normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3541.
evlilikte kadını'n ya da alfanın zihnizin kendine ai't sanması
devamını gör...
3542.
oyun hamuru
bir plastik oyun hamuru gibi hissediyordum kendimi ellerinde,, avuçlarının arasına alıp önce yuvarlayıp
sonra olmamı istediğin şekle sokabileceğini düşündüğün bir oyun hamuru..
nereye istersen oraya esnetebiliyordun, hatta fazla gördüğün parçalarımı koparıp atmaktan bile
çekinmiyordun canım yanar mı hiç umursamadan. sonra dışardan beğendiğin başka parçalar
ekliyordun ister miyim diye düşünmeden.
yanıyordu, çok canım yanıyordu; beni ben yapan parçalarım benden uzağa koparıldığında. çok derin
izler bırakıyordu kopan parçanın bıraktığı boşluklar,,, sancılı dokunuşlarla kapatılıyordu bu boşluklar
tarafından daha da acıtılarak. her dokunuş ruhumda biraz daha fazla yara açıyordu, kapanmaz izler
bırakıyordu. katılan yeni parçaları ise kabullenmesi imkânsızdı ruhumun.
kaçıp kurtulmaya çalıştıkça ellerinin arasından ben,,, sen daha sıkı kapatıyordun avuçlarını ve
parmaklarının dayanılmaz baskısını hissediyordum benliğimde.
hırsın öyle büyüktü ki,,çığlıklarımı duymuyor, sessizce akan gözyaşlarımı görmüyordun bile,, tek
amacın vardı sanki acıtmak, daha da acıtmak..bu baskının aslında aramızdaki bağı tamamen yok
ettiğinin farkında değildin o zamanlar,,
peki ben nasıl izin veriyordum bu duruma? hiç istemediğim bir oyuna oyuncak olmuştum elim kolum
bağlı gibi çaresiz.
biliyorum mükemmel olmamı istedin sen hep,, üstelik bunu yaparken kendi gözümde beni daha da
küçülttüğünün, aslında bana büyük bir kötülük yaptığını fark etmiyordun. göremediğin lanet olası!
mükemmel değildim ben.. çabam mükemmel olmak için değildi, sadece kendim olmak istiyordum
ben. defalarca anlatmaya çalıştım bunu sana, ama anlamak istemedin beni…
ve sonunda beklenen oldu,, ne pahasına olursa olsun bitmeliydi bu işkence,, işte kurtuldum senden,,
işe önce benden kopardığın parçalarımı toparlamakla başladım. sonra yaralarımı sardım yavaş yavaş.
ve sonunda taştan bir duvar ördüm etrafıma yıkılması, aşılması zor olan... şeklini değiştirmeye olanak
tanımayan bir kabuk oluşturdu ruhum üzerine, kocaman bir buzdağına dönüşen bu yüreği ısıtacak bir
güneş doğar mı ve yürek açar mı penceresini o güneşe bilinmez ama oyun bitti...
b.
bir plastik oyun hamuru gibi hissediyordum kendimi ellerinde,, avuçlarının arasına alıp önce yuvarlayıp
sonra olmamı istediğin şekle sokabileceğini düşündüğün bir oyun hamuru..
nereye istersen oraya esnetebiliyordun, hatta fazla gördüğün parçalarımı koparıp atmaktan bile
çekinmiyordun canım yanar mı hiç umursamadan. sonra dışardan beğendiğin başka parçalar
ekliyordun ister miyim diye düşünmeden.
yanıyordu, çok canım yanıyordu; beni ben yapan parçalarım benden uzağa koparıldığında. çok derin
izler bırakıyordu kopan parçanın bıraktığı boşluklar,,, sancılı dokunuşlarla kapatılıyordu bu boşluklar
tarafından daha da acıtılarak. her dokunuş ruhumda biraz daha fazla yara açıyordu, kapanmaz izler
bırakıyordu. katılan yeni parçaları ise kabullenmesi imkânsızdı ruhumun.
kaçıp kurtulmaya çalıştıkça ellerinin arasından ben,,, sen daha sıkı kapatıyordun avuçlarını ve
parmaklarının dayanılmaz baskısını hissediyordum benliğimde.
hırsın öyle büyüktü ki,,çığlıklarımı duymuyor, sessizce akan gözyaşlarımı görmüyordun bile,, tek
amacın vardı sanki acıtmak, daha da acıtmak..bu baskının aslında aramızdaki bağı tamamen yok
ettiğinin farkında değildin o zamanlar,,
peki ben nasıl izin veriyordum bu duruma? hiç istemediğim bir oyuna oyuncak olmuştum elim kolum
bağlı gibi çaresiz.
biliyorum mükemmel olmamı istedin sen hep,, üstelik bunu yaparken kendi gözümde beni daha da
küçülttüğünün, aslında bana büyük bir kötülük yaptığını fark etmiyordun. göremediğin lanet olası!
mükemmel değildim ben.. çabam mükemmel olmak için değildi, sadece kendim olmak istiyordum
ben. defalarca anlatmaya çalıştım bunu sana, ama anlamak istemedin beni…
ve sonunda beklenen oldu,, ne pahasına olursa olsun bitmeliydi bu işkence,, işte kurtuldum senden,,
işe önce benden kopardığın parçalarımı toparlamakla başladım. sonra yaralarımı sardım yavaş yavaş.
ve sonunda taştan bir duvar ördüm etrafıma yıkılması, aşılması zor olan... şeklini değiştirmeye olanak
tanımayan bir kabuk oluşturdu ruhum üzerine, kocaman bir buzdağına dönüşen bu yüreği ısıtacak bir
güneş doğar mı ve yürek açar mı penceresini o güneşe bilinmez ama oyun bitti...
b.
devamını gör...
3543.
yaşamı müzik dinlemeye benzetirim. hani bazen yeni bi şarkı keşfedersin. bkunu çıkarana kadar dinlersin. en son bıkarsın ama o bıkkınlık gelene kadar o şarkıyı dinlerken o kadar keyif verir ki... şarkıyı kendi kendine tekrar tekrar yaşarsın bazen. bağdaştırırsın bir şeylerle. işte bu o şarkıdan keyif alıyorsun demek. biliyorsun çok dinlersen bıkacağını. ama dinliyorsun işte. sıkılacağını da bıkacağını da bilsen kusana kadar dinliyorsun. hevesini aldıktan sonra müzik kitaplığına kodladığın anılarınla yerleşiyor. istediğin zaman açıp dinliyorsun. bemce hayat da böyle. tam yaşamamız gerekiyor. tam bir şeye alıştık diyoruz ya bıkıyoruz ya elimizden kayıp gidiyor ya da biz artık bırakıyoruz. sonra yenisi geliyor. bu yaşadığımız, raflara kaldırdığımız da hayat bazında yaş oluyor. kitaplığa koyduğumuz her şarkı aslında bir yaşımız ya da öğrendiğimiz bir şeyler oluyor.
devamını gör...
3544.
sevmek vardı ne güzel sevilmek vardı. ne bileyim insan bazen oturup ya şöyle güzelce bir derin nefes alıp oh be diyesi geliyor. içine huzuru almak istiyor ya da kederden uzak bir halde olmak istiyor. dinlenebilme arzusu sevme sevilme arzusundan da farklı bir şey sanırım. siz olur da okursanız cümlelerimin kopukluğuna vs rica ediyorum bakmayın. ben o kadar çok şey düşünüp hepsini bir anda doğru biçimde aktaramıyorum kağıda. mesela kalbim çok kırık, çok üzgünüm, yoruldum, bir o kadar sinirliyim. bu yaşımda şıpıdık terliklerimle aşık olup bir sahil kasabasında aşkımla yürümek öpüşmek el eke tutuşmak dans etmek falan isterdim. ya da balkonda otururken tüm dertlerimi dökebileceğim kadar sevdiğime inandığımda dertlerimin acısı saat 5-6 gibi bitmiş gün hafiften aydınlanırken elimdeki rakı bardağımdan bir yudum alıp oh be demişim gbi olmak isterdim. oh be. oh be dünya varmış. işsizliğimin borcumun yalnızlığımın sevilmemezliğimin bir sarılmaya muhtaç kalmamın artık neye neyi nasıl sevmem gerektiğini bilmediğimin karman çorman karışık olduğu ve imkan bulsam kaçıp gidebileceğim bir halde olmak istemezdim. bunca şeyin arasında belki sadece bir lale bile beni hayatta tutabilirdi ya da bir telefon, bilinmez ama bazen sevdiğini göstermek için emek gerekir. ne biliyim ya. olur da okursan çok kızgınım ve kırgınım. her şeye herkese. çok da üzgünüm. ben bunca yorgunluğum arasında gelip seni sevmeyi bulmuşsam eğer, bocalamam normaldir. aklım sarhoştur, bünyem ketlenmiştir. birçok savunma mekanizması şiirlerimden oluşurken ben sevebilmeye dair bir teknik geliştirememişimdir. ne biliyim insan odasında kulaklıkla müzik dinlerken bazen kaybettiklerini kazandıklarını bazen de inanmazsınız gelecektekileri ve hiç varolmamışları özlüyor. üstelik bunu kaotik aile evinde bile yapabiliyor. canımı da seviyorum bu arada ama bu hayat beni bu kadar üzerken artık bu canın nefes alması gittikçe zorlaşıyor. yoo bunu yazarken ağlamadığımı söyleyemem rahat olun. sadece iki kelimeyle ifade edersem kendimi: içim acıyor. evet ben sana gülbahçesi vaadetmedim, ama biraz olsun o güllerden benim payıma da düşmesi hakkımdı. işte bunu bu kadar okuyorsanız şayet size iyi geceler dilerim. bense artık uyuyamıyorum.
devamını gör...
3545.
çocuk norma'l durup dururken ilkokulda kendisini'n aşık olduğunu nasıl anladı ki
devamını gör...
3546.
başım çatlıyor. çatlak bira bardaklarının arasından sızar gibi mutfağımın tezgahına sızan düşüncelerimin hacmi büyük. ağrım yok. sadece sızan düşüncelerimden geriye kalmış ince bir sızı çınlıyor boş duvarlarımda. boşluğun ağırlığı başımı dik tutmamı zorlaştırıyor gibi. poğaçanın hamuru yapışıyor taze ojeli parmaklarıma. sanırım poğaça yapmayı ve sevmeyi beceremiyorum. birbirinden bağımsız iki şeyi nasıl bağladın diye düşünme. ikisini de elime yüzüme bulaştırıyorum çünkü. aralarındaki benzerlik büyük! içimi kemiriyor hiçbir beklentimin olmadığını iddia ettiğim anlarda anlaşılmayı isteyen tutarsızlığım. geçmişin sırlarına ihanetimin bacaklarımı titretmesi gibi bir şarkı çalıyor arkada. ağzıma iyi sıçtı bu gece. başımı çatlatan bu şarkı da olabilir, bilmiyorum! bugün “rendelenmiş yağmur gibi bir şey yağıyor” demişti. hoşuma gitmişti, gülmüştüm de bir süre. rendelenmiş hislerim gibi bir şeyler var içimde. şu an için en doğru tanım bu. ne olduğu belirsiz ama parça parça, un ufak. battı balık yan gider demişler, bilmiyorum kim demiş, kim inanmış, kim hani bana hani bana demiş. bari rendelenmiş hislerimden de koyayım poğaçanın içine. az da olsa kekremsi bir tat bırakır belki damaklarda. birayla karışmış hisli bir poğaça kimseyi zehirlemez bence. gecenin bilmem kaçında beceriksizce yapılmış, sigara dumanıyla tütsülenmiş poğaçadan zehirlenirsek komik olurdu sanırım. anlaşılmayı bekleyen umutlarım ne kadar gereksizse lezzetsiz olacağı belli bir poğaçayı yaparken bunları düşünmem de o denli saçma. tıpkı ay ve güneşin düğün töreninde bir kuşun ağacın tepesinden atlayarak intihar etmesi gibi.
devamını gör...
3547.
sevgili piraye...
ah ne huzurludur sana dair bir şeyler karalamak. damarlarımda bir düşman gibi dolaşan kaygılardan ve kötülüklerden kurtulup, bir gece vakti yahut sabahın ilk saatlerinde düşünmek seni.
mutluyum. mutluyum çünkü hayatımın en büyük derslerini sen hayatımdayken aldım. birlikte büyüdük ve birlikte çocuklaştık. en dert edilmeyecek şeyleri kafamıza takıp, saatlerce birbirimize
sığındık. seninle geçirdiğim ve geçireceğim hiç bir saniyeden pişman olmadım ve olmayacağım. ne büyük muamma değil mi? zamanında beni delirten bu belirsizlik şimdiyse yerini tatlı bir hayale
bıraktı. hayat bizi bir noktada tekrar bir araya getirir mi getirmez mi bilmiyorum. tek bildiğim, gördüğümde bedenimin her hücresinin uyuştuğu, yanındayken heyecandan kalbimin çıkacak gibi
olduğu kadının mutlu olmasını istediğimdir.
senden sonra çok şey yaşadım. müziği bırakmaya karar verdim.''gözüne ne oldu?'' diye sormuştun ya. bende ''önemsiz bir şey'' deyip geçmiştim, işte o gözümden ameliyat oldum. (yine haklı çıktın) burada kalıp yükseleceğim dediğim işimden ise çok uzun süre önce ayrıldım. şimdi ise hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir meslek için uğraşıyorum ama biliyorsun ki olmayan bir şey dillendirilirse nazar değer. çok kez beşiktaş'a gittim senden sonra. beraber oturduğumuz kafenin önünden sayısız kez geçtim ve her seferinde ufak bir tebessüm ile devam etmek zorunda kaldım. hindi zahra'yı keşfettim sayende ve hayran kaldım. babamla ilişkimi dört ay önce tamamen kesmiştim. ta ki en yakın arkadaşımın babası vefat edinceye kadar. baba şefkatini yaşamamış biri olan ben, bana evladı gözüyle bakan, başımı okşayan adamı kaybedince dünyam başıma yıkıldı. ona zamanında senden bahsetmiştim. pür dikkat dinlerdi beni. sabah çayını alır, balkona çıkar ve her zaman oturduğu sandalyesine oturup ''gel bakim evlat, az sohbet edelim'' diye yanına çağırırdı beni. mekanı cennet olsun. hastahane'de haberini aldıktan bir iki saat sonra engellediğim bir numaranın ısrarla aradığını görünce merak edip aradım. telefonda babam bana ''oğlum'' diye seslenince bir anda ağlamaya başladım. hayatımda hiç bu kadar ağladığımı da hatırlamıyorum zaten. cenaze zor iş piraye. uzun lafın kısası budur mektup arkadaşım... keşke birbirini hiç tanımayan iki insan olarak tekrardan tanışsak ve saatlerce sohbet etsek lakin ikimiz de biliyoruz ki hayatın buna müsadesi yoktur. umarım deftere yazmaya devam ediyorsundur. seni çok özledim.
ah ne huzurludur sana dair bir şeyler karalamak. damarlarımda bir düşman gibi dolaşan kaygılardan ve kötülüklerden kurtulup, bir gece vakti yahut sabahın ilk saatlerinde düşünmek seni.
mutluyum. mutluyum çünkü hayatımın en büyük derslerini sen hayatımdayken aldım. birlikte büyüdük ve birlikte çocuklaştık. en dert edilmeyecek şeyleri kafamıza takıp, saatlerce birbirimize
sığındık. seninle geçirdiğim ve geçireceğim hiç bir saniyeden pişman olmadım ve olmayacağım. ne büyük muamma değil mi? zamanında beni delirten bu belirsizlik şimdiyse yerini tatlı bir hayale
bıraktı. hayat bizi bir noktada tekrar bir araya getirir mi getirmez mi bilmiyorum. tek bildiğim, gördüğümde bedenimin her hücresinin uyuştuğu, yanındayken heyecandan kalbimin çıkacak gibi
olduğu kadının mutlu olmasını istediğimdir.
senden sonra çok şey yaşadım. müziği bırakmaya karar verdim.''gözüne ne oldu?'' diye sormuştun ya. bende ''önemsiz bir şey'' deyip geçmiştim, işte o gözümden ameliyat oldum. (yine haklı çıktın) burada kalıp yükseleceğim dediğim işimden ise çok uzun süre önce ayrıldım. şimdi ise hayallerimi gerçekleştirebileceğim bir meslek için uğraşıyorum ama biliyorsun ki olmayan bir şey dillendirilirse nazar değer. çok kez beşiktaş'a gittim senden sonra. beraber oturduğumuz kafenin önünden sayısız kez geçtim ve her seferinde ufak bir tebessüm ile devam etmek zorunda kaldım. hindi zahra'yı keşfettim sayende ve hayran kaldım. babamla ilişkimi dört ay önce tamamen kesmiştim. ta ki en yakın arkadaşımın babası vefat edinceye kadar. baba şefkatini yaşamamış biri olan ben, bana evladı gözüyle bakan, başımı okşayan adamı kaybedince dünyam başıma yıkıldı. ona zamanında senden bahsetmiştim. pür dikkat dinlerdi beni. sabah çayını alır, balkona çıkar ve her zaman oturduğu sandalyesine oturup ''gel bakim evlat, az sohbet edelim'' diye yanına çağırırdı beni. mekanı cennet olsun. hastahane'de haberini aldıktan bir iki saat sonra engellediğim bir numaranın ısrarla aradığını görünce merak edip aradım. telefonda babam bana ''oğlum'' diye seslenince bir anda ağlamaya başladım. hayatımda hiç bu kadar ağladığımı da hatırlamıyorum zaten. cenaze zor iş piraye. uzun lafın kısası budur mektup arkadaşım... keşke birbirini hiç tanımayan iki insan olarak tekrardan tanışsak ve saatlerce sohbet etsek lakin ikimiz de biliyoruz ki hayatın buna müsadesi yoktur. umarım deftere yazmaya devam ediyorsundur. seni çok özledim.
devamını gör...
3548.
-gene kendi odanızın karanlığında, kendinizi kaybediyorsunuz.
-böylesi durumlarda hep babamı düşünürüm viktoria. adam onlarca zorluğa göğüs gerip kendini ve ailesini bu günlere getirmiş. en sevdiği şey ise yalnız kalmaktı, bir odada tek başına elinde çayı ve sigarası ile. anlam veremezdim o zamanlar, hoş halâ anlayamıyorum. insan bazen budalaca bir özleme kapılıp gidiyor geçmişin bütün ağırlığı işte o zaman omuzlarına biniyor insanın. seni sevmeyen, seni istemeyen birini özlemek.. ah ne budalaca gerçekten değil mi? o da tam tersini düşünüyor belki de. onu sevmediğimi, onu tam anlamıyla sevmediğimi. içimde kopan fırtınaları görse bildiği tüm şiirleri, isimleri unutur. ben ise sadece “seviyorum” diyerek ifade edebiliyorum. bir kez daha dilin sert duvarlarına çarpıyor hislerim.
soğuk bir şubat akşamı <ki bu şehirde böyle bir soğuk görülmemiş> yalnızım derdi. “evet. sen ne kadar yalnızsan ben de o kadar yalnızım. beraber paylaşalım yalnızlığımızı. gelsene, bak sana şiirler yazdım, bir film seçtim oturup izleyelim diye. sonunda sana şiirimi okuyup seni ne kadar sevdiğimi söyleyeceğim.” hayır gülme bana viktoria, sinirleniyorum...
bir insana en mahrem hislerimi açacak kadar yakın hissettim kendime. kimsenin acısını, dertlerini, üzüntüsünü küçümsediğim yoktu. buna dair bir şey de söylemedim. ben 4 ay boyunca babamın ölmediğine inandım. doktor doktor gezdirdiler beni, günde bir avuç dolusu ilaç kullandım bir yıl boyunca. işte bu yüzden anlıyor musun? işte bu yüzden, küçük bir kız çocuğunun babasını geri gelecek ve onları evlerine götürecek sanması benim için ne demek anlayabiliyor musun?
dinle beni kaçma! kaçma, okşa ruhumu. eski günlerime dönmek istemiyorum...
en çok yakınlarımı kaybetmek üzer beni. parçalar, liğme liğme eder. hayattaki en korktuğum ve kaçınılmaz olan şey; bir insanı aradığında telefonunun çalmaması.. ah ne kötü bir senaryo değil mi viktoria?
her şeye rağmen özlüyorum, deli gibi seviyorum halâ.
-peki anlıyorum. ona bunları söylediniz mi?
defalarca söyledim. ona özlediğimi söylediğimde dilenci çocuk muamelesi gördüm, görmezden gelindim. hayatımda aldığım en kaba dönüttü bu benim. ben özlemedim dese bu kadar canımı yakamazdı... sana gelmek istiyorum dedim, nolur şu üstümdeki sorumlulukları atayım, hafifleyeyim. hatta yardımını istedim. sorular sordum. hiçbirini duymadı.. korktu belki de, ona da bir sorumluluk vereceğim sandı. oysa ben bir ilaç aramıştım. sonrasında, ben de onu dinlemek isterdim. belki biraz olsun yarasına merhem olmak. ki çok defa da dinledim, çözüm sundum. bir tutsa oradan belki, ikimizin de gül bahçeleri kırmızı, pembe, beyaz güllerle dolacaktı. dönünce konuşalım dedi... ama dönmemiş olacak ki hiçbir şey söylemedi. o yerde halâ benim ona gelmemi bekliyor belki de. ama viktoria bunca hakaretin, bunca hor görülmenin, sevgimin bir kağıt gibi buruşturulmasının üstüne nasıl gidip çıkabilirim karşısına? neyle karşılaşırım? zaten yalpalaya yalpalaya yürüyorum. gene beni sevmediğini söylerse nasıl tekrar ayağa kalkarım?
oysa ben “seni seviyorum”’un içine dünyaları sığdırmıştım. duymak, görmek istediği her şey onun içindeydi. bir seni seviyorum derken defalarca öpebiliyordum onu, elimi teninde gezdirebiliyordum, sabaha kadar sevişebiliyordum, gözlerinin en derinine dalıp söylediği şeyleri daha ağzından çıkmadan duyabiliyordum...
şimdi bunları anlatıp, tüm kalp kırıklarını süpürüp halının altına atalım demek.
ahh. anlatacağım binlerce şey olmasına rağmen daha fazla uzatmak, seni yormak istemiyorum. kendisi eminim ki bütün bunları ve daha fazlasını anlayabilecek kadar güzel...
şimdi, bu odaya nasıl geldim, bu çayı ve sigarayı kim elime verdi bilmiyorum viktoria. halâ anlam veremiyorum...
-anlamaya uğraşmayın...
başka bir şey konuşalım. dışarısı yağmurlu bugün, harika fotoğraflar çekilebilir. ne yapacaksınız?
-böylesi havaları severdi...
-böylesi durumlarda hep babamı düşünürüm viktoria. adam onlarca zorluğa göğüs gerip kendini ve ailesini bu günlere getirmiş. en sevdiği şey ise yalnız kalmaktı, bir odada tek başına elinde çayı ve sigarası ile. anlam veremezdim o zamanlar, hoş halâ anlayamıyorum. insan bazen budalaca bir özleme kapılıp gidiyor geçmişin bütün ağırlığı işte o zaman omuzlarına biniyor insanın. seni sevmeyen, seni istemeyen birini özlemek.. ah ne budalaca gerçekten değil mi? o da tam tersini düşünüyor belki de. onu sevmediğimi, onu tam anlamıyla sevmediğimi. içimde kopan fırtınaları görse bildiği tüm şiirleri, isimleri unutur. ben ise sadece “seviyorum” diyerek ifade edebiliyorum. bir kez daha dilin sert duvarlarına çarpıyor hislerim.
soğuk bir şubat akşamı <ki bu şehirde böyle bir soğuk görülmemiş> yalnızım derdi. “evet. sen ne kadar yalnızsan ben de o kadar yalnızım. beraber paylaşalım yalnızlığımızı. gelsene, bak sana şiirler yazdım, bir film seçtim oturup izleyelim diye. sonunda sana şiirimi okuyup seni ne kadar sevdiğimi söyleyeceğim.” hayır gülme bana viktoria, sinirleniyorum...
bir insana en mahrem hislerimi açacak kadar yakın hissettim kendime. kimsenin acısını, dertlerini, üzüntüsünü küçümsediğim yoktu. buna dair bir şey de söylemedim. ben 4 ay boyunca babamın ölmediğine inandım. doktor doktor gezdirdiler beni, günde bir avuç dolusu ilaç kullandım bir yıl boyunca. işte bu yüzden anlıyor musun? işte bu yüzden, küçük bir kız çocuğunun babasını geri gelecek ve onları evlerine götürecek sanması benim için ne demek anlayabiliyor musun?
dinle beni kaçma! kaçma, okşa ruhumu. eski günlerime dönmek istemiyorum...
en çok yakınlarımı kaybetmek üzer beni. parçalar, liğme liğme eder. hayattaki en korktuğum ve kaçınılmaz olan şey; bir insanı aradığında telefonunun çalmaması.. ah ne kötü bir senaryo değil mi viktoria?
her şeye rağmen özlüyorum, deli gibi seviyorum halâ.
-peki anlıyorum. ona bunları söylediniz mi?
defalarca söyledim. ona özlediğimi söylediğimde dilenci çocuk muamelesi gördüm, görmezden gelindim. hayatımda aldığım en kaba dönüttü bu benim. ben özlemedim dese bu kadar canımı yakamazdı... sana gelmek istiyorum dedim, nolur şu üstümdeki sorumlulukları atayım, hafifleyeyim. hatta yardımını istedim. sorular sordum. hiçbirini duymadı.. korktu belki de, ona da bir sorumluluk vereceğim sandı. oysa ben bir ilaç aramıştım. sonrasında, ben de onu dinlemek isterdim. belki biraz olsun yarasına merhem olmak. ki çok defa da dinledim, çözüm sundum. bir tutsa oradan belki, ikimizin de gül bahçeleri kırmızı, pembe, beyaz güllerle dolacaktı. dönünce konuşalım dedi... ama dönmemiş olacak ki hiçbir şey söylemedi. o yerde halâ benim ona gelmemi bekliyor belki de. ama viktoria bunca hakaretin, bunca hor görülmenin, sevgimin bir kağıt gibi buruşturulmasının üstüne nasıl gidip çıkabilirim karşısına? neyle karşılaşırım? zaten yalpalaya yalpalaya yürüyorum. gene beni sevmediğini söylerse nasıl tekrar ayağa kalkarım?
oysa ben “seni seviyorum”’un içine dünyaları sığdırmıştım. duymak, görmek istediği her şey onun içindeydi. bir seni seviyorum derken defalarca öpebiliyordum onu, elimi teninde gezdirebiliyordum, sabaha kadar sevişebiliyordum, gözlerinin en derinine dalıp söylediği şeyleri daha ağzından çıkmadan duyabiliyordum...
şimdi bunları anlatıp, tüm kalp kırıklarını süpürüp halının altına atalım demek.
ahh. anlatacağım binlerce şey olmasına rağmen daha fazla uzatmak, seni yormak istemiyorum. kendisi eminim ki bütün bunları ve daha fazlasını anlayabilecek kadar güzel...
şimdi, bu odaya nasıl geldim, bu çayı ve sigarayı kim elime verdi bilmiyorum viktoria. halâ anlam veremiyorum...
-anlamaya uğraşmayın...
başka bir şey konuşalım. dışarısı yağmurlu bugün, harika fotoğraflar çekilebilir. ne yapacaksınız?
-böylesi havaları severdi...
devamını gör...
3549.
nazım… okurken karmakarışık duygulara kapıldım. başın sağ olsun. seni bu kadar etkilediğine göre cidden değer veriyormuşsun. ama hayat böyle değil midir? seninle ölümü konuşurduk bazen, aslında ne kadar normal olduğunu söylerdik. üzülme sakın yaşamaya devam et. ama babanı asla es geçme. sana ne hissettirmiş olursa olsun gelecekteki sen için babanın hep yanında ol.
beşiktaş’a hiç gelmezsin sanıyordum meğer geliyormuşsun. bir gün haber ver geleceğin zaman için belki 5 dakika sohbet ederiz. ben senden sonra çok kez oturdum oraya değişik duygularla. her oturduğumda…
ameliyat olmana çok şaşırdım geçmiş olsun gözüne iyi bak!!!
müziği bırakamazsın bırakmamalısın nazım. sendeki müthiş bir yetenek. esirgeme bunu lütfen.
hayatında biri var mı? konuştuğun flört ettiğin. neden bunu soruyorsun diye laf etme. merak ediyorum ben de senin mutlu olmanı istiyorum. sen de benim mutlu olmamı istediğini söylemişsin bunu içten söylediğini biliyorum teşekkür ederim fakat seni tanıyorum nazım. ters bir şey duyarsan yine bana kızacaksın, kendi kendine boşuna mıydı cümleleri dönecek aklında.
senden sonra bende neler oldu onları anlatayım. bir gün doktora gittim ve tahliller sonucu çocuğumun olamayacağını öğrendim. vücudum bitik düşüyordu, ateşim çıkıyordu, bense yataktan çıkamıyordum ve bir virüs gibi bir şey vardı ( tıbbi terimlerle anlaşamıyorum :) ) her gün iğne ve günde 5-6 kez ilaç içiyordum. mental olarak kötü hissediyordum. ama bu tedavi sonrası tekrar ve tekrar kontrole gittim artık iyiyim ve başardım. çocuğum olabilecek sağlıklıyım. vejeteryanlığa devam ediyorum. kontrole gidiyorum. partinin etkinlik yürüyüş ne varsa onlara gidiyorum ( tahmin edebilirsin hangi parti olduğunu) :))) siyasetin içinde olmayı seviyorum.
hayat geçiyor hızlı hızlı. yapabileceğim her şeyi yapmaya çalışıyorum. iyiyim ama daha iyi olabilirim. eski yaz günlerindeki nazım ve piraye umarım mutludurlar.
beşiktaş’a hiç gelmezsin sanıyordum meğer geliyormuşsun. bir gün haber ver geleceğin zaman için belki 5 dakika sohbet ederiz. ben senden sonra çok kez oturdum oraya değişik duygularla. her oturduğumda…
ameliyat olmana çok şaşırdım geçmiş olsun gözüne iyi bak!!!
müziği bırakamazsın bırakmamalısın nazım. sendeki müthiş bir yetenek. esirgeme bunu lütfen.
hayatında biri var mı? konuştuğun flört ettiğin. neden bunu soruyorsun diye laf etme. merak ediyorum ben de senin mutlu olmanı istiyorum. sen de benim mutlu olmamı istediğini söylemişsin bunu içten söylediğini biliyorum teşekkür ederim fakat seni tanıyorum nazım. ters bir şey duyarsan yine bana kızacaksın, kendi kendine boşuna mıydı cümleleri dönecek aklında.
senden sonra bende neler oldu onları anlatayım. bir gün doktora gittim ve tahliller sonucu çocuğumun olamayacağını öğrendim. vücudum bitik düşüyordu, ateşim çıkıyordu, bense yataktan çıkamıyordum ve bir virüs gibi bir şey vardı ( tıbbi terimlerle anlaşamıyorum :) ) her gün iğne ve günde 5-6 kez ilaç içiyordum. mental olarak kötü hissediyordum. ama bu tedavi sonrası tekrar ve tekrar kontrole gittim artık iyiyim ve başardım. çocuğum olabilecek sağlıklıyım. vejeteryanlığa devam ediyorum. kontrole gidiyorum. partinin etkinlik yürüyüş ne varsa onlara gidiyorum ( tahmin edebilirsin hangi parti olduğunu) :))) siyasetin içinde olmayı seviyorum.
hayat geçiyor hızlı hızlı. yapabileceğim her şeyi yapmaya çalışıyorum. iyiyim ama daha iyi olabilirim. eski yaz günlerindeki nazım ve piraye umarım mutludurlar.
devamını gör...
3550.
iyiye gitmeye uğraşırken salak saçma hatalar yapıp her şeyi daha da kötüye sürüklüyorum. benim lanetim bu sanırım. onarmaya çalışırken daha da beter ediyorum her şeyi.
devamını gör...
3551.
saat gece yarısına yaklaşıyordu yine, içindeki boşluğu gecenin siyahı ile doldurmaya çalışıyordu. hayatım anlamı neydi peki? gecenin sessizliğine doğru savurduğu bu düşünce nereye çarpıp geri dönecekti? çünkü yaşadığı derin ızdırabın kutsal bir amacı olmalıydı. yaşadıkları çağın vebası da buydu işte! anlam bulma çabası... dışarıdan bakılınca gösterişsiz ve mütevazı bu kadın içten içe ne çok kibri taşıyordu. kocaman bir sahneye dört bir yandan atılmış insanlar, kendilerine biçilen biraz da kendilerinin seçtikleri rolleri, ölçülebilirliği birçok değişkene bağlı olan zaman içerisinde sergileyip birkaç alkış için yerlere kadar eğilip sonrasında sahneden ineceklerdi.
devamını gör...
3552.
bugün ulusal nişanlanma günü falan mı.
sabahtan beri 10dan fazla nişan storysi gördüm
sabahtan beri 10dan fazla nişan storysi gördüm
devamını gör...
3553.
insanlara daima mutlusun, kimseye kırılmazsın vs duvarlarını yeteri kadar uzun ve geniş ördün artık. şimdi ne kimse seni duyabilir ne de görebilir. asıl kimliğini tamamen rahat bir şekilde yaşayabilirsin. yeni şeyler ekleyebilir ve bunlara çevrenden gelecek eleştirileri duymadan daha gerçekci bir şekilde yaşayıp mutlu olabilirsin. vakti geldi artık...
devamını gör...
3554.
hiraeth: artık kaybettiğimiz ve asla geri dönemeyeceğimiz birine özlem duymak.
devamını gör...
3555.
bı sözlüğe ne zaman bakınsam sürekli değişen tuhaf tuhaf yeni kullanıcı adları görüyorum. sinir bozucu bir durum. sürekli bu denli kendinizi unutturma motivasyonlarınızı güçlendiren hatalar mı yapıyorsunuz yoksa gerçekten yeni kullanıcı mısınız? inanın hiç fark etmiyor, hiçbiri ilgimi çekmiyor. şuraya her gün, her açıdan portre görsellerini bağışlayan ciddi görünümlü adamların istikrarına saygım arttı. yani aslında bu kadar da ön yargısızım.
devamını gör...
3556.
duygularımı kelimelere tam anlamıyla dökmenin daha kolay yolu olsa keşke. yazmak hislerimin sürrealist bir çizimi gibi, herkes istediğini anlıyor. oysa ben ayna gibi yansıtmasını istiyorum.
içimdeki öfkeyi, nefreti, hayal kırıklığını, yersiz coşkuyu, huzursuzluğu hepsini olduğu gibi göstermek istiyorum.
çünkü yetmiyor benim gibilerin de aynı şeyleri hissettiğini bilmek. bize bunları yaşatanların ta içine işlesin istiyorum bu duygular. korksunlar istiyorum bu önüne geçilemez öfkemizden. evet, korksunlar istiyorum! hayatlarında bir kez olsun başlarını yastığa koyarken bizim öfkemizin korkusundan huzursuz olsunlar istiyorum!
ama zaten bundan huzuru kaçacak insan, böyle bir insan olur muydu?
utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim ama ondan da anlamazsınız ki siz!
içimdeki öfkeyi, nefreti, hayal kırıklığını, yersiz coşkuyu, huzursuzluğu hepsini olduğu gibi göstermek istiyorum.
çünkü yetmiyor benim gibilerin de aynı şeyleri hissettiğini bilmek. bize bunları yaşatanların ta içine işlesin istiyorum bu duygular. korksunlar istiyorum bu önüne geçilemez öfkemizden. evet, korksunlar istiyorum! hayatlarında bir kez olsun başlarını yastığa koyarken bizim öfkemizin korkusundan huzursuz olsunlar istiyorum!
ama zaten bundan huzuru kaçacak insan, böyle bir insan olur muydu?
utanacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterdim ama ondan da anlamazsınız ki siz!
devamını gör...
3557.
bir şeyler yazabilmek her kimsenin sahip olamadığı bir meziyet; bir sanat. yazacağım şey, sanat nedir meselesi değil aslında. şu an neden yazmaya ihtiyaç duyduğum... ressamı, müzisyeni, yönetmeni anlamaya, onlarla ortak bir içgüdüyü paylaşmaya çabalıyorum. ve sanırım sanatçı olmayı başarabilmiş biriyle duyarlılığını sanata dökemeyen insan arasındaki farkı algılayabiliyorum. sanat neden doğar? hayata, içinde yeşermeye çalıştığın çevreye, yaşanmışlıklara ve izlenimlerin yarattığı duyarlılıktan kaynaklanır. algı kapılarını açabildiğin noktaya getirip tüm duyularınla hissedebildiklerin sayesinde çevrenin üstüne çıkarsın. sadece yaşamak, var olmak ve seyirci kalmak yetmez olur; dünyayı kendi benliğin ve anlatımın aracılığıyla tekrar yaratmak istersin. hayatı kontrolün altına almak, onunla oynamak, ona şekil vermek, yorum katmak ve kendinle bütünleştirmek; onunla ortaklık kurmak... rüzgar eser, yağmur yağar ve sen onlardan bir parçayı kendinde toplamak, onlardan bir şeyleri kendi içine çekmek istersin. salt yaşamak yeterli değildir fakat bazı insanların toplumsal ilişkileri ve yaşadıkları hikayeler bir çeşit sanat yapıtı gibidir; alışılmışın dışında, işlenmiş, sıradışı ve öznel bir iz taşıyan. taşabilmek kabından, kalıplarına sığamamak; bu özel bir duyarlılık ve görü gerektiriyor. sağlam sezgiler istiyor. bu satırları yazmadan evvel zihnime hucüm eden düşünceler de bunları çağrıştırıyor. bir his, aniden gelen bir istek; sanki bir vahiy gibi. yazma isteği bu. dünyayı parmaklarımın ucunda tekrar yorumlayabilmek, zihnimin içindeki renkli dünyayı harfler aracılığıyla açımlayabilmek, oradan çıkan tuhaf ezgileri duyurabilmek... ölümü düşünüyorum. aslında uzunca bir süredir meşgul ediyor zihnimi. elbette hayat akıp gidiyor ve ben gözlemlerime, hislerime rağmen ölümlüyüm; çoğu kez unutmak istesem de... tüm bu süreç bir sona doğru ilerlemek içinse söylediklerimizin ve bıraktığımız şeylerin hiçbir önemi yokmuş gibi geliyor. ötesi var mı? yoksa neresindeyim şu an hayatın? peki yeterince anlayabilmiş miyim bu dünyayı? içinde bulunduğum süreci anlamak ve anlamlandırmak çok daha pratik geliyor; yaşam ve sezgilerle ilgilenmek... ve unutma çabası! duvardaki pörsümüş onca gürültüyü delen şu masum tik tak darbeleriyle bir kez daha farkına varıyorum; zaman hızla tükeniyor. buna karşın ilerleyen saniyeler geçmişle olan bağımızı hızla koparmamız konusunda kolaylık sağlamıyor gibi. oysa daima demezler mi ki, zaman her şeyin ilacı... öğrencilik dönemlerimi düşünüyorum; lise ve üniversite yılları... epey bir geride kalmış. oysa ki dün gibi. o aptal amerikan filmlerindeki kahramanları görünce ilk gençliğim geliyor aklıma. elimde değil. sonsuza dek yaşama isteğimin kaybolmadığı o hiç büyümeyecek çocuk günlerimi özlemle anıyorum. dünyanın en büyük sorunlarıymış gibi gelen dertlerimle boğuştuğum, ölümsüz bir kahraman olduğuma inandığım küçük hayallerle süslü zamanlarım. şimdi ölüm var zihnimde ve bedenimde; varlığını daha sık hatırlatmaya başlayan. ondan korkmuyorum. aksine merakımı da cezbediyor doğrusu. o gelecek ve ben yok olacağım... bunu kabullenmeye başladım artık. fakat mücadele edebilmek için eksik olan bir şeyler var. bunları giderebilmem gerek. kendim için yaşama çabamda ilerleyebilmem için kendi görülerim ve özlemlerimle daha fazla ilgilenmeliyim... "tanrıyı güldürmek istiyorsan 'o'na planlarından bahset..." belki karşılıklı gülümseyebilmek için buna inanmam gerek! düşünce balonları tepemde dolanıyor; müptelası olduğum çizgi alemlerinin sayfalarından fırlamışçasına... ya içlerini doldurmaya çalışmalı ya da harcadığım onca zaman gibi boş boş patlatıp eğlendiğime inanım kendimi kandırmaya devam... istediğim şeyleri gerçekleştirebilecek miyim? hayallere önem veren bir insan olduğuma inanmak istiyorum ama hangi hayalimi kendime tekrarladım uzun zamandır? yahut hangisi için ciddi bir çaba harcadım?.. ne istediğime karar vermem gerek. bir sürü, bir sürü şey düşünüyorum... ama kalbimi ortaya koymuyorum. bu beni yeterince üzdü, yaraladı, sıktı, ve acıktırdı... dinmeyen açlık hali. hayat hızla akıyor ve asıl mesele önüme çıkan fırsatların geri dönmemecesine yitip gitmesi; işte buna katlanamıyorum! sallantı yavaşlamaya başladı. ziyadesiyle saçmalıyorum. ne söylediğimi kendim de anlamaz oldum. müziğe ihtiyacım var. beslemem gerek bu ruhu, ayağa kalkabilmem gerek... hadi o zaman, bu kez sen anlat bana sırlarını. okurken aslında seni dinliyorum.
devamını gör...
3558.
ne zamandır buradayım ve neredeydim hiç bilmiyorum. bu bir ruya sanırım, başını hatırlayamıyorum... mevsim güz, en sevdiğim. altın boynuzun üzerinden batan akşam güneşinin en güzel göründüğü o en sevdiğim sokaktan caddeye doğru giriyorum. her zamanki gibi çok kalabalık lakin bu kez hiçbir yüzü seçemiyorum. kimseden tek bir ses dahi çıkmıyor; ölüm sessizliği hakim. herkes, her şey öyle bulanık, öyle donuk ki saniyeler akrep hızı ile ilerliyor sanki. oysa yakalayabildiğim herhangi birinin gözlerinin ardına bakıp hikayeler uydurmayı öyle çok severdim ki... üzerimde en az benim kadar yorgun kadife ceketim, boynumda ise gri bir atkı. bir elim ceketin sağ cebinde, iki küçük misket ile oynuyorum. diğeri sımsıkı kapalı ve avucumun içinde kanayan bir yara var. tepemde bir kuş, dans ediyor sanki. kuşun belli belirsiz gölgesi ile oynayan siyah bir kedi görüyorum. dokunmasalar sonsuza kadar devam edecek gibi... avucumda milyonlarca iğne darbesine benzer bir acı! açıyorum ve kan duruyor. aniden kuruyan yaranın üzerinde bir yazı beliriyor; "kara kedinin adımlarını takip et!" yazıyı okuyan iç sesimi duyarmışçasına bana doğru dönüyor kedi. yüzünde çocuksu bir gülümseme ve hızla uzaklaşmaya başlıyor. bulutlar üzerinde yürüyormuşçasına hafif ve bir masal perisi kadar zarif... nefesim ve gücüm yettiğince koşuyorum. koşuyorum, hiç durmadan... hep aynı çember etrafında dönüyormuşçasına uzun sürüyor bu takip. tam yaklaştım derken kalabalığın arasında kayboluyor. bir kadın beliriyor kalabalığın arasında. fakat o diğerleri gibi bulanık değil. üzerinde siyah bir elbise ve başında büyük mor bir şapka var. yüzünü göremiyorum. boynundaki siyah fuları çözüp sallıyor sağ eliyle ve yavaşça bırakıyor onu rüzgarın kollarına. bir şeyler anlatmak istiyor, çağırıyor beni. ağır adımlarla ilerlemeye başlıyor. ardından gidiyorum ama gücüm tükenmiş durumda. bir yanım ona yetişmek, yüzünü görmek istiyor. diğer yanımsa bu yorgunluğa dayanamaz halde. pes et diyor. pes et... hadi, pes et... pes etmiyorum. inatla devam ediyorum takip etmeye. ve hiç beklemediğim bir anda duruyor. nihayet kavuşuyorum ona. öylesine güzel bir kokusu var ki sanki düş bahçelerinden koparılmış tüm çiçeklerin karışımı. tam şapkanın gölgesi ile saklanan yüzünü göreceğim derken yüzünde parlayan ışık ile gözlerim kamaşıyor. hiçbir şey söylemiyor. tek kelime bile duyamıyorum. ta ki elini uzatıp elime dokunduğu an... o an hakkındaki her şeyi öğreniyorum. sımsıkı tuttuğum avucundan dökülen cümleler anlatıyor kendini; gerçeklerden kaçış yok. ağlıyoruz... elimi bırakıp uzaklaşırken derinlerden gelen bir piyano sesi ile kendime geliyorum. müzik bitiyor; her şey, herkes normale dönüyor ve aniden mevsim değişiyor... ceplerimde kırık dökük kelimeler, yerini bir türlü bulamadığım derinlerde bir sızı ve tenimde is kokusu ile yürümeye devam ediyorum. yalnızca bir anlık mutlulukmuş perdenin ardındaki.
devamını gör...
3559.
3560.
insanları iyi kötü diye ayırmak kolayımıza geliyor ama tehlikeli olanlar kötüler değil. ne zaman hangi zemine kayacakları belli olmayan saf, silik ve sünepeler, ne kadar zararsız ve etkisiz görünseler de kendi kendilerine karşı bile öngörülemez olduklarından en tehlikeli onlardır.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2