3621.
uzun zamandır önünden geçip gittiğim parka uğradım bu sabah. yıllar önce arkadaşımla gelir saatlerce konuşurduk burada. adı elif, hiç unutmam. şimdi neredeyse her gün sokakta karşılamamıza rağmen yüzü silinmiş aklımdan. bir sigara yaktım, o zamanlar ciğerlerim kirlenmemişti bu kadar. sigarayı tutan parmaklarımda bile eğreti durumlar kendini açıkça sergilerdi. elli kuruşa içtiğimiz acı karbonatlı çayın tadı hala damağımda. düşündüm sonra; konuştuklarımızı, isimleri, dertlerimizi ve hayatlarımızı. hafızamın gençliğine şaşırdım. demek ki çok da uzun zaman geçmemiş o dakikaların ardından. o zamanlar hayatımda olan hiçkimsenin hayatımda olmayışının boşluğuyla etrafa bakındım biraz. öyle boş boş, düşünmeden. garipti. hayatımdan bu kadar insan çıkması değil, bunca zaman sonra dertlerimin hiç değişmemesiydi. içimi kaplayan o sıcak rehavet hiç değişmemişti. işte bana garip gelen de buydu. insanların dertleri hep aynıydı. yüzler, sesler, yaşanmışlıklar ve zaman değişse bile insanın içini parçalayan şey hep aynı. alışılagelmiş hislerden kaçamama durumumu acaba bu? bilmiyorum…
devamını gör...
3622.
unutmak bu kadar kolayken neydi ki insanları bu kadar kine , hırsa büriyen?
insanlara ,hayata olan kızgınlıklarımıydı yoksa ?!
bence kendilerine olan kızgınlıklarıydı bunca kinin ,hırsın, öfkenin sebebi. izin verişleriydi teker teker bütün bu yapılanlara. söz verişleriydi kendilerine bu son olacak diye. aynı zamanda da her seferinde sözlerini çiğneyişleriydi. kendi elleriyle yarattıkları dünyayı yıkışlarıydı bu. insan hayallerini bir çırpıda yok edebilir miydi ki ? bunca emek verilmişken onlara. kendini hayalleriyle kandırabilir miydi ki?kaçmaya çalışırken gerçekliğin gölgesinden. basit şeyleri karmaşıklaştıran insanlarız biz. usulca yaşayıp gidiyoruz sebepleri bilemeden, öğrenemeden.öğrenmek ve bilmek zor çünkü . kolaya kaçıyoruz. çok yanlış yapıyoruz. çok..
devamını gör...
3623.
bu hayatta en çok çocukları yakın hissediyorum kendime. onların yanındayken rahatım, huzurluyum. ahlâkî yargıları, değer yargıları henüz oluşmamış olması, hırsları, inatları, muziplikleri, sevilmeye dair inançları umutla dolduruyor içimi. büyüdüklerinde uğraşacakları, yeri geldiğinde çatışacakları tüm bu kurallar yığını kim bilir onları nelerle mücadele etmek zorunda bırakacak diye düşünmeden edemiyorum.
devamını gör...
3624.
ben burada napıyorum? yiyorum, içiyorum, çalışıyorum, gülüp ağlayıp sevişip kızıyorum, hatta bazen seviniyorum ama ben burada ne yapıyorum?

tamam dünyanın acı çekilen tek bölgesi burada, benim topraklarımda değil evet, ve evet ben benim topraklarıma bile inanmıyorum esasen ama günün sonunda ben neden yaptıklarımı yapmaya devam edip yapmadıklarıma, yapamadıklarıma yanmayı boş veremiyorum; dönüp dolaşıp aynı soruya geliyorum?

