901.
seninle tartışmamız gereken konular birikmeye başladı, bazı eleştirilerim var bu dünya hakkında.
gerçi senin hepsini bildiğini düşünüyorum ama yine de ben bunu sesli olarak dile getirmek zorundayım.
elbette bana kızabilirsin ama hiddetinden korkacak aşamayı çoktan geçtiğimi düşünüyorum, o yüzden beni sakince dinlemen ikimiz için de daha sağlıklı olacaktır. en kısa zamanda senden haber bekliyorum. tanrı olmak zor iş biliyorum ama insan olmak da kolay sayılmaz.
o yüzden bir an önce bana dönersen çok sevinirim.
devamını gör...
902.
herkes bir gün bir yerde masumiyetini kaybeder,
ve ondan sonraki tüm günahların bedeli peşin ödenmiştir...
*
devamını gör...
903.
karma puanı getirsin diye bir şeyler karalayacağım. saat yine geç oldu. üst komşunun titreşen telefonunu kulaklığıma rağmen duyuyorum. gecenin sessizliği ve karanlığında odamdayım. arka planda orhan ölmez bir şeyler fısıldıyor. sırtımda ufak bir ağrı var. bugün yine bir şeyler düşündüm. örneğin samanyolu tv'de ayna programını yapan adamı düşündüm. eskiden popüler olup azalarak biten ne varsa düşündüm. lan bi aralar şaka maka drogba galatasaray forması giyiyordu ya la. işe bak birden bu durum bana çok garip gelmeye başladı. sonra enflasyona kafa yordum. bi aralar 5 lira ne paraydı lan. yeminle pazar arabasını dolduran bir paraydı. 2010 yılında tam altın 400 liraymış lan. şu an tam altın yamulmuyorsam 3300 lira civarında emenike. biraz daha düşündüm. ayrıca teknolojinin geldiği noktadan tırstım. bence iyiye gitmiyoruz dostlar. şu an keşke hayatının son anlarını yaşayıp bitcoin grafiğiyle işi olmayan bir yaşlı dede olsaydım. ne bileyim amerikan tarım dışı istihdamını, merkez bankası politika faizini, cari açığı, dış borcu, işsizliği dert etmeseydim. biraz daha düşündüm. aniden 2008-2009 yıllarına ışınlandım. cuma günü beden dersinden çıkıp akşama adanalı izlediğimiz günlere gittim. suriyeli, enflasyon, afgan, tiktok, sedat peker, hortlamış siyasal islam o zamanlar yoktu. hayatı o zaman yaşamışız lan. giden gitti maalesef dostlar. "giden gitti dalga bir" diye bir söz var onun da hikayesini anlatıp sözlerime son vermek isterim. adamın biri karısıyla deniz kenarında oturuyormuş. neyse efendime söyleyeyim adam karısına denizdeki dalgaları saymasını söylemiş. karısı da doğal olarak üşenip saymamış. adam 1-2 saat sonra "hanım kaç dalga saydın?" diye sorunca hanımı "giden gitti bey bu gelen dalga bir" demiş. bu da böyle bir hikayeydi.
devamını gör...
904.
bizim gencimiz sürekli saatini kontrol ediyor sonra etrafına bakıyordu, attığı yaklaşık yirmi adımdan sonrası kontrol noktasıydı. yer ve zaman dilimi bu kadar önemli miydi gerçekten? telaşlı ve heyecanlı görünüyordu, bir alev sarmalı içinde gibiydi. sağanak yağmurun altında saçlarından damlayan su tanelerinin yere düşmediğini, gencin hisleriyle yok olduğunu hayal etti 30'larındaki ev sahibi. onun duygularını sinir uçlarına değdirecek şey neydi? kendini yaşlı hissetti. yolun yarısı mıydı gerçekten? bilmiyorduk ama yolun yarısını sel götürüyordu.
devamını gör...
905.
ellerime tutuşturulmuş yapay bir gülden, parmak ucumda bir diken büyüyor.
çocuk oluyorum günün çekildiği.
bitkisel beklemeler kuşağındayız.
şiddetim dilsiz, kara levha.
suçlu bulundu yeni olmayan neslim.
üçle dördü çarparken sınıfta kalan neslim...
devamını gör...
906.
evvelsi gün, gece 2 civarı, hava serin, ses seda yok, arada rüzgarın uğultusu duyuluyor sanki bir şey anlatmak istermişçesine. yeşil renkle bezenmiş koltukta oturuyorum öylesine, daha sonra bir ses duyuyorum. ‘evet, evet bu annemin sesi’ diyorum. aramızda kısa bir diyalog oluyor:
+kızım
-efendim anne?
+saçımla oynar mısın?
-gel, gel oynarım tabii.

daha sonra geliyor yanı başıma, kedi misali kıvrılıyor bacaklarıma doğru. saçları ipek gibi diyorum içimden, yumuşacık… daha sonra acıtıyor muyum?diye soruyorum, yok
diyor, tamam o hâlde diyorum. devam ediyorum ipek gibi saçlarıyla oynamaya. bir süre hiç konuşmuyoruz, bir anda bir ses duyuyorum, ellerin pamuk gibi diyor, öyle mi? diyorum, öyle diyor. bir süre daha oynuyorum saçlarıyla… öyle oynarken saçlarıyla, aklıma birden ölüm düşüyor, hüzünleniyorum aniden, belli de etmemeye çalışıyorum. annemin ne kadar yaş aldığını fark ediyorum, onun saçlarıyla daha ne kadar oynayabilirim, ona daha ne kadar sarılabilirim diye düşünüyorum, hüzünleniyorum yine. bu zamana kadar geçirdiğimiz vakitler gözlerimin önünden geçiyor, kahroluyorum içten içe… ölüm de doğum kadar hayatın bir gerçeğiydi, normaldi. fakat insanın canından canının gitmesi, nefesinin gitmesinin düşüncesi o kadar korkunç ki, düşünmek dahi berbat. ‘kabullenebilir miyim?’ diyorum kendi kendime, nasıl devam ederim yaşamaya hiçbir şey olmamış gibi?… nasıl devam edebiliyor bunca insan sevdikleri olmadan yaşamaya? ediyorlar bir şekilde, etmek zorundalar diyorum, aileleri var, sorumlu oldukları bir hayatları, bir çocukları, bir şeyleri var diyorum. ya benim? benim olacak mı? ben böyle düşünürken bir ses duyuyorum. evet, evet annemin sesi…
devamını gör...
907.
bir süredir kendimden başka hiçbir şey umrumda olmuyordu. bugün ilk kez en sevdiğim için kendimi bir kenarı bıraktım. bu zaten yapmam gereken bir şey ama mesele bu değil. derdini dinliyorum ama elimden dinlemekten başka bir şey gelmiyor. ah dostlarım. kendimi ilk defa gerçekten bu kadar çaresiz hissediyorum. umarım bu sorunları çözebilmek için elimden bir şeyler gelebilir.
devamını gör...
908.
en hazetmediğin davranış şekli ne deseler , koca koca insanların ağzından çıkmak için efor sarfettikleri kelimelerin dümdüz,dosdoğru ve dürüstlükle değil de hep bir mesaj verme kaygısıyla,çarpıtmayla ve kıvırmayla oluşudur derim.
çocuk yaşlarda dediğimiz insanlar bile anlatmak istediği şeyi kelimelere dökemese de direkt parmaklarıyla gösterip gözlerinize bakarak size karşı cesur ve dürüst olurlar.
50 yaşına (yaş burda afakidir) gelmiş sözde olgun insanların hala ergen hezeyanından çıkamamış hallerde her ama her kelimesinin, davranışının mesaj kaygısıyla yapma girişimi ''dürüst olacaksın alt tarafı ya'' , güvercin gibi takla atmayacaksın, korksan bile , kaybedeceğine emin olsan bile dümdüz olacaksın dürüst olacaksın , şu dünyadaki en önemli şeyi kendinde tutacaksın en azından böyle davrandığında ;''saygı''yı yahu diye içimden geçirmeme neden oluyor.
spoiler ; dizi ve filmlerde verilir ki onları bile seyretmemiş birine bilinçli şekilde yaparsanız ayıplanırsınız, kaldı ki normal iletişim kanallarında hala mesaj verme kaygıları falan , aman aman bu ergenlik seviyesi çok anlamsız ve sinir bozucu ,bu şekilde kendince iletişim kurduğunu sananların bana ulaşma şansı 0(sıfır evet) çünkü bu resmen iletişimsizlik örneğidir, kalsın ben almayayım.
devamını gör...
909.
hayat devam ediyor, edecek.
ta ki kendi içimizde öldürene kadar uçuşan ruhu, her şey olması gerektiği gibi olacak.
ama bu muydu gerçekten olması gereken?
yarım yarım milyonlarca parçayı bir araya getirip anlamlı bir bütün elde etmeye çalışmakla mı geçecek bütün ömür?
iki yarım bir tam etmeyecek hiçbir zaman ve 'ama kopuktu kopuktu zincir, olduramadım!' mı diyeceğiz tüm bunların sonunda?
hayat devam edecek elbet ama çok eksildik. şu bahsettiğim sona ne kadarımız varabilecek, o milyon parça ufalana ufalana bir kum tanesi olarak ulaşacak mı o noktaya bilemiyorum. bir şekilde ileri atmaya çalışıyorum işte.

geçelim bunları kuzum.
bunlar derinmiş gibi görünen tesirsiz lakırdılar. birbiri ardına dizilmiş fiyakalı kelimeleri kullanmak adına saçmalamak istemiyorum. benim içimdekileri yansıtamaz öyleleri ve ben anlaşılmamaktan hiç hoşlanmam. bunu benim yerime yapmış şairler ve dahası nilgün'ler var. büyük harflerle basbayağı nilgün var.

ve şöyle diyor ;

kendimizle oynayan güçsüz mahluklarız biz, yaptırımla ödülü gönlümüzde barışık tutan. mesafemiz kuyruğumuzla başımız arasında gider gelir, dehşetli sevincimiz bulunca ayrılmazlığını yengimizle yenilgimizin. devimimiz: felcimizin kaynağından fışkıran. güçsüzlüğümüz: kıvrak istemimizin yatağı. böylece doldururuz biz her kaygının, her doyumun kucağını. az ışıkları yaşamın kabulümüzdür
kururken damarlarımızın son solukları
kalabalıktan arta kalan biricik ay ışığını
katmalı öyleyse görülmez akışına
yaşamlarımızın"biz rengin değil
ara rengin peşindeyiz" gerçek bilinsin, diliyoruz
düz, eğri, çapraz ya da değirmi
güzeldir açığa çıkışı yüreğin
sen bil ki, ben de seveyim ve doğruluruz her karanlıkla
sarsılmanın yakın imgesinde yüreğin burkulması
göz dayanıksızlığı
aşk azlığı açılır ve kapanmaz
tarihin yakut yarası ılık bir süzülüşle
geri dön hayat
bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
örtsün bakışımı
görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
düşsün hayatı suya
aşk küçük bir kilimdir
duvarlarıyla sayılan küçük bir deniz
sevgili küçük ölüm
dur ayaklarının altını anlayalım
kaşlarını, eksik kalan yerlerini
karlar kraliçesini ev içlerinin
tarihin sonsuz noktalama işaretlerini de
kaçalım kalık çalıkuşundan ve daha nelerden
ülkemizin kırmızı kayığıyla
o döker yine suçunu
örtse de sisle ayıbını gece gece;
ipek dokusu çözüldüğünde
ellerim: eksik cennetim benim
gerçek yasaktır
"ben babamın yuvarladığı
çığın altında kaldım"
çocukluğun kendini saf bir biçimde
akışa bırakması ne güzeldi
yiten bu işte

çok kullanılmış bir zamanın gözlerini kapattım



...
devamını gör...
910.
deniz mavisi gözlerinden mi su doldurdun, dedi.
hayır dedim.

deniz renksizdi , berraktı.
oysaki benim gözlerim öyle değildi ki...
deniz maviliğini gökyüzünden alırdı fakat kimse ondan bahsetmezdi öyle.
marifet denizde değil ,gökyüzündeydi...
belki de marifet gözlerimde değil bakan kişinin gözlerindeydi...
belki de onun yansımasıydı , onun güzelliğiydi...
o da kendinden -güzel baktığından- bahsetmezdi öylece.

cevap veriyorum;
hayır,
deniz mavisi gözlerimden su getirmedim, getiremem de...
çünkü ben, gök mavisi gözlerim ile su getirmiştim

...
devamını gör...
911.
tam toparlıyorum derken yine herşey altüst oldu. hayat sanki benim kalkmamı ve savaşmamı istemiyor gibi. ilk kötü olaylarımda değil. inadımı en çok o biliyor. artık kötü bir olay daha istemiyorum yakın gelecekte. sorumlu olduğum insanlar var. onlar ve kendim için dimdik ayakta kalmam gerekiyor. çok yorgunum. biraz nefes almam için fırsat ver bana hayat....
devamını gör...
912.
bir bahçem vardı.. nasıl bir yerdi, tam hatırlamıyorum? ekilip, biçilen bereketli topraklardı. bana öyle denildi ama hiçbir zaman duyumsamadım. bahçe'ye çıkan kapıyı kilitledim mucizesine inanmadım. geçmedim önünden hiç, yok saydım. arka bahçemdi o benim. karanlık, izbe acayip sesler gelen yer. ara ara uykularımı böler, rüyalarıma girer. kabusumdur hem hemen yanımda, sesleri dibimde. susturmaya çalışsamda, görmezden gelsemde haykırıyor beynimde. su vermediğim,beslemediğim bu topraklar bana ders veriyor. benimle yüzleş, topla burayı, görmezden gelme çağrıları hemen her gün içimde. tam kapıyı açmaya yeltendiğimde korku'nun ateşine kapılıyorum. lanet olsun o duyguya! risk alamayan ürkek bir yürek. bir yaratık kocaman ağzıyla beni yutarcasına bekliyor sanki hemen o eşiğin orada. hep biriyle gitmeyi hayal ettim, hadi bir cesaret verir bana diye. oysa çözülmemek, anlaşılmamak gelir hep beraberinde. ruhun, hayallerin gerçek olmama ihtimali üzerine çok düşünmeyen geçici uyku perisi etkisinde.
kapılarıma kilit vurdum, üstüne zincirledim. ara ara açmaya çalışırım sonra tekrar bir zincir daha..
benim bahçem pandoranın kutusu, kötülük yok içinde ve umutta. en kötüsü inancı bitmek üzere. kendine, şansına... şansı üst kat komşusu, ekmek kırıntıları atıyor balkona. ben onları silmekle meşgulüm. kırıntılar bir umut değil daha büyük engel. tahammülüm kalmadı onlara. tek tek süpürüyorum her birini, ihtiyacım yokmuş gibi.. kandırmanın en güzel oyalama olduğunu düşünen çocuk bu; büyümedi..
devamını gör...
913.
komplolar gerçeğe nası bu kadar yaklaştı gerçekler ne ara bu kadar saçmlaştı?
devamını gör...
914.
kendimi, diğer insanlara karşı çok kin besliyor sanardım, beslemiyormuşum. bir zamanlar çok sevdiğim, çok yakın olduğum insanların değişmesinden, başka birisi olmasından, yabancı olmasından korktuğumdan konuşmuyormuşum.

eh bu iyi midir, kötü müdür, ne yapılmalıdır, daha sonra ne olacaktır bilmiyorum*. kin mi yoksa bu mu daha merhametlice bilmiyorum.

bildiğim bir şey var, neticede iki ara sokağın sonu da aynı caddeye çıkıyor. ikisinde de değişen bir şey olmuyor, ikisinde de bir diyalog olmuyor, bir çözüm olmuyor. cevapsız birkaç soru kalıyor, acaba değişmiş midir, nerdedir, derdi nedir?

neyse...*
devamını gör...
915.
eski kadıköy'ü, eski camel'ı, eski efes'i, eski gitarımı özledim. lütfen bana pendik'te dededen kalan evde kusana kadar sarhoş olduğum günleri getirin. eski hayatımı özledim. trende gördüğüm kızın cebine şiir attığım günleri getirin.
o zamanlar istediğimiz gibi hayal kurardık çünkü kurduğumuz hayallerin gerçekleşme ihtimali çok yıllar uzaktaydı. artık hayal kurabileceğim bir gençliğim bile yok.

lütfen bana şiir yazabildiğim günleri getirin.
devamını gör...
916.
özledim.o her şeyin bu noktalara geleceğinden habersiz gamsız hallerimi özledim.sadece hayal kurmaktan ibaret olan, bedel ödeyeceğimi,fedakarlık yapacağımı, çoğunu atlatmış olsam da tüm bu zorluklara maruz kalacağımı bilmediğimden habersiz günlerimi özledim.bu kadarına gerek var mıydı ya da daha ne çıkacak karşıma da dönüm noktaları yaşayacağım diye düşünmeden edemiyorum.bu kadarı yetmez miydi?yoruldum...yoruldum zamanın akıp gidiyorken aynı anda bir bilinmezliğin içine beni hazırlıksız sürüklemesinden.yoruldum tüm bu kalabalığın içinde yalnız hissetmekten,güçlü olmaya çalışmaktan.
birilerine mi anlatmalı,anlarlar mi ki beni?anlattım ne mi değişti?
hiçbir şey.
ne mi oldu?
koskocaman bir boşluk.
beni bekleyen bilinmezlikte anlaşılmamanın yarattığı boşluk.
ve şimdi de o boşlukta yalnız kalışımdan ibaretim.
devamını gör...
917.
bir şeyi elde etmek istersin çabalarsın hani hep aklına gelir falan sonra baktın elde edebiliyorsun baktın o artık mümkün o çabalarına rağmen senin için artık köşede duran önemsiz vasıfsız boş bir eşya gibi gelir sana böyle küçük bir çocuğun ağlayıp inat edip ıslarla aldırdığı fakat hevesinin o oyuncak değilde o oyuncağı elde etme arzusu olduğu gibi bi duygudur bu da. bu tür insanlar genelde acıdan beslenenlerdir. tek kişilik karşılıksız duygulara aşıktırlar. onlar ya mutlu olmaktan korkarlar ya da dediğim gibi acıdan beslenenlerdir. size tavsiyem aldanmamak çünkü hayal kırıklığı toparlanma olasılığı düşük bir acıdır siz ihtimal vermemeye bakın (: 17.08.21
devamını gör...
918.
hiçbir şey yolunda değil sanki. kocaman bir karanlığa, kocaman eller tarafından çekiliyorum. evet, bu karanlık beni yutamayacak, içine çekemeyecek. ama ya çok yorulursam? ıçimde tuttuklarım, içime oturdu artık, kalkmayı bilmiyorlar. ne yapmalıyım? ıç savaş başlarsa içimde, hangi müttefik basar beni bağrına? sen mi? asla.
devamını gör...
919.
hayata bakış açımızı değiştiren bazen bir kitaptır, bazen bir filmdir, bazen yeni tanıştığın biri yada hep gördüğün konuştuğun birinin bir cümlesidir. çünkü hepsinde yaşanan bir hikaye vardır.

bizde öyle ufuk açarlar ki aslında dert ettiğimiz şeylerin yüzeyselliği ile bizi yüzleştirirler. kitabı kapatınca, film bitince yada sohbet bitince içinizdeki boşlukta uçan deli sorular başlar.

yada eskilerin dediği gibi başımıza gelen bir musibet bin nasihattan daha hayırlı olabiliyor. öyle bir olay yaşarız ki önceliklerimiz, dertlerimiz o kadar basit kalır ki..

anlayanın bir şekilde önem dereceleri değişiyor. hemen sonrasında yüzeysellikten uzak başka dertler ediniyorsunuz.

işte o dertleriniz o meraklarınız hayatınızı değiştiriyor. sizi başka biri yapıyor..

anlayanın dedim herkes de aynı etkiyi yapmadığını bire bir gözlemledim hayatımda, her insan gerçekten çok farklı, dolayısıyla her insanda etkide çok farklı oluyor.

hayata at gözlükleri bakmamak için, gerçekten okumak, bakmak, görmek, konuşmak, dinlemek gerekiyor.
devamını gör...
920.
ön yargı (peşin hüküm-tartılmadan sarf edilen fikir düşünce)


ön yargıya ve nihayetinde sabra en güzel ve çarpıcı örnek; kuran’da kehf suresinde hz musa ile beraber yolculuğa çıktığı adamın (tefsirciler hızır derler bu kişiye ancak kanıt yok) kıssası anlatılır. bu kıssa ’da musa, o bilgin kişiye ‘ben sana tabi olmak istiyorum’ der. o bilge kişi sen benimle olmaya dayanamazsın, sabır gösteremezsin der. musa ısrar eder , hayır kesinlikle karışmayacağım der. neyse, beraber yola koyulunca başlarından 3 farklı olay geçer ve bu 3 olay yaşanır yaşanmaz hz musa, o bilge kişiye neden böyle yaptığını sorar ve o’nu eleştirir. kıssa ’ya göre musa sürekli ön yargılı davranmış, olayların iç yüzünü bilmeden kendisinden daha bilge olan o şahsa tepki göstermiştir. allah, bize 1400 sene önce bu kıssayı anlatarak olayların iç yüzünü, perde arkasında neler olduğunu bilmeden hükme varmamamızı, insanları yargılamamızı anlatmak istemiştir.
işte günümüz modern dünyasında da çok fazla değişen bir şey yoktur. biz yine ön yargılarımızla perdenin gerisini göremediğimizden her şeyi ilk andaki şekliyle yorumlar hale geldik. bu bizim kalplerimizin daha da katılaşmasına, sevginin ve hoşgörünün ruhumuzdan uzaklaşmasına da yol açtı.
peki, ön yargılarımızdan nasıl kurtulabiliriz yada en aza indirebiliriz?
yine devreye o sihirli batılı sözcük giriyor ve empati yapma yeteneğimizi geliştirmemiz gerektiğini anlıyoruz. karşımızdaki insanın yerine kendimizi koyduktan sonra beklemeli ve düşünmeliyiz. sonrasında objektif ve nesnel hale geldiğimizi anladığımız anda hüküm vermeliyiz. bunun, bizi dedikodu; kin nefret ve haset gibi olumsuz duygulardan da alıkoyması beklenebilir.
ışıklar içinde uyusun. einstein’ın çok klasik sözünü de tekrarlamak isterim. ‘’ön yargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur’’ burada einstein, mübalağa ve kinaye sanatı kullanarak durumu vahimleştirmiştir ki, insanların ne kadar ön yargılı olduğunu gözümüze sokmuştur.
ön yargısız, peşin hükümsüz, sabırlı insanlar olmamız dileğimizdir…
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim