normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3061.
bugün dolmuşta yüzümüzü güldüren bir olay yaşadık. hem biraz güldük, hem de umutlandık.
dolmuştan bir öğrenci inmiş ayaktaki yolcular olurmamıştı. az ileride bir hanımefendi bindi ve o boş yeri ayaktaki yolculardan birinin verdiğini düşünüp, "ne gerek vardı çocuğum, sen otursaydın" dedi. çocuk* zannımca ablayı bozmamak için sadece "yok abla" demekle yetindi. abla oturdu teşekkürünü etti, sonra da çoğunun ücretini de kendisi ödemeye çalıştı. genç adam itiraz edince bir süre birbirini ikna konuşması sürdü aralarında, abla galip geldi tabi. sonra aklında kalmış olacak ki çocuğa dönüp "öğrencisin değil mi" dedi, o da ne yapsın "öğrenciyim abla, hiç gerrek yoktu ama sağol" deyiverdi. abla inerken gence tekrar teşekkür etti ve gitti.
sonuç olarak yapılmamış bir iyiliğin bile, farzımisal yaşanmış olmasının, yüzde ufak bir tebessüm bırakan bir olaya dönüşmesi mümkün. iyiliğe o kadar hasret kalmışız ki çok basit bir hareket bile bize umut, yüzümüze gülümseme olabiliyor. biz öyle zannetmiş olsak bile iyi insanlar iyi ki varlar
dolmuştan bir öğrenci inmiş ayaktaki yolcular olurmamıştı. az ileride bir hanımefendi bindi ve o boş yeri ayaktaki yolculardan birinin verdiğini düşünüp, "ne gerek vardı çocuğum, sen otursaydın" dedi. çocuk* zannımca ablayı bozmamak için sadece "yok abla" demekle yetindi. abla oturdu teşekkürünü etti, sonra da çoğunun ücretini de kendisi ödemeye çalıştı. genç adam itiraz edince bir süre birbirini ikna konuşması sürdü aralarında, abla galip geldi tabi. sonra aklında kalmış olacak ki çocuğa dönüp "öğrencisin değil mi" dedi, o da ne yapsın "öğrenciyim abla, hiç gerrek yoktu ama sağol" deyiverdi. abla inerken gence tekrar teşekkür etti ve gitti.
sonuç olarak yapılmamış bir iyiliğin bile, farzımisal yaşanmış olmasının, yüzde ufak bir tebessüm bırakan bir olaya dönüşmesi mümkün. iyiliğe o kadar hasret kalmışız ki çok basit bir hareket bile bize umut, yüzümüze gülümseme olabiliyor. biz öyle zannetmiş olsak bile iyi insanlar iyi ki varlar
devamını gör...
3062.
az önce konuştuğum bir çocuk var onunla konuşurken acele acele çantama cüzdan filan koymaya çabalarken adın çıkıverirken durdurdum kendimi. sana dair her şeyden çok yoruldum.
devamını gör...
3063.
insanlar birtakım değiştirmek istedikleri davranışları, huyları için bazı slogan, mantra ve özlü sözlere sarılıyorlar. bunları kendilerine sık sık hatırlatıp iyi davranışı pekiştirmek, kötü davranışı azaltıp yok etmek istiyorlar. lakin elbette ki bunların bazılarının verdikleri mesaj sıkıntılı oluyor. mesela az konuşmaya övgü konusu. illa ki önünüze çıkmıştır. söz gümüşse sükut altındır, az konuşursan konuştuğunda cümlelerin çok değerlidir. çok geveze, düşünmeden konuşan, dilini tutamadığı için sıkıntıya giren bir insan az konuşmayı çok ulvi ve değerli bir nitelik olarak gorebilir ama normal koşullarda değil. mesela az konuşan ama konuştuğunda da ortalama olan biri niye daha iyi oluyor ki öbüründen. az konuşunca otomatik bilge, filozof, eren mi olunuyor?
bunu eleştirme sebebim bir miktar ortalamaya göre sessiz bir insan olmam. ancak şahsen ah şunu demeseydim durumunu pek yaşamamak dışında pek faydasını görmedim.
sürekli konuşmak istemek değil mesele ancak konuştuğunda rahat ve kendini doğru bir şekilde ifade etmek epey önemli. dostluk, aile, romantik ilişkilerde en temelde bulunur bu. kariyer yolunda, kurumsal hayatta da kesinlikle kayda değer derecede önemlidir. ve sessizliğin, konuşmamanın övülmesinden rahatsızım, sıkıldım. evet birçoklarının ah dilimi tutsaydım, dedikodusunu yaptım ayıp oldu gibi yakınmalarının az konuşan insanlarda pek karşılığı yok. ancak kendini güzelce ifade etmek, konuşmak, insan iletişiminden keyif almak güzel bir şey yahu. iyi tarafı da bir yetenekten ziyade gelişebilir bir özellik oluşudur.
milleti de çenesini kapasın yeter ki diyerek şu sözlerle teşvik etmeyin*.
bunu eleştirme sebebim bir miktar ortalamaya göre sessiz bir insan olmam. ancak şahsen ah şunu demeseydim durumunu pek yaşamamak dışında pek faydasını görmedim.
sürekli konuşmak istemek değil mesele ancak konuştuğunda rahat ve kendini doğru bir şekilde ifade etmek epey önemli. dostluk, aile, romantik ilişkilerde en temelde bulunur bu. kariyer yolunda, kurumsal hayatta da kesinlikle kayda değer derecede önemlidir. ve sessizliğin, konuşmamanın övülmesinden rahatsızım, sıkıldım. evet birçoklarının ah dilimi tutsaydım, dedikodusunu yaptım ayıp oldu gibi yakınmalarının az konuşan insanlarda pek karşılığı yok. ancak kendini güzelce ifade etmek, konuşmak, insan iletişiminden keyif almak güzel bir şey yahu. iyi tarafı da bir yetenekten ziyade gelişebilir bir özellik oluşudur.
milleti de çenesini kapasın yeter ki diyerek şu sözlerle teşvik etmeyin*.
devamını gör...
3064.
başlangıcı...
küçük kuytu köşesinde, yerde, bacaklarını dizlerinden kendisine çekmiş, cenin pozisyonunda duruyordu esen. iki haftadır yıkanmamıştı ve kafasından yayılan kokuyla evin içindeki çöplerin kokusu birbirine karışmıştı. göbeği müsaade ettiği derecede kıvrıldı. bir süredir hareket etmeyen kolları karıncalanmaya başlamıştı. kulaklarındaki uğultu geçmiyordu bir türlü ve bu sebeple kapı zilinin feryat figan çalınışını duymadı.
devamını getirmeyi umuyorum. zor oluyor ama deneyeceğim. bir süredir yazamıyorum. proje gün geçtikçe gömülüyor ve bu beni üzüyor.
küçük kuytu köşesinde, yerde, bacaklarını dizlerinden kendisine çekmiş, cenin pozisyonunda duruyordu esen. iki haftadır yıkanmamıştı ve kafasından yayılan kokuyla evin içindeki çöplerin kokusu birbirine karışmıştı. göbeği müsaade ettiği derecede kıvrıldı. bir süredir hareket etmeyen kolları karıncalanmaya başlamıştı. kulaklarındaki uğultu geçmiyordu bir türlü ve bu sebeple kapı zilinin feryat figan çalınışını duymadı.
devamını getirmeyi umuyorum. zor oluyor ama deneyeceğim. bir süredir yazamıyorum. proje gün geçtikçe gömülüyor ve bu beni üzüyor.
devamını gör...
3065.
iyi olmaya çalışıyorum sözlük.
çokça karalama defterine yazdım; her yazdığımda aklımda farklı düşünceler, üzüldüğüm, streslendiğim farklı şeyler var.
ama hiç bu kadar kötü ve stresten hiç bir şey yapmadığım bir dönem olmadı.
bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
hep yetersiz geliyor.
yapacağım belli ama görünmez bir el beni alıkoyuyor.
hayatımla kumar oynuyorum sözlük.
bütün her şey benim omuzlarımda.
her şey belli,
halletmeye çalışıyorum.
çokça karalama defterine yazdım; her yazdığımda aklımda farklı düşünceler, üzüldüğüm, streslendiğim farklı şeyler var.
ama hiç bu kadar kötü ve stresten hiç bir şey yapmadığım bir dönem olmadı.
bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
hep yetersiz geliyor.
yapacağım belli ama görünmez bir el beni alıkoyuyor.
hayatımla kumar oynuyorum sözlük.
bütün her şey benim omuzlarımda.
her şey belli,
halletmeye çalışıyorum.
devamını gör...
3066.
3067.
her sabah bu defa farklı olacak diye kalkıyorum yataktan. bu sabah kapıdan çıkarken sabırsızlıkla ceplerimi yoklayıp bulduğum sigara servise binmeye beş dakika kala yanmayacak. yolda gün içerisinde yapacaklarımı sorgulamayacağım ve sadece müzik dinleyeceğim. ofiste her gün acaba bugün gelmez de rahat ederim dediğim o geveze, o şımarık, o münasebetsiz iş arkadaşım olmayacak. inanıyorum, bir gün gelecek acaba ay sonunu nasıl getireceğim derdi aklıma düşmeden akşamı edeceğim. bir öğlen namazında alnım secdede bütün düşüncelerden arınmış olacağım. elbet bir gün üç beş kuruş fazla kazanayım diye değil de sırf hevesten mesaiye kalacağım. muhakkak bir akşam iş çıkışı eski günlerde olduğu gibi sevdiğim bir tiyatro oyununu keyifle izleyeceğim. inanıyorum bir gece gün içinde olanlara sövmeden kafamı yastığa koyup huzurla uykuya dalacağım.
umut fakirin ekmeği, biz de ekmeğimizdeyiz.
umut fakirin ekmeği, biz de ekmeğimizdeyiz.
devamını gör...
3068.
sığınmak istediğim satırlar, saklanmak istediğim yürekler var.
yok olmuş gibi, yokmuş gibi, hiç olmamış gibi yaşamamış yaşatmamış gibi saysanız diyorum benliğimi.
yok olmuş gibi, yokmuş gibi, hiç olmamış gibi yaşamamış yaşatmamış gibi saysanız diyorum benliğimi.
devamını gör...
3069.
günaydın
yine de günaydın.
her şeye rağmen günaydın
sabah 6,7 gibi uyanıyorum. sağ olsun her sabah yüzümü yalayarak kafasını elimde gezdirerek mama yahut sevilmek isteyen bir kedim var.
normal şartlarda bir insanın o saatte beni uyandırması gerçekten zordur ve sonuçları olan bir şeydir. ama bu küçük canlı bunu o kadar güzel yapıyor ki -hoş kötü yaptığı günler de oluyor. kafama atlamak, saçımı yemeye çalışması vs gibi- sinirlenemiyorum bile.
dürüst olalım, ilk zamanlar zorlanmıştım. uyku düzenini bana göre ayarlamaya çalıştım. gündüz uyumasını oyun oynarak engellemeye çalıştım. engelledim de. ama bir şey değişmedi, yine aynı saatte uyandı ve uyandırdı.
bıraktım ben de.
genelde uyandırdığı dakikalarda mamasını verip uyurum ama bir haftaya yakındır yeniden uykuya dönemiyorum. uyumak istiyorum ama düşüncelerim uykumu parça parça yapıyor.
dünkü patlamada 28 kişi yaşamını yitirmiş. aileleri, çocukları, dostları, nişanlıları yahut sevgilileri. yaşamları bu kayıptan sonra daha da zorlaşan insanlar…
seferisihar’daki şila’nın ölümü. yakılarak öldürülen bir pitbull cinsi köpek. bir canlı ölmüş. yakılarak. kafesinde yaşayan. hangi sorunun çözümü bir canlıyı yakmak olabilir ki. ve hangi zihniyet bunu kendinde hak görebilir…
geçenlerde bir anne. boğazı kesilerek vahşice katledilen bir anne. yaşlı, minnoş ve tatlı bir kadın. diğer yanda oğlu. katleden, annesinin vücudundan ayırdığı kafasını balkonda sallayan ve sokağa fırlatan. videoyu yalnızca beş saniye izleyebildim. o beş saniye o gece beni ağlattı, uykusuz bıraktı, korkuttu. eşşek kadar beni annesine sığındırdı.
gebzede yakılarak öldürülen bir genç kız. 15 yaşında, liseli, hayata karşı umutları ve hayalleri olan. olaydan önce belki sabah gülümseyerek uyanan. katledileceğinden habersiz. ve annesini öldürme planı yapan ama annesini bulamayınca kızını öldüren bir cani. işkenceler yapılarak, yakılarak öldürülen bir genç kız. bir kadın. yine bir kadın.
ve daha birçok kadın. birçok hemcinsim. sayısız kadın. boğazı kesilen, parçalara ayrılan, döverek sokak ortasında öldürülen, arabayla üzerinden geçilen, yakılan. sayısız kadın.
geçen gün bir yabancı uyruklu satırlı sapkın insanın trafikte bir abinin elini yaralaması.
yabancı uyruklu -ülkesinden bağımsız- ve gün geçtikte ülkeyi çirkinleştiren pislikler. (yeterince boka batmamışız gibi!)
…
sosyal medya yasası. gönül isterdi ki bu sansür sadece geçen günkü annesini katleden gencin videosu gibi şeylere uygulansaydı. ama hepimiz biliyoruz ki bu sansür ondan başka her şeye hizmet ediyor gibi. bilinmeyecek yolsuzluklara, haksızlıklara, ifade özgürlüğüne…
ifade özgürlüğü? sahi bunu kaybedeli kaç vakit oldu?
ihtiyaçlar hiyerarşisinde birinci ve ikinci basamakta tıkalı kaldık toplum olarak. artık ne doğru düzgün temel ihtiyaçlarımızı giderebiliyor ne de güvenliğimizi sağlayabiliyoruz. bırakın lükse kaçacak ihtiyaçları, temel ihtiyaçlardan bahsediyoruz. gündemimiz bu!
ve yalnız değiliz. yalnız olmadığımızda çoğu durumda iyi hissederiz. ama bu belki de yalnız olmadığımız için üzüleceğimiz nadir konulardan.
toplumun ruhu, vicdanı (hangi vicdan? genel kabul edilen vicdan) ve merhameti olan insanların yaşam enerjileri, içindeki ateşleri bir avuç kadar kalmış durumda. adeta ruh emiciler gibi emdiler ruhumuzu…
ben de onlardan biriyim. zaman zaman büyüyen ama şu bir haftadır belki de daha uzun süredir sürekli küçülen bir formda.
bakın ben daha kişisel, ailesel ve psikolojik hiçbir sorundan bahsedemedim bile!
yaşama tutunmaya çalışan tüm empatlara selam olsun…
yine de günaydın.
her şeye rağmen günaydın
sabah 6,7 gibi uyanıyorum. sağ olsun her sabah yüzümü yalayarak kafasını elimde gezdirerek mama yahut sevilmek isteyen bir kedim var.
normal şartlarda bir insanın o saatte beni uyandırması gerçekten zordur ve sonuçları olan bir şeydir. ama bu küçük canlı bunu o kadar güzel yapıyor ki -hoş kötü yaptığı günler de oluyor. kafama atlamak, saçımı yemeye çalışması vs gibi- sinirlenemiyorum bile.
dürüst olalım, ilk zamanlar zorlanmıştım. uyku düzenini bana göre ayarlamaya çalıştım. gündüz uyumasını oyun oynarak engellemeye çalıştım. engelledim de. ama bir şey değişmedi, yine aynı saatte uyandı ve uyandırdı.
bıraktım ben de.
genelde uyandırdığı dakikalarda mamasını verip uyurum ama bir haftaya yakındır yeniden uykuya dönemiyorum. uyumak istiyorum ama düşüncelerim uykumu parça parça yapıyor.
dünkü patlamada 28 kişi yaşamını yitirmiş. aileleri, çocukları, dostları, nişanlıları yahut sevgilileri. yaşamları bu kayıptan sonra daha da zorlaşan insanlar…
seferisihar’daki şila’nın ölümü. yakılarak öldürülen bir pitbull cinsi köpek. bir canlı ölmüş. yakılarak. kafesinde yaşayan. hangi sorunun çözümü bir canlıyı yakmak olabilir ki. ve hangi zihniyet bunu kendinde hak görebilir…
geçenlerde bir anne. boğazı kesilerek vahşice katledilen bir anne. yaşlı, minnoş ve tatlı bir kadın. diğer yanda oğlu. katleden, annesinin vücudundan ayırdığı kafasını balkonda sallayan ve sokağa fırlatan. videoyu yalnızca beş saniye izleyebildim. o beş saniye o gece beni ağlattı, uykusuz bıraktı, korkuttu. eşşek kadar beni annesine sığındırdı.
gebzede yakılarak öldürülen bir genç kız. 15 yaşında, liseli, hayata karşı umutları ve hayalleri olan. olaydan önce belki sabah gülümseyerek uyanan. katledileceğinden habersiz. ve annesini öldürme planı yapan ama annesini bulamayınca kızını öldüren bir cani. işkenceler yapılarak, yakılarak öldürülen bir genç kız. bir kadın. yine bir kadın.
ve daha birçok kadın. birçok hemcinsim. sayısız kadın. boğazı kesilen, parçalara ayrılan, döverek sokak ortasında öldürülen, arabayla üzerinden geçilen, yakılan. sayısız kadın.
geçen gün bir yabancı uyruklu satırlı sapkın insanın trafikte bir abinin elini yaralaması.
yabancı uyruklu -ülkesinden bağımsız- ve gün geçtikte ülkeyi çirkinleştiren pislikler. (yeterince boka batmamışız gibi!)
…
sosyal medya yasası. gönül isterdi ki bu sansür sadece geçen günkü annesini katleden gencin videosu gibi şeylere uygulansaydı. ama hepimiz biliyoruz ki bu sansür ondan başka her şeye hizmet ediyor gibi. bilinmeyecek yolsuzluklara, haksızlıklara, ifade özgürlüğüne…
ifade özgürlüğü? sahi bunu kaybedeli kaç vakit oldu?
ihtiyaçlar hiyerarşisinde birinci ve ikinci basamakta tıkalı kaldık toplum olarak. artık ne doğru düzgün temel ihtiyaçlarımızı giderebiliyor ne de güvenliğimizi sağlayabiliyoruz. bırakın lükse kaçacak ihtiyaçları, temel ihtiyaçlardan bahsediyoruz. gündemimiz bu!
ve yalnız değiliz. yalnız olmadığımızda çoğu durumda iyi hissederiz. ama bu belki de yalnız olmadığımız için üzüleceğimiz nadir konulardan.
toplumun ruhu, vicdanı (hangi vicdan? genel kabul edilen vicdan) ve merhameti olan insanların yaşam enerjileri, içindeki ateşleri bir avuç kadar kalmış durumda. adeta ruh emiciler gibi emdiler ruhumuzu…
ben de onlardan biriyim. zaman zaman büyüyen ama şu bir haftadır belki de daha uzun süredir sürekli küçülen bir formda.
bakın ben daha kişisel, ailesel ve psikolojik hiçbir sorundan bahsedemedim bile!
yaşama tutunmaya çalışan tüm empatlara selam olsun…
devamını gör...
3070.
kaçıyorum, uzaklaşıyorum uzak olayım diyorum ama olmuyor.
zihnimi boşaltmak istiyorum, hatırlamak istemiyorum sanki hiç yokmuşum, hiç olmamışım gibi olsun istiyorum. birşeylerin içine çekilmek istemiyorum. hayal kırıklığı denen lanet şeyi yaşamaktan bıktım. herşeyi ve herkesi terk ettim. uzak olan gönülden de ırak olur dedim ama nafile. yine dönüp dolaşıp bana bulaşıyor herşey.
sıkıldım affetmekten, sıkıldım anlamaktan, sıkıldım anlayışlı olmaktan. sıkıldım artık her b.ku yeriz ama bişey olmaz nasıl olsa sever bizi affeder diyen insanlardan.
kırılmadığımı düşünen insanlardan nefret ediyorum! güçlü görünmekten, güçlü olmaktan nefret ediyorum! değilim zaten.
istiyorum ulan bende pamuklara bezenmek, dikkat edilmek ve özen gösterilmek.
bir sorunum olduğunda benimde peşimde koşulsun istiyorum. neyin var diye? (samimi bir şekilde) sorulsun istiyorum. ben varolmuşum evet evet...! ben yaşıyorum diye bilmek istiyorum. neyse dur herşeyi halledelim o kolay, ona sonra gider kalbini nasıl olsa alırız denilen kişi olmak istemiyorum artık.
emeklerimin değersiz görülmesinden sıkıldım. senelik 300k masraftan kurtardığım adamın benim ile 500 liranın pazarlığını yapmasını istemiyorum. bilinsin istiyorum ne yaptığım.
pffff...
çok yoruldum.
sürekli düşmesi enerjimin bundan çok yoruldum. hayal kırıklığına uğramaktan çok yoruldum. insanların düşüncesiz olmasından çok yoruldum. iyi olmaktan çok yoruldum. ona bi b.ok olmaz kafasından çok yoruldum lan. hallederiz onu, o kolay diye ertelemenmekten çok yoruldum. aile herşeydir diyen ben... aile kavramından nefret ediyorum bazen ve bu çok sık olmaya başladı. çok yüklü masraflarsan kurtardığım kişilerin iş bitip para ödemeye gelince, aslında çok bişey değil ne var bunda ben bunu g.tümle yaparım zihniyetinden çok yoruldum.
yorulmaktan yoruldum, yorulmaktan sıkıldım. dolup dolup taşmaktan sıkıldım. faydalanıp göz ardı edilmekten sıkıldım.
sıkıldım işte ya neredeyse herşeyden. kurtulayım istiyorum.
okuduğum bir yazıda dediği gibi ;
hiçbir kadın doğuramaz(mı?) yeniden*
zihnimi boşaltmak istiyorum, hatırlamak istemiyorum sanki hiç yokmuşum, hiç olmamışım gibi olsun istiyorum. birşeylerin içine çekilmek istemiyorum. hayal kırıklığı denen lanet şeyi yaşamaktan bıktım. herşeyi ve herkesi terk ettim. uzak olan gönülden de ırak olur dedim ama nafile. yine dönüp dolaşıp bana bulaşıyor herşey.
sıkıldım affetmekten, sıkıldım anlamaktan, sıkıldım anlayışlı olmaktan. sıkıldım artık her b.ku yeriz ama bişey olmaz nasıl olsa sever bizi affeder diyen insanlardan.
kırılmadığımı düşünen insanlardan nefret ediyorum! güçlü görünmekten, güçlü olmaktan nefret ediyorum! değilim zaten.
istiyorum ulan bende pamuklara bezenmek, dikkat edilmek ve özen gösterilmek.
bir sorunum olduğunda benimde peşimde koşulsun istiyorum. neyin var diye? (samimi bir şekilde) sorulsun istiyorum. ben varolmuşum evet evet...! ben yaşıyorum diye bilmek istiyorum. neyse dur herşeyi halledelim o kolay, ona sonra gider kalbini nasıl olsa alırız denilen kişi olmak istemiyorum artık.
emeklerimin değersiz görülmesinden sıkıldım. senelik 300k masraftan kurtardığım adamın benim ile 500 liranın pazarlığını yapmasını istemiyorum. bilinsin istiyorum ne yaptığım.
pffff...
çok yoruldum.
sürekli düşmesi enerjimin bundan çok yoruldum. hayal kırıklığına uğramaktan çok yoruldum. insanların düşüncesiz olmasından çok yoruldum. iyi olmaktan çok yoruldum. ona bi b.ok olmaz kafasından çok yoruldum lan. hallederiz onu, o kolay diye ertelemenmekten çok yoruldum. aile herşeydir diyen ben... aile kavramından nefret ediyorum bazen ve bu çok sık olmaya başladı. çok yüklü masraflarsan kurtardığım kişilerin iş bitip para ödemeye gelince, aslında çok bişey değil ne var bunda ben bunu g.tümle yaparım zihniyetinden çok yoruldum.
yorulmaktan yoruldum, yorulmaktan sıkıldım. dolup dolup taşmaktan sıkıldım. faydalanıp göz ardı edilmekten sıkıldım.
sıkıldım işte ya neredeyse herşeyden. kurtulayım istiyorum.
okuduğum bir yazıda dediği gibi ;
hiçbir kadın doğuramaz(mı?) yeniden*
devamını gör...
3071.
senin kalbin benim meskenimdir sevgilim. yürüdüğüm yollarca çürüdüğüm yıllarca senin kalbinde sekinet bulurum.
senin duvarlarına çarpan, kanayan kanatlarımın devâsı senin sükunetinde gizlidir.
buradan
senin duvarlarına çarpan, kanayan kanatlarımın devâsı senin sükunetinde gizlidir.
buradan
devamını gör...
3072.
evet, yeni bir haberim var. az önce annem tarafından yeni bir sıfatla ödüllendirildim."edep ve haya yoksunu". iyi temizlik ve yemek yapamadığım için bu şerefe nail oldum. kendimle gurur duyuyorum.
devamını gör...
3073.
kokunu duydum yanıma oturan bir kadının teninde. uzaklaştım. çok uzaklaştım. yolumu kaybettim. kadını takip ettim. o da uzaklara gitti. çok uzaklara... zavallı kadın! halbuki ben o değilim. birbirimizi bulduk son durakta. ben çoktan kalkış saatini geçirdiğim bir trenin son durağındayım. o ise beklemediği bir yolcunun istikametinde. bu hikaye on üç durak sürdü.
- geçmiş durağın hikayesi
15.10.22
- geçmiş durağın hikayesi
15.10.22
devamını gör...
3074.
insanlığın acizliği üzerine düşünüyorum. evrende bizim için çözülmeyi bekleyen binlerce gizem var bizim ise kuantum fiziğinde bile tıkanan basit beynimiz. bazen insanlığı bir köstebek gibi hayal ediyorum, evrim sürecinde hayatta kalmak için yeryüzüne çıkmaya gerek duymamış bu yüzden gözleri göremeyen hayvanlar köstebekler. peki bir köstebek yıldızları görebilir mi göremez bu gözlerinin evrimleşmemesiyle alakalıdır. bizim beynimizde sadece karadaki kaos ortamında hayatta kalabilecek şekilde evrimleşti. bundan fazlasına ihtiyaç duymadı. köstebeklerde ihtiyaç olmadığı için gözler evrimleşmediyse bizde de ihtiyaç olmadığı için evrendeki birçok sırrı çözebilecek bir duyu evrimleşmemiş olabilir. zaman, sonsuzluk, hiçlik, varlık kavramlarını anlamlandıramamamızın nedeni bizde evrimleşmemiş olan bir duyu olabilir.
devamını gör...
3075.
karanlık! bütün melankolikler çok sever karanlığı. ilham vericidir çünkü. karanlık tek başına kaldığın tek yerdir aslında. cazibesi buradan gelir. o sessizlik ve renksizlik içinde olmak hoşuna gider. yalan söylemeye gerek yoktur orada. kendi kendinle baş başa kalırsın. içindeki sesin seviyesinin yükseldiğini fark edersin. kimseyle paylaşmaya gerek olmayan konuşmaları yaparsın. sen ve kendin! bu ayrılmaz ikilinin insan bedenine monte edilmesi fazla kabul edilebilir bir şey değil. sen, görünen yüz olduğunu ve kendinin aynası olduğunu unuttuğun zaman gerçek bir yalnız olursun. ses duymazsın. karanlıktan korkarsın. karanlık yalnızlığı gösterir sadece. kendin oralarda olsa, sana bir şeyler söyler, yalnızlığını giderirdi. kendine bunu yapmamalıydın!
karanlık ve sessizlik! sen ve kendin! insan yalnız değildir, çünkü doğa çift geleneği üzerine kurulmuştur. bunu kabul edersin ya da etmezsin. doğada niçin üç bacaklı hayvan yoktur, sorusuna yenilirsin ve yalnızlığın biter. çoğaldıkça hayatın yükü üzerinden akar ve sen buzdolabı büyüklüğünde bir taşın altında kaldığını hatırlamazsın. kendine sorsan hatırlardın. kendini kaybetmiş olmasaydın. sen! gitar sesine ve anlamlı birkaç dizeye yenildin. duyguların aklını işgal etti ve kazandı. sonra zaferini kutladı duyguların, gözyaşlarını içerek. bilemedin. bilemezdin. bilmeyi unutmuştu çünkü beynin. herkesin zekâsının bir boyutu olduğunu göremeyecek kadardı sen! kendin ayrıntıları bilendi ama sen onu yok ettin.
sen! bir başına olmanın ne demek olduğunu kalabalık yerlerde aradın. binlerce insan arasında sustun. susmayı tavır belirlemiş göründün. çekici oldun. çekiciliğini arttırmak istedin. ara sıra kısa cümleler kurdun. az ve öz konuşma yalanına inandırdın seni. kendin buna izin vermezdi. beynini tembel bir hayvana çevirmene göz yummazdı. çok sustuğun için fazla görmeye başladın. gözlerin maddeyi iletti beynine. beynin maddeyle doldu. doluluğa dayanamayacak seviyeye geldi ve uyuştu. sen sarhoş hissettin. aslında beynin duruyordu. susarak çürüyordun. bilmeden. fark etmeden. kendini aramaya başlamak zorundaydın. ben kimim? sorusunu sordun bir kere. bin kere! cevap veremiyordun, çünkü kendin yoktu. sen bu yalnızlığı matah sandın! çekici olmak, az konuşmak ve sarhoş olmak dışında hiçbir özelliğin yoktu.
kendini aramaya başladın, bekâr bedenlerde, genç ya da yaşlı dudaklarda. duygularına güvendin. gizlediğin yeri unutmasaydın bulacaktın kendini. hani hep derler ya “ben kendimle barışık bir insanım” diye, bu söz oyununun gerçek olması için yalvardın günlerce. yalvardın, yakardın, dualar ettin. inancını kendinden, tanrıya çevirdin. hiç biri sana cevap vermedi. birisine anlatmayı denedin. dinleyen, iyi biriydi, kötü düşünceleri yoktu. o seni dinledi, sen de onun iniltilerini. performansını izledin üzerinde. seni kendine getiremedi. hatta daha da uzaklaştırdı. senin yapacağı her şey, kendinden bir adım uzağa götürdü. yıllarca adım adım ararken, adım adım uzaklaştığını bilmeden yaşadın. şimdi bana soruyorsun ben nasıl biriyim diye, çok merak ediyorsan işte cevabım; sen iyi birisin!
karanlık ve sessizlik! sen ve kendin! insan yalnız değildir, çünkü doğa çift geleneği üzerine kurulmuştur. bunu kabul edersin ya da etmezsin. doğada niçin üç bacaklı hayvan yoktur, sorusuna yenilirsin ve yalnızlığın biter. çoğaldıkça hayatın yükü üzerinden akar ve sen buzdolabı büyüklüğünde bir taşın altında kaldığını hatırlamazsın. kendine sorsan hatırlardın. kendini kaybetmiş olmasaydın. sen! gitar sesine ve anlamlı birkaç dizeye yenildin. duyguların aklını işgal etti ve kazandı. sonra zaferini kutladı duyguların, gözyaşlarını içerek. bilemedin. bilemezdin. bilmeyi unutmuştu çünkü beynin. herkesin zekâsının bir boyutu olduğunu göremeyecek kadardı sen! kendin ayrıntıları bilendi ama sen onu yok ettin.
sen! bir başına olmanın ne demek olduğunu kalabalık yerlerde aradın. binlerce insan arasında sustun. susmayı tavır belirlemiş göründün. çekici oldun. çekiciliğini arttırmak istedin. ara sıra kısa cümleler kurdun. az ve öz konuşma yalanına inandırdın seni. kendin buna izin vermezdi. beynini tembel bir hayvana çevirmene göz yummazdı. çok sustuğun için fazla görmeye başladın. gözlerin maddeyi iletti beynine. beynin maddeyle doldu. doluluğa dayanamayacak seviyeye geldi ve uyuştu. sen sarhoş hissettin. aslında beynin duruyordu. susarak çürüyordun. bilmeden. fark etmeden. kendini aramaya başlamak zorundaydın. ben kimim? sorusunu sordun bir kere. bin kere! cevap veremiyordun, çünkü kendin yoktu. sen bu yalnızlığı matah sandın! çekici olmak, az konuşmak ve sarhoş olmak dışında hiçbir özelliğin yoktu.
kendini aramaya başladın, bekâr bedenlerde, genç ya da yaşlı dudaklarda. duygularına güvendin. gizlediğin yeri unutmasaydın bulacaktın kendini. hani hep derler ya “ben kendimle barışık bir insanım” diye, bu söz oyununun gerçek olması için yalvardın günlerce. yalvardın, yakardın, dualar ettin. inancını kendinden, tanrıya çevirdin. hiç biri sana cevap vermedi. birisine anlatmayı denedin. dinleyen, iyi biriydi, kötü düşünceleri yoktu. o seni dinledi, sen de onun iniltilerini. performansını izledin üzerinde. seni kendine getiremedi. hatta daha da uzaklaştırdı. senin yapacağı her şey, kendinden bir adım uzağa götürdü. yıllarca adım adım ararken, adım adım uzaklaştığını bilmeden yaşadın. şimdi bana soruyorsun ben nasıl biriyim diye, çok merak ediyorsan işte cevabım; sen iyi birisin!
devamını gör...
3076.
seni o kadar özlüyorum ki. özlemle ilgili ne yazsam eksik kalır. çok zamandır ağlamıyordum şu ana dek.
umudum hiç olmasaydı keşke şu boş umudum. o kadar istiyorum ki bir yerlerde bir gün karşılaşmayı gel yanıma ben geleyim sana lütfen.
her şeyim sensiz eksik yarım kalıyor. ehliyet aldım paylaşamadık bak bunu. ne hevesle anlatırdım bir düşünsene. atandım maaşımı aldım sana bir şey alamadım, aldıklarımı gösteremedim. yepyeni insanlarla tanıştım senin fikrini bilemedim. ne yapsam ne yöne gitsem hangi sokaktan geçsem sen geliyorsun aklıma. kuşlar geçiyor ayağına bakıyorum senden haber getirmiştir diye oysaki sen sen aklından adımı bile geçirmiyorsun. bensizlik seni huzura kavuşturdu. nerdesin ya hu?
çığlıklar atıyorum sesimi duy diye. minik bir sesle konuşuyorum artık sen duymadıysan kimse duymasın.
umudum hiç olmasaydı keşke şu boş umudum. o kadar istiyorum ki bir yerlerde bir gün karşılaşmayı gel yanıma ben geleyim sana lütfen.
her şeyim sensiz eksik yarım kalıyor. ehliyet aldım paylaşamadık bak bunu. ne hevesle anlatırdım bir düşünsene. atandım maaşımı aldım sana bir şey alamadım, aldıklarımı gösteremedim. yepyeni insanlarla tanıştım senin fikrini bilemedim. ne yapsam ne yöne gitsem hangi sokaktan geçsem sen geliyorsun aklıma. kuşlar geçiyor ayağına bakıyorum senden haber getirmiştir diye oysaki sen sen aklından adımı bile geçirmiyorsun. bensizlik seni huzura kavuşturdu. nerdesin ya hu?
çığlıklar atıyorum sesimi duy diye. minik bir sesle konuşuyorum artık sen duymadıysan kimse duymasın.
devamını gör...
3077.
alarmı var sanki sıkıntıların mutlu olduğunu hissettiği zaman hooppp dur deme şekli her seferinde farklı geliyor karşına . susmak yutkunmak zorunda kaldıkların birikip acıtıyor canını. en çok üzen sussan acıtıyor söylemediklerin, susmasan çaresizsin. sevdiklerin olunca ucunda ne yana konuşsan acıyacak can senin canın . bazen çözümü çok basit olan şeyler susmalara zorlayınca çözümsüz oluyor bağlanıyor elin kolun . nerde hata yaptım deyip sorgularken buluyorsun kendini. ne kadar büyük şeylere susarsanız yer kalmadığında o kadar küçük şeyler yaş olup damlıyor yürekten gözden.
devamını gör...
3078.
başlangıcını ve sonunu birbirine karıştıracağım bir şeyler karalayacağım. “karalamanın amacı da bu değil miydi” deyip kendimi biraz olsun rahatlatmış oluyorum. kendimi kandırmış oluyorum sanırım. neyse kandırmış olsam da çorba yapacağım konu bu değildi zaten.
birkaç zamandır aklımda birkaç şarkının dizeleri dolaşıyor. aslında bi şarkı bütünüyle varken bi şarkı sadece bi cümlesiyle aklıma kazınmış. kazınırken canım acımış; ama acımasını pek önemsememişim. ne de olsa acıya acıya, kanata kanata, kıra kıra öğreniyoruz, pardon öğreniyorum. size bir şey olmasın elbette. o yüzden çoğul ekli şahıs ekinden vazgeçip birinci tekil şahıs ekine yönleniyorum. geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman ve hepsi birinci tekil şahıs ekli oldu, oluyor, olacak. mesela; kırıldım. kırılıyorum. kırılacağım. kimi zaman sessiz, kimi zaman deprem gibi şiddetli. yine bir mesela; düşündüm, düşünüyorum, düşüneceğim.
şarkılara dönüyorum tekrar. şarkıların bir ruhu var. zamanı var. mevsimi var. ait olduğu insanlar var. anlatmak istediği bir şey var. var da var. bir şeyleri bu kadar içselleştirmek de pek iyi değil sanırım. ne yapayım konuşmak kadar hatta çoğu zaman -konuşmaktan çok- düşünmeyi seven bir insan olunca aklıma ne gelirse düşünüyorum. bu düşünme sürecinden şarkılar da nasibini almış. bu hayatta düşünmeden gerçekleşen şeyler de var elbette. mesela; şarkıda geçiyor: “… sonunu düşünmeden duygular sarınca beni, gizlice tuttum elini…” diye devam ediyor. şarkının başını başka yerde değerlendireceğim. cuk diye oturacak.
insan duygularını harekete geçirince düşünemiyor sanırım. çalıştığım yerde bulunan bir kırtasiye var. arada giderim. kırtasiyelere hasta bir insan olarak buraya hasta olmamın ikinci bir sebebi var: her gün “günün sözü” adı altında bi cümle paylaşıyorlar. bu söz, tam kasanın orada. hiçbir şey almadan gidip günün sözünü çekmek istediğimi söylesem olmaz, bir okuyuşta aklımda tutabilecek kadar akıllı da değilim. mecbur bir şey alıp bahaneyle fotoğrafını çekmek için müsaade isteyeceğim. bugün yine bi cesaret gittim. acayip meraklı bir şekilde gittim hem de. sözde birkaç defter baktım. defterleri bıraktım, en iyisi yapışkanlı kağıt alayım, hem iş yerinde de lazım oluyor dedim. en sonunda zafer kazanmış gibi kasaya geldim. sözü görünce kalbimin incindiğini hissettim. söz tam olarak şöyleydi: “bir kelime kararını, bir duygu hayatını, bir insan seni değiştirebilir…” duygu ve düşünmek arasındaki bağı buradan yakaladım. bir duyguya kapıldım ve sonunu düşünmedim. hani hep diyorlardı ya “ sonunu düşünen kahraman olamaz.” diye sonumu düşünmedim; ama kahraman da olamadım. amacım kahraman olmak değildi belki.beni değiştirecek duygu bu değil miydi? hem hangi yönde nasıl bir değişme olacaktı? bunu hesaba katmış mıydık?
ilk şarkımız. sanırım bahar olmalı. böyle sevdiğinin omzuna başını koyup dinlemelik. tabii bir kısmı da düşündürücü ve yalnızlık barındıran cinsten. bu mevsimde dinliyor oluşum taze hanımellerine ters. rüzgar da fısıldamıyor, hömkürüyor resmen.
sonra aklımda diğer şarkı canlandı. bu biraz kırıcıydı. hatta çokça can yakıcı.
“senin gökyüzünde benim yerim yoktu…”
evet, aynı gökyüzünün altındaydık; ama manzaramız başkaydı belki. onda bulut vardı ben de yıldız. ben o bulutların üzerine yıldızlarımla yerleşmeye çalışmıştım. hiç olur muymuş? bulutlu olan bir güne yıldız hiç yakışır mıymış?
“ bulutların üstünden, bıraktım ben kendimi…” şarkıdaki gibi oldu tam da. bana ait olan buydu; çünkü sonunu düşünemedim. bahçedeki hanımellerinin, gökyüzündeki yıldızların, yağmurun narin sesinin şimdi bir anlamı vardı. “aşk nasıl da kırılgan, sus dedim ama olmadı, kalbimden ismin geçti ah, kimseler duymadı…”
ismini kimse duymayacak. manzaralarımız başka olsa da aynı gökyüzünün altında bir yolculuk yapsak , sen bulutluyken ben yıldızlı olsam, sonunu düşünmeden duygular zihnimi sarsa, fark etmeden elini tutsam ve yüzüne baksam hayatımız değişmez miydi?
uyandım, sıradaki şarkı mfö’den
birkaç zamandır aklımda birkaç şarkının dizeleri dolaşıyor. aslında bi şarkı bütünüyle varken bi şarkı sadece bi cümlesiyle aklıma kazınmış. kazınırken canım acımış; ama acımasını pek önemsememişim. ne de olsa acıya acıya, kanata kanata, kıra kıra öğreniyoruz, pardon öğreniyorum. size bir şey olmasın elbette. o yüzden çoğul ekli şahıs ekinden vazgeçip birinci tekil şahıs ekine yönleniyorum. geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman ve hepsi birinci tekil şahıs ekli oldu, oluyor, olacak. mesela; kırıldım. kırılıyorum. kırılacağım. kimi zaman sessiz, kimi zaman deprem gibi şiddetli. yine bir mesela; düşündüm, düşünüyorum, düşüneceğim.
şarkılara dönüyorum tekrar. şarkıların bir ruhu var. zamanı var. mevsimi var. ait olduğu insanlar var. anlatmak istediği bir şey var. var da var. bir şeyleri bu kadar içselleştirmek de pek iyi değil sanırım. ne yapayım konuşmak kadar hatta çoğu zaman -konuşmaktan çok- düşünmeyi seven bir insan olunca aklıma ne gelirse düşünüyorum. bu düşünme sürecinden şarkılar da nasibini almış. bu hayatta düşünmeden gerçekleşen şeyler de var elbette. mesela; şarkıda geçiyor: “… sonunu düşünmeden duygular sarınca beni, gizlice tuttum elini…” diye devam ediyor. şarkının başını başka yerde değerlendireceğim. cuk diye oturacak.
insan duygularını harekete geçirince düşünemiyor sanırım. çalıştığım yerde bulunan bir kırtasiye var. arada giderim. kırtasiyelere hasta bir insan olarak buraya hasta olmamın ikinci bir sebebi var: her gün “günün sözü” adı altında bi cümle paylaşıyorlar. bu söz, tam kasanın orada. hiçbir şey almadan gidip günün sözünü çekmek istediğimi söylesem olmaz, bir okuyuşta aklımda tutabilecek kadar akıllı da değilim. mecbur bir şey alıp bahaneyle fotoğrafını çekmek için müsaade isteyeceğim. bugün yine bi cesaret gittim. acayip meraklı bir şekilde gittim hem de. sözde birkaç defter baktım. defterleri bıraktım, en iyisi yapışkanlı kağıt alayım, hem iş yerinde de lazım oluyor dedim. en sonunda zafer kazanmış gibi kasaya geldim. sözü görünce kalbimin incindiğini hissettim. söz tam olarak şöyleydi: “bir kelime kararını, bir duygu hayatını, bir insan seni değiştirebilir…” duygu ve düşünmek arasındaki bağı buradan yakaladım. bir duyguya kapıldım ve sonunu düşünmedim. hani hep diyorlardı ya “ sonunu düşünen kahraman olamaz.” diye sonumu düşünmedim; ama kahraman da olamadım. amacım kahraman olmak değildi belki.beni değiştirecek duygu bu değil miydi? hem hangi yönde nasıl bir değişme olacaktı? bunu hesaba katmış mıydık?
ilk şarkımız. sanırım bahar olmalı. böyle sevdiğinin omzuna başını koyup dinlemelik. tabii bir kısmı da düşündürücü ve yalnızlık barındıran cinsten. bu mevsimde dinliyor oluşum taze hanımellerine ters. rüzgar da fısıldamıyor, hömkürüyor resmen.
sonra aklımda diğer şarkı canlandı. bu biraz kırıcıydı. hatta çokça can yakıcı.
“senin gökyüzünde benim yerim yoktu…”
evet, aynı gökyüzünün altındaydık; ama manzaramız başkaydı belki. onda bulut vardı ben de yıldız. ben o bulutların üzerine yıldızlarımla yerleşmeye çalışmıştım. hiç olur muymuş? bulutlu olan bir güne yıldız hiç yakışır mıymış?
“ bulutların üstünden, bıraktım ben kendimi…” şarkıdaki gibi oldu tam da. bana ait olan buydu; çünkü sonunu düşünemedim. bahçedeki hanımellerinin, gökyüzündeki yıldızların, yağmurun narin sesinin şimdi bir anlamı vardı. “aşk nasıl da kırılgan, sus dedim ama olmadı, kalbimden ismin geçti ah, kimseler duymadı…”
ismini kimse duymayacak. manzaralarımız başka olsa da aynı gökyüzünün altında bir yolculuk yapsak , sen bulutluyken ben yıldızlı olsam, sonunu düşünmeden duygular zihnimi sarsa, fark etmeden elini tutsam ve yüzüne baksam hayatımız değişmez miydi?
uyandım, sıradaki şarkı mfö’den
devamını gör...
3079.
övünmek için söylemiyorum ama saf olmak gerçekten çok zor. hani şu insanların bir ya da iki adım sonrasını düşünerek konuştukları yerde sizin sadece sorulan soruya dürüstçe cevap verip başınıza gelecekleri hesaba katmadiginiz durum. hani sizden üst konumda olan birisinin " ..... olan/bilen/yapan var mı? " diye sorduğunda refleks halinde "beeenn!!" diye parmak kaldırıp "o halde sen...." diye başlayan cumle ile bir dünya işe yaramaz ve ya aşırı sıkıcı,zor işler başınıza yıkılır ya.... sonra cevredekiler "kızım /oğlum ne atliyorsun hemen, mal mısın ?" diye sorup hafif bir dalga geçer. işte oradaki mal diye tabir edilen ama benim saf diyerek daha fazla uzerine gitmeyeceğim ulvi insan olabilmek gerçekten çok zor. tama bir sanat isi.
bugün sınıfa misafir gelen bir çocuk hakkında olumlu görüş bildirdim diye sınıfa 3. kaynaştırma öğrencisi olmasını istediler. nazikçe reddetmiş olsam da tehdit devam ediyor. kendi kendime o kadar çok kızdım ki, neden ben "yok, hiç durmadı, çocuklara zarar verdi, bu sınıfa gelmesi için çok erken" vs diyerek olumsuz konusmadim acaba ? neden her yerde sorulan her soruyu ilkokul öğretmenim sormuş gibi hemen en uzun ve en doğru şekilde cevaplamak zorundayım ?
sonrasında eve gelip acısını oğlumdan çıkardım. biraz sakinlestik ve öpüp özür dilemiş olsam, onun ve benim hatalı olduğumuz yönleri konuşmuş, anlaşmış olsak da ben çok iyi biliyorum ki, hayat boyu öfke ve kızgınlık anlarımda aslında kendi başarısızlıklarımı, hatalarımı, eksikliklerimi görüyor,kendime olan öfkemi ve kızgınlığımi bir başkası üzerine yansıtıyorum. sonrasında gelen pişmanlık da cebimde bir sonraki öfke patlamasina sebebiyet veriyor.
okul bahçesinde çocuklarla oynarken kollarını bağlayıp gölgede dikilen, öğrencisinin kendisine dokunmasına izin vermeyen, yenilgiyi baştan kabullenip öğrenciler için diplomali bakıcı olmaktan öteye gitmeyen öğretmenleri gördükçe sürekli kendi ogretmenligimi sorgulamayı da aynı ulvi saflık konumunda değerlendiriyorum.
bunun dürüstlükle, ahlaklı olmakla, iyi insan olmakla falan hiç ilgisi yok inanın. yani her ortamda ve konumda önce ben diyebilmek, karını zararını hesaplamadan adim atmamak, agizni kapalı tutabilmek, her ortamda herkesi eğlendirmeye çalışan değil, kendisine verilen görev tanımı dışına asla çıkmayan olabilmek... bu tamamen pratik zeka işi. bende o pratik zeka aslaaaa yok. olanlara ne mutlu. onlarla aramızda tek fark var. onlar boyle zeki bir insan olmak için sürekli dikkatli uyanık ve kurnaz davranabilmek için çok çaba sarf edip yorulurken ben de üzerime yıkılan angarya işlerle yoruluyorum. hangisini tercih edersin diye sorsanız ben yine böyle yorulmayi tercih ederim. çünkü onlara kafam basmıyor.
bugün sınıfa misafir gelen bir çocuk hakkında olumlu görüş bildirdim diye sınıfa 3. kaynaştırma öğrencisi olmasını istediler. nazikçe reddetmiş olsam da tehdit devam ediyor. kendi kendime o kadar çok kızdım ki, neden ben "yok, hiç durmadı, çocuklara zarar verdi, bu sınıfa gelmesi için çok erken" vs diyerek olumsuz konusmadim acaba ? neden her yerde sorulan her soruyu ilkokul öğretmenim sormuş gibi hemen en uzun ve en doğru şekilde cevaplamak zorundayım ?
sonrasında eve gelip acısını oğlumdan çıkardım. biraz sakinlestik ve öpüp özür dilemiş olsam, onun ve benim hatalı olduğumuz yönleri konuşmuş, anlaşmış olsak da ben çok iyi biliyorum ki, hayat boyu öfke ve kızgınlık anlarımda aslında kendi başarısızlıklarımı, hatalarımı, eksikliklerimi görüyor,kendime olan öfkemi ve kızgınlığımi bir başkası üzerine yansıtıyorum. sonrasında gelen pişmanlık da cebimde bir sonraki öfke patlamasina sebebiyet veriyor.
okul bahçesinde çocuklarla oynarken kollarını bağlayıp gölgede dikilen, öğrencisinin kendisine dokunmasına izin vermeyen, yenilgiyi baştan kabullenip öğrenciler için diplomali bakıcı olmaktan öteye gitmeyen öğretmenleri gördükçe sürekli kendi ogretmenligimi sorgulamayı da aynı ulvi saflık konumunda değerlendiriyorum.
bunun dürüstlükle, ahlaklı olmakla, iyi insan olmakla falan hiç ilgisi yok inanın. yani her ortamda ve konumda önce ben diyebilmek, karını zararını hesaplamadan adim atmamak, agizni kapalı tutabilmek, her ortamda herkesi eğlendirmeye çalışan değil, kendisine verilen görev tanımı dışına asla çıkmayan olabilmek... bu tamamen pratik zeka işi. bende o pratik zeka aslaaaa yok. olanlara ne mutlu. onlarla aramızda tek fark var. onlar boyle zeki bir insan olmak için sürekli dikkatli uyanık ve kurnaz davranabilmek için çok çaba sarf edip yorulurken ben de üzerime yıkılan angarya işlerle yoruluyorum. hangisini tercih edersin diye sorsanız ben yine böyle yorulmayi tercih ederim. çünkü onlara kafam basmıyor.
devamını gör...
3080.
175 takipçisi olan bi yazara nickaltı girmişler yeni keşfettim harika bi yazar diye şaka gibi..
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2