorum. onu içime almak, ısıtmak, öpmek, sevmek, sesini duymak istiyorum. her sabah onu yanımda görmek istiyorum. "ödev bilinci, disiplin, ideal, çalışkanlık erdemi, hayattan aldığını hayata misliyle iade etme" derken, bunları yüceltir; "aşk maşk bunlar boş iştir" falan diye yırtınırken adını bile bilmediği bir herife dan diye aşık olmak, onun yolunu gözlemek, onu sormak çok ayıp, çok çocukça geliyor. çok salakça. biliyorum. belki aptalın teki. ama öyle bi bakıyor ki. onu ilk gördüğüm gün, öfkelenmiştim, böyle bedenen inanılmaz dik, inanılmaz net, inanılmaz keskin bir bakışı var, kardeşlerim içim gitti, arkamı döndüm bana baktığını görünce, kafamı çevirdim ama gözlerim orada kaldı, anlamlandıramadım, hiç beklemiyordum böyle çarpılmayı. o yürürken zaman duruyor sanki. her şey ağırlaşıyor. ağaçlar bile durup onu seyrediyor. hakikaten çok başka bir ışığı var. büyüleyici bir şey. çok böyle, nasıl tanımlanır bilmiyorum, çok hafif ama değil, şeffaf. birazdan mesaisi başlayacak. gelecek. rica ediyorum bir şekilde yine karşılaşalım. sonsuza kadar karşılaşalım. ben sonsuza kadar bu güzelliğin tanığı olmak istiyorum. hiçbir, hiçbir ve hiçbir şeyini bilmiyorum. ne sever, ne sevmez neye inanır hiç, hiçbir şeyini bilmiyorum. bildiğim tek şey şu; benden başka kimseyle göz göze gelmiyor. defalarca izledim, o görmediğinde de gördüm, beni görünce yavaşlıyor, acelesi varmış gibi koşturan adam duraksıyor, beni delirtiyor bu hali. bir kere tebessüm etmişti. onu ezmeden önce. sonra belki de korktu benden. bilmiyorum. ama öyle güzel gülümsüyor ki. delirirsin. şuan tamı tamına saat 7:30, tam bir saat sonra mesaisi başlayacak. bildiğim tek şey arabasının modeli ve plakası. böyle küçük bir bilgiyle hayatım geçsin istemiyorum. arabaları hiç sevmem. yoldayken artık sadece plakalara bakıyorum. "o mu acaba?" diye. hep görmek istiyorum. her anını görmek istiyorum. her şeyini bilmek istiyorum. hepsini.
düşündüm dün gece. yatakta bir saat kadar debelendim. "nasılsa yaz gelecek yine," dedim; "şimdi böyle, biraz karanlık ve zor olacak ama sonuçta geçecek rahatla rica ediyorum, bunu istedin, ne istedinse olmadı mı? oldu, günlerce bunu mırıldandın, başka bir şey istedin, bir şans daha, özür diledin, gücünü bir daha kötüye kullanmamaya söz verdin, yalvardın ve bu hediyen, al kabul et, sızlanma," dedim. "o yol yürünecek, her gün, her gün yürünecek."
ne olacak bilmiyorum. devasa bir heyecan hissediyorum. her gün yürüdüğüm bir yol var; evle ofis arası takriben on dakika, on dakikalık bir yol. dilersen gidiş dönüş totalde yarım saat, çok çok ağır yürürsen o da. ama o on dakikalık yolda her sabah ve akşam kendimle hesaplaşıyorum. her gün iki defa. iki koca defa. "başka bir şey istiyorum" dediğim ilk anı hatırlıyorum. o başka şeyin ilk belirtilerini hissettiğim andan sonraki süreçte ne ben eski bendim ne de tecrübe ettiğim şey eski pratiklerin işlemesine uygundu. zor birkaç ay geçirdim. 2022 eylül'ünü unutamayacağımı biliyorum artık. başka bir şey oldu. kafamın içindeki yirmi küsur yıllık beyin benim değilmiş gibi; içeride inşaat var sanki, çekiç seskleri, testere sesleri, yıkılan duvar, cam kırılması... her veri kendini parçalıyor ve tekrar sentezleniyor başka bir veriyle. "yo hayır, pek benlik işler değil" dediğim işleri kabul ediyorum. "teşekkürler gelmeyeyim ben" dediğim ve yokluğuma alıştırdığım bütün gruplardayım. klişelerin neden klişe oldukları bilgisiyle yüzleştim; görülme sıklığıyla etkisi birbirine neredeyse eşit. hem vuku bulma imkanı var hem etkili. o klişe cümleler, tanrım, belki binlerce yıllık bilgiyi taşıyorlar. bu binlerce yılda birçok yıpranma ihtimali var; buna rağmen o bilgi orada.
ilk kardeşim hissetti. "biraz şaşkınım" dedi. "neye şaşkınsın? nedir?" dedim, "hiç, öyle" dedi. sustuk. güneş doğdu örneğin şuan. bir daha tecrübe edilemeyecek bir gün daha yani. başka bir şey istiyorum. inatla. yine. bütün sorumluluğu da üsteleneceğim söz.
yolda mırıldanırken, kendim hakkında düşünürken, tanıdığım en yüce şey hakkında düşünürken yani, ne yapacağımı, nasıl altından kalkacağımı düşünürken, üst üste gelmiş bunca şeyi nasıl halledeceğimi hesap ederken, çok üzgün, biraz yorgun, biraz yalnız olduğum bir anda, yine her zamanki domuzluğumla suratımı asarak; "benden daha çok şey biliyorsun" demiştim. aynı fikirdeyim. hayat benden daha çok şey biliyor ve buna direnmek öyle manasız geliyor ki artık. kadercilik değil bu, bilakis temel pratik meselelerin kendi hallerinde sürüklenmelerine müsaade etmek. irade göstererek tabii. haliyle sızlanmamak lazım. kış ve aşığım. kış başladı ve elimden belki de hiçbir şey gelmeyecek. hiçbir şey bilmiyorum. çay yapıyorum şuan kendime. bir buçuk saat sonra mesaisi başlayacak; gelecek öyle bir ışık gibi, hafif bir bulut gibi, merdivenlerden çıkacak, sakallarını düzeltecek, beni görünce yüzü kızaracak.
bir keresinde, birkaç hafta oldu, halamın oğlunun doğum günü vardı, kardeşim de beni alıp kararlaştırılan mekana götürecekti; anne ve babam bizden önce gitmişlerdi ben de ofisin önünde kardeşimi bekliyordum mekanın nerde olduğunu bilmediğim için onunla gitmem gerekiyordu. mekanı o ayarlamıştı. kardeşimin geldiğini görünce merdivenlerden inip direkt yanına gidecektim zaman kaybetmemek için; onu beklerken benimki göründü, ayağını merdivene attığı ilk basamaktan son basamağa kadar gözlerini bir kere, bir kere, bir küçük kere bile gözlerimden ayırmadı. bana bakarak çıktı merdivenlerden. bembeyaz teni yavaş yavaş kızardı. gülmemek için kendimi zor tuttum. çok sevimli geliyor gözüme. öyle bir yüzü var ki. al avuçlarına sonsuza kadar sev. her bir detayını. tek bir milim, bir küçük milim bile fazla yok yüzünde, bir kirpik bile sanki özenle yerleştirilmiş gibi. bir tanesi bile fazla değil. alt dudağının altında küçücük bir ben var. köşede böyle. minicik. ama ismini bile bilmiyorum. soramıyorum da kimseye. "şu kim?" diyemiyorum. olay olur. benim korumam gereken bir domuzluğum, itibarım var. ona aşık olduğum öğrenilirse zaaflarım olduğu bilgisi görünür olur; ben üstünlüğünü kıskanan bir adamım, ideallerimden vazgeçecek, liseli ergenler gibi kapılıp gidecek değilim. ama aşk herkesi eşitliyor, bunu istemiyorum. ama fark edilecek diye de korkuyorum. istemsizce mutluyum. heyecanlıyım. normal halim, çalışırkenki halim donuk ve odaklanmıştır ama onu görünce halim tavrım değişiyor. istemsizce gülümsüyorum. onu içime almak, ısıtmak, öpmek, sevmek, sesini duymak istiyorum. her sabah onu yanımda görmek istiyorum. "ödev bilinci, disiplin, ideal, çalışkanlık erdemi, hayattan aldığını hayata misliyle iade etme" derken, bunları yüceltir; "aşk maşk bunlar boş iştir" falan diye yırtınırken adını bile bilmediği bir herife dan diye aşık olmak, onun yolunu gözlemek, onu sormak çok ayıp, çok çocukça geliyor. çok salakça. biliyorum. belki aptalın teki. ama öyle bi bakıyor ki. onu ilk gördüğüm gün, öfkelenmiştim, böyle bedenen inanılmaz dik, inanılmaz net, inanılmaz keskin bir bakışı var, kardeşlerim içim gitti, arkamı döndüm bana baktığını görünce, kafamı çevirdim ama gözlerim orada kaldı, anlamlandıramadım, hiç beklemiyordum böyle çarpılmayı. o yürürken zaman duruyor sanki. her şey ağırlaşıyor. ağaçlar bile durup onu seyrediyor. hakikaten çok başka bir ışığı var. büyüleyici bir şey. çok böyle, nasıl tanımlanır bilmiyorum, çok hafif ama değil, şeffaf. birazdan mesaisi başlayacak. gelecek. rica ediyorum bir şekilde yine karşılaşalım. sonsuza kadar karşılaşalım. ben sonsuza kadar bu güzelliğin tanığı olmak istiyorum. hiçbir, hiçbir ve hiçbir şeyini bilmiyorum. ne sever, ne sevmez neye inanır hiç, hiçbir şeyini bilmiyorum. bildiğim tek şey şu; benden başka kimseyle göz göze gelmiyor. defalarca izledim, o görmediğinde de gördüm, beni görünce yavaşlıyor, acelesi varmış gibi koşturan adam duraksıyor, beni delirtiyor bu hali. bir kere tebessüm etmişti. onu ezmeden önce. sonra belki de korktu benden. bilmiyorum. ama öyle güzel gülümsüyor ki. delirirsin. şuan tamı tamına saat 7:30, tam bir saat sonra mesaisi başlayacak. bildiğim tek şey arabasının modeli ve plakası. böyle küçük bir bilgiyle hayatım geçsin istemiyorum. arabaları hiç sevmem. yoldayken artık sadece plakalara bakıyorum. "o mu acaba?" diye. hep görmek istiyorum. her anını görmek istiyorum. her şeyini bilmek istiyorum. hepsini.
devamını gör...
3049.
inanıyorum. bir gün tüm önyargılarımı, kinimi, nefretimi, öfkemi yok edebileceğime inanıyorum. şu sıralar zor bir dönemden geçiyorum ancak bunu da atlatabileceğime inanıyorum. hepsi geçecek ve herşey düzelecek.
devamını gör...
3050.
3051.
3052.
bağlam bir çok tercihi istemeden de olsa güçlü bir şekilde etkiliyor. bence bu etkilenme karakterimizi açığa çıkarıyor. zorunluluklar içerisindeki tercihlerimizle, konfor alanı içerisindeki tercihlerimiz, özellikle ileriye dönük aynı zamanda kendi hayatını tasarlama, idame ettirme, meslek seçimi, veya eş seçimi gibi toplumsal geri dönüşleri ve imajları yüksek, birey üzerinde iz bırakan konularda karakterimizin daha da güzel açığa çıkmasını sağlıyor. bu çıktıyı ziyadesiyle veriyor.
bunu niye mi yazıyorum?
bir şeylerin farkında olduğunu iddia eden dost ve konuştuğum insanlar'ın/arkadaşlarımın -mış gibi yapmasından, konuşmaya geldikleri zaman -bik bik konuşuyorlar çünkü. ama iş pratik olana geldiğinde eylemleriyle zıt olan şeyi seçiyorlar. teoride olanın acısına, sonuçlarına katlanmak yerine eleştirdiği şeyin bir parçası haline gelmeyi tercih ediyorlar. o halde nerede kalıyor teori üzerine konuşmalar? haz verdiği, lak lak etmek güzel olduğu için mi konuşuyoruz?
yok efenim yok. çok konuşup da iş tercihe geldiğinde eleştirdiğin şeyin kendisi haline geliyorsan, bazı şeyleri sonuçlarına rağmen taşımayı göze alamıyorsan, "zerdüşt'e ne bundan." git kendini marco paşaya anlat."
ben de biliyorum ortadoğu'da hiçbir şey düzelmeyecek, bu karanlık artarak devam edecek ve insanlar bu karanlıktan rahatsız değil ve olmayacak: çünkü farkında olan insan şikayet etmez, çözümün parçası haline gelir(bireysel olarak). diğer türlü şikayet et, mazlumum, kurtarıcı bekle...
düşünüyorsan ve konuşuyorsan göster! yoksa "zerdüşt'e ne bundan."
amor fati deyip . koyuyorum bu karalamaya
bunu niye mi yazıyorum?
bir şeylerin farkında olduğunu iddia eden dost ve konuştuğum insanlar'ın/arkadaşlarımın -mış gibi yapmasından, konuşmaya geldikleri zaman -bik bik konuşuyorlar çünkü. ama iş pratik olana geldiğinde eylemleriyle zıt olan şeyi seçiyorlar. teoride olanın acısına, sonuçlarına katlanmak yerine eleştirdiği şeyin bir parçası haline gelmeyi tercih ediyorlar. o halde nerede kalıyor teori üzerine konuşmalar? haz verdiği, lak lak etmek güzel olduğu için mi konuşuyoruz?
yok efenim yok. çok konuşup da iş tercihe geldiğinde eleştirdiğin şeyin kendisi haline geliyorsan, bazı şeyleri sonuçlarına rağmen taşımayı göze alamıyorsan, "zerdüşt'e ne bundan." git kendini marco paşaya anlat."
ben de biliyorum ortadoğu'da hiçbir şey düzelmeyecek, bu karanlık artarak devam edecek ve insanlar bu karanlıktan rahatsız değil ve olmayacak: çünkü farkında olan insan şikayet etmez, çözümün parçası haline gelir(bireysel olarak). diğer türlü şikayet et, mazlumum, kurtarıcı bekle...
düşünüyorsan ve konuşuyorsan göster! yoksa "zerdüşt'e ne bundan."
amor fati deyip . koyuyorum bu karalamaya
devamını gör...
3053.
uzun zamandır buraya yazmadığımı fark ettim. hazır travmalarım geri dönmek için çabalarken dün bu şarkı çaldı;
sessizce dinledim. ne bir gözyaşı ne de üzüntü. bomboş baktım öyle.
yaklaşıyor yaklaşmakta olan ve geliyor gelmekte olan. sürekli denizlerim kuruyor kabuslarımda.. bu ara ne sık kabus görür oldum sahi?.. sıçrayarak, bağırarak uyanmak uykulardan. bu hissi sevmedim. artık biri şu albümü, son şarkısına sardırsın ve bitsin...
zira hayatımın albümü madrigal'di. bitsin, gerçekten uyumak istiyorum..,
sessizce dinledim. ne bir gözyaşı ne de üzüntü. bomboş baktım öyle.
yaklaşıyor yaklaşmakta olan ve geliyor gelmekte olan. sürekli denizlerim kuruyor kabuslarımda.. bu ara ne sık kabus görür oldum sahi?.. sıçrayarak, bağırarak uyanmak uykulardan. bu hissi sevmedim. artık biri şu albümü, son şarkısına sardırsın ve bitsin...
zira hayatımın albümü madrigal'di. bitsin, gerçekten uyumak istiyorum..,
devamını gör...
3054.
ilkokulda ogretmenin cocugu ile ayni sinifta okuyordu. ogretmen okul saatleri boyunca ona cocuguymus gibi davranmadigi icin bunu ancak birinci sinifa basladiktan aylar sonra ogrenmislerdi. cocukla arkadas olmustu. evleri de yakin oldugu icin bazen okul cikisinda beraber yuruyerek evlerine donerlerdi.
sonra ucuncu sinifta cocuk birden okula gelmemeye basladi. bir kac gun sonra merak edip ogretmenine sordu ve hastaneye yattigini ogrendi. nasil olsa gelir diyerek uzerinde fazla durmadi ama bir hafta sonra onun vefat ettigini ogrendiler. ailesi evde konusurken cenazenin ertesi gun yapilacagini ogrendi. o gun kimseye soylemeden ogretmenin evinin oldugu sokaga gitti. evin onu kalabalikti. yaklasti ve uzerinde yesil ortu olan o kucuk tabutu gordu. aglamadi, bir sure bakti ve evine dondu.
ertesi gun ogretmenleri sinifa geldi. gozleri aglamaktan sismisti. "artik sizin ogretmeniniz olmayacagim, cunku size baktikca kendi cocugum aklima gelecek ve bu sekilde size ogretmenlik yapamam. oglum yag surulmus ekmek yemeyi cok severdi. onun icin size ondan getirdim." dedi ve butun sinif icin ekmek kesip uzerine yag surerek cocuklara dagitti. ekmegi aldi ama yemek icinden gelmiyordu. bazi cocuklar gulerek sakalasarak yemeye koyuldular. hayretle o cocuklara bakiyordu. sinif arkadaslari olmusken ve ogretmenleri bu kadar uzgunken onlar hic etkilenmemisti. o sirada ogretmeniyle gozgoze geldi. ogretmeni neden yemiyorsun, lutfen ye der gibi bakiyordu. bunun uzerine istemyerek de olsa yedi ve gidip ogretmenine sarildi.
daha sonra ise uzun yillar boyunca bazen ogretmenler gununde bazen bayramlarda ogretmenini ziyaret etti. ogretmeni her geldiginde onu sanki kaybettigi cocugu geri gelmis gibi karsiliyordu, cunku o siniftan baska kimse ziyaretine gelmiyordu.
sonra ucuncu sinifta cocuk birden okula gelmemeye basladi. bir kac gun sonra merak edip ogretmenine sordu ve hastaneye yattigini ogrendi. nasil olsa gelir diyerek uzerinde fazla durmadi ama bir hafta sonra onun vefat ettigini ogrendiler. ailesi evde konusurken cenazenin ertesi gun yapilacagini ogrendi. o gun kimseye soylemeden ogretmenin evinin oldugu sokaga gitti. evin onu kalabalikti. yaklasti ve uzerinde yesil ortu olan o kucuk tabutu gordu. aglamadi, bir sure bakti ve evine dondu.
ertesi gun ogretmenleri sinifa geldi. gozleri aglamaktan sismisti. "artik sizin ogretmeniniz olmayacagim, cunku size baktikca kendi cocugum aklima gelecek ve bu sekilde size ogretmenlik yapamam. oglum yag surulmus ekmek yemeyi cok severdi. onun icin size ondan getirdim." dedi ve butun sinif icin ekmek kesip uzerine yag surerek cocuklara dagitti. ekmegi aldi ama yemek icinden gelmiyordu. bazi cocuklar gulerek sakalasarak yemeye koyuldular. hayretle o cocuklara bakiyordu. sinif arkadaslari olmusken ve ogretmenleri bu kadar uzgunken onlar hic etkilenmemisti. o sirada ogretmeniyle gozgoze geldi. ogretmeni neden yemiyorsun, lutfen ye der gibi bakiyordu. bunun uzerine istemyerek de olsa yedi ve gidip ogretmenine sarildi.
daha sonra ise uzun yillar boyunca bazen ogretmenler gununde bazen bayramlarda ogretmenini ziyaret etti. ogretmeni her geldiginde onu sanki kaybettigi cocugu geri gelmis gibi karsiliyordu, cunku o siniftan baska kimse ziyaretine gelmiyordu.
devamını gör...
3055.
sabır ve sakinlikle birçok şeyin iyileştiğini ve hallolduğunu bizzat deneyimlemek harika hissettiriyor.
huzurlu bir uykuya dalmadan önceki sıcaklık, sevdiğinin uzun uzun sarılışı ya da sokaktaki muhtaç hayvanları doyurduktan sonraki rahatlama hissi gibi.
mental sağlığın güçlü durumda olması, sizinle olmasalar bile bağınızın uzaklığı bir şey fark ettirmeksizin o insanları da etkiliyor..
güzel ve huzurlu günlere, gecelere..
huzurlu bir uykuya dalmadan önceki sıcaklık, sevdiğinin uzun uzun sarılışı ya da sokaktaki muhtaç hayvanları doyurduktan sonraki rahatlama hissi gibi.
mental sağlığın güçlü durumda olması, sizinle olmasalar bile bağınızın uzaklığı bir şey fark ettirmeksizin o insanları da etkiliyor..
güzel ve huzurlu günlere, gecelere..
devamını gör...
3056.
sadece kendi adıma değil, buradaki büyük bir çoğunluk için de söyleyebileceğimi düşündüğüm bir "zor zamanlar" kapsamında olduğumuzu söylemek isterdim ama işin gerçeği bu kapsam "çok zor zamanlar" kapsamı.
kendimi kandırmak, aslında iyi olduğum işlerden biriydi ama bu aralar pek işe yaramıyor. yapmaktan keyif aldığım şeyleri bir bir deniyorum, hepsinde sonuç fiyasko. tüm bunlar, sebepsiz değil tabii ki ve burada açıklayamayacağım çok geçerli bir nedenim ve onu takip eden tali nedenlerim var. fakat böyle olmak zorunda değildi ya da illa olacaksa çok daha doğru bir zamanı bekleyebilirdi. başa çıkabilir miyiz? dediğimiz her şeyin bir şekilde üstesinden gelmesek normal hayatlarımızı sürdüremeyiz. peki hala tek parça sandığımız bedenlerimizden ne kalıyor ertesi güne? bizi bir telefona, bir pencereye, bir kapıya koşturan heyacanlarımızdan eksik kuru bedenlerimizin anlamı ne? gerçekten de yaşamakla nefes almak arasında kocaman bir fark var ve bizler, çoğunlukla o farkın bilmediğimiz bir yerlerinde kayıp durumdayız. kendimize dahi itiraf edemediğimiz yardımlar bekliyoruz belki, kuyunun dibine bir ip, bir ışık... çünkü gücümüz, tek başınalığımız, her zaman her şeye yeterli olmuyor.
kendimi kandırmak, aslında iyi olduğum işlerden biriydi ama bu aralar pek işe yaramıyor. yapmaktan keyif aldığım şeyleri bir bir deniyorum, hepsinde sonuç fiyasko. tüm bunlar, sebepsiz değil tabii ki ve burada açıklayamayacağım çok geçerli bir nedenim ve onu takip eden tali nedenlerim var. fakat böyle olmak zorunda değildi ya da illa olacaksa çok daha doğru bir zamanı bekleyebilirdi. başa çıkabilir miyiz? dediğimiz her şeyin bir şekilde üstesinden gelmesek normal hayatlarımızı sürdüremeyiz. peki hala tek parça sandığımız bedenlerimizden ne kalıyor ertesi güne? bizi bir telefona, bir pencereye, bir kapıya koşturan heyacanlarımızdan eksik kuru bedenlerimizin anlamı ne? gerçekten de yaşamakla nefes almak arasında kocaman bir fark var ve bizler, çoğunlukla o farkın bilmediğimiz bir yerlerinde kayıp durumdayız. kendimize dahi itiraf edemediğimiz yardımlar bekliyoruz belki, kuyunun dibine bir ip, bir ışık... çünkü gücümüz, tek başınalığımız, her zaman her şeye yeterli olmuyor.
devamını gör...
3057.
kurbağaların dilsiz olduğunu bilmek beni rahatlatmıyor mesela. oysa ben onlarla french kiss yapacaktım. çocukluğumu hatırlamak bazen rahatlatıyor biliyor musunuz. bu birbirinden alakasız cümleleri peşi sıra sizinle paylaştığım için üzgün değilim. ne de olsa burası bir sözlük. karalama defteri de rahatlama yeri. üzgün olduğum bir konu var. ya eski deliliğimi tekrar bulamazsam diye korkuyorum. sonuçta delilik yaratım sürecinde itici bir güç ve ben normal denilenin peşinde koşarken gerçekten normal olma sürecine girdim gibi. bundan hoşnutsuzluk duymak da neyin nesi. peki gerçekten neden korkuyorum. yazma sürecimi bir patlamalar silsilesi halinde yapamayacak olmak ve daha bilinçli bir halde masa başına oturarak olduğu gibi ya da olması gerektiği gibi yapabileceğim fikri mi beni korkutuyor. artık bahanelerim kalmadı.
bu arada kurbağaların canı cehenneme. öptüklerimizden bir hayır gelmediği gibi dönüşenler de çekip gitti. koca bir hüsranla geçmiş yetişkinlik yılları. aksi durumları ya da farklı tercihleri yapmış olsaydım da durumun şu an bugün çok da farklı olacağını düşünmüyorum aslında. darbe çocuklarıyız ne de olsa. kanımızda akan mutsuzluğu iki küçük hapla defetmeye çalıştıkça kendimizden uzaklaşmak. oysa özümüz bu işte. hiçbir zaman çok da mutlu olmayı becerememiş koca bir nesil. sürekli daha fazlasını istemek ne de çok yoruyor.
kurbağalara gelince. onlar da yaşayan varlıklar sonuçta. dillerinin olmadığı konusunda başlangıçta yalan söyledim. sadece bazen ne dediklerini bilmiyorlar. yüksek ihtimalle ne düşündüklerini bilmediklerinden kaynaklanıyor bu. erkekler biraz daha mı içgüdüsel davranıyor acaba? hani avcı styla. avına yaklaşan algıları tamamen açık içgüdülerine güvenen ve neredeyse hiçbir zaman anlayamayacağım varlıklar.
sürekli anlam arama çabası da yoruyor. belki inançlı olsaydım bunun üstesinden gelebilirdim. sonuçta ölümden sonrasının anlamlı olması hayata da anlam katıyor. ölümden sonrasının olmadığı ya da yokluk fikri bu hayatı da yokluğun içine sürüklemiyor mu? güzel soru. sürüklemiyor. elimizde sadece bu yaşam var işte. başka bir şey yok ve tercihimiz bile değildi. tercihimiz olmayan bir durumda sürekli doğru tercihler yapmak zorunda olmak da yoruyor. şimdi fark ediyorum da yorulmak o kadar mutsuz etmiyor. işin ucunda dinlenmek de var çünkü. bir nefes almak. bir es vermek. pencereyi açıp gökyüzünün maviliğine birkaç saniyeliğine olsa bile bakabilmek.
kurbağalar demişken. seviyorum onları. bazıları güzel bazıları çirkin bazıları normal bazıları bildiğin zır deli. kanım delileri çekiyor. çocukluktan kalma bir huy olsa gerek. insan neye alışkınsa onun peşinden gitmeyi seviyor. nadiren yerimizden kalkıp gerçekten yeni ama yepyeni bir şey peşinde koşuyoruz. konfor alanından çıkma saçmalığına inanmazdım ama sanırım insan doğasıyla ilgili bir bilgi veriyor. aslında yeni bir şey yapmayarak doğamıza hakaret ediyoruz gibi. çünkü duran varlıklar değiliz. zamanın akışını durduramıyor oluşumuz ona adapte olmamızı gerektiriyor. bilime düstur edinmiş birinin yaşlandıkça durması pek zor. bekli de genellemeler yapmamam gerekiyor. kendimden bahsedersem daha samimi olur muyum? yoksa ilgi delisi bir manyak gibi mi görünürüm. kurbağalar buna ne der? kurbağaların ne dediklerini hiçbir zaman duydum mu acaba?
kulaklarım nerede?
bu arada kurbağaların canı cehenneme. öptüklerimizden bir hayır gelmediği gibi dönüşenler de çekip gitti. koca bir hüsranla geçmiş yetişkinlik yılları. aksi durumları ya da farklı tercihleri yapmış olsaydım da durumun şu an bugün çok da farklı olacağını düşünmüyorum aslında. darbe çocuklarıyız ne de olsa. kanımızda akan mutsuzluğu iki küçük hapla defetmeye çalıştıkça kendimizden uzaklaşmak. oysa özümüz bu işte. hiçbir zaman çok da mutlu olmayı becerememiş koca bir nesil. sürekli daha fazlasını istemek ne de çok yoruyor.
kurbağalara gelince. onlar da yaşayan varlıklar sonuçta. dillerinin olmadığı konusunda başlangıçta yalan söyledim. sadece bazen ne dediklerini bilmiyorlar. yüksek ihtimalle ne düşündüklerini bilmediklerinden kaynaklanıyor bu. erkekler biraz daha mı içgüdüsel davranıyor acaba? hani avcı styla. avına yaklaşan algıları tamamen açık içgüdülerine güvenen ve neredeyse hiçbir zaman anlayamayacağım varlıklar.
sürekli anlam arama çabası da yoruyor. belki inançlı olsaydım bunun üstesinden gelebilirdim. sonuçta ölümden sonrasının anlamlı olması hayata da anlam katıyor. ölümden sonrasının olmadığı ya da yokluk fikri bu hayatı da yokluğun içine sürüklemiyor mu? güzel soru. sürüklemiyor. elimizde sadece bu yaşam var işte. başka bir şey yok ve tercihimiz bile değildi. tercihimiz olmayan bir durumda sürekli doğru tercihler yapmak zorunda olmak da yoruyor. şimdi fark ediyorum da yorulmak o kadar mutsuz etmiyor. işin ucunda dinlenmek de var çünkü. bir nefes almak. bir es vermek. pencereyi açıp gökyüzünün maviliğine birkaç saniyeliğine olsa bile bakabilmek.
kurbağalar demişken. seviyorum onları. bazıları güzel bazıları çirkin bazıları normal bazıları bildiğin zır deli. kanım delileri çekiyor. çocukluktan kalma bir huy olsa gerek. insan neye alışkınsa onun peşinden gitmeyi seviyor. nadiren yerimizden kalkıp gerçekten yeni ama yepyeni bir şey peşinde koşuyoruz. konfor alanından çıkma saçmalığına inanmazdım ama sanırım insan doğasıyla ilgili bir bilgi veriyor. aslında yeni bir şey yapmayarak doğamıza hakaret ediyoruz gibi. çünkü duran varlıklar değiliz. zamanın akışını durduramıyor oluşumuz ona adapte olmamızı gerektiriyor. bilime düstur edinmiş birinin yaşlandıkça durması pek zor. bekli de genellemeler yapmamam gerekiyor. kendimden bahsedersem daha samimi olur muyum? yoksa ilgi delisi bir manyak gibi mi görünürüm. kurbağalar buna ne der? kurbağaların ne dediklerini hiçbir zaman duydum mu acaba?
kulaklarım nerede?
devamını gör...
3058.
millet ne dramlar yaşıyor, ne acılı terk edilmeli aşk hikayeleri var.
gülümsüyorum halime. şu dakika telefon açsam kapıma kadar gelir hatun. whatsapp'tan yazsam bile olur.
yukarıdakinin benimle alay etme yöntemi de bu. sen anca seviş, hiçbir şey hissetme dedi.
kaderime boyun eğdim. işime baktım. yoksa bende terk edilip, zırlamasını bilirdim.
bahtım kara.
gülümsüyorum halime. şu dakika telefon açsam kapıma kadar gelir hatun. whatsapp'tan yazsam bile olur.
yukarıdakinin benimle alay etme yöntemi de bu. sen anca seviş, hiçbir şey hissetme dedi.
kaderime boyun eğdim. işime baktım. yoksa bende terk edilip, zırlamasını bilirdim.
bahtım kara.
devamını gör...
3059.
isyansız istedi güneş aşkımı, gündüzü kaybettim nice yıllar…
devamını gör...
3060.
keşke hep kafam güzel olsa.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2