zamanım, takatim, müsaitliğim, yazmaya bile yok. zihnim sussa aslında sorunum da yok. susmuyor. susturamıyorum.
devamını gör...
3625.
sanırım olmayacak sözlük.
devamını gör...
3626.
sağlıksız bir pembe yüze sahipti çocuk. yakından bakınca yüzünde küçük sarı yeşil ve hatta mavi lekeler dikkati çekiyordu. daha yakından baktığınızdaysa, o pembe yüzdeki o rengarenk lekelerin aslında küçük çiçekler olduğunu anlaşılıyordu. sanki birisi dövme yapmış gibi.
kollarda da vardı. görünmüyordu ama muhtemelen bacaklarda da. "dövme yapmak için yaşı çok küçük oysa" diye aklımdan geçirdim

eskiden sofra masalarına muşamba serilirdi.

sonra çocuğun annesi geldi yanımıza. hamileydi ve üstünde sofra muşambasından yapılma tuhaf bir hamile elbisesi vardı. muşamba sağlıksız bir pembeydi ve üstünde de sarı, yeşil mavi renklerden oluşan küçük çiçekler vardı.
“bu çocuk da böyle lekeli olacak” dedim.
“ben bu elbiseyi hiç çıkarmam, hep bunu giyerim” dedi
sonra “çiçek çocuklar iyidir” diye ekledi
devamını gör...
3627.
sarı delilerin rengi değil bir kere tamam mı? kim demiş delilerin rengi olur diye. eğer illa olacaksa böyle bir renk deliler pek tabi turuncuyu seçmeli. güneş batarken ve gece karanlığına bürünmeden hemen önce bütün duyguların bir arada olduğu zamanı temsil ettiğinden turuncu diyorum. yalan söylüyor şarkılar. sarı saçlı yarlar yüzünden yakılmaz dünyalar. belki bir kızıl, turuncu saçlı için yok edilebilir dağlar falan. anca masallarda. modern zamanların modern zamanlar olarak adlandırılmadığı şu tanımsız çağda kimse dağları yok etmez aşkları için. herkes bireysel bir kere tamam mı? hepimiz dik başlı ve özgürüz, hepimiz hem haklı hem güçlüyüz. her birimiz işte biliyoruz neyi istemediğimizi ve neye tahammül etmemiz gerektiğini. yirmi sene önceki beni alsam şimdiye koysam sanırım ölür giderdi. daha vahşi, daha acımasız ve yirmi sene önceki ben hayretle bakıyor şimdiki halime. nasıl oluyor da diyor bu hale geldin. karşıma alıyorum onu başını okşuyorum. ve sakince uykuya dalmasını söylüyorum. ne de olsa zaman döngüsel.
devamını gör...
3628.
gün sayıyorum...
lityuma geri döndüğümden beri bir garip hissediyorum sözlük.
olabildiğince seyrek olan saçlarımı her seferinde niye böyle döktüğüne anlam veremiyorum..
geçen günlerde kestim yine saçlarımı.
saatlerce ağladım bu sefer, öncekiler gibi olmadı.
bu sefer saçlarıma çok özenmiştim sözlük.
uzatmaya çok özen göstermiştim..
neyse. iyi hissetmek için onu kullanmam gerektiğini biliyorum. ağlamak yersiz.
devamını gör...
3629.
sanki herkesten evvel o vardı. 30 seneye sığdırılan yüzlerce insandan daha az, daha çok... yirmisine merdiven dayamış bir çömezken, yirmi sekizinde hayattan bezmiş bir yorgunken, yolun yarısına iki basamak kaldı diyerek kaygılandıktan sonra okkalı bir küfür savurup daha yaşanacak onca güzel gün bizi bekliyor avuntusu ile kendimizi sahte masallarla kandırırken, yarın acaba son olur mu sorularını zibilyonlarca kez sorarken, dün bir başlangıçtı da acaba farkında mı olamadık derken, bugünü acımasızca tüketip yarına ne kaldı demeden uykuya dalarken, yolda kalınmış herhangi bir anda omzunu arayıp sağlam bir yumruk atarken, pek de karanlık olmayan bir gecede ayın görünen yüzünde görmek istediğimiz yegane sureti ararken, güneşin cehennemle aşık atan ateşi inceden inceye mesaj verip tenleri kavurduğunda el yordamı ile yön bulmaya çalışırken, iki buçuk milyon liralık piyango ikramiyesi ya bize çıkarsa ne yaparız düşüncesi ile çocuk gibi korkarken, dudaklarının kenarında kurumuş şeker izleriyle dünyadaki en sevimli gülümseyişe sahip sarı saçlı küçük bir kız çocuğunu severken, belki bir gün o kız çocuğuna eşdeğer güzellikte bir kıza babalık ederken, anne adayını henüz tanımıyorken, ilk görüşte aşka hadi be çekerken, hayır belki de tükürdüğümüzü bilmem kaçıncı kez yalarken, inanıyorum bu kadın çocuklarımın annesi olabilecek biri derken, o mühim mevzuyu ilk kez paylaştığımız insan olduğumuzu ikimiz de bilmiyorken, nedense epey bir zaman geçtikten sonra bunu birbirimize itiraf etme ihtimalini düşünürken, dalgaların üzerinde iki paralel çizgi olup bulutları izlemeye çabalarken, kumların altında ateşten bir gölge ararken, ufak bir adanın kalabalığında yıldızların altında çekip giden gözleri anarken, soğuk bir balkon köşesinde hep aynı hüzünlü ezgiye eşlik edip tek bir kelime etmeden sessizce ağlıyorken, çikolatalı milkshake içerisine bin yudum mutluluk sığdırırken, asidi kaçmış mutlulukların ardından ağıt yakarken, dumanı tüten zıkkımın kökünü yolup yolup yine ona tutarken, tekerrürlerin mide bulantısına sayısı unutulmuş poşetlerden birini daha açarken, belki hayatının imzasını attığında göz göze geldiğin an tek bir tebessümle o vakit ihtiyacın olan tüm desteği kalbinde hissederken, olmuyor olmayacak diye diye içindeki tüm boşluklar hızla büyüyüp birleşerek seni kemirirken, aşk acısı ile arşa kafa tutan dağlara tırmanıp haykırmak geçerken içinden tüm miskinliğinle bundan da vazgeçmeyi düşündüğün an dilediğini yapabilmen için sana el uzatırken, aynı günaha paydaş olup pişmanlıklara yelken açarken, aynı sevabı eşit bir biçimde pay etme telaşına düşerken, aynı fıçıdan dökülen zehirde çaresizce kulaç atarken, aynı secdeye baş koyup incecik tozu ciğerlerine gömerken; o hep vardı, aynı yerdeydi.

4 yıl kapalı kapılar ardında, belki dört duvar arasında, belki küçücük ıssız bir adada, kim bilir kimsenin asla göremeyeceği bir gezegeni keşfederken, yolların asla kesişmediği yolculuklarda, unutulanların unutulmaktan dert yanmadığı, unutanların unutulmaktan korktuğu zamanlarda, dirsek dirseğe cümleleri eskitmiş yitik kuşağın birbirlerinden kaçmak için gizliden gizliye gün saydığı yıllarda isimler hariç her şeyi, eskiye dair ne var ne yok güzel saydığımız şeyleri hatırlama çabasıyla yırtındığımız bir zaman diliminde gönüllü esarete teslim olmak için topuklarını bilmem kaç santim yukarıda neşeyle tokuşturup hayırlara karışarak tek atımlık cesaretin artığından yokluğunla varlığını ispat edebilme düşüncelerine dalarken başını kapıya doğru çevirdiğin bir anda bir tesadüfe yahut bin bir tilkinin çıldırtan sorularına maruz bırakan yazgı denilen o tuhaf bilinmezliğin tokadı ile sersemleştiğin bir anda tek bir selam sözcüğünün içinde sayfalara sığdırılamayacak kadar uzun bir nerede kalmıştık alt metinli öykülere başlangıç yapıp sanki hiçbir vakit ayrılık yaşamamış sayarak aradaki o karanlık parçaya makas atıp filme devam ediliyor... mürekkebe bulanmış beceriksiz parmaklara beraber güldüğüm, hayatın çelmesini yediği bir anda havada süzülerek yürüdüğüne şahit olduğum, moloz yığınlarından nasıl edip de eşsiz renklerde çiçek bahçeleri yaratabiliyor olmasına şaşırdığım, acılarını toprağa gömüp izlerini kıta sahanlığımdan kaçırırken, acılarıma neşter vurup itinayla dikişleri tutturmaya çalışan, düşler aleminin kıytı köşesinde tırnaklarıyla kazıyarak inşa ettiği o görkemli köşkün en güzel odasını benden hiçbir zaman esirgemeyen, sırtındaki ayrıntıları ezberleyememem için daima omuz hizamda ve yanımda olup sırtımdaki dikenleri hiç üşenmeden söken, her defasında karşıma geçerek bana tertemiz bir ayna tutan, yara izinden öptüğüm güzel yüzlü insan; can dostumdun…



kıymetin emsalsiz, bendeki yerin tarifsiz. eksiliyorum ve birer birer kayıplar vermeye başlıyorum. sen yoksun artık, boşluğun neyle dolar bilmiyorum. yüreğime dokunan kalanların her birinde seni görüyor, sımsıkı sarılıyorum. dilerim kavuşmak gerçekten mümkün olur, seni özlüyorum.
devamını gör...
3630.
değişimin tam ortasında iken kafadan kırık bir arkadaşın isteği üzerine geldim yazalım bakalım bir kaç kelam karalayalım buraya. nickimdende anlaşılacağı üzere çavdarla aramda özel bir bağ var, kepek ekmeğinden nefret ederim.

deliliğe vuruyorum bazen işi 46'lık raporu mu alsam diyorum kendi kendime , dengi dengime, zevki zevkime canım kendim çok seviyorum kendimi arada kızsamda 35 yıldan fazladır çok düzeysiz ilerleyen değişik bir ilişki içerisindeyim.

dün düşündüm biraz insan olmasaydım ne olmak isterdim diye çavdar olmak isterdim yararlı bir besin benden daha fazla yararı var dünya anlamak zor değil bunu. hayvan olmak istemezdim sadece çavdar olmak isterdim. hayvanlık zor iş uğraşamam et ver süt ver.

saatleri ayarlama enstitüsü'nü okudum tekrar 3.kez çavdar tarlasındaki çocukları 4.kez okudum takıntılı oluyorum bazı kitaplara sebepsizce. boş beşik filminide çok kez izledim zalim kartal seni sevmedim koyu beşikyaşlı olmama rağmen.

sevdim bu sayfayı arada gelir saçmalarım kimse okumaz ohh mis. dur ya okurlarsa anlarlar ise benim bir 46'lık olduğumu yüce çavdar ekmeğim bana yardım eder biliyorum çavdarizm'in neferiyim ben ayrıca.

bazı insanlar çok güzel yürütüyor ilişkileri nasıl yapıyorsunuz bir sır verin bu çavdar ekmek kafalıya. ben neden beceremiyorum yoksa ben zurna mıyım ha. ismail yk'ya selam olsun basmayalım gaza sürat felakettir ayrıca.

gecenin bu saatlerini çok seviyorum telefon gereksiz kişiler tarafından çalmıyor yüzüne gülüp ardından kulak arkasını bile bırakmadığım insanlar arammıyorlar. kahrolsun iş hayatı yaşasın çavdar ekmeği.

kim okuyacak bunu diyen olacaktır iyi saçmaladım gidip çaylaklıktan kurtulmak için bir iki bilgi içeren şey bulup yazayım.
devamını gör...
3631.
oysa benim hiç büyük mutluluklarım olmadı.

-bunu nereye yazacağımı bilemedim. başlangıcı kötü, şu kısmı burda dursun.
devamını gör...
3632.
ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.

zamanı bölmek, aldatan bir eski sevgilinin eşyalarını toplayı; evi sessiz sedasız terk etmesi gibi anlamını yitirmişti çoktan. hiç istemiyorken, bir daha asla bitiremeyeceğimi bildiğim bir güne uyandım bir gün ve hala aynı günü yaşıyoruz hepimiz. o günden sonra ki her gün artık pazartesi benim için. dün gitti, yarın yok. ne zaman uyuyup ne zamana uyanırsam uyanayım; sadece bugün var artık...

ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.

ölmemek de bir ölüm biçimiymiş şimdi anladım. anlamı yitirilen her şey gibi, yaşamak da bilincimin altında bir yerlerde yitip gideli çok oldu. bir pazartesiydi hatırladığım sadece. ölümün olmadığı bir pazartesi...

312 gün geçti.

son pazarın üstünden tam üçyüzoniki gün geçti. bir pazar akşamıydı uyudum ve tam üç yüz on iki pazartesiye uyandım. kaç salı, kaç çarşamba, kaç perşembe öldürdüm; kaç cuma kaçırdım, kaç cumartesi boğazladım, kaç pazarı unuttum inan bilmiyorum...

ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.
shakespeare haklıymış gerçekten. ölmek, uyumakmış sadece. son kez uyuduğum bir pazar gecesi anladım...
devamını gör...
3633.
korkuların üzerine gitme dönemiydi. daha önce kekeleyerek konuşacağını hissetmeye başlasa ödü kopardı. buz kesmiş, kas katı olmuş ruhsuz toplulukların içinde çok içine atardı. midesine ağrı girecek kadar zorlayan, luzümlu bile olsa onu yapmaktan alıkoyan çoğu şeyin artık yakınına girip inceleyebiliyordu. şimdi korku duygusu karşısında her zamanki gibi deneyimsizliğinin, içinden daha önce geçmemişliğinin hüznü var. geç kalınmış hislerin harkırışı ona suni bir cesaret veriyor. belki gözü seyiriyor, eli terliyor, kalbi ağzında atıyor fakat sürünerekte olsa adım atıyor. daha önce hiç denemedin mi diyenlere inat karmaşık olan çoğu şeyin içine atlıyor. yoruluyor, yoğruluyor, deneyimliyor.. cesaretli gibi görünsede henüz korkularına karşı zafer kazanabilmiş değil. cesaretsiz olduğu zaman ile sonuç aynı. ilerlemiyor.. zaman ilerliyor amma velakin öfkesi daha da artıyor. sürat yapıp ani bir manevra ile yavaşlamak, yeni bisiklet sürmeye başlayan çocuklar gibi ürkek ürkek ama merak ederek ilerleyen düşüncelerinin hareket hali karşısında aniden yavaşlamak ve hızlanmak oyununun galibi henüz belli degil. bu iki zıtlıkla mücadelesinde istikrar kelimesiyle başı her zamanki gibi dertte. ya pes ediyor ya üzerine çok gidiyor. çok istediği şeyin olması için zamanı akışına bırakmak ya da suyu yol yapmak arasında bir tercih yapmalı. tercihler o endişeli ruh hali ile su, zaman, yol döngüsünde kavrulup gitse bile içindeki ses; düş diplere, nerelere kadar gidebiliyorsan git gerekirsen kaybet diyor. sonu üzülmek olan ya da öngörüsü yapılamayan onca şey için daha önceki zamanlara göre biraz daha korkusuz. biraz daha iyi. ruhu berbat ama o her zamankinden en acısından işliyor. ilerlemiyor, bu da hayatın cilve anlayışı. bütün umutları öldüren cilveleşmeler...
devamını gör...
3634.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
3635.
zamanı gelince kulaklarını kapatmayı bilmeli insan.
devamını gör...
3636.
evet yine ben 46'lık raporu için gittim yine 45'te kaldım. sınavda 1 puanla kalan öğrenci gibiyim olmuyor geçemiyorum 46'lık rapora

çavdar ekmeği ile evde lorke lorke halay çekiyoruz ama 3 adımı çavdar ekmeği ve ben başaramıyorum bir kaç kişi daha lazım

neden kepek ekmek var tadı yok ama çavdar ekmeği öyle mi? mis gibi tadı.

dün düşündümde hayvan olmak istemem demişim belki iguana olur benden ayda yılda bir hareket et ve evde beslesinler rahat iş sevdik çavdar ekmeği ve ben

gizli planlarım var benim dünyada kepek ekmeğini bitireceğim çavdar ekmeği de istemiyor herkes çavdar ekmeği yiyecek.

13 nisan yaklaştı yine ofis canlıları çoğu tek hücreli canlıdan az iq sahibi salak salak doğum günümü kutlayıp pasta kesecekler ve aptalca birkaç hediye gelecek. yahu kendileri ile görüşmüyorum dışarıda ısrarla arıyorlar hayır ben mutluyum çavdar ekmeğim ile anlamıyorlar.

m.ö 1984 te gittim yine çok yaşayamadım bu sefer hemen vahşi bir hayvana yem oldum elimde mızrak yoktu mağarada unutmuşum.
devamını gör...
3637.
nelerden bahsetsem bilmiyorum. sıradan dertlerim var galiba benim. ama derinimdeki yangınlardansa kimsenin haberi yok.
kendime karşı da acımasızım üstelik. hani bazen kitapların arkasında okuruz ya yazardan bahsederken. sıradan insanların hayatlarını konu edinir deriz. ya da küçük insanların dünyalarından bahsediyor deriz. işte ben de o insanlar gibi görüyorum kendimi. aslında belki de annemin gözünde bir hiç olduğum için bir türlü olması gereken yere tırmanamadığım için ben de kendimi öyle görüyorum. psikolojik tahlillerden de usandım gerçi kendime dair.

sıradan insan olmak nedir. sıradan dertleri olmak nedir. mesela yeni çıkan kitapları çok takip ederim. maaşımı kitaplara dergilere harcarım. gerçi bu da annemin gözünde matah bişey değil işte. kpss ile atanıp öğretmen olsam koluma altın bileziğimi taksam en iyisidir falan. ne bulmuşumdur bu sayfalarda? o da haklı bazen. gerçek hayat'a karıştıkça gerçek hayat bana o sayfalardan üstün geliyor. ama bi türlü gerçek hayata tam karışamıyorum. ya da gerçek hayat ben gibi biri için fazla oyunlarla dolu. böylece bana yine kitaplara, hayallere sığınmak düşüyor.

mesela anneme göre kıyafetlere düşkünümdür. kitaplara düşkünümdür. paramı boş beleş şeylere harcarım falan. ah anne, benden tek şikayetin buysa bırak bu olarak kalsın? olmaz mı?
oysa kıyafet düşkünlüğüm bile onunla başlamıştır ki buna düşkün denir mi bilmem. hep bana pompaladığı bakımlı olma, güzel giyinme, biraz ilgi çekici olmam gerektiği laflarıyla. oysa bu düşkünlük buna bile yaramıyor. hep kıroyum hep kıro hep çocuk gibi ona göre.
beni yontmaya çalıştıkça benden daha tuhaf bir şey çıkıyor. bir bilse. işte bu yazının anahtar cümlesi bu. bir daha psikologa gidersem bunu söylerim: beni yontmaya çalıştıkça benden daha tuhaf bir şey çıkıyor!

yaşadığım bunca şeyle beraber hayatımı asgari bir kalitede yürütmeye çalışıyorum işte.
başkalarının baktığında hayranlıkla izlediği hayat bana ya da anneme neden böyle güzel görünmüyor bilmiyorum. halimden memnun olmadığım çok şey var evet ama değiştiremiyorum bunları ilaçlarla, doktorlarla, nasihatlerle. o zaman bırakalım da dağınık kalsın ve bu savaş anlamlı diye düşünelim olmaz mı?
hiç olmaz mı?
en azından allah'a güzel görünme çabam... bunu takdir edecek kimse yok mu?
ama işte o çabam da cılız değil mi?
bir arkadaşım var beni sabah namazına kaldıran. bazen onun hayatını düşünüyorum da, böyle çabaların elmas gibi parlayan hayatların yanında allah'ın gözünde benim çabam nasıl ola ki, diye düşünmeden edemiyor insan.

yazar, sıradan hayatları konu ediniyor. küçük insanların büyük dünyalarına eğiliyor.
küçükse de küçük dünyam ya napayım!
ben de eskisi gibi olmayı, sevapları puanlarını hızla kazanmayı çok isterdim. ama bu kadar oluyor işte artık...
biri de çıkıp demiyor ki iyi ki varsın eren diye demiş ya.
biri de çıkıp demiyor ki sana küçük dünyası var diyenler kendi dünyasına baksın.
diyor da ben hep anneme kulak veriyorum işte... o sese değil.
anneme kulak vere vere kendi iç sesimi duyamaz oldum.
ne yapmalı acaba? yumurtayı hangi ucundan kırmalı, bilmiyorum.
devamını gör...
3638.
layn yine mi sen demeyin yine ben halen 45'te kaldı raporum birisi kafama oklava ile vursa 46'ya tamamlasa ya oklava kırılır da börek açılamaz ise yok yok kafama taş atsın en iyisi.

çavdarlı ekmeğim ve ben bugün doğduk yani çavdarizm tarikatı teeee 198. kaç yılında söylemeyeceğim arkadaş noktayı ben ihtiyar değilim saksı hiç değilim erol büyükburçta değil öp beni öp beni öp doyasıya.

başvuruda bulundum artık bir iguana'yım haberiniz olsun ayda yılda bir hareket ohh. sırada bir ev bulmaya geldi bizi çavdar ekmeği ile sahiplenecek

dün rüyamda sadece 1,5 saat uyuyarak gördüm tımarlı sipahiydim, sonra geldiler tımarlanmamışsın diyerek beni tımarladılar. tımarlanmış tımarlı sipahi oldum sonra yoldan geçen kamyonun korna sesi ile uyandım daha o tımarı büyütüp çavdarlı beyliğini kuracaktım.

samimiyetsiz doğum günü mesajları akmaya başladı yine telefonuma tek hücreli iq sahibi ofis canlıları olan iş arkadaşlarım tarafından yahu beni rahat bırakın öttürmeyin şu telefonu anladık ilk siz kutladınız neden kutluyorsak saat 00.00 olunca sen ölüme bir adım daha yaklaştın oh deyin rahatlayalım iftardan sonra pasta kesecekmişiz patronun emri mecbur gideceğiz iş bulamama korkusu. çavdar ekmeği ve ben ne yerim yoksa.

gecenin bu saatini seviyorum az kişi bol zaman ohh ve burçak tarlasında yar yar gelin olması türküsünü damat olması şeklinde değiştirip çavdar ekmeği ve ben headbang yapıyoruz.

yine çok saçmaladım gidip bir sade soda daha içelim çavdar ekmeği ile bugün 4. olacak mide sağlam ama hala.
devamını gör...
3639.
bir dolmuşluğun, anlık bir taşmışlığın fena dağıtmış ruh hali, aniden sessiz bir hareketsizliğe dönmüştü. "ben bu değilim aslında, siz de beni böyle bilmeyin" donukluğu inmişti gözlerine, belki bir çaresizliğin yorgunluğuydu. insan ruhunun en büyük çırpınışlarının bedeni hareketsiz bırakan tezatlığı, ne büyük bir dram!
devamını gör...
3640.
yarın kbbyi geçersem buradan birine rast gele iltifat edip mutlu etmeye çalışıcam. ne alaka bilmiyorum her sınav öncesi alakasız vaatlerim olabiliyor.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim