normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
2741.
bir şeylere inancımı yitirdim... sorarsanız ne olduğunu söyleyemem...
her şey beni yordu halada yoruyor ama tek tek sayamam...
güvenim yerle bir oldu ama toplamak istemiyorum...
konuşmaya ihtiyacım var ama neler söyliyeceğimi bilemiyorum...
bir çok şeyden vazgeçtim ama vazgeçmeye neler dahil bilmiyorum... arkadaşlar mı? yoksa aile mi?
konuşmak istiyorum konuşamıyorum dinleyecek birileri olduğunu sanmıyorum ...
kısacası sanırım kimseyi istemiyorum...
her şey beni yordu halada yoruyor ama tek tek sayamam...
güvenim yerle bir oldu ama toplamak istemiyorum...
konuşmaya ihtiyacım var ama neler söyliyeceğimi bilemiyorum...
bir çok şeyden vazgeçtim ama vazgeçmeye neler dahil bilmiyorum... arkadaşlar mı? yoksa aile mi?
konuşmak istiyorum konuşamıyorum dinleyecek birileri olduğunu sanmıyorum ...
kısacası sanırım kimseyi istemiyorum...
devamını gör...
2742.
"hadi lan, yeter!" dediğin noktada gelen rahatlama gibisi yok. az önce bunlardan birini yaşadım. sanırım geri dönüşü biraz zor olacak. çoğu anlamsız hareketimiz kaybetme korkusundan kaynaklanmakla beraber kırk yaşından sonra gelen farkındalıkla bunun ne gereksiz olduğunu anlıyorsun.
velhasıl. korkmayayım lan.
velhasıl. korkmayayım lan.
devamını gör...
2743.
evet, bu akşam ikinci defa karalama defterine yazdığıma göre sıkıntı büyük.
o değil de geçen bir toplantıya gittim. hava 40 derece ,müşteri dondurma ısmarlayalım dedi. o sırada kapı açıldı. içeri bir doksan boylarında, kafası kel, iki kaslı kolunda bileklerine kadar dövmeleri olan ve kalçası dar ve dudakları muntazam ve gülümsemesi bir ömre bedel bir adam girdi. dondurmayı unuttum.
ne diyordum. evet bu akşam ikinci defa buraya yazdığıma göre sıkıntı hallice.
o değil de sabahları dedikodu yapmayı seviyorum. hani ömrümü uzatıyor. kimin dedikodusunu yaptığım önemli değil. kapıcı süleyman efendi bile olabilir. ne kadar yaşlandığından falan bahsederim.
ya diyorum ki bu akşam ikinci defa buraya yazdığıma göre sıkıntımın ben taa...
o değl de topluklu ayakkabı giydiğim zaman popom kalkıyormuş. bir de bir kadının topuklu ayakkabı giydiğini ayaklarını görmesiniz bile gözlerinden anlayabilirmişsiniz. öyle bir saçmalık yani.
of biliyorum, buraya ikinci defa yazıyorum bu gece ama aslında sıkıntım o kadar da büyük değil.
siyah külotların hijyenik olmadığı yönünde bir algı var. bunun derhal çözülmesi gerekiyor çünkü siyah seksi.
galiba sıkıntım geçti.
o değil de geçen bir toplantıya gittim. hava 40 derece ,müşteri dondurma ısmarlayalım dedi. o sırada kapı açıldı. içeri bir doksan boylarında, kafası kel, iki kaslı kolunda bileklerine kadar dövmeleri olan ve kalçası dar ve dudakları muntazam ve gülümsemesi bir ömre bedel bir adam girdi. dondurmayı unuttum.
ne diyordum. evet bu akşam ikinci defa buraya yazdığıma göre sıkıntı hallice.
o değil de sabahları dedikodu yapmayı seviyorum. hani ömrümü uzatıyor. kimin dedikodusunu yaptığım önemli değil. kapıcı süleyman efendi bile olabilir. ne kadar yaşlandığından falan bahsederim.
ya diyorum ki bu akşam ikinci defa buraya yazdığıma göre sıkıntımın ben taa...
o değl de topluklu ayakkabı giydiğim zaman popom kalkıyormuş. bir de bir kadının topuklu ayakkabı giydiğini ayaklarını görmesiniz bile gözlerinden anlayabilirmişsiniz. öyle bir saçmalık yani.
of biliyorum, buraya ikinci defa yazıyorum bu gece ama aslında sıkıntım o kadar da büyük değil.
siyah külotların hijyenik olmadığı yönünde bir algı var. bunun derhal çözülmesi gerekiyor çünkü siyah seksi.
galiba sıkıntım geçti.
devamını gör...
2744.
son karalamamda "bir dahakine iyi hislerle görüşmek dileğimle" demişim ama ne yazık ki öyle olmadı. hiç şaşırmadım. anlık mutsuz, ağlak, gelecek kaygısı sarmış, isyan eden biriyim. yaşadığım hayattan memnun değilim. böyle bir coğrafyada yaşamaktan da memnun olan zengin falandır zaten. ayrıca çok sıcak ölmek üzereyim.
devamını gör...
2745.
kulağımı yastığa bastırdığımda kalp atışımı duyabiliyorum, çok garip.
devamını gör...
2746.
melankoliklerin ağlama duvarı. 2 dk. bakamıyorum yazılanlara.
devamını gör...
2747.
hayat sürekli bir yokuş ve iniş hali. yorulduğunda her zaman düzlüğü bulup dinlenemiyorsun . bazen gücünün son raddesine kadar zorluyor,nefesini kesiyor. ama yine de vazgeçilmeyecek kadar güzel.
devamını gör...
2748.
buraya yazmazsam sana yazacağım ve ben eğer sana yazarsam kendimi ezmiş olurum.
birkaç gün önce sana sinirli olmadığımı söylemiştim ama fark ettim ki ben sana çok sinirliyim. öfkeliyim. üzülemiyorum çünkü öfkem, üzüntümün önüne geçiyor.
bana üzülmem için bir sebep bırakmadın. üzüleceğim bir durum yok ortada. ağlamak istiyorum, üzülmek hatta mutsuz olmak istiyorum ama olmuyor. sadece sinirlenebiliyorum. nasıl dinecek bu öfke bilmiyorum.
üstelik seni lime lime etmek istiyorum. tüm vücudunu ince ince acıtmak istiyorum. beni nasıl kırdığını sana anlatabilmek için canını yakmak istiyorum.
bana yazmak için bulduğun bahane aşırı saçmaydı. daha mantıklı sebeplerle yazmanı beklerdim ama neyse. denedin en azından. beklediğin tepkiyi alamadığın için üzgünüm ama böyle yapmalıydım.
ve fark ettim ki, kendi içimde seni affedebileceğim sebepler arıyorum. sanki sen pişman olup gelmişsin de ben seni affetmek için uğraşıyorum. zihnim bana savaş açmış gibi seni korumaya çalışıyor. ama ne var biliyor musun? başaramıyor.
hiç yoktan seni affetmek için uğraşan düşüncelerim hep bir yerlerde tıkanıyor.
sonra zaten ben, ne yaptığını fark edip durduruyorum o düşüncelerimi.
seni affetmek yok. sana üzülmek yok. kendini 2. plana atmak yok.
ama söyler misin bana lütfen, içimdeki bu öfke nasıl geçecek?
sana olan sinirim nasıl dinecek?
ben seni nasıl affetmeyeceğim?
sen bana nasıl gelmeyeceksin geri?
bir başkasına da aynı bakabilecek misin? nasıl hissedeceksin? nasıl hissediyorsun?
ah benim korkağım, ah benim korkağım..
yanında dağlar gibi durmaya çalıştığım hâlde nasıl bu kadar korkabildin hayattan?
nasıl seçebildin zahmetsiz ama bensiz olan yolu?
bu kadar mı korktun gitmemden?
bırakılmaktan bu kadar çok mu korktun da yaşamamak için bana yaşatmayı seçtin?
ah korkağım, ah korkağım.. artık, benim korkağım bile diyemem sana.
birkaç gün önce sana sinirli olmadığımı söylemiştim ama fark ettim ki ben sana çok sinirliyim. öfkeliyim. üzülemiyorum çünkü öfkem, üzüntümün önüne geçiyor.
bana üzülmem için bir sebep bırakmadın. üzüleceğim bir durum yok ortada. ağlamak istiyorum, üzülmek hatta mutsuz olmak istiyorum ama olmuyor. sadece sinirlenebiliyorum. nasıl dinecek bu öfke bilmiyorum.
üstelik seni lime lime etmek istiyorum. tüm vücudunu ince ince acıtmak istiyorum. beni nasıl kırdığını sana anlatabilmek için canını yakmak istiyorum.
bana yazmak için bulduğun bahane aşırı saçmaydı. daha mantıklı sebeplerle yazmanı beklerdim ama neyse. denedin en azından. beklediğin tepkiyi alamadığın için üzgünüm ama böyle yapmalıydım.
ve fark ettim ki, kendi içimde seni affedebileceğim sebepler arıyorum. sanki sen pişman olup gelmişsin de ben seni affetmek için uğraşıyorum. zihnim bana savaş açmış gibi seni korumaya çalışıyor. ama ne var biliyor musun? başaramıyor.
hiç yoktan seni affetmek için uğraşan düşüncelerim hep bir yerlerde tıkanıyor.
sonra zaten ben, ne yaptığını fark edip durduruyorum o düşüncelerimi.
seni affetmek yok. sana üzülmek yok. kendini 2. plana atmak yok.
ama söyler misin bana lütfen, içimdeki bu öfke nasıl geçecek?
sana olan sinirim nasıl dinecek?
ben seni nasıl affetmeyeceğim?
sen bana nasıl gelmeyeceksin geri?
bir başkasına da aynı bakabilecek misin? nasıl hissedeceksin? nasıl hissediyorsun?
ah benim korkağım, ah benim korkağım..
yanında dağlar gibi durmaya çalıştığım hâlde nasıl bu kadar korkabildin hayattan?
nasıl seçebildin zahmetsiz ama bensiz olan yolu?
bu kadar mı korktun gitmemden?
bırakılmaktan bu kadar çok mu korktun da yaşamamak için bana yaşatmayı seçtin?
ah korkağım, ah korkağım.. artık, benim korkağım bile diyemem sana.
devamını gör...
2749.
daha dün keşfettiğim bir yaşam koçundan okuduğum şeyleri buraya aktarmaya geldim. yaşam koçu bu yazının çoğunu kitaptan almış üstüne de kendisi eklemiş.
geleceği düşünürken endişe ederiz ama asla korktuğumuz kadar kötüsü başımıza gelmez. acımızın yaratıcısı olduğumuzu anlamamız gerekir; sorunlarımızı yaratan diğer insanlar ya da dış dünya değil, kendi zihnimizdi.
buraya kısmen katılıyorum. yapmam, karşılaşmam gereken her şeyde bir kaygı, endişe geliyor ve elbet geçiyor. elbet yoluna giriyor. nasıl geçip gittiğini anlamıyorum bile. ve evet çoğu kötü düşünceleri kendi kendime çağırıyorum fakat bunda yaşadığım coğrafyanın ve bu coğrafyadaki olayların etkisi çok büyük. yani dış dünya.
eğer anda kalırsanız; huzurlu olduğunuzu farkedeceksiniz.
bu çok önemli. yarınları elbet düşüneceğiz hatta yarın kaygısıyla boğulacağız bazen*). ama anda kalmak bu anda nasıl daha iyi hissedebilirim? ile uğraşmak kişiye çok daha iyi hissettirecektir. ben bunun için uğraşmaya devam edeceğim. bunu 2-3 günde bir ağlama seansları düzenleyen ben söylüyorsa ben de bir şeyleri yoluna koyabilirim demektir.
bunu okuyan herkes okuduğu anda kendine nasıl daha iyi hissettirebileceğini düşünsün ve yapabileceği en basit şeyi yapsın. ben şu an çenemde birden çıkan sivilcelerim yüzünden berbat hissediyorum. gidip solüsyonumu süreyim de geçeceğine inanayım ve daha iyi hissedeyim. çünkü elimden gelen tek şey bu.
geleceği düşünürken endişe ederiz ama asla korktuğumuz kadar kötüsü başımıza gelmez. acımızın yaratıcısı olduğumuzu anlamamız gerekir; sorunlarımızı yaratan diğer insanlar ya da dış dünya değil, kendi zihnimizdi.
eğer anda kalırsanız; huzurlu olduğunuzu farkedeceksiniz.
bunu okuyan herkes okuduğu anda kendine nasıl daha iyi hissettirebileceğini düşünsün ve yapabileceği en basit şeyi yapsın. ben şu an çenemde birden çıkan sivilcelerim yüzünden berbat hissediyorum. gidip solüsyonumu süreyim de geçeceğine inanayım ve daha iyi hissedeyim. çünkü elimden gelen tek şey bu.
devamını gör...
2750.
yine mahkûm olduğum bir belirsizlik
yine bir kaybedilişe sürüklenmek
yine göğün altındaki ben,
tek başımayım...
bu yinelerim hiç bitmeyecek
biliyorum...
yine bir kaybedilişe sürüklenmek
yine göğün altındaki ben,
tek başımayım...
bu yinelerim hiç bitmeyecek
biliyorum...
devamını gör...
2751.
sevgili sylvia,
son zamanlarda günlüğüme bir şeyler karalamak ve anlatmak için çok yorgunum, bu yüzden buraya birkaç ufak not düşmek istiyorum hayatıma dair.
5 yıl önce bugünlerde kendime bıraktığım bir nota geldim geçen günlerde. "1 yıl değiştiriyormuş çok şeyi," yazıyordu. aklımın bir ucunda gerçekleştirmeyi umduğum şeyleri gerçekleştirebilmiştim, olaylar çok farklı yerlere evrilmişti ben o notu yazdığımda. bunları yaşama ihtimalimi biliyordum ama hep uzak geliyordu. canım kendim, sen onu yazalı 5 yıl oldu ve 5 yıl içinde neler neler değişti bi' bilsen...
değişimden çok korkarım aslında ama garip bir şekilde değişimi de hep kucaklayan biriyim. ve geçtiğimiz şubat ayından beri hayatımda o kadar fazla şey değişiyor, o kadar fazla yeni şey deneyimliyorum ki bir türlü ayak uyduramadım bu duruma. geçmişimde yer alan insanlarla o kadar farklı konumlara geldim ki, nasıl olduğunu asla anlayamadan. ve bu ihtimaller hep kafamda gezinirdi, ama hepsinin aynı anda -aynı anda olmaları ciddi anlamda imkansıza yakınken- olma ihtimallerini hiç düşünmezdim. doğru zaman - doğru yer kombinasyonu mu dersiniz, astrolojiye göre o gün şanslı günüm müydü dersiniz, bu yıl hayatımın prime yılı mı dersiniz bilmiyorum ama son zamanlarda yaşadıklarım aslında bana, her şeyin bir nokta da benim elimde olduğunu gösterdi. çok şey de öğrendim bu birkaç ay içerisinde, hala da öğreniyorum. kendimle barışmayı, kendimi sevmeyi ve ne yaparsam yapayım kendimi affetmeyi de öğreniyorum. bilmiyorum yaşadığım yolculuk olgunlaşmaya mı gidiyor, yoksa bambaşka şeylere mi.
çok yeni şeyler denemeye, yapmaya başladım. yapmaya cesaret edemeyeceğim şeylere o gereken cesareti buldum, adımlar attım, iyi kötü birkaç başarı elde ettim. asla yapmayacağımı düşündüğüm şeyleri de yaptım, kendime yakıştıramadıklarımı. (en azından bir zamanlar.) çok mutlu anlar yaşadım ama bu mutlu anlarımın çoğu etik değerlerimle çakışıyordu, hayatımı düzene soktuğum kurallarıma, doğru-yanlışlarıma uymuyordu. işin kötü tarafı yaparken bunların bilincindeydim, farkındaydım. yine de devam ettim. ve bir şey diyeyim mi? gerçekten uzun süre sonra ilk defa bu kadar canlı hissettim. yaşadığımı hissettim. gerçekten kimseye anlatamayacağım, kendimle mezara kadar taşıyacağım 1-2 şey de yaşadım. bazen o yanlışlara devam etmek bana iyi gelmedi ve durdurdum, canım çok yandı. kendimi suçlamayı bıraktım, benliğimi kucakladım. 2 gün önce rüyamda gördüğüm anları 2 gün sonra gerçekleştirmeyi başardım, hala bunun şokunu yaşıyorum. bazı şeylerden sonra uzunca bir süre kendime gelemedim, kendime alışmak, iç sesimle anlaşmak çok zor oldu bazenleri.
sonuç olarak tüm o riskleri aldığımda, dünü yarını değil de gerçekten tam bugünü, içinde olduğum o anı düşündüğümde yaşadığımı fark ettim. geçmişime çok bağlı olduğum kadar geleceğime de çok bağlı biriyimdir aslında, o yüzden bunu yapmak benim için çok zor ama bir o kadar da heyecan vericiydi. tüm hayatımı böyle yaşayamayacağımın ve aslında yaşamak istemediğimin de farkındayım ama arada böyle kaçamaklar yapabileceğimi de görmüş oldum. ve bunda bir sorun yok. bunları yapmakta, bunları istemekte hiçbir sorun yokmuş.
bu zamanlarda hiç düşünmediğim bir şekilde annemin psikolojisini anlamaya başladığımı hissettim, ki bu da benim için en zoruydu sanırım. onu anlamak, bazı şeylerde ona hak veriyor olmak; aynı durumlardan geçsem muhtemelen aynı tepkileri verecek olduğum gerçeği kucaklaması zor bir gerçekti. ama onu da sindiriyorum, yavaş yavaş.
son zamanlarda günlüğüme bir şeyler karalamak ve anlatmak için çok yorgunum, bu yüzden buraya birkaç ufak not düşmek istiyorum hayatıma dair.
5 yıl önce bugünlerde kendime bıraktığım bir nota geldim geçen günlerde. "1 yıl değiştiriyormuş çok şeyi," yazıyordu. aklımın bir ucunda gerçekleştirmeyi umduğum şeyleri gerçekleştirebilmiştim, olaylar çok farklı yerlere evrilmişti ben o notu yazdığımda. bunları yaşama ihtimalimi biliyordum ama hep uzak geliyordu. canım kendim, sen onu yazalı 5 yıl oldu ve 5 yıl içinde neler neler değişti bi' bilsen...
değişimden çok korkarım aslında ama garip bir şekilde değişimi de hep kucaklayan biriyim. ve geçtiğimiz şubat ayından beri hayatımda o kadar fazla şey değişiyor, o kadar fazla yeni şey deneyimliyorum ki bir türlü ayak uyduramadım bu duruma. geçmişimde yer alan insanlarla o kadar farklı konumlara geldim ki, nasıl olduğunu asla anlayamadan. ve bu ihtimaller hep kafamda gezinirdi, ama hepsinin aynı anda -aynı anda olmaları ciddi anlamda imkansıza yakınken- olma ihtimallerini hiç düşünmezdim. doğru zaman - doğru yer kombinasyonu mu dersiniz, astrolojiye göre o gün şanslı günüm müydü dersiniz, bu yıl hayatımın prime yılı mı dersiniz bilmiyorum ama son zamanlarda yaşadıklarım aslında bana, her şeyin bir nokta da benim elimde olduğunu gösterdi. çok şey de öğrendim bu birkaç ay içerisinde, hala da öğreniyorum. kendimle barışmayı, kendimi sevmeyi ve ne yaparsam yapayım kendimi affetmeyi de öğreniyorum. bilmiyorum yaşadığım yolculuk olgunlaşmaya mı gidiyor, yoksa bambaşka şeylere mi.
çok yeni şeyler denemeye, yapmaya başladım. yapmaya cesaret edemeyeceğim şeylere o gereken cesareti buldum, adımlar attım, iyi kötü birkaç başarı elde ettim. asla yapmayacağımı düşündüğüm şeyleri de yaptım, kendime yakıştıramadıklarımı. (en azından bir zamanlar.) çok mutlu anlar yaşadım ama bu mutlu anlarımın çoğu etik değerlerimle çakışıyordu, hayatımı düzene soktuğum kurallarıma, doğru-yanlışlarıma uymuyordu. işin kötü tarafı yaparken bunların bilincindeydim, farkındaydım. yine de devam ettim. ve bir şey diyeyim mi? gerçekten uzun süre sonra ilk defa bu kadar canlı hissettim. yaşadığımı hissettim. gerçekten kimseye anlatamayacağım, kendimle mezara kadar taşıyacağım 1-2 şey de yaşadım. bazen o yanlışlara devam etmek bana iyi gelmedi ve durdurdum, canım çok yandı. kendimi suçlamayı bıraktım, benliğimi kucakladım. 2 gün önce rüyamda gördüğüm anları 2 gün sonra gerçekleştirmeyi başardım, hala bunun şokunu yaşıyorum. bazı şeylerden sonra uzunca bir süre kendime gelemedim, kendime alışmak, iç sesimle anlaşmak çok zor oldu bazenleri.
sonuç olarak tüm o riskleri aldığımda, dünü yarını değil de gerçekten tam bugünü, içinde olduğum o anı düşündüğümde yaşadığımı fark ettim. geçmişime çok bağlı olduğum kadar geleceğime de çok bağlı biriyimdir aslında, o yüzden bunu yapmak benim için çok zor ama bir o kadar da heyecan vericiydi. tüm hayatımı böyle yaşayamayacağımın ve aslında yaşamak istemediğimin de farkındayım ama arada böyle kaçamaklar yapabileceğimi de görmüş oldum. ve bunda bir sorun yok. bunları yapmakta, bunları istemekte hiçbir sorun yokmuş.
bu zamanlarda hiç düşünmediğim bir şekilde annemin psikolojisini anlamaya başladığımı hissettim, ki bu da benim için en zoruydu sanırım. onu anlamak, bazı şeylerde ona hak veriyor olmak; aynı durumlardan geçsem muhtemelen aynı tepkileri verecek olduğum gerçeği kucaklaması zor bir gerçekti. ama onu da sindiriyorum, yavaş yavaş.
devamını gör...
2752.
keşke tüm sorunlarımdan kaçabilseydim. keşke daha sağlıklı bir çevrede doğmuş olsaydım ya da hiç doğmamış olsaydım. kafamda sağlıklı huzurlu güvenilir bir alan yaratmak istedim hep ve bunun için aşka sevgiye sığındım. artık kaçacak yerim yok. kabul etmek en iyisi.
sorunlarımı anlatacak sözlerim tükeneli çok oldu. uzun bir suskunluk dönemine daha giriyorum sanırım.
sorunlarımı anlatacak sözlerim tükeneli çok oldu. uzun bir suskunluk dönemine daha giriyorum sanırım.
devamını gör...
2753.
2 gün içinde taşınıyor olmamdan mütevellit, bütün eşyalarımız muhtelif kolilerde, son kalan bir kaç şey de kolilenmeyi bekliyordu. taşınırken kullanmadığınız şeyleri atmak adettendir. biz de bir çok şeyin yanında 2009 yılından beri benimle olan bilgisayarımı da emekliye ayırmaya karar vermiştik. kararı verirken çöpe giden diğer her şey gibi, ona karşı da duygusuzdum, eşyalara anlam yükleyen insanlar bana hep biraz "şey" gelmiştir çünkü. "bir ara letgo'ya falan koyarım kalabalığı kalkar" bile demiştim. velhasıl bugün emektar t1 - kendisine, epey eskidiği ama hala iş gördüğü için böyle derdim - son kalan 1-2 koliden birine yerleştirilecekti. neyse, sığacağını düşündüğüm koliyi seçtim, çok fazla seçeneğim de yoktu, kabloları söktüm, ancak kasasını koliye yerleştirirken içine tam oturduğunda kafamda düşünceler dönmeye başladı. onda izlediğim diziler, filmler, konuştuğum insanlar, yüklediğim fotoğraflar, oynadığım oyunlar... dile kolay yaklaşık 15 yıl. bu süre içinde evlendim, 2 kızım oldu, onun üzerine 2-3 dizüstü falan eskittik ama o hep orada; önce benimle, sonra da bizimleydi. eşim doktora tezini onda yazdı, tv'ye bağlayıp ailecek bir sürü film izledik, müzik çaldık, dans ettik, güldük, eğlendik, kızlar uyumayıp ağladığında bebek şarkıları dinlettik, neden ağlıyorlar acaba diye araştırmalar yaptık, fotoğraflarımızı sakladı ve şimdi sayamadığım daha birçok şey... yıllar içinde sessizce, hiç itiraz etmeden hayatımızı kolaylaştırmıştı. ve şimdi de hiç itiraz etmeden kolinin içine, sanki onunmuş gibi sığıverdi... bir insan bir eşya ile bağ kuramaz, kuranlar da sıkıyor sanardım ancak insan bir makinayla bile bağ kurabiliyormuş. her şeyini bir bir yerleştirdim, içimi bir hüzün kapladı, kutusuna t1 - since 2009 yazdım. sonra küçük kızım gelip yanına bir kalp yaptı... o an anladım ki t1'i kimseye veremem, atamam hatta satamam da. artık kullanmasak da sanırım garajda, bu kutunun içinde bizimle olacak... zaten paha biçilemez bir şeyi, nasıl satabilirsiniz ki...
devamını gör...
2754.
iki uç nokta, taban tabana zıt, alakasız, muhtemelen hayatın bizi bir yerlerde bile denk getirmeyeceği durumların düşüncesi gayet enteresan derken, iletişim dahilinde olduğun insanla ettiğin sohbetin keyfi bir başka. sürekli bi iletişim de yok hani.
bakıyorum o buradaysa kendimi güvende hissediyor, bişey olmaz takıl kafana göre diyorum. demirbaş gibi, gölgesi yeter kıvamında. alakayı çözemedim. memnunum sadece.*
bakıyorum o buradaysa kendimi güvende hissediyor, bişey olmaz takıl kafana göre diyorum. demirbaş gibi, gölgesi yeter kıvamında. alakayı çözemedim. memnunum sadece.*
devamını gör...
2755.
kadıköy’de dilencilerle yattım. üsküdar’a kadar uyudum. sahilde elime bir balık çarptı, gözlerimi açtım, teknedeydim. sarayburnu’na doğru sürüklenen bir teknede… her şeyi bir kenara bırakmayı başardığımı düşünmüştüm o an. sürüklenerek yaşadığım hayatın bir köşesinde sıkışmış bir ayrıntıydı, “neden” sorma ihtiyacı hissetmedim.
und ro ro gemisinde belçikalı bir kaptan vardı, üçüncü kaptan. kendimi ondan iyi hissetmemin nedeni teknede yalnız olmamdı. dolayısıyla ben birinci kaptandım. kullandığımız su araçlarının boyutları farklı olsa da, ben ve o farklı konumlardaydık. kendimi iyi hissetmek için aradığım son neden buydu. çünkü mavi devasa gemi dalgasıyla teknemi alabora etmişti. boğazın akıntılı suyu içinde serinledim. çok sıcaktı! hani sigarayı içine çektiğinde koru kıpkırmızı olur ya, öyle işte. ben bir tabak sıcak çorbayı içerken bunu hayal ettim.
bilinen bütün boğazları yüzerek geçtim. dünya’nın karnına ulaştım. orada öğütüldüm. varlığıma kanıt olarak, elimdeki ustura ile dünya’nın bağırsaklarını parçaladım. meksika körfezi petrole bulandı. dünya beni aborjinlerin üzerine püskürttü. buna rağmen hala yaşıyor ve yaşayan her insan gibi gülebiliyordum. gülmek, bazen ikinci biranın bitişidir, bazen de dünya tarafından bir yerlere püskürtülmektir.
yerli halkın tanrısı olan güneşe dua ettim, sönmemesi için. sıcaktı. sıcağın rengi burada siyahtı, sönmüş bir sigaranın ucu kadar siyah. ırkımı değiştirdim. adımı da! kimsenin bilmediği ve duymadığı bir tonda söyledim hayatımla ilgili her şeyi. aborjinler asildi. ben de aborjin oldum. bir gün, bir fıçı içinde tanrıya kurban edildim. hint okyanusuna salındım. kurban olarak bir fıçı içinde hint okyanusunu aştım. badülmendep’ten kızıldeniz’e, oradan süveyş kanalı’ndan akdeniz’e ulaştım. karşıma çıkan ilk kara parçasını öptüm. lefkoşa’nın tozu dudaklarımda kaldı. sokakları gezdim. tozunu attım. girdiğim bir kumarhanede masaya hayatımı yatırdım. büyük kâğıdı çeken kazanacaktı. ilk kez kazandım. hayatımı ve karşımdakinin hayatı karşılığında teklif ettiği dört milyon doları…
yasal yollardan gidebileceğim ülkenin havalimanındaki petshoptan bir arkadaş satın aldım. onunla birlikte avrupa’nın zirvesine alplere çıkıp oradan bütün avrupa’nın üzerine işedik. su görmeye tahammülüm kalmamıştı. uçak da midemi bulandırıyordu. iki bin beş yüz kilometre yolu 86 model bir ford ve satın aldığım arkadaşım ile birlikte bitirdik. zaman, aborjin tanrısının kendisini göstermesi ile göstermemesi arasındaydı. arkadaşım belli aralıklarla havlıyor ve her havladığında bir sıkıntısının olduğunu anlatmaya çalışıyordu. o zaman anlıyordum ki biz yaşıyorduk, sadece yaşıyorduk. başka hiçbir amacımız yoktu. ne açan çiçekler ne mevsimler ne de insanlar, hiç biri umurumuzda değildi. ancak binlerce kilometre yol yaptığımız araba dik kaldırım’da bozuldu. dik kaldırım’da araba bozulması demek ne demek bilirsiniz. ya da bilmezsiniz. bütün soyunuza yetecek kadar küfür yediğinizin kanıtıdır bu durum. bağrışmalar, kornalar, siren sesleri arasında arabadan indik ve gördüğümüz ilk ara sokağa daldık. daldığımız sokak diğerlerinden farklıydı. farkı betondu. betondan bir sokak vardı dik kaldırım’da ve ben danoa cinsi bir köpekle bu sokağa gömüldüm. üzerimize tahta döşeyen hayat, toprak yerine kurşun atıyordu. köpeğimi vurdu. ölümünü izledim. marlboro’nun sönmesini bekledim. sönmedi. ilk yardım hastanesine koşarak girdim. köpeğimi vurdular dedim. bana güldüler. bana gülen hatta kahkaha atan insanların hepsine vurdum. vurduğum yerde iz bırakmak için taktığım yüzüğümün üzerinde gülen, sırıtan kanlar vardı. onlara bakıp güldüm. kanlar ve gülücükler karıştılar. karmakarışık bir günün geceye kavuştuğunu ara vapurunda anladım.
kadıköy’de bir simidi, sırnaşık bir kedi ile paylaştım. ihanet son kez gelmişti dizlerimin dibine. izin veremezdim, yakaladım kediyi, ağzını açtım ve simidi bizzat kendim yedirdim. bahariye’ye giden yokuşu koşarak tırmandım. gördüğüm ilk oyun salonuna girdim. kumar oynadım. aborjin tanrısı gelene kadar! tanrı geldi, ben kalktım. beş parasız! kadıköy’de dilencilerle yattım.
und ro ro gemisinde belçikalı bir kaptan vardı, üçüncü kaptan. kendimi ondan iyi hissetmemin nedeni teknede yalnız olmamdı. dolayısıyla ben birinci kaptandım. kullandığımız su araçlarının boyutları farklı olsa da, ben ve o farklı konumlardaydık. kendimi iyi hissetmek için aradığım son neden buydu. çünkü mavi devasa gemi dalgasıyla teknemi alabora etmişti. boğazın akıntılı suyu içinde serinledim. çok sıcaktı! hani sigarayı içine çektiğinde koru kıpkırmızı olur ya, öyle işte. ben bir tabak sıcak çorbayı içerken bunu hayal ettim.
bilinen bütün boğazları yüzerek geçtim. dünya’nın karnına ulaştım. orada öğütüldüm. varlığıma kanıt olarak, elimdeki ustura ile dünya’nın bağırsaklarını parçaladım. meksika körfezi petrole bulandı. dünya beni aborjinlerin üzerine püskürttü. buna rağmen hala yaşıyor ve yaşayan her insan gibi gülebiliyordum. gülmek, bazen ikinci biranın bitişidir, bazen de dünya tarafından bir yerlere püskürtülmektir.
yerli halkın tanrısı olan güneşe dua ettim, sönmemesi için. sıcaktı. sıcağın rengi burada siyahtı, sönmüş bir sigaranın ucu kadar siyah. ırkımı değiştirdim. adımı da! kimsenin bilmediği ve duymadığı bir tonda söyledim hayatımla ilgili her şeyi. aborjinler asildi. ben de aborjin oldum. bir gün, bir fıçı içinde tanrıya kurban edildim. hint okyanusuna salındım. kurban olarak bir fıçı içinde hint okyanusunu aştım. badülmendep’ten kızıldeniz’e, oradan süveyş kanalı’ndan akdeniz’e ulaştım. karşıma çıkan ilk kara parçasını öptüm. lefkoşa’nın tozu dudaklarımda kaldı. sokakları gezdim. tozunu attım. girdiğim bir kumarhanede masaya hayatımı yatırdım. büyük kâğıdı çeken kazanacaktı. ilk kez kazandım. hayatımı ve karşımdakinin hayatı karşılığında teklif ettiği dört milyon doları…
yasal yollardan gidebileceğim ülkenin havalimanındaki petshoptan bir arkadaş satın aldım. onunla birlikte avrupa’nın zirvesine alplere çıkıp oradan bütün avrupa’nın üzerine işedik. su görmeye tahammülüm kalmamıştı. uçak da midemi bulandırıyordu. iki bin beş yüz kilometre yolu 86 model bir ford ve satın aldığım arkadaşım ile birlikte bitirdik. zaman, aborjin tanrısının kendisini göstermesi ile göstermemesi arasındaydı. arkadaşım belli aralıklarla havlıyor ve her havladığında bir sıkıntısının olduğunu anlatmaya çalışıyordu. o zaman anlıyordum ki biz yaşıyorduk, sadece yaşıyorduk. başka hiçbir amacımız yoktu. ne açan çiçekler ne mevsimler ne de insanlar, hiç biri umurumuzda değildi. ancak binlerce kilometre yol yaptığımız araba dik kaldırım’da bozuldu. dik kaldırım’da araba bozulması demek ne demek bilirsiniz. ya da bilmezsiniz. bütün soyunuza yetecek kadar küfür yediğinizin kanıtıdır bu durum. bağrışmalar, kornalar, siren sesleri arasında arabadan indik ve gördüğümüz ilk ara sokağa daldık. daldığımız sokak diğerlerinden farklıydı. farkı betondu. betondan bir sokak vardı dik kaldırım’da ve ben danoa cinsi bir köpekle bu sokağa gömüldüm. üzerimize tahta döşeyen hayat, toprak yerine kurşun atıyordu. köpeğimi vurdu. ölümünü izledim. marlboro’nun sönmesini bekledim. sönmedi. ilk yardım hastanesine koşarak girdim. köpeğimi vurdular dedim. bana güldüler. bana gülen hatta kahkaha atan insanların hepsine vurdum. vurduğum yerde iz bırakmak için taktığım yüzüğümün üzerinde gülen, sırıtan kanlar vardı. onlara bakıp güldüm. kanlar ve gülücükler karıştılar. karmakarışık bir günün geceye kavuştuğunu ara vapurunda anladım.
kadıköy’de bir simidi, sırnaşık bir kedi ile paylaştım. ihanet son kez gelmişti dizlerimin dibine. izin veremezdim, yakaladım kediyi, ağzını açtım ve simidi bizzat kendim yedirdim. bahariye’ye giden yokuşu koşarak tırmandım. gördüğüm ilk oyun salonuna girdim. kumar oynadım. aborjin tanrısı gelene kadar! tanrı geldi, ben kalktım. beş parasız! kadıköy’de dilencilerle yattım.
devamını gör...
2756.
karanlıklara dokundum; siyahidir artık tüm renkler bana ve ateisttir tüm ibadetler.
leyal de çıplak ayinler ; tutulamayan tüm güneşler.merih, çoban yıldızı ve ritüeller...
gökteki toprak, yürüyemeyen merdiven, magmaya inen asansör, bakirköy'lü filozof zeo.beyaz od; havaya düşen ilk elma. cennete girmiş azazil; adem' e kanmış havva. kırmızı başlıklı kurt.annesini büyüten çocuk...
leyal de çıplak ayinler ; tutulamayan tüm güneşler.merih, çoban yıldızı ve ritüeller...
gökteki toprak, yürüyemeyen merdiven, magmaya inen asansör, bakirköy'lü filozof zeo.beyaz od; havaya düşen ilk elma. cennete girmiş azazil; adem' e kanmış havva. kırmızı başlıklı kurt.annesini büyüten çocuk...
devamını gör...
2757.
karalama defteri değil ama, kardeşlerimden, öldüğümde, muhakkak ama muhakkak benimle birlikte toprağa verilmesini şimdiden söylediğim bir içini dökme defteri tutuyorum artık.
devamını gör...
2758.
uzun uzun düşünüyorum hayallerimde çağlayan o sihirli sesi. içimden akıp giden zamanı ve her zorluğa göğüs geren o gamzeli kadını görüyordum.
içimde kopan fırtınanın sesi vücudumun her zerresini ürpertirken, kahrolası üzüntü de kalbimi söküp alıyordu benden.
o büyülü saçlarıyla, bir ateşin çemberinden çekmiş gibi bana hayat veriyor, beni benden alıyor ve zamana dair tüm güzel ümitleri ruhuma ışıyordu.
gecenin bir yarısı, bilmem hangi düşün çeyreğinde gözyaşlarım akarken, bir türkünün acı çığlıklarında buluyordum kendimi. o gamzeli kadın kollarımdan sıkı sıkı tutarak sarıvermiş dertli nefesimi.
ah o çığlıklarım, o feryatlarım ah...
insanın içinde saklı cümleler, adeta bir saltanatın makamından uzaklara alıp götürürcesine, sığınacak limanı bulmak istercesine, birbirine bakınıp duran gözlerin içindeki aşk-ı muhabbeti sezdim.
zamana damga basan, sitemkar düşlerle, denizin muhteşem kıyısına vuran o giz dolu berraklıklar beyaza boyuyordu limandaki her bir şeyi.
o, kadınlığının sevgisinden yoksun, güzel olan her olguya hasretti, bildim.
içindeki çığlıkları büyük bir çılgınlıkla dışarı fırlatmak istiyordu; bir içim su olan o gamzeli kadın. kırılgan ümitleriyle, eskiye dair ne varsa hepsini unutmak istiyordu.
sonunda, suskunluğunu bozmayı bilmiş; ruhundan taşan duyguları sol yanından yansıtmayı becerebilmişken, ömrün kıstaslı gölgesinden geçerken, gülüşlerine yenilerini eklemek istiyor ve artık mutluğu yakalamak istiyordu.
gecede, gündüzde, insanlığıyla, dürüstlüğüyle ve bir o kadar da, muhteşem endamıyla adeta hayata ışık saçıyordu.
çamların kokusu, etrafındaki her yeri kaplamışken, doğadaki her şeyin rengine ortak olmayı bilmişti. ben o esnalarda, içimde büyüttüğüm o gamzeli kadına hakiki sevgimi fısıldıyordum; büyük bir içtenlikle, büyük bir azimle, kaçıp kaçıp durmadan ona sığınarak.
içimde kopan fırtınanın sesi vücudumun her zerresini ürpertirken, kahrolası üzüntü de kalbimi söküp alıyordu benden.
o büyülü saçlarıyla, bir ateşin çemberinden çekmiş gibi bana hayat veriyor, beni benden alıyor ve zamana dair tüm güzel ümitleri ruhuma ışıyordu.
gecenin bir yarısı, bilmem hangi düşün çeyreğinde gözyaşlarım akarken, bir türkünün acı çığlıklarında buluyordum kendimi. o gamzeli kadın kollarımdan sıkı sıkı tutarak sarıvermiş dertli nefesimi.
ah o çığlıklarım, o feryatlarım ah...
insanın içinde saklı cümleler, adeta bir saltanatın makamından uzaklara alıp götürürcesine, sığınacak limanı bulmak istercesine, birbirine bakınıp duran gözlerin içindeki aşk-ı muhabbeti sezdim.
zamana damga basan, sitemkar düşlerle, denizin muhteşem kıyısına vuran o giz dolu berraklıklar beyaza boyuyordu limandaki her bir şeyi.
o, kadınlığının sevgisinden yoksun, güzel olan her olguya hasretti, bildim.
içindeki çığlıkları büyük bir çılgınlıkla dışarı fırlatmak istiyordu; bir içim su olan o gamzeli kadın. kırılgan ümitleriyle, eskiye dair ne varsa hepsini unutmak istiyordu.
sonunda, suskunluğunu bozmayı bilmiş; ruhundan taşan duyguları sol yanından yansıtmayı becerebilmişken, ömrün kıstaslı gölgesinden geçerken, gülüşlerine yenilerini eklemek istiyor ve artık mutluğu yakalamak istiyordu.
gecede, gündüzde, insanlığıyla, dürüstlüğüyle ve bir o kadar da, muhteşem endamıyla adeta hayata ışık saçıyordu.
çamların kokusu, etrafındaki her yeri kaplamışken, doğadaki her şeyin rengine ortak olmayı bilmişti. ben o esnalarda, içimde büyüttüğüm o gamzeli kadına hakiki sevgimi fısıldıyordum; büyük bir içtenlikle, büyük bir azimle, kaçıp kaçıp durmadan ona sığınarak.
devamını gör...
2759.
sihirli atımın balıkları kadıköy ve uçan atlar. abisi ne anlatıyorsunuz. sısısısıs
devamını gör...
2760.
ben bugün bütün insanlıktan ümidimi kestim. hayatımdaki insanların bana vermeyi çok gördüğü bir avuç sevgiye muhtaç kaldım. biri sevilmiyorsa bunun bir nedeni olur. fazla sinirlidir, asabidir belki; hayvanları sevmiyordur belki. ne bileyim işte kötü şeyler dediklerimizdendir. ben bunların hiçbiri olmadım. beni niye sevmediniz? hepiniz beni görmezden geldiniz. ben artık aklı başındaymış gibi davranmak istemiyorum. en ufak bir aşk acısı yaşayınca ağlayıp hayata küsen salaklardan olmadım ben hiçbir zaman. sevmediler beni. şu koca dünyada bir beni sevmediniz. ben yoruldum artık. olur da bir gün pişman olursanız, çok geç olacak. bu da benden size teselli metni olsun. hayatınız boyunca bir avuç sevgiye muhtaç kalın. elveda.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2