normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
4521.
20 yıl önce bugün göçüp gittin bu diyarlardan. beni bıraktığın yerde başıma neler geldi hiç bilmedin. bana neler yaptılar, kalbimi nasıl kırdılar, ne kadar yalnız bıraktılar, sensizliğin acısı yetmezmiş gibi bir de sensizliğimi yüzüme ne çok vurdular, görmedin. savrulup durdum, beni oradan oraya savurup durdular. kolumu, kanadımı kırdılar.
insan bir şekilde yaşamaya devam ediyor. büyüyor, değişiyor, olgunlaşıyor ama o mezar başında ağlayan küçük kız içeride bir yerde duruyor. hiç değişmeden, hiç iyileşmeden...
insan bir şekilde yaşamaya devam ediyor. büyüyor, değişiyor, olgunlaşıyor ama o mezar başında ağlayan küçük kız içeride bir yerde duruyor. hiç değişmeden, hiç iyileşmeden...
devamını gör...
4522.
a normal bir kizim veya kadinim.
ama bu durum beni rahatsiz etmiyor.
sira disidan da sira disi.
ama bu durum beni rahatsiz etmiyor.
sira disidan da sira disi.
devamını gör...
4523.
her şey o kadar anlamsız ki kendimi tamamen kaybetmenin ucundayım
devamını gör...
4524.
"kandırıyorlar. hepimizi. en çok da seni.
kandırıyorlar çünkü senin kıçın da herkesinki kadar nazik.
kandıracaklar çünkü sen -mış gibi yapıyorsun.
aşağılanıyorsun, onuruna sahip çıkıyormuş gibi yapıyorsun.
cahil bırakılıyorsun, okuyormuş gibi yapıyorsun.
iğfal ediliyorsun, kulağının arkası berrakmış gibi yapıyorsun.
çünkü onlar sana şizofreniyi uygun gördüler. rıza gösterdin.
hayatın senin ellerinde değil.
artık yetmez mi?
çocuklarını öldürüyorlar ve öldürmeye devam edecekler
kana doymuyorlar.
torununu z tipi hücrelerde haklayacaklar.
vitrinlere süprüntüler dolduruyorlar.
satın alıyorsun.
elit sohbetleri atlamamak için beynini çöplüğe çevirmelerine izin veriyorsun
oysa, hatırla, hepimiz birer çini mürekkebiydik zamanında.
hatırla yeniden sahip çıkabiliriz geçmişimize.
sokağa çık. kötü kitapların en kötü satırlarını boya ruhunla.
ruhun hala temiz. senden başkalarını zehirlemelerine izin verme"
kandırıyorlar çünkü senin kıçın da herkesinki kadar nazik.
kandıracaklar çünkü sen -mış gibi yapıyorsun.
aşağılanıyorsun, onuruna sahip çıkıyormuş gibi yapıyorsun.
cahil bırakılıyorsun, okuyormuş gibi yapıyorsun.
iğfal ediliyorsun, kulağının arkası berrakmış gibi yapıyorsun.
çünkü onlar sana şizofreniyi uygun gördüler. rıza gösterdin.
hayatın senin ellerinde değil.
artık yetmez mi?
çocuklarını öldürüyorlar ve öldürmeye devam edecekler
kana doymuyorlar.
torununu z tipi hücrelerde haklayacaklar.
vitrinlere süprüntüler dolduruyorlar.
satın alıyorsun.
elit sohbetleri atlamamak için beynini çöplüğe çevirmelerine izin veriyorsun
oysa, hatırla, hepimiz birer çini mürekkebiydik zamanında.
hatırla yeniden sahip çıkabiliriz geçmişimize.
sokağa çık. kötü kitapların en kötü satırlarını boya ruhunla.
ruhun hala temiz. senden başkalarını zehirlemelerine izin verme"
devamını gör...
4525.
sen yine her kırılışında inatla daha da büyüyen kanatlarınla masmavi gökyüzünde oradan oraya savrularak efsunlu kozmetiğin sahtekar elleriyle boşluğa dikilmiş süslü ve parlak ruhların bakışlarından kaçma isteğindesin. fakat tuhaf olana tekme savurmaktan çekinmeyen kirli kalplerin hakkına düşen küfürlerinin porsiyonunu da dağıtıyor gibisin. senin zamanın daha gelmedi diye düşünme. hepimizin zamanı farklıydı. arşa değen kendi dört duvarlarımızın arasında yaşanmış birbirinden habersiz ve bağımsız onlarca hikaye saklı olabilir.
kaçınılmaz fizyolojik dönüşümlerin manasız bulunup hoşnutsuz bir korku ile karşılandığı o aciz yaşlarda aynada kendini izleyip dakikalarca sırıtabilen aptal bir suretin vardı mesela. çizgileri sertleşmemiş bedenler ruhlarından bihaber kalbini birer birer işgal ediyordu. züppeliğin prim yaptığı, normal kabul edilmeyenlerin istediği gibi fink attığı akranlarının arasında sesi en az çıkan, fakat duyulduğu zaman en çok hasar yaratan kişilerden biriydin. çizgili defter yapraklarında bile rotayı tutturamayıp isyan ederek yönünü şaşıran başına buyruk cümlelerin müsebbibi de sendin. saçlarının nasıl kesildiğini hiç umursamıyordun. fakat suretini gizleyecek bir modelde saçlara sahip olabilmeyi istediğin aşikardı. hafızana kokularıyla işlemeye başladığın mekanlarda eşyaların yeri değişse bile aklına düşen hayallerin muhteviyatı hep benzer mevzulardı.
sapkınlıklarından bihaber olduğun seslerin silik izlerini arıyor olabilirdin. sapkınlık nedir onu bile bilmiyordun aslında. çoğu kez düşünemeyenlerdendin; çokça düşen lakin düşmesinden çok düşünmesinden korkulanlardan. düşünce suç sayılırdı senin bulunduğun topraklarda. parmak uçlarında daimi bir sızı, hiç silinmeyecekmiş gibi görünen kızarık yanaklar bırakırdı ardında. şimdikinden daha az ağlamıyordun o yıllarda. sadece acıya karşı hassasiyetinin boyutu daha başkaydı; eşiği daha sağlam, daha sert duvarlarla örülüydü. öfkeyi anlamlandıramadığın kırılgan hayallerin bugünkülerden çok da farkı değildi. çekip gitme isteğin daha o zamanlarda başlamıştı. birkaç sokak öteye, kocaman caddenin ardına, büyük mavi çizginin diğer tarafına, daha uzağa, daha derine, daha karanlığa, ışıkların ortasına, sen olmayana, belki de senin gibi görünmemesine karşın senden farksız olana...
içine doğmaya mahkum edildiğin o narin sırça fanusun dışına çıkarak farklılığını keşfetmeye çalışacaktın. kendine dokunmak nedir bilmezken kıymeti bilinmeyen masumiyetin farkına varıp öyle yakın olmuştun ki dudaklarından öpmeye ramak kalmıştı. doğru noktaya temas edemedin ve öfke ile düşlere daldığın bulanık gecelere başlamaya karar verdin. ruhunda bir delik açıldı ve her bir yaşta daha da büyüyen kanaman o vakit başladı. bilmezdin elbet bu kan kaybı neyin ölüm sebebi olacaktı. kendine dönmeye başlamıştın. doğduğun noktaya uzak kalan haritanın sınırları içinde riskleri göze alıp bedenini keşfe çıktıkça büyümeye başladın. sessiz ve yavaş adımlarla ilerledin. kıvrılarak göğe selam duranların aralarında kaybolan ve renklerini yitirenlerle beraber yozlaştın kimi zamanlarda. yalanın kıymet gördüğü dünyaya teslim bayrağı açarak esir düşmüştün. içeride savaş sürerken düşen bomba sesleriyle dans etmeye başladın. sanal mutluluklar ve aşklar ile eğlenceli suretinin maskesini takınmışken mutsuzluğunun gizlenmeye çalıştığı kadehlerle devrildin. ardında görüneni umursamadığın buğulu camların üzerine çocukken yazdığın şeylere çok uzak resimler çizerek yıkıntılarından yepyeni yapılar inşa etmeye çalıştın. içindeki derin dünya rüzgarda dans eden yaprak tanelerinin sana getirdiği kartları tek tek açtı karşında. yalnızlığı öğrendin. tekil olmayı benimsedin. terk edildin. terk ettin. çemberin giderek daralmaya başladı zamanla.
yıldızlarını söndürdün. yörüngendeki gezegenleri tek tek öldürdün hiç acımadan. açılmayacak sararmış mektuplar yazdın, sahibi olmayan satırlarla dolu sayfalara. adresi belirsiz zarflarla postaladın onları. karıştılar gökyüzüne gri duman bulutlarıyla. içindeki yangını söndürmek için tere dönüştün. koştun hiç durmadan. kendin gibi olmaya tekrar dönmek için ant içtin, aynadaki kendine bakmadan hızla koşarken. bağırdığın sokaklar boyunca, karşına çıkan insanlarla tartıştın. onlara ayna tuttukça onlardan daha fazla yara aldın. aydınlık sokakların karanlık köşelerinde takılıyordun. silahlar buldun o izbe mekanlarda. namlunun ucunu kendine doğrulttun. delik deşik etmek istedin kendini. tetiği her çekişinde satır aralarında boğuştun. kurşun darbesine yabancı kalmana şaşırdın. yaralarına alışıyordun oysa. akışına kapıldığın serüvenlerle esaretten kurtardın ruhunu. buhar olup ardında bırakıyordun geçmiş hikayelerini. sonsuz çemberde dönüp duran zaman tünelinde sürükleniyordun hızla. canın yandı. can yaktın. suçluluk hissettin, haklı sebepler buldun ve asla pişman olmadın yaptıklarından.
bir kez daha tatmaya başladın. koklamayı, dokunmayı ve görmeyi en başından öğrendin. kokular pusulan olmuştu. suya düştün yeniden. ihanetin yumuşacık dizlerine başını yasladın. düşlere daldın onun kucağında. celladının masallarıyla düşlerinden uyandın. düşünmeye zorladın yine kendini. konuştun, sustun, konuştun. daha çok konuşmaya başladın sonra. kendine, diline, geçmişine yabancılaşmaya başladıkça büyüdün. ne vakit büyüdüğünü anlamaya çalıştın, yaş aldın. yaşlandın hızla. yaşlandıkça güzelleştin. cümlelerle beslendin. toprağından ayrı kaldıkça suyunu başka köklerin altında aradın. acılarını anlattıkça daha fazla anlamaya başladın. ondan uzaklaştığını anladığın an ise yine ona dönmeye hazır olduğunun farkına vardın. özlemin zehri damarlarında usul usul yayılmaya başladığında eşyalarını dipsiz bavula yerleştirmeye hazırlanıyordun çoktan...
oradaydın işte, yine ait olduğun yerde. daha evvel de bulunduğun o yerin tam ortasında dimdik ayakta dururken başını eğmiyordun. neredeydin, nereden gelmiştin, ne zamandan beri buradaydın? şaşkınlıkla etrafına bakınırken tüm yaşlarını geri dilenmiyordun. günahlarını dillerinden düşürmeyenlerden uzak durmalıydın. kararmış gözleri ve dikenli cümleleriyle etrafını sarmaya çalışan leş kokulu suretlerin dondurucu klişelerinden arınıyordun. nihayet gülümsüyordun. umutsuzluğu bir ağacın gölgesine terk etme zamanın çoktan gelmişti. kendini bulduğun o yerde, yalnızca kendinleydin. olması gerektiği biçimde ve her daim olman gerektiği şekilde.
kaçınılmaz fizyolojik dönüşümlerin manasız bulunup hoşnutsuz bir korku ile karşılandığı o aciz yaşlarda aynada kendini izleyip dakikalarca sırıtabilen aptal bir suretin vardı mesela. çizgileri sertleşmemiş bedenler ruhlarından bihaber kalbini birer birer işgal ediyordu. züppeliğin prim yaptığı, normal kabul edilmeyenlerin istediği gibi fink attığı akranlarının arasında sesi en az çıkan, fakat duyulduğu zaman en çok hasar yaratan kişilerden biriydin. çizgili defter yapraklarında bile rotayı tutturamayıp isyan ederek yönünü şaşıran başına buyruk cümlelerin müsebbibi de sendin. saçlarının nasıl kesildiğini hiç umursamıyordun. fakat suretini gizleyecek bir modelde saçlara sahip olabilmeyi istediğin aşikardı. hafızana kokularıyla işlemeye başladığın mekanlarda eşyaların yeri değişse bile aklına düşen hayallerin muhteviyatı hep benzer mevzulardı.
sapkınlıklarından bihaber olduğun seslerin silik izlerini arıyor olabilirdin. sapkınlık nedir onu bile bilmiyordun aslında. çoğu kez düşünemeyenlerdendin; çokça düşen lakin düşmesinden çok düşünmesinden korkulanlardan. düşünce suç sayılırdı senin bulunduğun topraklarda. parmak uçlarında daimi bir sızı, hiç silinmeyecekmiş gibi görünen kızarık yanaklar bırakırdı ardında. şimdikinden daha az ağlamıyordun o yıllarda. sadece acıya karşı hassasiyetinin boyutu daha başkaydı; eşiği daha sağlam, daha sert duvarlarla örülüydü. öfkeyi anlamlandıramadığın kırılgan hayallerin bugünkülerden çok da farkı değildi. çekip gitme isteğin daha o zamanlarda başlamıştı. birkaç sokak öteye, kocaman caddenin ardına, büyük mavi çizginin diğer tarafına, daha uzağa, daha derine, daha karanlığa, ışıkların ortasına, sen olmayana, belki de senin gibi görünmemesine karşın senden farksız olana...
içine doğmaya mahkum edildiğin o narin sırça fanusun dışına çıkarak farklılığını keşfetmeye çalışacaktın. kendine dokunmak nedir bilmezken kıymeti bilinmeyen masumiyetin farkına varıp öyle yakın olmuştun ki dudaklarından öpmeye ramak kalmıştı. doğru noktaya temas edemedin ve öfke ile düşlere daldığın bulanık gecelere başlamaya karar verdin. ruhunda bir delik açıldı ve her bir yaşta daha da büyüyen kanaman o vakit başladı. bilmezdin elbet bu kan kaybı neyin ölüm sebebi olacaktı. kendine dönmeye başlamıştın. doğduğun noktaya uzak kalan haritanın sınırları içinde riskleri göze alıp bedenini keşfe çıktıkça büyümeye başladın. sessiz ve yavaş adımlarla ilerledin. kıvrılarak göğe selam duranların aralarında kaybolan ve renklerini yitirenlerle beraber yozlaştın kimi zamanlarda. yalanın kıymet gördüğü dünyaya teslim bayrağı açarak esir düşmüştün. içeride savaş sürerken düşen bomba sesleriyle dans etmeye başladın. sanal mutluluklar ve aşklar ile eğlenceli suretinin maskesini takınmışken mutsuzluğunun gizlenmeye çalıştığı kadehlerle devrildin. ardında görüneni umursamadığın buğulu camların üzerine çocukken yazdığın şeylere çok uzak resimler çizerek yıkıntılarından yepyeni yapılar inşa etmeye çalıştın. içindeki derin dünya rüzgarda dans eden yaprak tanelerinin sana getirdiği kartları tek tek açtı karşında. yalnızlığı öğrendin. tekil olmayı benimsedin. terk edildin. terk ettin. çemberin giderek daralmaya başladı zamanla.
yıldızlarını söndürdün. yörüngendeki gezegenleri tek tek öldürdün hiç acımadan. açılmayacak sararmış mektuplar yazdın, sahibi olmayan satırlarla dolu sayfalara. adresi belirsiz zarflarla postaladın onları. karıştılar gökyüzüne gri duman bulutlarıyla. içindeki yangını söndürmek için tere dönüştün. koştun hiç durmadan. kendin gibi olmaya tekrar dönmek için ant içtin, aynadaki kendine bakmadan hızla koşarken. bağırdığın sokaklar boyunca, karşına çıkan insanlarla tartıştın. onlara ayna tuttukça onlardan daha fazla yara aldın. aydınlık sokakların karanlık köşelerinde takılıyordun. silahlar buldun o izbe mekanlarda. namlunun ucunu kendine doğrulttun. delik deşik etmek istedin kendini. tetiği her çekişinde satır aralarında boğuştun. kurşun darbesine yabancı kalmana şaşırdın. yaralarına alışıyordun oysa. akışına kapıldığın serüvenlerle esaretten kurtardın ruhunu. buhar olup ardında bırakıyordun geçmiş hikayelerini. sonsuz çemberde dönüp duran zaman tünelinde sürükleniyordun hızla. canın yandı. can yaktın. suçluluk hissettin, haklı sebepler buldun ve asla pişman olmadın yaptıklarından.
bir kez daha tatmaya başladın. koklamayı, dokunmayı ve görmeyi en başından öğrendin. kokular pusulan olmuştu. suya düştün yeniden. ihanetin yumuşacık dizlerine başını yasladın. düşlere daldın onun kucağında. celladının masallarıyla düşlerinden uyandın. düşünmeye zorladın yine kendini. konuştun, sustun, konuştun. daha çok konuşmaya başladın sonra. kendine, diline, geçmişine yabancılaşmaya başladıkça büyüdün. ne vakit büyüdüğünü anlamaya çalıştın, yaş aldın. yaşlandın hızla. yaşlandıkça güzelleştin. cümlelerle beslendin. toprağından ayrı kaldıkça suyunu başka köklerin altında aradın. acılarını anlattıkça daha fazla anlamaya başladın. ondan uzaklaştığını anladığın an ise yine ona dönmeye hazır olduğunun farkına vardın. özlemin zehri damarlarında usul usul yayılmaya başladığında eşyalarını dipsiz bavula yerleştirmeye hazırlanıyordun çoktan...
oradaydın işte, yine ait olduğun yerde. daha evvel de bulunduğun o yerin tam ortasında dimdik ayakta dururken başını eğmiyordun. neredeydin, nereden gelmiştin, ne zamandan beri buradaydın? şaşkınlıkla etrafına bakınırken tüm yaşlarını geri dilenmiyordun. günahlarını dillerinden düşürmeyenlerden uzak durmalıydın. kararmış gözleri ve dikenli cümleleriyle etrafını sarmaya çalışan leş kokulu suretlerin dondurucu klişelerinden arınıyordun. nihayet gülümsüyordun. umutsuzluğu bir ağacın gölgesine terk etme zamanın çoktan gelmişti. kendini bulduğun o yerde, yalnızca kendinleydin. olması gerektiği biçimde ve her daim olman gerektiği şekilde.
devamını gör...
4526.
zaman bitti, içinde yaşadığımız anıların içinde silinmeyi bekliyoruz..
devamını gör...
4527.
her yer anlamsız bir boşluk.. nereye dönsem karanlık... etrafımda tanımlayamadığım bir kalabalık.. ne işi var bu insanların etrafımda.. hepsi gülümsüyor ve samimi oysa.. peki benim hissedemediğim bu duygular neyin nesi... bir yere ait olmak zorunda mı insan?
üstümüze düşeni alıp, eyvallah deyip payımıza düşeni kendi içimizde yaşıyoruz kimseye anlatamayarak... anlatılmaya çalışılan her duygu, her ağlamak, her susuş daha da yoruyor insanı.. kimse dokunmasın istiyor, kimse görmesin...
insan kendi içindeki savaşı bitirmedikçe dışarıya ışık olamıyordu...
üstümüze düşeni alıp, eyvallah deyip payımıza düşeni kendi içimizde yaşıyoruz kimseye anlatamayarak... anlatılmaya çalışılan her duygu, her ağlamak, her susuş daha da yoruyor insanı.. kimse dokunmasın istiyor, kimse görmesin...
insan kendi içindeki savaşı bitirmedikçe dışarıya ışık olamıyordu...
devamını gör...
4528.
epey bir süre oluyor, bıraktım karalama defteri tutmayı..olduğu gibi yaşıyorum hayatı.. editsiz.. çokta farketmiyormuş doğrusu..!
devamını gör...
4529.
"yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim."
devamını gör...
4530.
inan söze nereden başlayacağımı bilmiyorum. zira ne söyleyeceğimi bilmiyorum. sadece yazmak istedim ve yazmaya başladım. içimde kağıda dökmek hatta haykırmak istediğim çok şey var. mamafih hiç birini kelimelere sığdıramıyorum. sığdıramadıkça da yutmak zorunda kalıyorum. bu o kadar da kolay değil elbette. neden biliyor musun? zira her biri birer jilet maiyetinde de ondan. yuttukça keserek akıyor boğazımdan aşağı. buna daha ne kadar böyle katlanabilirim bilmiyorum. susuyorum, sustukça boğuluyorum. haykırmak istiyorum, bu kez de jiletlerin hışmına uğruyorum. bir çıkmazın içindeyim ama sanki bu çıkmazı ben yaratıyorum. nereye kadar böyle sürecek bu? daha ne kadar bu kendi yarattığım çıkmazda kalacağım? bile bile kendime bu acıyı çektirmekten ne zaman vazgeçeceğim? bütün bu sorular kafamda yankılanıp duruyor. çözüm mü ? bunun asla beni mutlu edecek bir çözümü olmadığını çok iyi biliyorum. bu soruların cevabının da bende olması gerektiğinin farkındayım. zaten ben de bu cevapları başkasında aramıyorum. mamafih hali hazırda kendi kendime de bulamıyorum. bazen sadece çekip gitmek istiyorum. en çok da hayattan. sanki ben olmasam hayatına dokunduğum insanlar daha mutlu olacaklarmış gibi hissediyorum. yani hayat yaşanılmaz değilmiş de onu yaşanılmaz kılan, zorlaştıran benmişim gibi geliyor. şunu inkar edemem elbette varlığımla insanlara kattığım bir çok şey oldu. mamafih düşünüyorum da varlığımda kazandırdıklarım yokluğumda bir kayıp olur muydu acaba? nedense hiç sanmıyorum. zira diyorum ya, ekseriyetle kendi hayatım da dahil olmak üzere çevremdeki insanların hayatında bir sorun olduğumu hissediyorum. yine de tüm bunlara rağmen çekip gidemiyorum bu hayattan. canım çok tatlı olduğu için mi? hayır. yaşamayı ya da hayatı çok sevdiğim için mi? asla. sadece arkamda bırakacaklarımı düşünüyorum. her şeyden öte ailemi böyle bir acıyla baş başa bırakarak gitmeye hakkım olmadığını biliyorum. zira benim dahi kendimden vazgeçtiğim noktada onların benden vazgeçmeyeceğinin farkındayım. diğer taraftan beni seven ve her daim destekleyen dostlarım var. böyle bir gidiş onlara da haksızlık olurdu kanımca. son olarak da şu an tam sol tarafımda kocaman gözlerle bana bakan patili oğlum var. işte tüm bunları düşününce dur durduğun yerde diyorum kendi kendime. sadece işin nihayetinde, ola ki bir gün tüm bunları düşünmekten vazgeçerek terki diyar edersem buralardan, tek bir cümle bırakmak istiyorum ardımda yadigar; “bunca zaman başkaları için yaşadı, bir gün kendi için öldü.” .
devamını gör...
4531.
işbu 4593. tanım. biri silmezse ya da bir tanım silinmezse...
harika bir gün olmuyor mu ya bugün?
valla harika bir gün oluyor.
hani bazı günler daha uyanırken harika bir gün olacağı bellidir ya... hah. işte aynen öyle...
harika bir gün oluyor.
peki bundan sözlüğe ne? niye? her şeyi burada paylaşmıyor muyduk? içimizi dökmeler falan... benim hiç mutsuz olduğumda bunu anlattığımı gördünüz mü? peki canım sıkkın olduğunda?..
hayır. canım sıkkındır ve köşeme çekilir, geçmesini beklerim. çünkü hüzünler paylaşınca çoğalır. aynı şekilde mutluluklar da paylaştıkça çoğalır. işte o yüzden, harika bir gün oluyor bugün.
insanın kendisiyle ilgili bir şeylerin ayırdına varması ne güzel.
sevgili 8 haziran, harika geldin teşekkür ederim. *
harika bir gün olmuyor mu ya bugün?
valla harika bir gün oluyor.
hani bazı günler daha uyanırken harika bir gün olacağı bellidir ya... hah. işte aynen öyle...
harika bir gün oluyor.
peki bundan sözlüğe ne? niye? her şeyi burada paylaşmıyor muyduk? içimizi dökmeler falan... benim hiç mutsuz olduğumda bunu anlattığımı gördünüz mü? peki canım sıkkın olduğunda?..
hayır. canım sıkkındır ve köşeme çekilir, geçmesini beklerim. çünkü hüzünler paylaşınca çoğalır. aynı şekilde mutluluklar da paylaştıkça çoğalır. işte o yüzden, harika bir gün oluyor bugün.
insanın kendisiyle ilgili bir şeylerin ayırdına varması ne güzel.
sevgili 8 haziran, harika geldin teşekkür ederim. *
devamını gör...
4532.
daha demin marmaray'da fantastik bir olay yaşadım. oturacağım yere kızın biri oturdu, okay olabilir. ama şöyle bir şey var ki, ben tüm konuşmalarını görebiliyorum.
baran'la canım, aşkım, sevgilim diye konuşuyor ama yanda başka bir elemanla daha konuşuyor. baran'a anneme geçiyorum diyor, diğer çocuğa da yarım saate oradayım falan yazıyor.
baran'a da şey yazıyor, "konuşamıyoruz, üzülüyorum, rahatsız hissediyorum.".
neyse işte. aynı durakta indik. diğer çocuğun arabaya atladı gitti kız. baran kardeşim, kusura bakma. kızın hesabını falan bulup oradan sana ulaşacaktım ama olmadı. aldatıldığınla kaldın. zaten yakında öğrenirsin bir şekilde.
baran'la canım, aşkım, sevgilim diye konuşuyor ama yanda başka bir elemanla daha konuşuyor. baran'a anneme geçiyorum diyor, diğer çocuğa da yarım saate oradayım falan yazıyor.
baran'a da şey yazıyor, "konuşamıyoruz, üzülüyorum, rahatsız hissediyorum.".
neyse işte. aynı durakta indik. diğer çocuğun arabaya atladı gitti kız. baran kardeşim, kusura bakma. kızın hesabını falan bulup oradan sana ulaşacaktım ama olmadı. aldatıldığınla kaldın. zaten yakında öğrenirsin bir şekilde.
devamını gör...
4533.
taksim'de bir iki pasaj gezesim var. bir kaç aksesuar almak istiyorum ne zamandır. bir iki gümüş yüzük, zincir, bileklik vs.
şu sıcaklardan acayip hoşnutsuzum ya. sadece akşam çıkılır gibi. cuma da bitsin izne ayrılayım, kafama göre çıkarım artık.
şu sıcaklardan acayip hoşnutsuzum ya. sadece akşam çıkılır gibi. cuma da bitsin izne ayrılayım, kafama göre çıkarım artık.
devamını gör...
4534.
sen ideal insandın ve o zamanlar seni anlamam mümkün değildi. 60'lı yaşlarda, hayatının sonuna doğru giden birinin bu kadar neşeli, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahip olmasını uzun süre anlamlandıramamıştım. kimi zaman bisiklete binerdin, kimi zaman yüzerdin, kimi zaman ''bizle'' uzun yürüyüşler yapardın. bazen araba ile uzun yolculuklara çıkardık. yüzünde bir an olsun bir umutsuzluk, hayal kırıklığı ve mutsuzluk gördüğümü hatırlamıyorum.
geçte olsa hayatın büyüsünü yakaladığını, bunun geçici olduğunu biliyordun belki de. bu yüzden enerjin en üst seviyeye çıkıyordu. bunu yakalayan şanslı insanlardan biriydin ve hayatının bu en güzel anları oldukça kısa olacaktı, tecrübeli bir insan olduğundan farkındaydın bunun. senin bize, bana yaşattırdığın mutluluk, sonrasındaki hayatımı göz önüne alırsak, yaşama tutunmak için yegane sebepti. o seviyeleri gördükten sonra, yalnızca o seviyeleri arıyor insanın gözleri. öbür türlü olmuyor.
geçte olsa hayatın büyüsünü yakaladığını, bunun geçici olduğunu biliyordun belki de. bu yüzden enerjin en üst seviyeye çıkıyordu. bunu yakalayan şanslı insanlardan biriydin ve hayatının bu en güzel anları oldukça kısa olacaktı, tecrübeli bir insan olduğundan farkındaydın bunun. senin bize, bana yaşattırdığın mutluluk, sonrasındaki hayatımı göz önüne alırsak, yaşama tutunmak için yegane sebepti. o seviyeleri gördükten sonra, yalnızca o seviyeleri arıyor insanın gözleri. öbür türlü olmuyor.
devamını gör...
4535.
galiba gençliğin getirisi olacaktır ki enerjim asla bitmiyor. vücudumu ne kadar yorsam da bir makineye benzer gibi işliyor. tek arıza çıkardığı zamanlar aniden sızdığım durumlar. o da gözlerimin yorulması ve artık savaşmaktan vazgeçmesinden mütevellit. * *
bazen oturup "artık uyuyalım lütfen" diye yalvardığım oluyor sana. bu sistemin ipleri bende mi yoksa sende mi diye soramadan edemiyorum. ama ben bu makineyi seviyorum. lütfen uzun süre benimle kal. kal ki, bu makineyi geliştireyim. ama en önemlisi ne biliyor musun? "mens sana in corpore sano" yani sağlıklı bir vücutta sağlıklı bir zihin. bu ikisine sahip olduğumuz an... işte o zaman başlıyor tüm güzellikler.
bazen oturup "artık uyuyalım lütfen" diye yalvardığım oluyor sana. bu sistemin ipleri bende mi yoksa sende mi diye soramadan edemiyorum. ama ben bu makineyi seviyorum. lütfen uzun süre benimle kal. kal ki, bu makineyi geliştireyim. ama en önemlisi ne biliyor musun? "mens sana in corpore sano" yani sağlıklı bir vücutta sağlıklı bir zihin. bu ikisine sahip olduğumuz an... işte o zaman başlıyor tüm güzellikler.
devamını gör...
4536.
üzgün olma ritüeli vardır; üzgünken seni daha da üzen müzikler dinlersin. arada çıkan neşeli şarkıları duyduğun zaman kalbin acır sanki o an varolan üzüntüne ihanet ediyormuşsun gibi gelir. ve durur düşünürsün içinde bulunduğun durumu nasıl iyileştirebilirsin ya da iyileştirebilir misin?
bu duygu genelde olumsuz düşüncelerle son bulur ve içinde bulunduğun durum sanki senin hiçbir şey yapamayacağını sürekli kafana vurur ve her ne kadar olumlu düşünmek istesende bir kere kapılmışsındır. o anı atlatasaya ( bu genellikle sokaktaysan bir sokak hayvanını severek, değilsen başka şeyler bularak) kurtulamazsın pençesinden.
bu duygu genelde olumsuz düşüncelerle son bulur ve içinde bulunduğun durum sanki senin hiçbir şey yapamayacağını sürekli kafana vurur ve her ne kadar olumlu düşünmek istesende bir kere kapılmışsındır. o anı atlatasaya ( bu genellikle sokaktaysan bir sokak hayvanını severek, değilsen başka şeyler bularak) kurtulamazsın pençesinden.
devamını gör...
4537.
modadaki evimizin ışıkları loş olurdu genelde.
karşımızda kadıköy'de sıkça görülecek orta sınıf,
okumuş bir aile, onların o zamanlar epey genç olan kızları.
hemen her gece aynı saatte, perdelerin hiç kapanmadığı salonda turlar,
sonra pencereden bakar, bizim eve doğru soğuk ve kendini beğenmiş bir bakış atardı.
güzel ve boylu bir kadındı. nedendir bilmem, hep büyük abime yakıştırırdım onu.
ama sonra hiç görmedim o güzel kadını.
o zamanlar hala aile kavramımız vardı. her şey olması gerektiği gibiydi.
her şey bildiğimiz ve rutin gidişatındaydı.
hayat yaşanılır idi, nefes almak güzeldi,
her yerde bir detay ve çözülmesi gereken koskocaman bir hayat vardı.
türkiye'nin şimdiki durumu ile uzaktan yakından alakası yoktu.
o zamanlar sıkıntı, stres nedir bilmezdim ve bilmekte istemezdim.
ne istersem olur ve neyi istemezsem o olmazdı.
o zamanlar adeta uçmak gibiydi hayatı yaşamak. en yükseklerde, panoramik manzarayı
en açık seçik görecek şekilde uçmak.
sonuna kadar, son zerresine kadar mutlu olmak ve hayatın keyfine varmak.
hemen her gün, hangi güzel şeyin beni ve bizi beklediğini bilmeden yaşamak,
bunu merak etmek, ardından yeni ve değişikler deneyimler kazanmak, nihayetinde mutluluğun bir katını daha çıkmış olmak.
bunların hepsi tam anlamıyla enfes duygulardı.
belki de güzel olan o ev veya moda değildi.
veya evet oralar elbette güzeldi. bugün kim oraları sevmez ki?
ama orayı güzel yapan şey mekan değil, duygulardı.
zaten bir yeri güzel yapan da bu değil miydi?
topu topu iki sene kalmıştık bu evde.
aslında bir çok kavgaya da şahit olmuştum.
sonra eşyalar toplanmış ve kapatılmıştı bu ev.
sonrasında bizi bekleyen iğrenç felaket ve karanlığa bir adım daha atmıştık bilmeden.
2001 yılının eylül-ekim ayı falandı oradaki hayatımızın bitişi.
yine anlamamıştım, bu zamanın da değerli olduğunu,
bir şeylerin asla geri gelmeyeceğini,
bir şeylerin son kez bir araya geldiğini,
şımarıklık böyle bir şeydi işte, eldekinin değerini bilmeden,
hep fazlasını istemek ve durmadan şikayet etmekti.
sonra yeniden mutlu olmak ve dahasını dilemekti.
hayat o zaman yaşanılırdı ve sürekli bizi haklı çıkarıyordu,
bir güzellik bitiyor, sonra bambaşka bir güzelliği yaşıyorduk.
meğersem bunların hepsi bir nevi avansmış.
sonrasındaki hayatımızın geldiği felaket öncesinde,
son nefes alışlarımız ve ruhen dinlenmelerimizmiş.
çünkü bizi rezalet bir hayat, bitmek tükenmek bilmeyen kötülükler,
ve zamanla başka insanlara dönüşmemiz gibi trajik şeyler bekliyor imiş.
karşımızda kadıköy'de sıkça görülecek orta sınıf,
okumuş bir aile, onların o zamanlar epey genç olan kızları.
hemen her gece aynı saatte, perdelerin hiç kapanmadığı salonda turlar,
sonra pencereden bakar, bizim eve doğru soğuk ve kendini beğenmiş bir bakış atardı.
güzel ve boylu bir kadındı. nedendir bilmem, hep büyük abime yakıştırırdım onu.
ama sonra hiç görmedim o güzel kadını.
o zamanlar hala aile kavramımız vardı. her şey olması gerektiği gibiydi.
her şey bildiğimiz ve rutin gidişatındaydı.
hayat yaşanılır idi, nefes almak güzeldi,
her yerde bir detay ve çözülmesi gereken koskocaman bir hayat vardı.
türkiye'nin şimdiki durumu ile uzaktan yakından alakası yoktu.
o zamanlar sıkıntı, stres nedir bilmezdim ve bilmekte istemezdim.
ne istersem olur ve neyi istemezsem o olmazdı.
o zamanlar adeta uçmak gibiydi hayatı yaşamak. en yükseklerde, panoramik manzarayı
en açık seçik görecek şekilde uçmak.
sonuna kadar, son zerresine kadar mutlu olmak ve hayatın keyfine varmak.
hemen her gün, hangi güzel şeyin beni ve bizi beklediğini bilmeden yaşamak,
bunu merak etmek, ardından yeni ve değişikler deneyimler kazanmak, nihayetinde mutluluğun bir katını daha çıkmış olmak.
bunların hepsi tam anlamıyla enfes duygulardı.
belki de güzel olan o ev veya moda değildi.
veya evet oralar elbette güzeldi. bugün kim oraları sevmez ki?
ama orayı güzel yapan şey mekan değil, duygulardı.
zaten bir yeri güzel yapan da bu değil miydi?
topu topu iki sene kalmıştık bu evde.
aslında bir çok kavgaya da şahit olmuştum.
sonra eşyalar toplanmış ve kapatılmıştı bu ev.
sonrasında bizi bekleyen iğrenç felaket ve karanlığa bir adım daha atmıştık bilmeden.
2001 yılının eylül-ekim ayı falandı oradaki hayatımızın bitişi.
yine anlamamıştım, bu zamanın da değerli olduğunu,
bir şeylerin asla geri gelmeyeceğini,
bir şeylerin son kez bir araya geldiğini,
şımarıklık böyle bir şeydi işte, eldekinin değerini bilmeden,
hep fazlasını istemek ve durmadan şikayet etmekti.
sonra yeniden mutlu olmak ve dahasını dilemekti.
hayat o zaman yaşanılırdı ve sürekli bizi haklı çıkarıyordu,
bir güzellik bitiyor, sonra bambaşka bir güzelliği yaşıyorduk.
meğersem bunların hepsi bir nevi avansmış.
sonrasındaki hayatımızın geldiği felaket öncesinde,
son nefes alışlarımız ve ruhen dinlenmelerimizmiş.
çünkü bizi rezalet bir hayat, bitmek tükenmek bilmeyen kötülükler,
ve zamanla başka insanlara dönüşmemiz gibi trajik şeyler bekliyor imiş.
devamını gör...
4538.
millet uzun uzun yazmış emenike. helal olsun.biz de anca bu kadar yazalım.*
devamını gör...
4539.
kedim pirelendi arkadaşlar dış parazit aşısını yaptırdım veteriner iyi geleceğini söyledi 2 hafta oldu yattığım odayı alamıyorum çünkü yatağa çıkıp pirelerini döküyor şu an kapıyı kapattım kapının dışında ağlıyor kıyamadım açtım şu an dibimde kaşınıp pirelerini döküyor atsan atılmaz satsan satılmaz belamı buldum neyse bir ilaç gördüm tamamen temizliyor dediler kargoyu bekliyorum.
devamını gör...
4540.
eğer aklımla olan savaşımı kaybedersem... savaştığımı bil. denediğimi bil. ve şunu bil ki seninle vakit geçirebildiğim için minnettarım.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2