normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3621.
insanın en büyük düşmanının insan yani kendisi olduğunu bugün bir kez daha idrak ettim sözlük.
biraz önce değer verdiğim, fikirlerini kıymetli bulduğum bir kişiyle onun hayatında var olan meselelerden konuşuyorduk. bana yaşadıklarından ve bunlar karşısında verdiği tepkilerden bahsetti.
yakın arkadaşım dediği bir kişi için, benim üstünlüğümü kabul etmek zorunda tarzı bir cümle sarf etti. dedim ki, "bir insan başka bir insanın üstünlüğünü kabul ederek kendi değerini ve saygınlığını kaybetmez mi?" sustu, bir şey demedi.
iyiden iyiye rahatsız olmaya başladım ama kalkıp gidemeyeceğim bir ortam olduğundan susmayı tercih ettim.
konu, işte yaşadığı olaylara gelince, "işe başlayan birinden bugün kahve istedim. getirmeyi kabul etmedi ama sonra patron isteyince kendime de söyledim ve s.ke s.ke getirdi." dedi.
"benzer şeyleri sen de yaşadın zamanında, neden aynı şeyleri başkasına yaşatıyorsun?" diye sordum. malum, bize hep tam tersi öğretilir ya küçüklükten beri! "zamanında nefret ettiğin, gözyaşı döktüğün patronunla aranda ne gibi bir fark var şu anda?" diye bir soru yönelttim.
tadı kaçtı, koltukta şöyle bir doğruldu ve olayı yanlış anladığımı söyledi.
yanlış anlamadığıma emindim ama diyelim ki yanlış, bunu anlattığına göre ya bunu yaşadın ya da bunun yaşanmasını istiyorsun. iki koşulda da bu, karşımdaki insanı ezik biri yapmaz mıydı?
izin isteyerek kalktım ve evime geldim.
oturdum, düşündüm. en büyük düşmanımız kontrol edemediğimiz kendimizi olduğuna iyice emin oldum sözlük. sonra güldüm bir anda.
ego, cinsellik, tutku vs. gibi kişinin kendisinde var olan kavramları hakimiyeti altına alamayan kişilerin başka insanları hakimiyeti altına almaya çalışması ve bunu üstünlük olarak görmesi ne kadar ironik, değil mi?
biraz önce değer verdiğim, fikirlerini kıymetli bulduğum bir kişiyle onun hayatında var olan meselelerden konuşuyorduk. bana yaşadıklarından ve bunlar karşısında verdiği tepkilerden bahsetti.
yakın arkadaşım dediği bir kişi için, benim üstünlüğümü kabul etmek zorunda tarzı bir cümle sarf etti. dedim ki, "bir insan başka bir insanın üstünlüğünü kabul ederek kendi değerini ve saygınlığını kaybetmez mi?" sustu, bir şey demedi.
iyiden iyiye rahatsız olmaya başladım ama kalkıp gidemeyeceğim bir ortam olduğundan susmayı tercih ettim.
konu, işte yaşadığı olaylara gelince, "işe başlayan birinden bugün kahve istedim. getirmeyi kabul etmedi ama sonra patron isteyince kendime de söyledim ve s.ke s.ke getirdi." dedi.
"benzer şeyleri sen de yaşadın zamanında, neden aynı şeyleri başkasına yaşatıyorsun?" diye sordum. malum, bize hep tam tersi öğretilir ya küçüklükten beri! "zamanında nefret ettiğin, gözyaşı döktüğün patronunla aranda ne gibi bir fark var şu anda?" diye bir soru yönelttim.
tadı kaçtı, koltukta şöyle bir doğruldu ve olayı yanlış anladığımı söyledi.
yanlış anlamadığıma emindim ama diyelim ki yanlış, bunu anlattığına göre ya bunu yaşadın ya da bunun yaşanmasını istiyorsun. iki koşulda da bu, karşımdaki insanı ezik biri yapmaz mıydı?
izin isteyerek kalktım ve evime geldim.
oturdum, düşündüm. en büyük düşmanımız kontrol edemediğimiz kendimizi olduğuna iyice emin oldum sözlük. sonra güldüm bir anda.
ego, cinsellik, tutku vs. gibi kişinin kendisinde var olan kavramları hakimiyeti altına alamayan kişilerin başka insanları hakimiyeti altına almaya çalışması ve bunu üstünlük olarak görmesi ne kadar ironik, değil mi?
devamını gör...
3622.
hep böyle mi dualar alıyordum bilmiyorum ama bu aralar alâkalı alâkasız kiminle karşılaşsam bana "etraf çok kötü oldu, allah senin güzelliğini, iyiliğini görüp karşına hep iyi insanlar çıkarsın; iyiliğini karşılığını kat kat göresin" şeklinde dua eder oldu. ve böyle o kadar alâkasız kişiler bile durup dururken "allah etraftaki kötü kişilerden seni korusun" dedi ki durup böyle ah bilseniz neler çektiğimi, en çok ihtiyacım olan duayı nereden de bildiniz, allah sizden razı olsun diye ellerine sarılıp öperek ağlayacak kıvama geliyordum.
sen iyi olunca allah karşına senin hakkında hayırlı dualar edecek, tam yerinde dualar edecek kişiler çıkarıyor.
sen iyi olunca allah karşına senin hakkında hayırlı dualar edecek, tam yerinde dualar edecek kişiler çıkarıyor.
devamını gör...
3623.
bazı insanlar, bazen insanlar.
devamını gör...
3624.
uzun uzun yazdım, yayınladım ve sildim. içim rahat ya. inanın değmiyor. en iyisi şiir dinleyelim.
devamını gör...
3625.
bazen insan kendini çok kaptırıyor hırslarına, isteklerine.
onlara ulaşamazsa hiçbir şeyi yokmuş gibi hissediyor. halbuki cebine baksa ne kadar da dolu.
onların değerini bilmek gerekiyor.
şu anki konumunla, sahip olduklarınla, seni sevenlerle, seni sevenle vakit geçirmeyi bil.
elini sürekli cebine sokman, ordakileri hissetmen, sürekli hatırlaman gerekiyor.
çünkü ulaşmak istediğin yere değil olduğun yere aitsin.
son zamanlarda herkes bir şeyler hissedebilmek için fon müziğine ihtiyaç duyuyor. bu da benim kıyağım :)
onlara ulaşamazsa hiçbir şeyi yokmuş gibi hissediyor. halbuki cebine baksa ne kadar da dolu.
onların değerini bilmek gerekiyor.
şu anki konumunla, sahip olduklarınla, seni sevenlerle, seni sevenle vakit geçirmeyi bil.
elini sürekli cebine sokman, ordakileri hissetmen, sürekli hatırlaman gerekiyor.
çünkü ulaşmak istediğin yere değil olduğun yere aitsin.
son zamanlarda herkes bir şeyler hissedebilmek için fon müziğine ihtiyaç duyuyor. bu da benim kıyağım :)
devamını gör...
3626.
"yorgun toprak, içinde kalıyor çırpınan filiz.
eskimiş bulutlardan birkaç damla süzülüyor hallice kireçli ve yetmiyor suya aç kuruluğa."
bazı sabahlar gecenin paltosunu giyiyor kelimeler
yıldızları pek yamalı. dolaşamıyorum hiçbir satırda.
rüzgar ilerliyor, üşüyorum.
kanı (kan) fışkırıyor kenarda, denize bulaşıyor. yayıldıkça yayılıyor...
bakıyorum ölümün kucağına, kayboluyor ağırlık.
bir çift kanat hapsediyor yarayı bembeyaz balona.
kumlar tane tane... örtüyor.
yerin dibine uçan, beyaz balon.
fakat yalnızca rüya.
sabun kokusu taze.
eskimiş bulutlardan birkaç damla süzülüyor hallice kireçli ve yetmiyor suya aç kuruluğa."
bazı sabahlar gecenin paltosunu giyiyor kelimeler
yıldızları pek yamalı. dolaşamıyorum hiçbir satırda.
rüzgar ilerliyor, üşüyorum.
kanı (kan) fışkırıyor kenarda, denize bulaşıyor. yayıldıkça yayılıyor...
bakıyorum ölümün kucağına, kayboluyor ağırlık.
bir çift kanat hapsediyor yarayı bembeyaz balona.
kumlar tane tane... örtüyor.
yerin dibine uçan, beyaz balon.
fakat yalnızca rüya.
sabun kokusu taze.
devamını gör...
3627.
uzun zamandır önünden geçip gittiğim parka uğradım bu sabah. yıllar önce arkadaşımla gelir saatlerce konuşurduk burada. adı elif, hiç unutmam. şimdi neredeyse her gün sokakta karşılamamıza rağmen yüzü silinmiş aklımdan. bir sigara yaktım, o zamanlar ciğerlerim kirlenmemişti bu kadar. sigarayı tutan parmaklarımda bile eğreti durumlar kendini açıkça sergilerdi. elli kuruşa içtiğimiz acı karbonatlı çayın tadı hala damağımda. düşündüm sonra; konuştuklarımızı, isimleri, dertlerimizi ve hayatlarımızı. hafızamın gençliğine şaşırdım. demek ki çok da uzun zaman geçmemiş o dakikaların ardından. o zamanlar hayatımda olan hiçkimsenin hayatımda olmayışının boşluğuyla etrafa bakındım biraz. öyle boş boş, düşünmeden. garipti. hayatımdan bu kadar insan çıkması değil, bunca zaman sonra dertlerimin hiç değişmemesiydi. içimi kaplayan o sıcak rehavet hiç değişmemişti. işte bana garip gelen de buydu. insanların dertleri hep aynıydı. yüzler, sesler, yaşanmışlıklar ve zaman değişse bile insanın içini parçalayan şey hep aynı. alışılagelmiş hislerden kaçamama durumumu acaba bu? bilmiyorum…
devamını gör...
3628.
unutmak bu kadar kolayken neydi ki insanları bu kadar kine , hırsa büriyen?
insanlara ,hayata olan kızgınlıklarımıydı yoksa ?!
bence kendilerine olan kızgınlıklarıydı bunca kinin ,hırsın, öfkenin sebebi. izin verişleriydi teker teker bütün bu yapılanlara. söz verişleriydi kendilerine bu son olacak diye. aynı zamanda da her seferinde sözlerini çiğneyişleriydi. kendi elleriyle yarattıkları dünyayı yıkışlarıydı bu. insan hayallerini bir çırpıda yok edebilir miydi ki ? bunca emek verilmişken onlara. kendini hayalleriyle kandırabilir miydi ki?kaçmaya çalışırken gerçekliğin gölgesinden. basit şeyleri karmaşıklaştıran insanlarız biz. usulca yaşayıp gidiyoruz sebepleri bilemeden, öğrenemeden.öğrenmek ve bilmek zor çünkü . kolaya kaçıyoruz. çok yanlış yapıyoruz. çok..
insanlara ,hayata olan kızgınlıklarımıydı yoksa ?!
bence kendilerine olan kızgınlıklarıydı bunca kinin ,hırsın, öfkenin sebebi. izin verişleriydi teker teker bütün bu yapılanlara. söz verişleriydi kendilerine bu son olacak diye. aynı zamanda da her seferinde sözlerini çiğneyişleriydi. kendi elleriyle yarattıkları dünyayı yıkışlarıydı bu. insan hayallerini bir çırpıda yok edebilir miydi ki ? bunca emek verilmişken onlara. kendini hayalleriyle kandırabilir miydi ki?kaçmaya çalışırken gerçekliğin gölgesinden. basit şeyleri karmaşıklaştıran insanlarız biz. usulca yaşayıp gidiyoruz sebepleri bilemeden, öğrenemeden.öğrenmek ve bilmek zor çünkü . kolaya kaçıyoruz. çok yanlış yapıyoruz. çok..
devamını gör...
3629.
bu hayatta en çok çocukları yakın hissediyorum kendime. onların yanındayken rahatım, huzurluyum. ahlâkî yargıları, değer yargıları henüz oluşmamış olması, hırsları, inatları, muziplikleri, sevilmeye dair inançları umutla dolduruyor içimi. büyüdüklerinde uğraşacakları, yeri geldiğinde çatışacakları tüm bu kurallar yığını kim bilir onları nelerle mücadele etmek zorunda bırakacak diye düşünmeden edemiyorum.
devamını gör...
3630.
ben burada napıyorum? yiyorum, içiyorum, çalışıyorum, gülüp ağlayıp sevişip kızıyorum, hatta bazen seviniyorum ama ben burada ne yapıyorum?
tamam dünyanın acı çekilen tek bölgesi burada, benim topraklarımda değil evet, ve evet ben benim topraklarıma bile inanmıyorum esasen ama günün sonunda ben neden yaptıklarımı yapmaya devam edip yapmadıklarıma, yapamadıklarıma yanmayı boş veremiyorum; dönüp dolaşıp aynı soruya geliyorum?
zamanım, takatim, müsaitliğim, yazmaya bile yok. zihnim sussa aslında sorunum da yok. susmuyor. susturamıyorum.
tamam dünyanın acı çekilen tek bölgesi burada, benim topraklarımda değil evet, ve evet ben benim topraklarıma bile inanmıyorum esasen ama günün sonunda ben neden yaptıklarımı yapmaya devam edip yapmadıklarıma, yapamadıklarıma yanmayı boş veremiyorum; dönüp dolaşıp aynı soruya geliyorum?
zamanım, takatim, müsaitliğim, yazmaya bile yok. zihnim sussa aslında sorunum da yok. susmuyor. susturamıyorum.
devamını gör...
3631.
sanırım olmayacak sözlük.
devamını gör...
3632.
sağlıksız bir pembe yüze sahipti çocuk. yakından bakınca yüzünde küçük sarı yeşil ve hatta mavi lekeler dikkati çekiyordu. daha yakından baktığınızdaysa, o pembe yüzdeki o rengarenk lekelerin aslında küçük çiçekler olduğunu anlaşılıyordu. sanki birisi dövme yapmış gibi.
kollarda da vardı. görünmüyordu ama muhtemelen bacaklarda da. "dövme yapmak için yaşı çok küçük oysa" diye aklımdan geçirdim
eskiden sofra masalarına muşamba serilirdi.
sonra çocuğun annesi geldi yanımıza. hamileydi ve üstünde sofra muşambasından yapılma tuhaf bir hamile elbisesi vardı. muşamba sağlıksız bir pembeydi ve üstünde de sarı, yeşil mavi renklerden oluşan küçük çiçekler vardı.
“bu çocuk da böyle lekeli olacak” dedim.
“ben bu elbiseyi hiç çıkarmam, hep bunu giyerim” dedi
sonra “çiçek çocuklar iyidir” diye ekledi
kollarda da vardı. görünmüyordu ama muhtemelen bacaklarda da. "dövme yapmak için yaşı çok küçük oysa" diye aklımdan geçirdim
eskiden sofra masalarına muşamba serilirdi.
sonra çocuğun annesi geldi yanımıza. hamileydi ve üstünde sofra muşambasından yapılma tuhaf bir hamile elbisesi vardı. muşamba sağlıksız bir pembeydi ve üstünde de sarı, yeşil mavi renklerden oluşan küçük çiçekler vardı.
“bu çocuk da böyle lekeli olacak” dedim.
“ben bu elbiseyi hiç çıkarmam, hep bunu giyerim” dedi
sonra “çiçek çocuklar iyidir” diye ekledi
devamını gör...
3633.
sarı delilerin rengi değil bir kere tamam mı? kim demiş delilerin rengi olur diye. eğer illa olacaksa böyle bir renk deliler pek tabi turuncuyu seçmeli. güneş batarken ve gece karanlığına bürünmeden hemen önce bütün duyguların bir arada olduğu zamanı temsil ettiğinden turuncu diyorum. yalan söylüyor şarkılar. sarı saçlı yarlar yüzünden yakılmaz dünyalar. belki bir kızıl, turuncu saçlı için yok edilebilir dağlar falan. anca masallarda. modern zamanların modern zamanlar olarak adlandırılmadığı şu tanımsız çağda kimse dağları yok etmez aşkları için. herkes bireysel bir kere tamam mı? hepimiz dik başlı ve özgürüz, hepimiz hem haklı hem güçlüyüz. her birimiz işte biliyoruz neyi istemediğimizi ve neye tahammül etmemiz gerektiğini. yirmi sene önceki beni alsam şimdiye koysam sanırım ölür giderdi. daha vahşi, daha acımasız ve yirmi sene önceki ben hayretle bakıyor şimdiki halime. nasıl oluyor da diyor bu hale geldin. karşıma alıyorum onu başını okşuyorum. ve sakince uykuya dalmasını söylüyorum. ne de olsa zaman döngüsel.
devamını gör...
3634.
gün sayıyorum...
lityuma geri döndüğümden beri bir garip hissediyorum sözlük.
olabildiğince seyrek olan saçlarımı her seferinde niye böyle döktüğüne anlam veremiyorum..
geçen günlerde kestim yine saçlarımı.
saatlerce ağladım bu sefer, öncekiler gibi olmadı.
bu sefer saçlarıma çok özenmiştim sözlük.
uzatmaya çok özen göstermiştim..
neyse. iyi hissetmek için onu kullanmam gerektiğini biliyorum. ağlamak yersiz.
lityuma geri döndüğümden beri bir garip hissediyorum sözlük.
olabildiğince seyrek olan saçlarımı her seferinde niye böyle döktüğüne anlam veremiyorum..
geçen günlerde kestim yine saçlarımı.
saatlerce ağladım bu sefer, öncekiler gibi olmadı.
bu sefer saçlarıma çok özenmiştim sözlük.
uzatmaya çok özen göstermiştim..
neyse. iyi hissetmek için onu kullanmam gerektiğini biliyorum. ağlamak yersiz.
devamını gör...
3635.
sanki herkesten evvel o vardı. 30 seneye sığdırılan yüzlerce insandan daha az, daha çok... yirmisine merdiven dayamış bir çömezken, yirmi sekizinde hayattan bezmiş bir yorgunken, yolun yarısına iki basamak kaldı diyerek kaygılandıktan sonra okkalı bir küfür savurup daha yaşanacak onca güzel gün bizi bekliyor avuntusu ile kendimizi sahte masallarla kandırırken, yarın acaba son olur mu sorularını zibilyonlarca kez sorarken, dün bir başlangıçtı da acaba farkında mı olamadık derken, bugünü acımasızca tüketip yarına ne kaldı demeden uykuya dalarken, yolda kalınmış herhangi bir anda omzunu arayıp sağlam bir yumruk atarken, pek de karanlık olmayan bir gecede ayın görünen yüzünde görmek istediğimiz yegane sureti ararken, güneşin cehennemle aşık atan ateşi inceden inceye mesaj verip tenleri kavurduğunda el yordamı ile yön bulmaya çalışırken, iki buçuk milyon liralık piyango ikramiyesi ya bize çıkarsa ne yaparız düşüncesi ile çocuk gibi korkarken, dudaklarının kenarında kurumuş şeker izleriyle dünyadaki en sevimli gülümseyişe sahip sarı saçlı küçük bir kız çocuğunu severken, belki bir gün o kız çocuğuna eşdeğer güzellikte bir kıza babalık ederken, anne adayını henüz tanımıyorken, ilk görüşte aşka hadi be çekerken, hayır belki de tükürdüğümüzü bilmem kaçıncı kez yalarken, inanıyorum bu kadın çocuklarımın annesi olabilecek biri derken, o mühim mevzuyu ilk kez paylaştığımız insan olduğumuzu ikimiz de bilmiyorken, nedense epey bir zaman geçtikten sonra bunu birbirimize itiraf etme ihtimalini düşünürken, dalgaların üzerinde iki paralel çizgi olup bulutları izlemeye çabalarken, kumların altında ateşten bir gölge ararken, ufak bir adanın kalabalığında yıldızların altında çekip giden gözleri anarken, soğuk bir balkon köşesinde hep aynı hüzünlü ezgiye eşlik edip tek bir kelime etmeden sessizce ağlıyorken, çikolatalı milkshake içerisine bin yudum mutluluk sığdırırken, asidi kaçmış mutlulukların ardından ağıt yakarken, dumanı tüten zıkkımın kökünü yolup yolup yine ona tutarken, tekerrürlerin mide bulantısına sayısı unutulmuş poşetlerden birini daha açarken, belki hayatının imzasını attığında göz göze geldiğin an tek bir tebessümle o vakit ihtiyacın olan tüm desteği kalbinde hissederken, olmuyor olmayacak diye diye içindeki tüm boşluklar hızla büyüyüp birleşerek seni kemirirken, aşk acısı ile arşa kafa tutan dağlara tırmanıp haykırmak geçerken içinden tüm miskinliğinle bundan da vazgeçmeyi düşündüğün an dilediğini yapabilmen için sana el uzatırken, aynı günaha paydaş olup pişmanlıklara yelken açarken, aynı sevabı eşit bir biçimde pay etme telaşına düşerken, aynı fıçıdan dökülen zehirde çaresizce kulaç atarken, aynı secdeye baş koyup incecik tozu ciğerlerine gömerken; o hep vardı, aynı yerdeydi.
4 yıl kapalı kapılar ardında, belki dört duvar arasında, belki küçücük ıssız bir adada, kim bilir kimsenin asla göremeyeceği bir gezegeni keşfederken, yolların asla kesişmediği yolculuklarda, unutulanların unutulmaktan dert yanmadığı, unutanların unutulmaktan korktuğu zamanlarda, dirsek dirseğe cümleleri eskitmiş yitik kuşağın birbirlerinden kaçmak için gizliden gizliye gün saydığı yıllarda isimler hariç her şeyi, eskiye dair ne var ne yok güzel saydığımız şeyleri hatırlama çabasıyla yırtındığımız bir zaman diliminde gönüllü esarete teslim olmak için topuklarını bilmem kaç santim yukarıda neşeyle tokuşturup hayırlara karışarak tek atımlık cesaretin artığından yokluğunla varlığını ispat edebilme düşüncelerine dalarken başını kapıya doğru çevirdiğin bir anda bir tesadüfe yahut bin bir tilkinin çıldırtan sorularına maruz bırakan yazgı denilen o tuhaf bilinmezliğin tokadı ile sersemleştiğin bir anda tek bir selam sözcüğünün içinde sayfalara sığdırılamayacak kadar uzun bir nerede kalmıştık alt metinli öykülere başlangıç yapıp sanki hiçbir vakit ayrılık yaşamamış sayarak aradaki o karanlık parçaya makas atıp filme devam ediliyor... mürekkebe bulanmış beceriksiz parmaklara beraber güldüğüm, hayatın çelmesini yediği bir anda havada süzülerek yürüdüğüne şahit olduğum, moloz yığınlarından nasıl edip de eşsiz renklerde çiçek bahçeleri yaratabiliyor olmasına şaşırdığım, acılarını toprağa gömüp izlerini kıta sahanlığımdan kaçırırken, acılarıma neşter vurup itinayla dikişleri tutturmaya çalışan, düşler aleminin kıytı köşesinde tırnaklarıyla kazıyarak inşa ettiği o görkemli köşkün en güzel odasını benden hiçbir zaman esirgemeyen, sırtındaki ayrıntıları ezberleyememem için daima omuz hizamda ve yanımda olup sırtımdaki dikenleri hiç üşenmeden söken, her defasında karşıma geçerek bana tertemiz bir ayna tutan, yara izinden öptüğüm güzel yüzlü insan; can dostumdun…
kıymetin emsalsiz, bendeki yerin tarifsiz. eksiliyorum ve birer birer kayıplar vermeye başlıyorum. sen yoksun artık, boşluğun neyle dolar bilmiyorum. yüreğime dokunan kalanların her birinde seni görüyor, sımsıkı sarılıyorum. dilerim kavuşmak gerçekten mümkün olur, seni özlüyorum.
4 yıl kapalı kapılar ardında, belki dört duvar arasında, belki küçücük ıssız bir adada, kim bilir kimsenin asla göremeyeceği bir gezegeni keşfederken, yolların asla kesişmediği yolculuklarda, unutulanların unutulmaktan dert yanmadığı, unutanların unutulmaktan korktuğu zamanlarda, dirsek dirseğe cümleleri eskitmiş yitik kuşağın birbirlerinden kaçmak için gizliden gizliye gün saydığı yıllarda isimler hariç her şeyi, eskiye dair ne var ne yok güzel saydığımız şeyleri hatırlama çabasıyla yırtındığımız bir zaman diliminde gönüllü esarete teslim olmak için topuklarını bilmem kaç santim yukarıda neşeyle tokuşturup hayırlara karışarak tek atımlık cesaretin artığından yokluğunla varlığını ispat edebilme düşüncelerine dalarken başını kapıya doğru çevirdiğin bir anda bir tesadüfe yahut bin bir tilkinin çıldırtan sorularına maruz bırakan yazgı denilen o tuhaf bilinmezliğin tokadı ile sersemleştiğin bir anda tek bir selam sözcüğünün içinde sayfalara sığdırılamayacak kadar uzun bir nerede kalmıştık alt metinli öykülere başlangıç yapıp sanki hiçbir vakit ayrılık yaşamamış sayarak aradaki o karanlık parçaya makas atıp filme devam ediliyor... mürekkebe bulanmış beceriksiz parmaklara beraber güldüğüm, hayatın çelmesini yediği bir anda havada süzülerek yürüdüğüne şahit olduğum, moloz yığınlarından nasıl edip de eşsiz renklerde çiçek bahçeleri yaratabiliyor olmasına şaşırdığım, acılarını toprağa gömüp izlerini kıta sahanlığımdan kaçırırken, acılarıma neşter vurup itinayla dikişleri tutturmaya çalışan, düşler aleminin kıytı köşesinde tırnaklarıyla kazıyarak inşa ettiği o görkemli köşkün en güzel odasını benden hiçbir zaman esirgemeyen, sırtındaki ayrıntıları ezberleyememem için daima omuz hizamda ve yanımda olup sırtımdaki dikenleri hiç üşenmeden söken, her defasında karşıma geçerek bana tertemiz bir ayna tutan, yara izinden öptüğüm güzel yüzlü insan; can dostumdun…
kıymetin emsalsiz, bendeki yerin tarifsiz. eksiliyorum ve birer birer kayıplar vermeye başlıyorum. sen yoksun artık, boşluğun neyle dolar bilmiyorum. yüreğime dokunan kalanların her birinde seni görüyor, sımsıkı sarılıyorum. dilerim kavuşmak gerçekten mümkün olur, seni özlüyorum.
devamını gör...
3636.
değişimin tam ortasında iken kafadan kırık bir arkadaşın isteği üzerine geldim yazalım bakalım bir kaç kelam karalayalım buraya. nickimdende anlaşılacağı üzere çavdarla aramda özel bir bağ var, kepek ekmeğinden nefret ederim.
deliliğe vuruyorum bazen işi 46'lık raporu mu alsam diyorum kendi kendime , dengi dengime, zevki zevkime canım kendim çok seviyorum kendimi arada kızsamda 35 yıldan fazladır çok düzeysiz ilerleyen değişik bir ilişki içerisindeyim.
dün düşündüm biraz insan olmasaydım ne olmak isterdim diye çavdar olmak isterdim yararlı bir besin benden daha fazla yararı var dünya anlamak zor değil bunu. hayvan olmak istemezdim sadece çavdar olmak isterdim. hayvanlık zor iş uğraşamam et ver süt ver.
saatleri ayarlama enstitüsü'nü okudum tekrar 3.kez çavdar tarlasındaki çocukları 4.kez okudum takıntılı oluyorum bazı kitaplara sebepsizce. boş beşik filminide çok kez izledim zalim kartal seni sevmedim koyu beşikyaşlı olmama rağmen.
sevdim bu sayfayı arada gelir saçmalarım kimse okumaz ohh mis. dur ya okurlarsa anlarlar ise benim bir 46'lık olduğumu yüce çavdar ekmeğim bana yardım eder biliyorum çavdarizm'in neferiyim ben ayrıca.
bazı insanlar çok güzel yürütüyor ilişkileri nasıl yapıyorsunuz bir sır verin bu çavdar ekmek kafalıya. ben neden beceremiyorum yoksa ben zurna mıyım ha. ismail yk'ya selam olsun basmayalım gaza sürat felakettir ayrıca.
gecenin bu saatlerini çok seviyorum telefon gereksiz kişiler tarafından çalmıyor yüzüne gülüp ardından kulak arkasını bile bırakmadığım insanlar arammıyorlar. kahrolsun iş hayatı yaşasın çavdar ekmeği.
kim okuyacak bunu diyen olacaktır iyi saçmaladım gidip çaylaklıktan kurtulmak için bir iki bilgi içeren şey bulup yazayım.
deliliğe vuruyorum bazen işi 46'lık raporu mu alsam diyorum kendi kendime , dengi dengime, zevki zevkime canım kendim çok seviyorum kendimi arada kızsamda 35 yıldan fazladır çok düzeysiz ilerleyen değişik bir ilişki içerisindeyim.
dün düşündüm biraz insan olmasaydım ne olmak isterdim diye çavdar olmak isterdim yararlı bir besin benden daha fazla yararı var dünya anlamak zor değil bunu. hayvan olmak istemezdim sadece çavdar olmak isterdim. hayvanlık zor iş uğraşamam et ver süt ver.
saatleri ayarlama enstitüsü'nü okudum tekrar 3.kez çavdar tarlasındaki çocukları 4.kez okudum takıntılı oluyorum bazı kitaplara sebepsizce. boş beşik filminide çok kez izledim zalim kartal seni sevmedim koyu beşikyaşlı olmama rağmen.
sevdim bu sayfayı arada gelir saçmalarım kimse okumaz ohh mis. dur ya okurlarsa anlarlar ise benim bir 46'lık olduğumu yüce çavdar ekmeğim bana yardım eder biliyorum çavdarizm'in neferiyim ben ayrıca.
bazı insanlar çok güzel yürütüyor ilişkileri nasıl yapıyorsunuz bir sır verin bu çavdar ekmek kafalıya. ben neden beceremiyorum yoksa ben zurna mıyım ha. ismail yk'ya selam olsun basmayalım gaza sürat felakettir ayrıca.
gecenin bu saatlerini çok seviyorum telefon gereksiz kişiler tarafından çalmıyor yüzüne gülüp ardından kulak arkasını bile bırakmadığım insanlar arammıyorlar. kahrolsun iş hayatı yaşasın çavdar ekmeği.
kim okuyacak bunu diyen olacaktır iyi saçmaladım gidip çaylaklıktan kurtulmak için bir iki bilgi içeren şey bulup yazayım.
devamını gör...
3637.
oysa benim hiç büyük mutluluklarım olmadı.
-bunu nereye yazacağımı bilemedim. başlangıcı kötü, şu kısmı burda dursun.
-bunu nereye yazacağımı bilemedim. başlangıcı kötü, şu kısmı burda dursun.
devamını gör...
3638.
ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.
zamanı bölmek, aldatan bir eski sevgilinin eşyalarını toplayı; evi sessiz sedasız terk etmesi gibi anlamını yitirmişti çoktan. hiç istemiyorken, bir daha asla bitiremeyeceğimi bildiğim bir güne uyandım bir gün ve hala aynı günü yaşıyoruz hepimiz. o günden sonra ki her gün artık pazartesi benim için. dün gitti, yarın yok. ne zaman uyuyup ne zamana uyanırsam uyanayım; sadece bugün var artık...
ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.
ölmemek de bir ölüm biçimiymiş şimdi anladım. anlamı yitirilen her şey gibi, yaşamak da bilincimin altında bir yerlerde yitip gideli çok oldu. bir pazartesiydi hatırladığım sadece. ölümün olmadığı bir pazartesi...
312 gün geçti.
son pazarın üstünden tam üçyüzoniki gün geçti. bir pazar akşamıydı uyudum ve tam üç yüz on iki pazartesiye uyandım. kaç salı, kaç çarşamba, kaç perşembe öldürdüm; kaç cuma kaçırdım, kaç cumartesi boğazladım, kaç pazarı unuttum inan bilmiyorum...
ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.
shakespeare haklıymış gerçekten. ölmek, uyumakmış sadece. son kez uyuduğum bir pazar gecesi anladım...
zamanı bölmek, aldatan bir eski sevgilinin eşyalarını toplayı; evi sessiz sedasız terk etmesi gibi anlamını yitirmişti çoktan. hiç istemiyorken, bir daha asla bitiremeyeceğimi bildiğim bir güne uyandım bir gün ve hala aynı günü yaşıyoruz hepimiz. o günden sonra ki her gün artık pazartesi benim için. dün gitti, yarın yok. ne zaman uyuyup ne zamana uyanırsam uyanayım; sadece bugün var artık...
ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.
ölmemek de bir ölüm biçimiymiş şimdi anladım. anlamı yitirilen her şey gibi, yaşamak da bilincimin altında bir yerlerde yitip gideli çok oldu. bir pazartesiydi hatırladığım sadece. ölümün olmadığı bir pazartesi...
312 gün geçti.
son pazarın üstünden tam üçyüzoniki gün geçti. bir pazar akşamıydı uyudum ve tam üç yüz on iki pazartesiye uyandım. kaç salı, kaç çarşamba, kaç perşembe öldürdüm; kaç cuma kaçırdım, kaç cumartesi boğazladım, kaç pazarı unuttum inan bilmiyorum...
ölümün olmadığı bir pazartesiye uyandım bugün.
shakespeare haklıymış gerçekten. ölmek, uyumakmış sadece. son kez uyuduğum bir pazar gecesi anladım...
devamını gör...
3639.
korkuların üzerine gitme dönemiydi. daha önce kekeleyerek konuşacağını hissetmeye başlasa ödü kopardı. buz kesmiş, kas katı olmuş ruhsuz toplulukların içinde çok içine atardı. midesine ağrı girecek kadar zorlayan, luzümlu bile olsa onu yapmaktan alıkoyan çoğu şeyin artık yakınına girip inceleyebiliyordu. şimdi korku duygusu karşısında her zamanki gibi deneyimsizliğinin, içinden daha önce geçmemişliğinin hüznü var. geç kalınmış hislerin harkırışı ona suni bir cesaret veriyor. belki gözü seyiriyor, eli terliyor, kalbi ağzında atıyor fakat sürünerekte olsa adım atıyor. daha önce hiç denemedin mi diyenlere inat karmaşık olan çoğu şeyin içine atlıyor. yoruluyor, yoğruluyor, deneyimliyor.. cesaretli gibi görünsede henüz korkularına karşı zafer kazanabilmiş değil. cesaretsiz olduğu zaman ile sonuç aynı. ilerlemiyor.. zaman ilerliyor amma velakin öfkesi daha da artıyor. sürat yapıp ani bir manevra ile yavaşlamak, yeni bisiklet sürmeye başlayan çocuklar gibi ürkek ürkek ama merak ederek ilerleyen düşüncelerinin hareket hali karşısında aniden yavaşlamak ve hızlanmak oyununun galibi henüz belli degil. bu iki zıtlıkla mücadelesinde istikrar kelimesiyle başı her zamanki gibi dertte. ya pes ediyor ya üzerine çok gidiyor. çok istediği şeyin olması için zamanı akışına bırakmak ya da suyu yol yapmak arasında bir tercih yapmalı. tercihler o endişeli ruh hali ile su, zaman, yol döngüsünde kavrulup gitse bile içindeki ses; düş diplere, nerelere kadar gidebiliyorsan git gerekirsen kaybet diyor. sonu üzülmek olan ya da öngörüsü yapılamayan onca şey için daha önceki zamanlara göre biraz daha korkusuz. biraz daha iyi. ruhu berbat ama o her zamankinden en acısından işliyor. ilerlemiyor, bu da hayatın cilve anlayışı. bütün umutları öldüren cilveleşmeler...
devamını gör...
3640.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2