4921.
algoritma kurbanıyım, ınstagramdan geliyorum.

arka arkaya bir kaç videoya denk geldim, çok doldu içim bir kaç kelam etmek istedim.

reelde sanalda acılarla dolu, küçük çocuklar, yaşlı insanlar, çalışan kesim hepsi sıkıntıda herkes mutsuz.

hali vakti yerinde olan birisinin çocuğu oyuncaklarıyla oynarken kağıt toplayarak hayatta kalmaya çalışan birisinin çocuğunun onu nasıl bir istek ve çaresizlik içinde izlediğini gördüm.

lokmam boğazıma dizildi, yutamadım. oğlum yanımdaydı ona sarılmak geldi içimden, onu da yapamadım. çok ağır geldi bu video, sırtıma iki öküz aldım yokuş yukarı tırmanıyorum sanki.

bu dünyada adalet yok, bir gün bunun olacağına dair en ufak bir ümidim de yok.

evet birileri bu dünyanın gerçekten tadını alıyor, ama çoğunluk her alanda göçük altında kalmış gibi.

düşünüyorum da, herkese karşı adil olan tek şey ölümün kendisi. en azından kimseye iltimas geçmiyor. düşünün yani bu yaşadığımız alemdeki en adil şey aklımıza gelince bir çoğumuzu titreten ölüm yani.

öyle boktan bir düzen, öyle rezil bir hâl.

oysa hepimize tatmak için verilmiş bu yaşam hakkı, kiminin çilesi kiminin eğlencesi olmuş.

itirazım var(!) ama elden bir şey de gelmiyor. arada derede ufak tefek bir şeyler yapabiliyorsak ne âlâ bu da kendimce bir başkaldırı.

sabaha kadar yazabilirim bu hususta ama, faydası yok.

artık bu işkence halini kaldıramıyorum, bunu kendim için de söylemiyorum çok şükür yaradana pek bi yokluk görmedim. ama görenlerin acısını çaresizliğini kalbimin tam ortasında hissedebiliyorum. şu durumda bile ben rahatsız olabiliyorsam yaşayana sorsan ne der kim bilir ...
devamını gör...
4922.
tanri kompleksi, fazla erkeksi,
herkes pisti terk etsin
devamını gör...
4923.
bir zamanlar uzak bir dağ köyünde bir zen ustası ve öğrencisi yaşarmış. bir gün öğrencisi ustasına sormuş:
-usta hayatın anlamını arıyorum ne yapmalıyım?
usta gülümsemiş ve öğrencisini bir tepeye çıkarmış. aşağıdaki manzarayı göstererek şöyle demiş:
--bu dağ, bu ağaçlar, bu toprak. her şey kendi yerinde, olduğu gibi.
eğer hayatı anlamaya çalışıyorsan bu dağ gibi ol. huzurlu, sabırlı ve anı yaşa.
öğrenci tekrar sormuş;
-peki usta bu anlamı nasıl bulacağım?
usta cebinden bir taş çıkarıp yere bırakmış. bir süre taşı izleyip şöyle demiş;
-- taş buradadır. çünkü var olması gerektiği yer burasıdır. taş kendini aramaz, var olur. sen de hayatını taş gibi yapmalısın. arama, ol.
öğrenci biraz düşündükten sonra, anlamış: anlam, ne aramakta ne de bulmakta. o, sadece “olmak”tadır.
devamını gör...
4924.
yaşıyoruz be. en kötüsü bile öldürmüyor!
ne kadar büyük bir boşluğa düşerse düşsün alışıyor insan, çıkıyor o boşluktan.
güzel bir şarkı; bir trampet sesi, bir zil sesi; güzel bir kadın, temiz bir nefes oksijen, ağaç kokusunu sırtında taşıyan bir rüzgar... her şeyi unutuveriyoruz. her şeyi!

genimiz bencil bizim, yaradılışımızda var. allahtan kötü insan değilim, yoksa ne yapardım bilmem. tercih ediyorum haksızlığa maruz kalmayı bir başkasına yaşatmaktansa. ne kırabilir ki beni? hiçbir şey ulan.
ahlaktan, erdemden nasibini almamış varlıklar kaderime tesadüf etti diye ben mi üzüleceğim mesela? oldu canım. en ciddi şey ölüm mü?
gözlerimin önünde ölseler, ruhum kıpırdamaz.
kayıtsız kalırım albert gibi. her şey gibi bu da absürd mü biraz? evet, olsun. farkındalık güzel şey. ama sevdiğime zarar vereni allah korusun benden. ne söyleyeyim? ölümden mi korkacağım.

ufacık kafama takıyor değilim bana sıkıntı yaratacak, hüzün verebilecek şeyleri. insanlar böyle olabilmek için nelerini vermez..
belki gerçekten epikür'ün sözünü ettiği dinginliğe ulaşmışımdır.

ne mi yapacağım. üff. ne güzel şeyler yapacağım. biraz zamana ihtiyacım var, o kadar. para, pul.. bunlar da pek umrumda değil.
ufak şeylerle de mutlu olmaya alışmışım ben. zaten paraya umut bağlayan hangi varlık gerçek mutluluğa ulaşabilmiş ki? kim parayı elinin tersiyle itmişse, ona varmış para. şimdi nasılsa...
devamını gör...
4925.
yaklaşık 3 aylık derin bir bunalımın ardından nihayet kendime gelmeye başladım. öyle zor bir dönemdi ki benim için. kendimle sert bir yüzleşme yaşadım, altından kalkamadım bir süre. beni bu kadar çok sarsan şey de buydu zaten. meğer benim asla kabullenmediğim, kabullenmek istemediğim ne çok gerçek varmış. insanlara tutunmak için ne kadar çok bahane üretiyormuşum. içimdeki boşluğu hep başkalarıyla doldurmaya çalışıyormuşum. her daim emek veren, çok seven, bir şeyleri feda eden taraf benmişim. her şey bu yüzden bu kadar zormuş meğer.

bu 3 ayın 2 ayı istisnasız her gün ağlamakla geçti. ilk başlarda ağladığım belli bir şey vardı evet ama sonrasında durduk yere ağlama atakları geçirmeye başladım. otobüste, banyoda, ders çalışırken, yemek yerken... sonra çok sigara içmeye de başladım, öyle ki bazen günde 2 pakete kadar. baya da yalnızlaştım. bir gün kendimi o kadar kötü hissettim ki sadece yanımda biri olsun istedim. yaklaşık 15 kişiye yazdım buluşmak için, konuşmak için. hiçbiri müsait değildi. ben olsaydım iki elim kanda olsa bir çaresini bulurdum mesela. bunu düşünüp üzüldüm bir süre. herkesin iyi ve kötü her gününe yetişip de günün sonunda telefona kimse çıkmayınca, kimse sizi dinlemek istemeyince baya bir koyuyor normal olarak.

sonra bir de bir zamanlar çok sevdiğim, uğruna hayalimi ertelediğim ama artık bakarken midemin bulandığı bir insanı, beni bu kadar tetikleyip boşluğa düşüren kişiyi her gün görmek zorunda olmam vardı tabi. o ve onun storyler üzerinden yaptığı göndermeler, aklımdan asla çıkmayan o son konuşma, bana reva gördüğü şey... çok kalp kırıcıydı. diyeceksiniz ki neden takipten çıkmadın değil mi? haklısınız. ama saplantı haline getirmekten çok korktum. o yüzden oluruna bırakmıştım. zaten çok da iplemediğimi anlamış olacak ki kendisi çıktı takipten. ben de engelledim. o kadar rahatladım ki anlatamam. çok şükür dedim, dünya varmış.

gerçekten bütün duygularımın köreldiği ve sadece günü kurtarmak için yaşadığım bir süreçti bu. insan allah'a sabah olmasın diye dua eder mi? ben ediyordum işte. içimde hiçbir istek, azim, tat yoktu. bunlar çok büyük nimetmiş arkadaşlar. hissedebilmek gerçekten çok büyük bir hediyeymiş. olumlu duyguları geçtim üzüntü, kırgınlık, öfke falan bile yoktu içimde, samandan farksızdım yani anlayacağınız. yapabildiğim tek şey ağlamaktı, onun da nedenini bile bilmiyordum artık. sonra destek almak istediğime karar verdim. konuyu anneme açtım. durumun ciddiyetinin farkındaymış zaten, ne gerekirse hallederiz beraber sen rahat ol dedi.

işte attığım bu küçük adım beni gerçekten toparladı. ilk başta psikoloğa gideyim falan diyordum ama son anda başka bir şey denemeye karar verdim, daha farklı bir yöntem. ne olduğunu paylaşmayacağım ama inanmayan ya da gerçekten istemeyen bir insanın fayda görebileceği bir şey değil. öyle işte. bana çok iyi geldi. çok şükür kısa sürede toparlandım. şu an sadece kendimi düşünüyorum ciddi manada, olması gereken buymuş zaten.

bütün arkadaşlarımla da arama mesafe koydum. mesajlara, aramalara falan da bakmıyorum. inat olsun diye değil, içimden gelmiyor artık. hiçbir anlam ifade etmiyor benim için. gerçekten umrumda değil çünkü. kendimle daha fazla vakit geçirmeye başladım ama bu sefer gerçekten keyif alarak. alışveriş yapıyorum, kahve içiyorum, yürüyorum... tek ihtiyacım olan şey kendime yetebilmekmiş. insanlara yetişme telaşından kendimi unutmuşum. anın tadını çıkarmak gerçekten harika bir şeymiş, insan kendi hissetmeyene kadar anlamıyor.

gerçekten çok iyiyim. enerjim de keyfim de gayet yerinde. sigarayı çok çok az içiyorum merak etmeyin. okulu da biraz gevşettim, öyle ki hayatımda ilk kez bir dersten kalacağım galiba. olsun, canımdan kıymetli değil düzeltirim. boşvermeyi ben de hak ediyorum.

haftaya bugün doğum günüm. sıfır heyecan. kendimden eminlik var sadece. hayatımın dönüm noktası olacağına emin olduğum bir dönem. yeni bana merhaba, eskiye elveda diyeceğim. tek başıma kutlayacağım yüksek ihtimalle. bilmiyorum. karar verme işini son ana bıraktım. umarım daha dolduracak çok sayfam vardır.
devamını gör...
4926.
gecenin bir yarısı kalbimin sesini dinliyorum kulaklarımı sağar edercesine tik tak tik tak. buda benim ruhumun terapisi. bir film izlemek ya da bir müzik dinlemek gibi değil. geçmiş uzunca bir hayat ve aklıma gelen bir kaç kırıntı şey. mutluluk ve pişmanlık. ikiside var. kimseninki mükemmel değilde ısrarla sınırsız mutluluğun peşinden koşmakta yoruyor insanı. sigarada tıkıyor insanı. alkolü bıraktım. uykusuz bir bedenim uyanık bir zihnim var. hepinizmi böyle lan.
devamını gör...
4927.
kafamın içi karalama defteri oldu.. karalayacak hiçbir yer kalmadı.. şimdi siyah bir defter..
devamını gör...
4928.
en sevdiğim rüyalardan birini gördüm bugün. köy okulumu… anasınıfından 8. sınıfa kadar canım köyümün okulunda okudum ben ve özlemimden olsa gerek arada sırada rüyalarıma girer. hep çocukken olduğumuz gibi görürüm arkadaşlarımı da öğretmenlerimi de okulumu da.. öğretmen olduğum için de beni bir başka etkiliyor sanırım. şimdi okul yıkık dökük kimsesiz ama eskiye dönülebilir bir halde. bu sefer rüyamda şimdiki yaşımdaydım ve birden kendimi okulda buluyordum. okul tertemiz ve sıcaktı. sınıflardan çocuk sesleri geliyordu . bir müdür yardımcısı ile karşılaştım ve ağlamamı durduramadım adam gülümseyerek da okulu gezmem gerektiğini söyledi. tam üst kata da çıkacaktım ki uyandım… her güzel şeyin bir sonu oluyormuş gerçekten bir rüya beni ancak bu kadar etkileyebilir. geçmişe olan özlemim çok fazla, okuluma, çocukluğuma olan özlemim çok fazla. üstelik çok mükemmel bir geçmiş olmamasına yokluklarla dolu olmasına rağmen… bir gün çok zengin olursam* o okulu düzeltip köylülerin işine yarayacak bir hale getiririm belki.
devamını gör...
4929.
kalbi kirli insanların bu kadar çok olduğu bir zamanda büyütmek ne zor iştir çocukları. dindar bir nesil yetiştirmek için bunca çabadan sonra bütün yürekler pislik içinde..
bazen düşünüyorum da özdemir asaf'ın dediği gibi,
çokça yağmur yağsa temizlenir mi acaba şu dünya?
devamını gör...
4930.
dağınık bir düşünceler silsilesi
aşk üzerine

insanın kendini bir aşk içinde görme isteği, birine aşık olma, onunla hayalinde kurduğu gibi günler geçirme , o bilinen şiirlerdeki gibi sevilme isteği... ne üzücü değil mi?
galiba bizi dışarıda gördüğümüz ilişkilere özenerek bakmamız, her şeyi kusursuz sanma meylimiz, aşkın bizi kesinlikle bulması gerektiği düşüncemiz yönetiyor. mesela ben şu an birinin bana tutku dolu gözlerle bakmasını, beni sevdiğini göstermesini, söylemesini, sevdiğim beğendiğim şeyleri bilip küçük şeylerle beni mutlu etmesini o kadar isterdim ki. böyle diyince olabilirmiş gibi geliyor ama herkes veremiyor bunları işte.
hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünya. umutsuz bir nesil, birbirinin yaralarını sarmaya değil üstüne tuz dökmeye alışkın bir toplum. kendimi yapayalnız hissediyorum. kendime uygun kişiyi ararken basitlesmiş hissediyorum. böyle şeylerin kendiliğinden olması gerekmiyor muydu diyorum. yine hayalimde yarattığım bir ideal. şaşırmadım. sevmek, sevilmek bu kadar zor olmamalı. hepimiz istiyoruz aynı şeyleri, şefkati, anlayışı, güzel bakışı, tatlı sözü, gün sonunda yorgunluğumuzu bırakabileceğimiz bir sarılmayı.. hayat yeterince zorken birbirimize sığınacağımız insanı bulmayi hepimiz istiyoruz.
o zaman neden bulamıyoruz?
devamını gör...
4931.
dönüp baksa 5 yıl önceki, 10 yıl önceki ben; şu anki benimle gurur duyar mıydı? istediğim yerde miyim?
daha bile ilerisinde olduğum için kendimle gurur duyuyorum.
ortaokuldan beri "en azından bir kitabın çevirmeni olarak ismim geçse, diller arası bağlantım olsa" diye hayal kurardım. en sevdiğim öğretmenim, ingilizce öğretmenim, rusça da bildiği için ona çok özenirdim. ben de kitapları orijinal dillerinde anlamak, dünyayı dolaşmak ve herkesle iletişim kurabilmek istiyorum. gezmek istiyorum, her şeyi öğrenmek istiyorum derdim. iyi ki 6. sınıfa giden o küçük kız hiç değişmemiş. hem bir sürü dil öğrendim, hem de henüz 22 yaşında olmama rağmen kucağımda 3 tane çeviri kitabım var bile. insanlık için küçük, benim için büyük adımlar. o her şeyi merak eden, denemek ve öğrenmek isteyen kız da kaybolmadı.
kendimle öyle gurur duyuyorum ki! öğrendiğim, yaptığım, uğruna çabaladığım her şeydeki tutkumu çok seviyorum. akademik anlamda, resimde, dansta, istediğim enstrümanda, öğrenmek istediğim bir dilde, öylesine ilgileniyorum dediklerimde bile, deneyimlediğim mesleklerde hep severek, bunları zevk alarak yapıyor; bu tutkum sayesinde "başarılıyım bu konuda ya.." diyebiliyorum. bunu diyebilecek raddeye getirmeden peşini de bırakmıyorum. birçok alanda kendimi böyle gördüğüm için, çabalarım için, gelişimim için kendimi tebrik ediyor ve sâhiden gurur duyuyorum.
ayrıca bir başkasının tasdiklemesine ihtiyacım olmayan bu kafa yapımla da gurur duyuyorum.
zirâ bir başkasının onayına muhtaç olarak kendimi sürekli sıksaydım bunların hiçbirini yapamazdım eminim ki. insanların hep bize yetersiz hissettirecekleri aşikâr.

üçüncü çeviri kitabım çıkınca birden oturdum düşündüm, üniversite sınavına hazırlanırken elimde sadece onlarca çalıştığım ders saati vardı. stresliydim, yetersizdim kendimce. hacettepe'nin koridorlarında olmaktan pek memnunken, hayatım nerelere evrildi, ne çok değiştim. ve ne çok hayal bile edemeyeceğim konumlara getirdim kendimi pek çok yönden. derin bir iç çektim ve harbiden çok şey yaşamışım, iyi ki de yaşamışım dedim.

hem akademik olarak, hem resim dalında, hem müzikte, hem çevirilerim konusunda şimdi daha büyük hayallerim var. rabbim bunları da hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir şekilde gerçekleştirmemi nasip etsin. bir kitaplık dolusu; 3 değil, kat kat fazla çeviri kitabım ve kendi yazdıklarım olsun. ama en önemlisi; hep böyle deli dolu, neşeli, meraklı biri olarak kalmamı nasip etsin.
devamını gör...
4932.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
özellikle yavru kedi geldikten sonra psikolojim iyiden iyiye bozuldu. ilkini psikolojime iyi gelsin diye sahiplenmiştim sonrasında yaşananlar ise bana hayatı sorgulattı.
işe gidiyorum uyuyorlar, geliyorum yine uyuyorlar. tüm gün baba oğul oyun oynayıp uyuyorlar. yedikleri önünde yemedikleri arkalarında. tuvaletlerini de temizletiyorlar üstelik. büyük olana kısırlaştırılmadan önce eve karı getiriyorduk. lan bu krallığı bana babam yapmadı a..k.. çiftleşip uyuyordu.

çok isterdim bir çocuğumun olmasını, ekmek elden su elden yaşamayı. ama bu uyumak, yalanmak, oyun oynamak, mama yemek ve tekrar uyumak olan iki tane iti her gün gördükten sonra bu dünyaya çalışmak ve mutsuz olmak için gelen eşşeğin ben olduğumu bir tokat misali suratıma suratıma vuruyorlar.

keşke kedi olsaydım.
devamını gör...
4933.
en çok da insanın omuzlarına mı iniyordu bu hüznün ağırlığı?
ve olası tüm kronolojik olaylar dizisini tersten yaşayan bir aşktı bu. dikiş tutmaz, yamalı, bir o kadar da ışıl ışıl parlayan bir kaftan gibi.. kafada bir sürü soruyla anlamsızca birbirimize bakıyor ne olacak şimdi der gibi çıkacak bir yol bulmaya çalıştık...
arada evin odalarında birbirimizden kaçıp arada görme mesafesinden bir adım öteye gidemiyorduk.. kaldık böyle.. cam bir fanusun içindeyiz ışık vurdukça, renklerine göre şekil alıyor yaşadıklarımız sanki.. denenmesi mümkün tüm yollar denenmiş ve artık teslim olmuştuk.. kabul dedik.. hem çok zor bir o kadar da güzeldi.. bilemediğimiz ise ışığın hangi tonu vurduğunda gülüp eğlendiğimiz zamanların olduğuydu..
şimdi yine o renge denk gelene kadar kaçak savaşmaya devam edecektik..
devamını gör...
4934.
zamanın berinde bir zamanlar bir kral varmış. bu kral her kral gibi sert mizaçlı acımasız yav.ş.ın tekiymiş. on tane vahşi köpeği varmış. insanları cezalandıracağı zaman bu köpeklerin önüne atar ve parçalanmalarını izlermiş. yine bir gün bu kralın hizmetçilerinden bir tanesi bir kusur işlemiş. kral derhal hizmetçinin köpeklere yem edilmesini emretmiş. hizmetçi efendim beni bağışlayın desede kral merhamet göstermemiş hizmetçi bari bana on gün mühlet verin sonra cezalandırın deyince kral kendinden beklenmeyen bir şey yapmış ve sana on gün mühlet veriyorum demis. hizmetçi köpekleri eğiten adamı bulmuş ve köpeklerin eğitimini on gün üstlenmek istediğini söylenmiş. üstelik bu hizmeti karşılıksız yapacağını ve beş gümüş vereceğini söylemiş. bakıcı canıma minnet der gibi bir bakış atarak teklifi kabul etmiş. hizmetçi her gün köpeklerin yiyeceğini verir ve onların başını okşayıp sevgi gösterirmiş. eski bakıcı gibi köpeklere gaddar ve zalim davranmazmış. nihayet on gün süre dolunca kral infazın yerine getirilmesini istemiş. hizmetçi köpeklerin önüne atılmış. ama garip şeyler olmaya başlamış. köpekler hizmetçiyi parçalamak yerine ayak uçlarına kadar gelip hizmetçinin ayaklarını yalamaya başlamışlar. kral şaşkın neler oluyor bu köpeklere deyince hizmetçide taşı gediğine koymanın tam zamanı diyerekten, efendim size on yıldır hizmet ederim fakat tek bir yanlışımda beni cezalandırmak istediniz ve vahşi köpeklerin önüne attınız. ben onlara yalnızca on gün hizmet ettim ve bu hizmetimi unutmadılar beni parçalamak yerine sevgi ve merhamet gösteriyorlar demiş. hikaye bu kadar. kral affetmişmi affetmemişmi orasını bilmiyorum. ben sadece hikayenin ana fikrine değindim. insanoğlu çoğunlukla yapılan iyilikleri bir çırpıda silen ve görmezden gelen bir yapıya sahiptir.
devamını gör...
4935.
ben kimseyi karalamam. evet.
devamını gör...
4936.
her gün, olur bir gün, özlenir.

yoo. yani güzel durdu öyle söyleyince tabi ama, sanki böyle şeyli gibi, kendinden tevriyeli çatal bıçak setiymişcesine canısı. ama dii. yazıyorum, ihtimaldir ki sarhoşum, ondan. sessizliği bozmak niyetim dii.

akışımı kaybetmişim, bulan olursa cenk bahçe, muhabbet sokağı numara doksan. içim ürperiyor, ya evren yoksa? var gibi-yim. bi yerde, bi şekilde. içeride hâlâ yaşıyor gibi, cenk, nimo, bart, zart, zurt. içeride hâlâ yaşıyor gibi, sen, diğeri, öbürü (not -sü). çıkaları yok gibi, bi var gibi, sonra yine yokmuşcasına. arada kafayı uzatıp çıkalım mı diyorlar, oturun oturduğunuz yerde. kıt o-tur. yok gibiyim, varlığın tanımını yapabilmekten çok uzak. ama iyiyim, diyelim olalımdan hallice. hiç üveys-el karani’de haşlama yedin mi? ihtimalini öpeyim. türkçeyi gereksiz iyi kullanan kürt şairleri de.

neyse. haydi artık gidelim bu kahırdan, ışık söndü, ayaz bastı; gördüm. anı-yanlar nerden diye sormadan, terk edelim sokağını, döndüm.

iddialı bir söylem oldu, ama bi yere değil; kendi üzerime. sekizi de döneyim, dönebilirsem. salını da salını da düştüm içime, hadi çıkarı çıkarabilirsem.
devamını gör...
4937.
ehliyet kursundaki ilk dersimin 10. dakikasından sonrasına tampon birkaç yerden bağlanmış olarak devam etmek zorunda kaldık.babam hep söylenirdi gel bizim arabada azcık alıştırma yap diye yapmadıysam bir bildiğim varmış demek ki. bugün anlamış oldu.
devamını gör...
4938.
bir müzik duyarsın inceden, ağır ağır çalar kafanda. genellikle bu dans ettiren, motive eden 9/8’lik oynak ritimli müziklerden değildir. insana ruhunun ne denli ağır olduğunu hissettiren “cenaze marşı” edasında bir müziktir. bir bakıştan, bir hareketten tetiklenir ve seni “ne yapıyorum ben burada”, “ ne olacak bunun sonu” ya da “nasıl bir hayattır bu” şeklinde düşündürür. hayatı sorgularsın yani, kısa metrajlı bir film gibi yaşadıkların gözlerinin önüne gelir. işte o müziği hep duyuyoruz.

adaletsiz bir durum oluyor, plak pikaba yerleşip dönmeye başlıyor. haksızlığa uğruyoruz çalıyor. yetişemiyoruz, kaybediyoruz, geç kalıyoruz, devam ediyor. zihnimizi böylelikle boşaltmış oluyoruz. belki bir sigara yakıp denize bakıyoruz o melodiyle. belki de ağlıyoruz. boyun büküyoruz, böyle gelmiş böyle gidecek diyoruz. bir mezar taşında adımız yazana kadar bu yalan dünyayı omuzlarımızda taşıyacağız, biliyoruz.

yaşamak için bir nedenimiz olması gerek. bu dünyaya zevk içinde yüzmeye mi geldik? dert okyanuslarında boğulmaya mı geldik? ikisi de değil işte. öleceğimizi bilerek geldik buraya. ama öleceğimizi bilerek yaşamıyoruz. bazıları yemeye, bazıları sevişmeye, bazıları gezmeye geldiğini sanıyor. her şeye sahip olmak için çalışıyor, ya da her şeye sahip olma uğruna ölüp gidiyor. her şeye sahip olduğunda ne oluyor peki? uçsuz bucaksız bir boşluk. her şeye sahip olduğunda seni şeytan bir dağın başında bekleyecek işte. ondan sonra adam öldürmek nasıl bir histir denemek isteyeceksin. eroin kafası nasıldır denemek isteyeceksin. bir hayatı mahvetmek nasıl bir histir bunu denemek isteyeceksin ve başaracaksın da. sonunda da tahtalıköyü boylayacaksın. ne uğruna geçip gittin buralardan, neler yaptın dersen. sadece nefsini coşturdun yaşamadın ki.

californication diye bir dizi vardı gençlik zamanlarımda çok defa izlemiştim. kaliforniya’da, los angeles’ta geçer dizi ve içinde her türlü iğrençliği barındırır. ama hepsi yaşanmış olaylardır. adam multimilyonerdir her şeye erişimi vardır. ama nasıl ölür bilir misiniz? erotik asfiksiden ölür. ölümünü görenler kahkaha atar o derece saçma sapan bir ölümdür. çünkü adamın artık ulaşacak bir amacı yoktur. günahlar şehrinde kendini heyecanlandıracak bir şey kalmamıştır.

kendinizi neye yönelttiğiniz hangi yoldan geçtiğiniz veya geçeceğiniz o kadar önemlidir ki. inancınız olsa da olmasa da erdemli bir yolu seçmeniz gerekli. inançlıysanız kimseye düşmanlaşmadan yaşamanız, hoşgörülü olmanız lazım. inançsızsanız da öyle inançlılara nefret duymamanız gerekli. herkes kendinden mesulse ve herkes kendi hesabını verecekse bu böyle olmalıdır. inançlı kesim şunu unutuyor öyle bir ailede ya da ülkede doğarsın ki ateizmden başka bir şansın olmaz. ya da yahudi doğarsın, hristiyan doğarsın, budist doğarsın. bunu sen seçmedin ki. doğdun ve genellikle müslüman bir coğrafyada doğdun o yüzden müslüman oldun. inançsız kesim de inançsız bir ailede doğdu veya çevresinden etkilendi de inancını kaybetti. iyi örnekler ve kötü örnekler hayatta her zaman karşımıza çıkar.

bir insanın öğretmeni kötüyse o dersi de kötüdür. matematik öğretmeninin yaklaşımı, öğretme tarzı, diyaloğu nasılsa o derece dersi sever ve öğrenirsin sonuçta. bu da böyle bir şeydir. dini insanlara kötü örneklerle aktardıklarından her müslüman cadı gibi gözüküyor inançsızlara. ya da her inançsız ne kadar ahlaklı olursa olsun sırf içki içtiği için taşlanmalı olarak algılanıyor inançlı kesim tarafından. iki kutba ayırmışlar insanlığı ve onlar birbiriyle çatışıyor. bu savaşın galibi yoktur oysa. öldüğümüzde doğrusu neymiş anlayacağız. ama o zamana dek kimseye hayatı zindan etmemeliyiz. suç bireyseldir, inanç bireyseldir. bunu anlayabilmeliyiz.

o cenaze marşını her zaman duyacağız kulaklarımızda. vazgeçmek isteyeceğiz, içimizdeki biraz umut kırıntısı vazgeçirmeyecek. uzaklara dalacağız, yaşanan ve yaşanmayan şeyleri düşüneceğiz. sonra işimize devam edeceğiz. o müzik çalıyorsa mola zamanıdır. tank dolmuştur ve musluğu açıp biraz boşaltmak gerekiyordur.

böyle gelmiş, böyle gider diye bir şey olamaz. sen kendini değiştireceksin ve dünyanın değiştiğini göreceksin. herkes kapısının önünü süpürse mahalle ne kadar temiz olurdu değil mi?
devamını gör...
4939.
kalbimin ilk defa bu kadar sıkıştığını hissediyorum.
acı çekmek böyle bir şeymiş sanırım.
aldığım nefes yetmiyor.
devamını gör...
4940.
31

evet.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim