görüyorum ki değerli sandığım her şey yalanmış,
hayat sadece hassas kalplilere kocaman bir zindanmış.

carpe diem, bu kalplerin kendilerine yedirdikleri duygularmış,
tabağın dibinde kalan kırıntıları altından saymakmış.

-en önemlisi de-
inandırdığı potansiyeli, ön gördüğü geleceği bir kenara bırakıp hayatının akışına teslim olmakmış.

derse girmediğim bir vakit açık havada yazmıştım.
2. kısmı gönülden desteklemek damağımda metalik bir tat bıraksa da gönlüm hala dibine kadar destekliyor bunu.
ama ben anı yaşamayı hala çok seviyorum, onda aksama yok.
nasıl olsa içimizde bir terazi olmasına da gerek yok, bir şeyleri dengede tutalım.
yani değil mi?
yani umarım.
devamını gör...
sana yazmaktan çok sıkıldım. çünkü sana değil kendime yazıyorum. öyle dolup dolup gelip bir yerlere akıtmaktan çok sıkıldım.

senden seni sevmekten, asıl sevdiğimin sen olmamasından, sevilme, sevme ihtiyacımdan çok sıkıldım. fiziksel olarak bile en ufak temasa aç olmaktan çok sıkıldım.

korkmaktan çok sıkıldım bazı şeylerden. her şeyi kendim yapmaktan, kendim öğrenmekten, ilgisizlikten çok sıkıldım.

diken üzerinde yaşamaktan, tartışmaktan, tartışmalara maruz kalmaktan, sakinliği kovalamaktan, sahip olamamaktan, sıkıldım.

yoruldum.

yaşlandım.

niçin yetmiyor, niçin yeterli değil.

lütfen aklıma gelme, rüyalarıma girme. lütfen. çok üzülüyorum çünkü. üzgünüm.
devamını gör...
bugün de o makaleyi tamamlamadın. senin derdin ne he? (western sinirlendik, namımız yürüsün.)
devamını gör...
balkona çıktım, sokak bomboş hava biraz soğuktu. üst sokaktan kamil abinin bahçeden horozun ötmesinden başka bir ses yoktu. o susunca tekrar sessizliğe gömülüyordu koca mahalle. derken bir adam park etti aracını. kim bilir nereden geldi? kapısını kapattı, şöyle bir gerindi ve belki de evinin yolunu tutturmuştu ki bir şeyler mırıldanarak yoluna devam etti. sokak tekrar sessizdi, biraz daha dinledim. artık tütünümün yanarken çıkardığı sesten başka bir şey yoktu. sonra birden 3 aylara girdiğimizi hatırladım, çocuk gibi sevinç kapladı bedenimi. acaba bu sene de ramazanı görebilecek miydim? geçen senelerde sahurdan sonra alelacele bir bardak çay, bir sigarayı elime tutuşturup balkonda ezanı beklediğim vakitler geldi aklıma. ne güzeldi. ezanı beklemek dahi sabırsızlandırıyordu insanı... 1. gün 2. gün... 10, 15, 20 derken bayrama şu kadar var derdik. sonra birden bu bayramların da eski bayramlar gibi olmayacağını anımsadım... ne ara bu kadar ruhsuzlaşmıştım? biliyordum, yine de cevaptan kaçtım. o yoktu çünkü, bayramlarım yarımdı. valide hanım bayram sabahları erkenden evden toz olmama öğleye doğru eve gelmeme, şişmiş gözlerime ve yarı hüzünlü-yarı mutlu halime bozuluyor ama ses etmiyordu. o da biliyordu. önce büyüklerin eli öpülür. bu duygular içinde saatin epey geç olduğunu fark etim. evet vakit bir hayli geçti...
devamını gör...
iyi şeyler söylemek istiyorum, mutlu, sakin, düşünülüp usul usul söylenen şeylerden.

söyleyemediğim, hissemediğim zamanlar insanlara yaklaşmak istemiyorum. benimle ilgili gizli bir şeyler açığa çıkacak gibi oluyor, uzak durmam gerekiyor çünkü kendi mutsuzluğum onlara sıçrasın istemiyorum.

mutsuzum ama mutsuz değilim gibi geliyor. belki asla tamamen mutsuz olmaya izin vermiyorum kendime.

huzuru çok uzun süre önce kaybettim. belki istediğim şeyleri görsem geri gelecek. ama yalnızca memnunum, memnun olabiliyorum.
devamını gör...
mevzu benim mutlulugum degil, mutsuzlugum!!
mahalle bakkalinda ki -ezine peynir- gibiyim..
arzu edilen ama sahip olunamayan..
mutluluk; illiyetilezilyet denilince bu hissiyattadir..
devamını gör...
çok öfkeliyim bugün. karmaşıklığı sevmiyorum. hayat küçük sürprizlerle güzel olabilir ama kaos ortamı beni rahatsız ediyor. yılın başından beri her şeye hazırlıklı olun, demekten sıkıldım. okul açılabilir de açılmayabilir de... sınavlar olabilir de olmayabilir de... performans ödevleri bunlar; yapın, yollayın, hazırda olsun çünkü notları girebiliriz de girmeyebiliriz de...
derse gelen öğrencilerimin motivasyonu düşmesin diye ara ara ama bıkmadan şu konuşmaları yapmaktan da sıkıldım.
haaa siz mi? dersime sürekli gelen, çalışan kuzular elbette derse girmeyenlerle aynı kefeye konulmayacaksınız çünkü emeğiniz var. sabahın köründe diğerleri sıcak yatağında uyurken siz sorumluluklarınızı yerine getiriyorsunuz. tabii ki sizin notunuz olacak, yüksek olacak. kendiniz için geleceğiniz için gayret edin, sabredin, fedakarlık edin...
peki ya derse girmeyenler. ailesi cahil diye, eğitime önem vermiyor diye bilinçsiz olan. bir senelik öğretimi kaçıran belki hiç toparlayamayacak olanlar.

peki biz? seneye bir sınıfta,;öğretime devam etmiş, biraz devam etmiş, hiç uğramamış onca öğrenciyi nasıl toplıycaz?
gecenin on ikisinde ders programı geldi. sabahki dersler için. el insaf... bu kadar da plansız olmaz ki! bu kadar karambole çarklar dönmez ki!
yarın mı? dyk için yarın belki okula giderim belki gitmem çünkü bilmiyorum. çünkü açıklamalara göre plan yapacaklarından henüz elimize ulaşmadı. belki de cumartesi. kısmet...
devamını gör...
çok kalabalık değildi masa. oğuz, isa, nesli ve o vardı. nesli hariç herkes rakı içmek istemişti. rakıyı midesinin almadığını söyleyip biradan yana kullanmıştı oyunu nesli. ne de olsa masa da demokrasi yoktu. herkes istediğini içebilir istediği konuda fikir beyan ederdi.

bacaklarına doğru yayılan ağrının uzun süredir içinde bulunduğu hareketsizlikten olduğunu düşündü. bileklerini esneterek bir nebzede olsun rahatlamak istedi fakat çok geçmeden alkolün etkisiyle umursamayacağını farketti. ne de olsa geçiciydi bu ağrılar daha büyük meseleleri vardı. bazı konular bu masada çözüme kavuşmalıydı. en azından konuşulmalıydı. isa daha fazla dayanamadı. insanlar ne kadar düşüncesiz, dikdörtgenler bütün beşeriyeti ele geçirdi üçgenlere yer kalmadı kimsenin hayatında diye haykırdı. oğuz öyle deme diye çıkıştı. dikdörtgenler düşünce dünyalarına katkı sağlıyor ama insanlar sorgulamıyorlar artık empoze edilen fikirleri. kış vakti üstlerine atılan battaniye gibi sıkı sıkı sarılıveriyorlar. sonra da aydınlarımız bütün suçu cismiyete yüklüyorlar demezler mi hadi oradan diye. nesli birasından bir yudum aldı ve arkadasına yaslandı. söylenecekleri bekliyormuşcasına bir edayla; insanların suçu yok biz dikdörtgenleri böyle tasarladık. her bir detayında tanrının parmağı var adeta. aciz varlıklar, salt duyu organlarıyla, bizim yarattığımız gerçeklerden başka ne mana çıkarabilirler ki?
devamını gör...
anlamıyorum artık nasıl yaşadığımı. hissedemiyorum, konuşamıyorum. sanki dipsiz bir kuyuya düşmüşüm gibi akıtıyorum günlerimi çamur birikintisine.
o kadar ayırt edemiyorum ki çamurlarla günlerimi, içten içe canım o kadar yanıyor ki halimi fark edince...
nefes alamayacak duruma geliyorum, daralıyorum ve hatta sıkışıyorum.
yumru oturuyor... ama öyle bir şey ki bu yumru, ancak gerçekten hissedebildiğim nadir anlarda oturuyor göğsümün ortasına.
yıprandığımı sanıyorum, öğrenmeye çalışıyorum.
anlayamıyorum ama anladığıma inanıyorum.

belki o denli dipte değilim ama o denli ruhsuzum şu günlerde. öyle bir şeye ihtiyacım var ki, asla bulamayacakmışım gibi hissediyorum.

son günlerde o kadar çok aradım ki ilacımı, çok yoruldum artık.
basitsemekten, yokmuş gibi davranmaktan, gerçekliği içerisinde kaybolmaktan...

hayatımı kucakladım zannederken neyi kucakladığımı sorguluyorum yalnızca.

öyle bir şeye ihtiyacım var ki, nefes aldığımı hissedeyim.
öyle bir şeye ihtiyacım var ki, içimde bir yerlerde olduğunu zannediyorum.
öyle bir şeye ihtiyacım var ki, ararken ömrüm çürüyecekmiş gibi hissediyorum.

tek istediğim biraz olsun, biraz olsun hissetmek.

tutkularımı hatırlamak istiyorum, hayatımda dans edercesine attığım adımlarımı paylaşmak istiyorum çevremle, aşık olmak istiyorum... kitap okumak, film izlemek, insanı öğrenmek istiyorum. düşünmek, düşünülmek istiyorum. biraz olsun merak edilmek, karışmak/karıştırmak/karıştırılmak istiyorum.

simyacı'yı okuma zamanım gelmiş dedim geçenlerde kendi kendime. hala diyorum, ama bir türlü hareket edemiyorum.

öyle bir şeye ihtiyacım var ki, beni bana hatırlatacak...


çürüyüp gitmekten çok korkuyorum, ölmekten çok korkuyorum.
ölmeden önce pişman olmaktsn çok korkuyorum.


dayanabileceğim bir omuz, yatabileceğim bir göğüs istiyorum. birilerini desteklemek, desteklenmek istiyorum.

o hissi arıyorum zannederken, kendimi arıyorum.





asla olmayacak şeylerin peşinden zevkle koşmak istiyorum. koşabilmeyi diliyorum.


dil öğrenip insanlarla tanışmak istiyorum.
çelişmemek istiyorum.

en azından tek bir şeyde "evet, düşüncem budur." diyebilmek istiyorum.


benim gibi insanları bulmak istiyorum artık sözlük.
yıllardır çektiğim yalnızlığa bir son verilsin istiyorum.

insanların nasıl konuştuğunu çözmek istiyorum, nelere dayandıklarını, nelerden tiksinmediklerini bilmek istiyorum.


şehrin ışıklarını izlerken elimden kayıp giden hayatımı hüzünle düşünmek istemiyorum.

özgüvenimi arıyorum, onca şeye rağmen bulamıyorum.


nasıl hayatta kalacağımı bilmiyorum, yetinemiyorum.

yetinebileceğimi sanmıyorum, hiçbir şey bilmiyorum.

ne istediğimi de bilmiyorum aslında, sürekli bahane uyduruyorum kendi yolumca.


sıkıldım artık, çok sıkıldım.

nefes almayı diliyorum.
devamını gör...
yaşamaya dair uzun uzadıya düşünmeliyiz seninle. neydi bizi içerisinde hapseden bu dünyanın varoluş amacı? nerden gelmiştik, nereye gidiyorduk ? yollarımızı kesiştiren ilahi irade bize ne anlatmaya çalışıyordu ? birlikte yaşayabilseydik, çözerdik belki tüm bu bilmeceleri. kelimelerini kelimelerime ekler ulaşırdık cevaba. yaşamayı bir bilseydik, tüm bu olanları da çözebilirdik.
devamını gör...
şimdi bir boşlukta gibisin sanki elinde mavi çiçekler. sokağın ortasında sağından solundan arabalar akarken. bir video çekimi değil oysa hayatın. bizzat içindesin ama bazen işte dışarıdan şöyle bir beş metre havaya yükselerek bakmak icap ediyor. hani konumunu belirlemek için. caddenin sağlı solu dükkanları kepenk kapatmış. pazartesi değil, seyran değil. birileri seni öpmeye çalışıyor. kaçırıyorsun yanakları gözleri. kimseye eyvallahın yok ama işte bir yalnızlık var doktor hanım mücbir sebep bile değil. kar yağsın diyorsun. şu lanet kar ne zaman yağacak! dalga geçiyor şehrin seninle. kaypak bir gülüşlü var bu şehrin. binaların pencerelerindeki yansımalardan duyuyorsun. sen de cevap veriyorsun o gülüşe. sen mi yaman ben mi yaman. müzik eksik işte. madem kar yok. biraz müzik verin lütfen. makul dilekleri kabul ediyormuş tanrı. başlıyor bir ezgi. yükseliyorsun önce beş adım daha havaya. kaldır şimdi kafanı bulutlara. onlar anlatır olacakları.
devamını gör...
ve an gelir bıçak kemiğe dayanır. an gelir kaderin sesi en büyük aşkların sesini bastırır. geriye bir parça hüzün ve ayrılık adında bir gerçek kalır.
senin için son kez üzülüyorum. hoşçakal.
devamını gör...
"o şarkı değil" dedim, "o şarkı sana uymuyor!". içimden dedim tabii, yüksek sesle söyleyemedim. gerçi o da biliyordu o şarkının ona ait olmadığını, sadece "idareten" omzuna atılmış birşey olduğunu anlamış ama boşvermişti, "boş" veriyordu sadece.
sonra öbür şarkı geldi, o da banaydı ya da ben öyle anlamak / duymak istemiştim, bana uygundu çünkü. nereye ait olduğu senelerdir kesinleşmemiş bir türküydü, nereye ait olduğu belli olmayan bir adam içindi işte. benimdi.

kadın kalktı gitti, adam kaldı.
kadın giderken adamı kendisi ile bıraktı.
adam türküye sarıldı.
adam mırıldandı.
"selanik içinde selâm...."

sabaha çok vardı, hayata az.
devamını gör...
....
dün akşamdı sanırım, belki bu saatler? yok yok, daha erkendi sanırım. bir mesaj geldi yazıştığım birinden "istanbul'u özlüyor musun?" diye.

insanın göğsünden tık diye bir ses gelir mi ya, benim geldi o an, inan duydum. hani çok rüzgarlı gecelerde balkon kapımız "tık tık" diye ses çıkarırdı ya, ona benzer bir ses çıktı içimden, karşımdaki insana da bişi diyemedim, parmaklarımdan "çooook" diye bi' kelime çıktı zor bela.

nasıl bir tık sesi ise o içinde ismet baba, kediler, kitaplar, şarkılar, ille de biber tohumları, filtre kahveler, altınbaş rakı'lar, akşama kadar süren hafta sonu kahvaltıları, kahkahalar, gözyaşları, bir sürü "önce ben gördüm, ona göstereyim!" heyecanı, hiç alakasız yerlerinde molalar verilen bir şehir vardı.
ama ben sadece "çooook" diyebildim.
seninle beraberken diyemediğim tüm çok'lar çıktı ama içimden,
kaldıramadım.

çünkü ağırlığı(n) çoktu.

( arka planda şu çalsın mı?)

sardunyan bana küsmüş, ağlar...
...
devamını gör...
şimdi ben gözlerimi sürmeden önce uzak düşlerimin uzayacağı ülkelere
adımı üç kere hapşuruyorum
çok yaşamayabilirim,
yaşarsam, kelimelerinizin karşılayamadığı şarkılarla
dans ediyor olacağım.

hiç aklından çıkarma ithaka
devamını gör...
"insan kendinden yorulmasın, en fenası o" o dedi sigarasını kül tablasında söndürürerek, sonra gözlerini adama çevirdi, "sen yoruldun mu kendinden hiç?" dedi, adam uzaklara bakıyordu, kadını duyduğu bile şüpheliydi, kadın elindeki çakmağı masaya üst üste bir kaç kez vurunca adam dünyaya döndü, "pardon, ne dedin?" dedi, kadın paketten bir sigara daha çıkarıp yaktı.
içine çektiği sigaranın ilk nefesi ile sorusunu tekrarladı, biraz önceki gergin halinden eser yok gibiydi, sakinleşmişti.
adam "çoook, hatta senin benden yorulduğunun bin katı yoruldum ben kendimden" dedi, "ama bunu itiraf etmek hoşuma gitmiyordu."

adam kadına, kadın adama baktı.

sardunyalar esen rüzgarla biraz kıpırdar gibi oldu, sokakta bir çocuk ağladı, kediler bir yerde uyuyordu, akşamdı, aynıydı, aynıydık, aynıydılar.
devamını gör...
hayatım boyunca bıkmadan usanmadan yapabileceğim, zorluklarına göğüs gerebilecegim ve geçen zamana üzülmeden sonsuza kadar uğraşabilecegim (tabi iadesiz tek gidiş bileti kullanana kadar)* uğraşıya hala uzak mıyım acaba diyorum? yarım kalanlar ve tamamlananlara rağmen. tekrar ve tekrar...
denemek ve yanılmak. rahatsız etmemeli diyorum. diğer şeyler de öyle. sadece sevdiğim ve iyi yapabileceğime inandığım bir uğraş. ilgi alanlarım mercek altında.
devamını gör...
altı yaşından daha iki gün almış, daha yaşından gün almanın ne olduğunun farkında olmadan önünde duran irili ufaklı oyuncaklara bakarken aklından geçenler bir yana, heyecandan ellerini titreten hayallerdir büyümek. ellerin çocukken de titrer elbette, önemli olanın aklınla hissedecek kadar büyümüş ellerinin dalgaların üzerinde süzülmesidir gerçek denilen hayat, gerçek sevgi, gerçek başarı, gerçek bir ölüm. büyümek hiç kimsenin yapmadığı kadar küçük kalabilmek, ancak bu küçüklüğün içerisinde büyüdüm zannedenlere gerçeği gösterebilmekte yatar.

yaşam boyu taşıdığın adın senden önce birçoklarının sahip olduğu kadar basit ve tahmin edilebilir bir seçenekle yazılmıştır, yıllardır var olmaya çalıştığın toplumun sana ayrıcalık diye sattığı kimlik kartında. sen ise o etiketi hak etmek için harcamak zorunda kalacaksın ömür dediğin azınlığı. ne olacağın belli, nereden geldiğin belli ve nerede çakılı kaldığın… ne olmak zorunda olduğun, ne yaşaman gerektiği değil en önemlisi, tam aksine kimsenin okumaya cüret edemeyeceği kadar küfür dolu bir gençlik savurabilmek asıl olan bu nezaketen insanların birbirlerine tecavüz ettiği sosyal ırkçılık deryasında. morarmış olsa da darbelerden kırılmış çocukluğun, sana anlatılan tüm masal kahramanların ellerine kan bulaşmış bir şekilde hepsinin katlettiği o insanlığına geri dönmek uğruna bir adım daha atarak, kimsenin yapmadığını yapmak zorunda olduğunu kabullenmek ihtiyacını hissettiğin o minicik yaştasın ömrünün her bir saniyesinde.

büyümek cesaret öte yandan, korkaklığın karşıt anlamlısı değil mesela; o yaşamaya duyduğun cesaret, alışılagelmişin yenilgisinin karşısında dimdik ayakta durup farklı bir şeyi yaşamak için ölmeye başlamaktır daha çok yorularak, daha çok çalışarak ve daha beyhude cümleler kurabilmek umuduyla insanların gündelik merhabalaşmalarının tam da ortasında. merak etme asla, nasılsa çok olağandışı olmadığı sürece hiçbirinin o gerekli sanılan formalitenin dışında bir büyük yaşanmışlığı olmayacak. sadece belli belirsiz sözde çizginin hafifçe dışına çıkabilenler kazanacak, onlar da aynı çizgiye dönmeye her daim hazır olmak şartıyla. senin yapman gereken o altı yaşındaki oyuncakların ortasında salakça bakınan çocuğun hayal gücüyle karışık ayaklanmak. aniden tüm oyuncakları paramparça ederek kendine bir hayat kurmak! kendine senden önce de binlerce çocuğun canını almak için yaşlı başlı adamların kullandığı silahları temsil eden vahşi oyuncaklar yerine bir başka ağaç yapabilesin diye aniden tüm o güzel kabul edilen istismar yuvası renklere bulanmış bebeklerin içinden bir tutam alıp heykellerini şekillendirebilesin diye var önünde ömrün. hala altı yaşındasın unutma, hala!

altı yaşından yirmi dokuzlarca sene almış olsan bile, henüz annenin dileğiyle yaşadığın saçmalıklar dairesinde günlerce, gecelerce yaşadığını unutup sokağa çıkman gerek, örneğin olmadık saatlerde. birkaç bakış gördün mü kaçmak yerine, gördüklerini söylemek için binlerce kez utanman, sinirlenilmen, dışlanman ve sorguladıklarının ne kadar değerli olduğunu yüzbinlerce kez daha birilerinden duyman gerecekse de vaz geçme, söyle tutarsızca. öyle de böyle de seni dinlemeyecekler nasılsa. çok anlamsız birkaç cümlen kaldıysa söyleyemediğin diğer yanda, yaz; bıkma, usanma. her gördüğün hiç alakasız birkaç sayfa romanın dallarının birinin kırıldığında ilk kez uçmayı öğrenecek bir kuş yavrusu beynin unutma, kanatlanmaya bak, kitaplardan mesela korkma, kimse okunsun diye yaşamıyor sonuçta.

6 yaşında ölmektense, 6 sene daha yaşayabil diye, hiç olmadık bir berduşluk içerisinde kendine büyük bir hata edin, tutkuyla peşinden koşulacak uçarı bir basitliğin kuyruğuna takılırken geçsin büyük bir ömür, geçsin ki kimsenin yüzüne bakmayacağı kadar başarılı ol! ardından çok farklı bu insan diyebilirler ancak bu şekilde… yaşadığın sosyallikte, tek değerli olan sistemin dâhilleri iken en güçlüler hep sistemi reddedenler kabul edilir, yaz mesela bunu bir kenara.

konuşmayı hiç beceremediğini çok iyi bildiğin insanların, sana altı yaşında bir çocuğa yaptıkları gibi her şeyini yönlendirme adına nasıl da konuşmacı kesildiklerini utanmadan izle, sakince dinle ve onlara hep hak ver, çok haklı olduklarını söyle, böylece onların ne kadar sessiz olduklarını ortaya çıkarmak için birkaç bebekçe soru sorman yeterli olacak. kısa kesip kaçacaklar ve elbet akıllarında hep senin o deli sorularınla yaşamaya mahkûm olacaklardır nasılsa. kendinden emin ol, birileri seni anlar diye değil, birileri seni anlamamak için direndikçe kendinin ne kadar doğru yolda olduğunu anlayabilmen adına.

kimselerin şahit olmadığı hayatlar yaşamanın en güzel örneklerinden biridir bu nedenle hayatımız, hepimizin ayrı ayrı çok sevdikleri, vaz geçemedikleri varken ortalıkta o kadar çok bırakılıp gideriz ki tek başımıza, kendi başımıza ördüğümüz bu çorabın ne kadar büyük olduğunu fark etmeyiz bile. ağlarız, inatla! susarız, inançla! salağız hatta umutla. hiç çekinmeyiz kendimizi kırdırmak için binlerce yol bulacak kadar camlaşır içimizdekiler, hep başkalarının yansımalarını yaşamak için bu kadar çırpınıp, insanların bizleri parlak göstermek için nasıl da aynalar haline getirdiğinin bilincini bir kez olsun taşımadan. kimsenin bunun farkında, hakkında, ardında ve suçlusu olmadan bizlere nasıl da bizim ellerimizle bir sistemin içinde çürümeye bırakıldığını görmezden gelir, bunun adına mutluluk deriz. kendimizi, her şeyde olduğu gibi, korumak adına…

yastıklarımıza sarılır bir sonraki gün yapmayacaklarımızın hayalini kuracak kadar başkalaşır, gözyaşlarımıza tutunur bir dahaki sefere daha akıllı olacağımızı binlerce kez söyler dururuz, bilmeden hep 6 yaşındaki çocuğun dondurma tutkusu kadar tutarsızlaşabileceğini içimizdeki kocaman mantığın bitmez tükenmez takıntıları.
"yazman gerekiyorsa, yazacaktın. okuması gerekenlerin sorunu olsun artık kalan her şey.." kimsenin okumayacağı bir kitaptır yaşam. kimsenin senin kadar içten yaşayamayacağı kadar gizli, sıradan ve sana ait.

hepimiz aynı yaştayız, akranız aslında. hiç okunmayacak birer cümledir doğum günümüz, bizler tüm dünya bizi kutlasın diye kılımızı kıpırdatmadan, tüm dünyanın bize küs olduğunu sanıp yüzümüzü düşürürüz var olan tüm sevdiklerimizi kırmak pahasına. hiçbir dakikasında değerlerimizin, ne kadar vasat, ne kadar geçici ve ne kadar çocuksu kaldığını umursamadan dünya tanrı’nın yaradılış-dışı çocuklarının kreşiymiş gibi hepimizi avutur bir başkasının gülücüğü, oyuncağı, umutları ve yalnızlığı. o kadar boş bir kalabalık halindeyiz ki hala, biri inanç adında bir dondurma getirecek olsa ezeriz birbirimizi tek bir basit tat uğruna. inanmak bizleri yaradan tek yaradılışımız, tek yarattığımız adıyla sanıyla. ne kadar büyüsek sadece dondurma sevdasının adı değişir yaşam denen çocuk parkında, yarın öbür gün bir öteki olur, bir hedefizdir, bize dayatılmış bir başarı öyküsü, kader diye adlandırdığımız zorunluluklar silsilesi ezkaza.

hiç kimsenin büyümediği bir yaşa gelmek gerekir diğerlerinden ayrılıp farklı mutsuzluklar inşa etmek için. farklı günler, farklı insanlar, farklı hikâyeler yaşamak gerekir, altı yaşından bir gün daha alabilmek için bazen ömürden seneler vermek gerekir. bu insan kıyımı dünyayı değiştirmek için altı yaşından çok daha büyük olmak gerekir, bunu sadece bilerek kendi ömürlerini dondurmalarını çöpe atabilenler başarabilir insanlık adına, kendi mutluluğu, huzuru ve sonsuz inancı adına. bugüne dek gelmiş geçmiş tüm tanrılar bile bizleri birer cennetle kandırmaktan öte gitmeyip dünyanın bu denli berbat bir yer olmasına göz yummuşsa, kâinatın içerisinde o noktada bizlerin hala altı yaşlarında milyarlar oluşumuzdan, dünyayı yaramazlıklarımız, inatçı şımarıklığımızla oyun bahçesine çevirişimizdendir anlaması zor değil. büyümek zor değil, büyüyebilme uğraşı korkutur hazırcı çocukluğumuzu aslında. o nedenle var kimselerin yaşayıp, hissetmediği, bilmediği, görmediği, anlamadığı, anlamazdan geldiği ve kör olduğu hikâyeler-yaşamlar dünyada. günlerden bir gün biri gelip bunları yazacak olsa, işte o hikâyelerdir altı yaşındakilerin okuyamayacakları, anlamayacakları ve görmek için gözlerini açmayacakları. sen bari o altı yaşındakilerden olma. oku ve anla.
devamını gör...
"dolores'i yeni tanıdığımda bazen sevişirken hiç konuşmadığımdan yakınıyordu. öyle sözlerin aklıma kendiliğinden arapça geldiğini ve o bu dili bilmediği için kendimi tutup söylemediğimi izah ettim. düşündü, sonra: 'sanki anlıyormuşum gibi kulağıma fısılda' dedi.

ben de öyle yaptım."
sorayım:

her insan, kendi anadilinde mi sevişir?
ve, daha 20 yaşına dahi gelmeden lübnan'dan fransa'ya göçmüş o;
fransa'da bir üniversitede profesör olmuş.
daha doğrusu;
kökeni bir arap olsa da, o hayatı boyunca fransız kalmış; fransızca konuşmuş.
günlük hayatında ağzından arapçanın "elif"i dahi çıkmazken;
o, neden her orgazmına arapçayı sığdırmış?
insan, kendi anadilinde mi sevişir?
merak ettiğim bu.
öncesine gelelim.
kadın, erkeğe, babasının bir dansöze aşk sözlerini arapça fısıldadığını söylüyor ve ekliyor:
"sen de öylesin. bütün gece fransızca tartıştık; ama, yatakta."
şimdi, asıl soruya geleyim:
sadece ömrünün 5-6 yılında kürtçe konuşulan bir köyde yaşayan bir kürt, istanbul'a gelir ve sadece türkçe konuşulan ortamlarda bulunur;
kürtçeyi unutur ve "konuşma dili" türkçe olur.
ve herhangi bir sevişme anında;
kadının kulağına ne diye fısıldar:
a: seni seviyorum.
b: ez ji te pir hezdikim.
her orgazm;
bir parça kendine mi yakınlaştırır insanı?
ve o uçuş anı.
o her şeyin başka şeye dönüştüğü an.
o tek mutlak hayvan hali.
dünyaya ait tüm gerçeklerden uzaklaşma zamanı.
kendi yuvasına mı döner insan?
rahminden çıkarken annesinin;
kulağına fısıldanan ilk cümle.
dili neyse.
o dile mi dönüşür cümleleri?
insan, kendi anadilinde mi sevişir?
merak ettiğim bu.
eğer öyleyse, yasaklamayın dilleri.
sokakta konuşmasalar, yatakta konuşacaklar çünkü.
ve her yasak;
daha çok yatak dolduracak;
daha çok çarşaf kirletecek.
en çok yasaklar seviştirecek insanı.
ve en arzulusu, en hesapsızı o olacak.
ve o diller;
yatakta konuşulacak en çok;
orgazmın en doruğunda.
dilin, penisle oluşturduğu sinerjide.
ve sanırım;
kendi anadilinde sevişir insan.
bu yüzden;
yaşasın, yataktan çıkan özgürlük.
devamını gör...
ihtimallerden fazlasına gerçek denir. doğru, gerçeğin önermeyle uyuşmasıdır. biz hiç yanlış olamadık. biz hiç doğru
olamadık. biz hep bir ihtimaldik ve ihtimal olarak kaldık. ışık tutulmayan, karanlık çıkmaz sokaklara döktük günahlarımızı. gece bir perde gibi üstünü örttü onların. güneş doğana kadar vaktimiz var. çünkü gece sırları ancak güneş doğana kadar saklayabilir.
bir gün güneş günahlarımızı öğrenecek ve
tövbeli edecek ruhlarımızı.

biz hep tanrı’nın uyuduğu saatlerde karşılaştık çünkü tanrı’nın tasarısı olamayacak kadar yasaklıydık. biz kurallara hiç aldırmadık. içki masamıza şeytanı çağırdık ve cehennem ateşiyle
birer sigara yaktık. ruhlarımız, bedenlerimizde tapındı şeytana…
ve tanrı hala uyanmadı. biz elmadan ısırmadık. bir yılan girmedi hikayemize. biz
elmayı ısıranlardan gelen günah çocuklarıydık ve doğanın kanunlarına kurban edildi varoluşumuz. shakespeare’in piç edmund’ı gibi… ancak bizim masalımız çocuklara anlatılmadı.
kutsal denilen kitaplarda dua adını almadı. kıyametten bahseden o kitaplar bizi hiç yazmadı.

korku belirli bir şey karşısında tehlike algısı ile tetiklenen yaşamsal bir mekanizmadır. bizim hiç korkumuz olmadı.
kaygılarımız satırlara sığmadı. nesnesi belirsiz korkulardır kaygı.
bizim hiç nesnemiz olmadı. özne yüklem uyuşmazlığından puanımız kırıldı.
tamlamalarla mübalağasını yapmadık aşkın. duru bir anlatımla sevdik birbirimizi. sevdik dediğime bakma. köpek gibi âşık oldum sana. ama anlatım bozukluklarından mıdır bilinmez, onu da anlamadın sen.

otobüste yazdığım yazılar gibi kaydı satırlarım. biraz kafam güzel, sözcüklerimin dürüstlüğü ondan. ama bırak da şimdi anlatayım içimdekileri.
belki biraz sonra söyleyemem bunları.
susuyorum çokça. sorun değil dediğim her şeyi sorun ediyorum kendime. düşünmek zehirliyor zihnimi. uyuyamıyorum
artık. uyku… yok.

ellerim hep mürekkepli seni yazmaktan. bakımı olamadım senin kadar. kusura bakma, ellerimi kirletmeden yazamadım seni. canım acımadan sevemedim. içim parçalanmadan özleyemedim
seni. alışmadan bakamadım gözlerine. dudaklarım yanmadan öpemedim… ve özellikle… ruhuna karışamadan dokunamadım sana. ben de isterim koşulsuz gelmeyi. ama olmayınca olmuyor belli ki...
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim