2481.
bir şeyler oluyor sözlük bir şeyler değişiyor bende.
durduramıyorum.
bu ben miyim? diyorum sürekli kendime.
kimliğimden uzaklaşıyorum.
sanki bir girdabın içerisinde döne döne çekiliyorum.
neler oluyor bana ah bilmiyorum.
çizgilerim, sınırlarım, kurallarım, heveslerim, hedeflerim her şeyim birer birer değişiyor.
sanki beni bi terzinin önüne atmışlar da gıkımı çıkaramadan oramdan buramdan ölçü alıp bana elbise dikiyor gibi.
ruhum sözlük, hissediyorum, ölüyor.
başkalaşıyor.
çocukluk ölüyor sözlük.
kabuk değiştirme zamanım gelmiş,
herkesleşme sıram gelmiş.
nerede o idealist nerede o temiz kalpli çocuk?
boyalı bir kadın geliyor, fırfırlı etekleri sahte gülüşleriyle bu kadın nereye gidiyor.
üstelik hepsini de isteyerek yapıyor.
ısteyerek giyiyor, isteyerek şevkle yürüyor.
ama çocuk ölüyor.
çocuk geride kalıyor.
bu genç ve tecrübesiz kadın hayatının yeni yarısına geçmiş şaşkın şaşkın kalabalığa bakıyor, ürküyor, afallıyor, bilmiyor, çekiniyor.
çocuk artık geride kalmalı, biliyor.
onun devri kapandı kendi devri başladı.
ama çocuk o değil mi aslında? neden unutarak kaçıyor ondan.
istemiyorum unutmak, bırakmak.
çocuk haklı. çocuk doğru.
bu kadın iyi mi? kalbi iyilikle dolu mu?
kalbini hissedemiyorum.
küçük dünyasında küçük insanlara bazen küçük hamleler yapıyor buna da hayatta kalma diyor.
çocuk olsa asla yapmazdı.
o yüzden çocukları çocuklar değil yetişkinler onları korur değil mi?

sen öyle ardıma bakarak, yerlere çökerek ağlama çocuk.
acıtma içimi, suçlu hissettirme.
elbette seni unutacağım yoksa geleceği nasıl hatırlarım.
bu yeni bir yol çocuk, dikenli, kasvetli, sisli, riyakar ve bozuk bir yol.
burada sana izin yok.
bekle beni bıraktığım yerde, bir gün çıkacağım elbet bu labirentten.
bu karışık yok bir gün son bulacak işte o zaman diğer kapının ucunda seni bulacağım.
eskisi gibi, her şey eskisi gibi olacak çocuk söz.
sen ben ve sorulmayı bekleyen sorular, özgür bir zihin, boyasız temiz yüzlerimiz, koşarken düşüp yaraladığımız dizlerimiz, dondurduğumuz meyve sularımız, ılık bir rüzgar, ılık bir yaz günü.
sem ben ikimiz.
devamını gör...
2482.
bugün aile pikniğimiz vardı, daha doğrusu sülale pikniği desem daha uygun olur herhalde. bir yanda erkekler çekirdek çitliyor, küçük çocuklar salıncaklarda sallanıyor, anneler ve büyük çocukları voleybol oynuyor, arka fonda da bizim oraların* havaları çalıyor. tam voleybol oynarken 19 yaşındaki yeğenim bana döndü ve "sanki eski türk filmlerinin piknik sahnelerinden birinde gibiyiz yenge şu ortama baksana" dedi. gerçekten de tespiti doğruydu. sanki o eski günlerdeki gibi mutlu bir gündü bugün...
devamını gör...
2483.
yarın iş var. duş almak lazım.
devamını gör...
2484.
birilerinin hevesini kırmayayım diye bugün yapmam gereken hiç bir şeyi yapmadım.

eve geldim ve tepeden tırnağa vücudumun her yeri zonkluyor ve halsizim.

yarın sınavım var ve benim şuan yatıp dinlenmem gerekiyor.

bir daha bu hatayı yapmayacağım sanırım.
devamını gör...
2485.
naber lan sözlük? beni soracak olur isen, öyle bir hata yapma. ben soruyorum kendime bu soruyu ara sıra, enteresan cevaplar alıyorum ve hiçbiri almayı umduğum cevaplar değil.

''iyiyim'' diyor mesela bazen. lan nasıl iyisin? kafanda bin bir tane tilki, onların da kafalarında bin bir tane insan. matematiğimin yetmeyeceği kadar tilki ve kafa var kafamda.

''bozuk allah'a şükür'' diyor bazen. seviyorum bak o tabiri her ne kadar insanlar sevmese de.

''aynı'' diyor bazen. en boktanı o galiba. neyle aynı, hangi dönemle aynı ne bileyim ben.

''kötü'' diyor bazen. sormuyorum ''neden kötü'' diye. hiç çekemem kendi derdimi dinlemeyi valla.
devamını gör...
2486.
bugün çıkıp insanların içine karıştım. nefis kadınlar gördüm, nefis bacaklılar. hele o kalçalara ne dersin? harikuladeydiler. kendime kahve ısmarlayıp biraz kitap okudum. acıktım, karnımı doyurdum ve sonra yeniden içimdeki karanlık sardı etrafımı.

bundan kurtulamayacaktım, içimde, kanımdaydı. belki genetikle geçmişti bu. yaşamın da etkisi azımsanamazdı, üzerime çok gelmişti. lakin içimdeki kasvet gitmiyor, gider gibi yapıp geri geliyordu ve bu gerçekle yüzleşiyordum yavaş yavaş.

hiçbir insanı hayatıma alamazdım, buna katlanamazlardı. kendim bile kendimden nefret ediyordum; biraz gülüp eğlenir, insanları da eğlendirirdim. işten ayrılacağımı duyanların yüzündeki samimi hüznü biliyordum, seviliyordum. lakin kalbimde karanlık bir delik vardı bir kere, tohumu atılmıştı. gitmeyecekti, benimle beraber yaşayacaktı ve benimle ölecekti. kimseyi bu boktanlığa ortak etmeyecektim, nefret ediyordum kendimden ve diğerlerinden ve talihsizliklerden ve sevgiyi değersizleştirenlerden.
devamını gör...
2487.
kayıtlara geçsin hakim bey !
bu bir aşk-ı müdafa dır.
bu aşkın tek suçlusu ben değilim,
uykuyu haram kılıp gözlerime,
gecelere doldurduğum efkar onun eseridir.
hiç hesapta yokken kundakladı yüreğimi,
sönmek bilmeyen tutuşmalara o neden oldu.
ne olmuş yani adına şiirler yazdıysam,
o da öyle güzel bakıp baştan çıkartmasaydı göz bebeklerimi.
tüm çiçekleri avucunda biriktirip kıskandırmasaydı baharları.
iliklerime kadar aşk doluysam eğer,
hücrelerime kadar ele geçirildiğimdendir.
dizlerimde hala başının yorgunluğu var hakim bey,
dökülen saç tellerini delil den sayar mısınız ?
evet sevdim,hemde çok sevdim.
unutmaya yüz tuttuğum o duyguyu aslında daha önce hiç yaşamadığımı o öğretti bana,
hani idam etseniz fark etmez,
inanın hiçbir şey onsuz kalmak kadar koymaz,
bakın boynumda dudak izleri var,
ve nefesi hala sıcak, fazla uzaklaşmış olamaz.
siz aşk nedir bilir misiniz hakim bey?
yüreğinde taşıdığın bir okyanustur aşk,
tökezleyip taşırırsan kaybeder,
taşırmadan yaşayabilirsen hak edersin,
yemin ederim ben bu aşkın tek zerresini ziyan etmedim.
söyleyeceklerim bu kadar hakim bey.
senden önce o verdi zaten hüküm'ü.
çoktan teslim oldum kirpiklerine.
müebbet bir sevdaya çarptırdı beni,
demem o ki hakim bey,
sen kalemi kırsan da ben bir tek ona diz çökerim
ve cezam aşık olarak ölmekse
ben bu sevdayı seve seve çekerim..
devamını gör...
2488.
kendimi ufacık hissediyorum. minnacık. böyle sanki küçülmüşüm küçülmüşüm o kadar küçük olmuşum ki rüzgar estiğinde insanları rahatsız eden o küçük polenler kadarım.

görülmüyorum, önemsenmiyorum sanki. öyle geçip gidiyorum önünüzden fark etmiyorsunuz bile. anlaşılmak istiyorum diye yanaşıyorum da sanki elinizle itiyormuşsunuz gibi.

sevdiğinizi söylüyorsunuz, neden hissetmiyorum? neden kendimi fazlalık hissediyorum. neden olmasam daha huzurlu olacakmışsınız gibi geliyor bana? neden insanlar beni tanıdıktan bir süre sonra önemsemiyor? neden sadece ben uğraşıyormuşum gibi geliyor bana?

bugün çok ağır hissediyorum bunu. yürümek istiyorum. yürürken ağlamak istiyorum. kalbimin tüm huzursuzluklarını yıkamak istiyorum. kendime ağır gelmemek istiyorum. sonsuz yürümek istiyorum. yürüdükçe her şeyi halledebilecekmişim gibi hissetmek istiyorum.

öyle yorulayım ki yürümekten ayaklarım acısın. ayaklarım acıdan sızlasın. kopartıp atmak isteyeyim ayaklarımı. öyle ağlamak istiyorum. vücudumdaki tüm suyu gözlerimden çıkartmak istiyorum.

huzurlu hissetmek istiyorum. önemsendiğimi kendi çabalarımla anlamak yerine ufak tavırlarla hissetmek istiyorum. bir şeyleri elde etmek için uğraşmak istemiyorum. bir şeyleri hissetmek için, yaşamak için bana bahşedilmesi için uğraşmak istemiyorum.

yoruldum öyle çok yoruldum ki yürümek istiyorum. hiç durmadan yürümek ve ağlamak istiyorum. ankara'nın altını üstüne getirmek istiyorum. insanlara bağırıp çağırmak istiyorum. ayaklarım parçalanırcasına yürümek istiyorum.

en güzeli de bundan kimsenin haberi bile olmayacak. hissetmeyecekler. anlamayacaklar. çünkü belli bile olmayacak. şimdi şu kaldırımın kenarından kalkıp anlamadan geldiğim o uzun yolu geri yürüyeceğim. dinlediğim şarkının sözlerine odaklanırken ne kadar hızlı yürüdüğümü de anlamayacağım.

şanslıysam eğer, belki yolda 1-2 damla gözyaşı akar. biraz olsun rahatlarım belki. sonra geçer. yürürüm, yürürüm. sonra hiçbir şey olmamış olur. hem zaten hiçbir şey olmadı ki? gülümserim. güzelce gülümserim.

hiçbir şey olmamış olur, yine sabah erkenden kalkarım. sıradan bir gün olur yine. belki gün içinde güldürürüm yine birilerini. ben de gülerim. insanların gülmesini izlerim. gülümsemelerini anlamlandırmaya çalışırım. çözmek için uğraşırım. kafamı buna yorarım. kendime çevirmem düşüncelerimi.

sonra,
sonra akşam bir film açarım. duygusal bir film. hep yaptığım gibi, filmi izlerken karakterlere empati yaparım. odaklanırım. belki ağlarım. ağlarsam iyi hissederim. hafiflerim.

acaba büyür müyüm? kendimi belli edecek kadar büyür müyüm? her neyse işte..

açmakta zorlanırım insanlara kalbimi, kırgınım.
devamını gör...
2489.
öyle bir zamanda yaşıyoruz ki yazmak istediklerimizi yazamıyoruz, sormak istediklerimizi soramıyoruz, söylemek istediklerimizi haykıramıyoruz ve en sonunda şu kısa ömürde içimizde sakladıklarımızla birlikte kara toprağa giriyoruz. girene kadarsa kafamızın içindeki o ses peki o gün beni tutan şey olmasaydı ne olurdu diye bizi sorgulayıp duruyor.
devamını gör...
2490.
ben yokum artık! gerçekleri görebilecek kadar aklım yerinde ama başkalarının görmesi için de bir silkelenmesi gerekiyor, mesela benim her koşulda yanında durmama güvenmemeleri gerekiyor artık. arkadaşlıksa hakkını vermek, güvense hissettirmek gerekiyor ve bunu görene kadar hayalet rolü oynayacağım. sessiz sakin akışına bırakacağım ama kendi hayatım dışında kimse için kılımı kıpırdatmayacağım. sorduklarında da dürüstçe gerekçeleri ya da gerçekleri söyleyeceğim, sonrası da onların bileceği iş.
devamını gör...
2491.
kokusuz kafe

bir mekanın gürültüsünden kaçmak için başka bir mekana gitmek belki de çok iyi bir fikir değildi. konum olarak en iyi masayı seçtim ama maalesef bir grup orta yaşlı kadın hemen yanı başımdaki sosyal masaya oturdu. sosyal masaları sevmediğimi söyleyebilirim. kendim insanlarla iletişim kurmayı sevmediğimden değil. sanki bu masalar insanları zorla konuşmaya teşvik ettiğinden ve bazen de iletişim değil kakofoni doğurduğundan.

eh gürültüye tahammülüm belirli saatlerde ve belirli sınırlarda oluyor. şimdi mesela mekanın sağ tarafında taş duvarın dibine konulmuş çiçek desenli iki boş berjer kolduk var. tam da bir sevgiliyle oturmalık diye düşünüyorum ama bu düşünceyi hemen savurmam gerekiyor. kadınların gürültüsü arasından aşk hayatımın acınası haline gömülme fikri beni heyecanlandırmıyor.

en iyisi taş duvarın tepesinden sarkan begonvillerin pembe çiçeklerine şiir yazmak olabilir. gerçi şiir yazma konusunda da iyi değilim. şimdi soruyorum kendime.

bir insan bir işte nasıl ve ne kadar iyi olduğunu nasıl kesin olarak anlayabilir?
işi kamu oyuna sunduğunda, belirli bir kitleyle paylaştığında ve takdir gördüğünde mi? kendini değerlendirecek kadar kendi kriterlerini oluşturamamış bir birey için bu pek tabii mümkün. bu sebeple kendi kriterlerimi oluşturmam hayati bir mesele gibi geliyor gözüme. oysa ben ciddiyeti ve hayati meseleleri seven biri de değilim. bütün bunlar bir oyun olsa aslında ne güzel olur. tekrar bakıyorum boş berjer koltuklara. kıvrımlarında kollarını uzatmış iki insan hayal ediyorum. tam olarak bir kadın ve bir erkek. koltukların arasındaki mesafe bu iki insanın sağlıklı iletişim kurması için yeterli olmayacak diye üzülüyorum.

gözle temas edebilirler pek tabi. ama gözle temas sağlanan iletişim oldukça yanıltıcı olabiliyor.
eğer düşünce okuyamıyorsanız ve gözleriniz kilitlendiyse, o sırada farkında olmadan bilinçaltınızda geçenleri sanki karşı taraf anlıyormuş gibi bir algıya kapılabiliyorsunuz. bu bir felaket. şimdi bu yüzden kalkıp o iki berjeri birbirine yakınlaştırmak geliyor içimden. hani oturacak çifte bir jest, bir iyilik ve bir saygı gösterisi olarak. gerçi fiziksel yakınlık da iki insanın sağlıklı iletişim kurması için yeterli değil. neyin gerçekten yeterli olup olmayacağını düşünecek kadar dikkatimi toparlayamıyorum.

bara bakmak belki bu dikkat dağınıklığına iyi gelir. her şey ne kadar da hareketli ve gürültülü. bir kafeye gittiğinde bunun olacağını bilip yine de şikayet etmek ise ahmaklık olsa gerek. bardaki barmenin gömleğinin yarısı geometrik desenli yarısı siyah. oldukça şık diyebileceğim bu gömleğe de şiir yazmak istiyorum. kesinlikle bu şiir şöyle başlamalı.

zıtlığını koydum önüme…

belki de bir iç yansıma. kendi zıtlıklarımı ve çelişkilerimi düşünmem için bir fırsat.
barmenin gömleği ile sakallarının uyumuna bakıyorum tekrar. bankonun üzerinde duran elma dilimlerinin olduğu kavanozlar, misket limonlarının bulunduğu kase. ve karıştırıcı makinelerin uzaktan gelen uğultulu sesi.
bu mekanda bir şeyler eksik olmalı. bu mekanda bir şeyler eksik ki ben tam olarak kendimi kaybedemiyorum ve kendimi yarattığım bir oyunun içinde bulamıyorum.
belki de kokudur yokluğuyla canımı sıkan.
çünkü taş duvar uzak, taş duvarın üzerindeki begonviller uzak. begonvillerin kokmasını beklemek ise şu an bir hayal.
devamını gör...
2492.
naber la sözlük? evet, "la" dedim, fazla behzat ç izliyorum galiba bugünlerde. neyse, büyümekten bahsedelim mi? ama bireyin değil, şehirlerin büyümesinden. aynı insan gibi yaşlanmasından.

yaklaşık 28 yıldır aynı ilçede yaşıyorum sözlük. çok büyük değil, avucumun içi gibi biliyorum her yerini ama son 1-2 senede büyüdü o da sözlük. yeni sokaklar, yeni caddeler. 27 yıldır boş arazi diye bildiğim, 1 senedir gitmediğim yerlerde binalar dikilmiş, hatta insanlar yerleşmiş oturuyorlar.

la ne ara inşaat yaptınız, ne ara bitti, ne ara eski evleri yıktınız?

ama sonra düşündüm, insan da böyle büyüyor galiba. kaza kaza, eskileri yıka yıka. yeni anılar için eskileri yıkıyoruz. yüksek katlı anılarımız var artık, yıktık tek katlı anılarımızı.

acaba mümkün müydü müstakil, tek katlı anılarda yaşamak? bahçesini kazardım anılarımın. bulurdum bir şeyler. şimdi yüksek katlı anıların gölgesinde kayboluyor tek katlı anılarım. unutuyorum çoğu detayı. hatırlamaya çalıştıkça daha çok unutuyorum. elimden kayıp gidiyor sanki.

bu metni nereye bağlayabileceğim konusunda hiç bir fikrim yok. burda böyle bodoslama bitireyim.
devamını gör...
2493.
çok yoruldum. o kadar yoruldum ki artık yorgun olmaktan bile yorgunum.

şımartılmayı özledim. şımarmayı pek beceremem ben, tıynet meselesi. rolünü yapsam da kötü durur bence zaten. ama buna rağmen şımartılma deneyimlerim oldu. allah var, mükemmel bir şey gerçekten. düşüncesi bile gülümsetti bak. babamı özledim.

sen otur, sonra için rahat etmez, kontrol edersin zaten. bırak ben halledeyim denmesini özledim. etmez rahat içim evet. birinin eşliğinde zaten o kadar da yorulmuyorum ben. galiba işlerin kendiliğinden hallolmasını ya da bir başkası tarafından benim için yapılmasını değil her şeyin sadece benim sorumluluğumda, tek başıma halledilmek zorunda olmamasını istiyorum artık. eşlik. eşlikçimi özledim. kimse o...

içsel motivasyonu yüksek bir insanım esasen. kendimi, kapasitemi biliyorum; büyük konfor. ama galiba bana güvenildiğini duymayı özledim. sözüne güvendiğim birinden bunu duymayı elbette. alelade bir sen halledersin değil. ben tabi ki hallederim. mevzu o değil. ama bunu bilen, gören, her ooofffff dediğimde, ama istisnasız her birinde, biliyorum bebeğim, çok yoruldun ama dayan cümlesini tam bana lazım olan şekilde kurmanın yolunu bilen. seni, çok özledim.

özlemekten de yorulduğumu söylemiş miydim? olsun, söylemeyi bile özledim.
devamını gör...
2494.
öncelikle derdim varsa buradayım ben*. bir gün bile olsa oleyy, bugün içimde çiçekler açtı diyerek yazmadım bu başlığa - sanırım amaç da o'ya neyse- bu yüzden çok miktarda mutsuzluk içeren söz öbekleri var. ya da içim öyle. iki kaşık fıstık ezmesine bahane buldum yüzümde çıkan alerjik döküntüler için. ama içten içe biliyorum. yalnızca bir kez daha bu kadar kötü olmuştum. sanırım yetişkin bana dair en büyük travma idi ve o günden sonra hem ruhumu hem de bedenimi iyileştirmek için her yolu denedim. sanırım oldu. yani iyileşmedim belki ama mental ve fiziksel açıdan inteloransım olan ya da bana zarar veren şeylerden uzak durmayı başardım. azaldı da...

ancak bazen değer versek ya da sevsek de yaramıyor işte. bir karar verdim bir daha buna izin vermeyeceğim diye.
dört yıl geçti. bu kez bambaşka biri, bambaşka bir neden. kalbim çok kırık. çok çaresizim.
artık kemoterapi bile alamıyorum deyip ağlayan arkadaşımın elini tuttum. elini tuttuktan sonra acaba canını yaktım mı diye düşündüm. çünkü her an vücudunda binlerce iğnenin acısını hissettiğini söylüyordu. ben elini tuttum. canını yakarım diye korktuğum için, veda edersem inancımın kalmadığını anlar diye sarılamadım. kalktım. yüzümdeki gülücüğü biraz gözyaşı ile sildim.
devamını gör...
2495.
hayatım b*k gibi. buraya da yazayım belki gün gelir de düzlüğe çıkarsam okuyup hatırlarım.
en azından şuyum var dediğim her şeyi bir bir kaybettim ve kaybetmeye de devam ediyorum. kimisi benim yüzümden kayboldu geri gelmiyor kimisi de elimde değil ve sırf bu yüzden canımı daha çok acıtıyor. her anım kendimi sakinleştirmekle geçiyor. buna rağmen iyiyim diyorum sonra yüzümü yıkamak için aynaya bakıyorum göz altlarım daha çok çökmüş, elimi saçıma atıyorum saçım dökülüyor, sanki uyumuyorum da kavgadan dönüyorum sabahları...kendimi kandırdığımı sanıyorum ama vücudum daha dürüst. kafam dağılsın diye saçma sapan şeyler izliyorum, dinliyorum, yazıyorum... ilerleme olayı bitti sanki benim için. bir boğuşmanın içindeyim, çıkamıyorum. iyiymiş gibi görünmek en zoru şimdi. eskiden en iyi olduğum şey buydu, iyiymiş gibi görünmek. en yakınımdakilerden en uzağımdakilere kadar kimse anlayamazdı kötü olduğumu, hafifçe bahseder konuyu geçiştirirdim ustaca. şimdi sadece kaçıyorum beni göremesinler diye, hiçbir şey sormasınlar diye. kimsenin beni yargılamasından korkmuyorum sadece anlatacak ve dinleyecek halim yok. daha gençken benim niye yok, onlarda niye var diye kıyaslardım kendimi başka insanlarla. şimdi sadece kendi geçmişimle kıyaslıyorum kendimi, o zamanlar ne kadar çok şeyim varmış meğer. acaba yarın da bugünüm için aynı sözleri mi sarf edeceğim? işte en büyük korkum bu.
devamını gör...
2496.
karalayayım diyorsun bir şeyler, karalıyorsun ama bir süre sonra daha nereye kadar karalayacağım diyorsun.
sonra karalamadan geçen günlerini düşünüp neden daha önce böyle karalamadan durmuşum diye düşünüyorsun.
devamını gör...
2497.
hepimizi masallarla kandırdıkları için böyleyiz biz;
çünkü gerçek hayatta ne öptüğün kurbağa prense dönüşüyor, ne külkedisi prensese, ne de her sorunu çözecek sihirli bir değnek var elimizde...
aslında herkes olduğu gibi, onlara hiç olmadıkları / olamayacakları anlamlar yükleyip yüceltirken kendini paçavraya çeviren biziz!
yani o adam asla seni istediğin gibi sevmeyecek küçük kız ya da
o kız (hani soğan ekmek yeriz diyen kalmamıştır artık sanırım da) beklediğin fedakarlığı hayatta yapmayacak senin için küçük adam.
sonra tek tek ördüğün o yapı bir anda yerle bir olacak;
dev bir çukur açılacak içinde ve havuz problemleri gibi bir yandan doldururken diğer yandan boşaltarak problemi çözmeye çalışmak kağıt üzerinde olduğu gibi işe yaramayacak.
çünkü mantıksızlık sadece matematikte mantıklıdır.
çünkü normal hayatta yedi numaradaki recep'in de hep dediği gibi müsrifliğin lüzumu yoktur ve ne kadar sürede boşalacağını anlamak için havuz doldurmaz insanlar.
ama en çok da o akılları baştan alan cam ayakkabının peşine düştükçe tökezleyeceğiz...
ne o muhteşem ayakkabı var, ne de onu giyecek muhteşem ayaklar!
bizler pürüzlüyüz, hatalıyız, eksiğiz...
kabul edip yola devam etmeliyiz.
devamını gör...
2498.
hadi bakalım. yarın inşalah.
devamını gör...
2499.
selam dudes,

buraların bir çok başlığına aşinayız. varya hani:

insan nasıl mutlu olmalı?
insan neye üzülür?
ruh sağlığına iyi gelen şeyler… uzun zaman sonra yazma isteğimi uyandıran başlık ise;

insan kendini nerede aramalı? oldu. neden o başlıkta değil de burada sürtüyorum çok mantıksız. zaten fazla mantık kullandığımdan error verdim ve anayurda döndüm, hala dönmekteyim. yoldayım! kendimi orada bulur muyum? daha belli değil, bulduktan sonra bildiririm desem, ya seni ya kendimi kandırırım. gidiyoruz ya öyle tıngır, mıngır.

son zamanlar da obsesif kompulsif bozulmuş olmamdan şüpheleniyordum, onu gideriyorum. bi’ yandan özüme bakıyorum, orada mısın? dön bana. ben de dönüyorum, ankara’ya.
devamını gör...
2500.
ortak oldu satırlarıma, beğendi yazdıklarımı.
anlıyorum seni dedi. takdir etti. sonra güzel dileklerde bulundu.
sonuçta o dilekler tuttu.
nereden bilsin burnumun dikine gittiğimi?
gerçi yine olsa yine giderim. salaklık parayla mı? **

bir arabam olacak. nerelere gitmem ki. nerelere gitmem sahi. yahu gitmeyeceğim yerleri yazarsam sabah olur. peki nerelere giderim? yol nereye gidiyorsa oraya giderim diyeceğim ama... bak gördün mü satırlarda bile gidemiyorum. evin önünden çıkamadık.

ıhlamur kasrına gittiniz mi? ben önünden geçtim. şöyle bi baktım. bir gişe koymuşlar. diyorlar ki yakından bakmak için bize ateşlemen lazım biraz.
demedim tabii
ben ayakta da bakarım böyle
güzelmiş bahçeniz ve konağınız
yüce devletim
sanki istanbul'da değil gibi
sanki buraya gelene kadar
yaşamadılar onca sıkıntıyı.

fotoğraf çektirenleri gördüm sonra. bir de öylesine koşturan çocukları, yüce devletim müzeyi onlar için işletiyor işte.

içimden de sen müze sevmiyordun aykut boşver gidelim buradan dedim.

güzel bir yer ama tam fotoğraf çekmelik, bahçesinde oturmalık.

yaşasın milli saraylarımız.

o değil de bir şatomuz olmadan ölüp gideceğiz.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim