2841.
bu defter bitti bir defter daha alayım. kareli olmasın ama.
devamını gör...
2842.
insanlara, insan olabilmeyi öğretemiyorlar sözlük.
neyse ya amaan, elalemin düz insanıyla uğraştığımız yeter zaten.
devamını gör...
2843.
“bir insanı son kez görüyor olmak…”

bugün işten fırsat buldukça bunu düşündüm. pek de fırsatım olmadı; çünkü her zamanki gibi epey yoğundum. ilk başta sıcak hantallaştırdı. bir ara dişim ağrıdı. hatta aynı anda dün sırtıma vuran rüzgar, bugün acısını ağrıyla hissettirdi. kendime geldiğimde fırsat buldukça kendimi esendal’ın mendil altında öyküsündeki sicil memuru cavit bey gibi hissetmek istedim. benden de cavidan olurdu. neden olmasındı? hikaye nasıl başlıyordu? “ ağustos cuma günü.”
ağustostu. daha dün 31 temmuzken ve izmit’ten dönerken kendime yeni bir sayfa açacağım demiştim. halbuki sayfa bitmemiş, boş satırları doldurmak lazım. ziyan etmeyi hiç sevmemişim. yaz kızım. arada bir tükenmez kaleme hohla. tükenmez kalem… ne büyük bir yanılsama… her şey gibi tükendiğini gördüğünde yalanın ne denli kirli bir şey olduğunu ve nasıl da gözünün önünde durup dururken o denli masumiyetle inandığını görüyorsun. umuttu bu. umut etmek insanı tüketiyor. neyse…

“cuma günü” cuma günü değildi. yeni bir ay haftanın ilk günüyle başlıyordu. ne de güzeldi. takıntılı bir insan olduğum için ilk üç haftasının senkron ilerlediğini fark ettim. içime bi rahatlama çöktü. ağustosun 1’i pazartesi, 2’si salı… tâ ki 31’ine kadar. 31’i çarşamba. pazara kadar ağustos devam etseymiş iyi olurmuş ya da ay 28’inde bitseymiş dedim.

sicil müdürü cavit bey gibi yemekten sonra insülinin hızla yükselip sonra düşmesinin sonucu olarak uykum gelmişti. cavit bey’in uyumasına engel olan kara sinekler benim ortamımda yoktu. onun yerine cırttttt cırtttttt ses yapan bi makine vardı. kara sineklerden kurtulmak için yüzüne örttüğü beyaz mendil, benim işkence sesini duymamamı sağlasa iyi olurdu aslında dedim. bunun için mendili sağ kulak deliğimden sokup sol kulak deliğimden çıkarasım, biraz da iç dış temizlik yapasım geldi.
(ahh tom ve jerry etkisi)

ben de cavit bey gibi düşünecek bir şeyler bulmalıydım. iş düşündüm, huzurum kaçtı… ailemi düşündüm, akşam olsa da eve gitsem, bizimkilerle laflasam dedim, özlemim arttı. en mantıklısı ya da mantıksızı “bir insanı son kez görmeyi” düşüneyim dedim.

fiillerin arasında hep bir algılama ya da anlam farkı olduğunu düşünürüm. mesela; bakmak ve görmek. bakmak yüzeyselken ve öylesineyken; görmek bir idrak tecellisidir. bakarken farkında olmadığımızı, görerek fark edebiliriz. peki ya son kez görmek? sonun manası ve bütünlüğü beni hep ürkütmüştür. son, görmekle bir araya gelince kalbimin ufalandığını hissedebiliyorum. düşünsene dedim kendime; sevdiğin bir insanı son kez görüyorsun. bunu iki ayrı durumda kategorileştirdim. birincisi; bunun bilincinde olmak. ikincisi; bunun bilincinde olmamak. son kez görmekte ikiye ayrılan kalbim, bu kategorize edilmiş haliyle dörde, beşe, altıya ayrılmış durumda. son kez görmenin bilinciyle ne yapardım acaba dedim. sanırım; onunla olan vaktimi uzattıkça uzatırdım. sarılırdım, saçmalardım, severdim. yüzüne uzun uzun bakardım mesela. kirpiklerini sayardım. yüzündeki benlerin nerede ve ne kadarlık bir yer kapladığını olmayan matematiğimle hesaplamaya çalışırdım. kırışıklığının derinliğini görmeye çalışırdım. bunları yaparken “son”a yaklaşıyor olmanın hüznü içimi kapladıkça saçmalardım. içerken yapmadıklarımı ayık kafayla yapardım. sesini zihnimde mıhlamak için söylediği şeyleri anlamamış gibi yapıp tekrar tekrar konuştururdum. yapmadığım şey değil.

ikinci olasılığa geldim. aslında biraz ürkeğim. yazmak ya da yazmamak arasında gidiyorum. son kez gördüğünün bilincinde olmamak biraz kaderle bağlantılı olmalı. adını tam koyamasam ve bilemesem de elde olmayan sebeplerle bir haber alıyorsun. insan kuş misali… bazen yeni bir başlangıçta, bazen cennette, bazen arafta. son kez görüyor olduğunuzu bilmemekten size kalansa koca bir keşke. boşluk gibi. ve içinize ne kadar taş atsanız da dolmayan bir boşluk. dolsa karşıda bulunan o yeşil ormana ulaşabileceksiniz lakin attığınız her taş boşlukta kayboluyor.

boşluklarınızın dolması dileğiyle dedim ve sicil müdürü cavidan olarak “sicil müdürü terden, heyecandan boğulacaktı. mendili yüzünden çekip fırlattı. yüzü kızarmış, gözleri dönmüş, saçları dikilmiş, köşeye oturdu. "bu mendil altında nasıl uyunur." diye düşündü, sonra da tekmesiyle odanın döşemesini teperek:

- meryem, bir kahve pişir diye hizmetçisine bağırdı.”

kahveyi kendim pişirdim. bi yerde rolüm hizmetçi de olmalıydı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ve bugün 2 ağustos. ben her ay gibi ağustosun da güzel gelmesini istedim. takvimin düzenini bozmamıza rağmen yeni bir başlangıç yaparız belki. bana göre en yeni başlangıç; son kez gördüğüm birini en baştan ve sonsuza dek görmek olur herhalde… valla fazlasında gözüm yok.
devamını gör...
2844.
bugün sabahtan beri hani buhranlı derler ya, öyle bir gün.
sabahtan beri aksilikler, ince ince beni gergin bir hale sokan ufak konular.
akşam da olmak bilmedi, zaman geçmiyor bu ara.
sıcaklık desen zaten +35!

ne zamandır yalnız kalıp kafamı dinleyemedim, acaba bunun birikimi olabilir mi diye düşünmeden edemiyor insan.
gün içerisinde bir kaç şeye gülümsedim, onlar da kısa sürdü.
ben böyle eğlencesiz günlere alışık değilim, ondan mı böyle oldu?
neyse, günün devamı güzel olsun.
devamını gör...
2845.
düşüncelerden bunalmış bir halde yine geldim. bu seferlik konumuz bambaşkaydı ama yazıp yazıp sildim ne anlatıyorum ben diye... biraz daha kafam karışsın bakalım.
devamını gör...
2846.
uzun zamandır bazı şeylere çok kırgınım. içimde halledemediğim çok fazla olay var. kabullenemediğim, hazmedemediğim.. saçma sapan, ufacık sebepler bile gözlerimi yaşartır oldu. dayanma gücüm içten içe terk ediyor benliğimi.
sabır, geçecek dediğim anda bir yenisi ekleniyor dertlerimin üstüne.
fakat şu sıralar en çok gelecek kaygısı beni ele geçirmiş durumda. bir yandan ofis içerisinde dönen "bizim sektörde kadına yer yok" atıfları, bir yandan aile içerisindeki "artık iş bul" göndermeleri beni bir hayli bunaltıyor.
sahi, kadın olmak bu kadar zor muydu, ya da hep böyleydi de ben büyünce daha çok mu hissettim bu zorluğu.
gözlerine girebilmek umuduyla, yapmadığım hiçbir zorlu iş kalmamışken... şu yaşımda ekip liderliği gibi büyük bir sorumluluk üstlenmişken, tek sorunumuz kadın olmam olmamalıydı.
söylesenize, biz kadınlar bu toplumda kendimize hiç mi bir yer edinemeyeceğiz? bu elinin hamuruyla erkek işine karışma deyimi nereye kadar elimizi kolumuzu bağlayacak?
hadi kadın değil de insan olarak bakalım mevzuya. torpilimiz yoksa bu ülkede yiyecek ekmeğimiz de mi yok? yahut, seneler harcayıp okullarını okuduğumuz, severek yapabileceğimiz işlerimiz varken hep ekstra yollar düşünmek zorunda mı kalacağız?
hoş, ben yeni yol düşününce ayran gönüllü, işini yapamayacak biri oluyorum.
sadece soruyorum, bizim bu gelecek kaygımız daha ne kadar böyle bizi boğmaya devam edecek?

ben artık ne anlam verebilir ne de çözüm üretebilir oldum. elim kolum bağlı, üç hafta içerisinde nasıl iş bulacağımı düşünüyorum.

ben yoruldum arkadaşlarım, bir çözümünüz varsa bana da söyleyin...
devamını gör...
2847.
ben karamsarliktan kurtulmaya çalıştıkça karanlık beni kaplıyor sanki
ancak ben hala aydınlık taraflara doğru baktığım için korkunç sonu görmek istemiyor gibiyim
umarım sadece bir rüyadan ibarettir tüm bunlar
umarım ışığa çok baktığım içindir bu karanlık görüntüler
devamını gör...
2848.
ilişkilerden çok soğudum. çinkü epey yorucu bir şey ilişki yaşamak. mesela biri çıkıyor karşına ve sana, büyük şeyler hissettirdiğine inandırıyor seni ya da sen ona aynısını yapıyorsun ama aslında öyle değil. aslında yalnız kalmamak için böyle yapıyor, sen de benzerini başkasına yapıyorsun falan. bir de flört dönemindeki oyunlar olmazsa o flört ilişkiye dönüşmüyor, kaybolup gidiyor, bu yüzden flörtte çok net olmamak ve oyunlar oynamak lazım. ben de bunu istemiyorum aslında ama diğer yandan da flörte ilişkiye falan da ihtiyaç duyuyorum.
devamını gör...
2849.
odanın penceresinin, her sabah  gözlerimi açtığımda karşımdaki duvara vuran ışığından anlıyorum ilk, o günkü havanın şeklini. ışık bazen ölgün, bazen parlak, bazen kararsız. ilk uyanışların hafıza oyunları döner istisnasız her sabah kafamda. bazen fi tarihinde dinlediğim bir müzik, normal zamanlarda hiç aklıma gelmeyen bir olay, bazen insan, bazen bir fikir... kuruyan boğazımla apar topar uğradığım mutfakta, sigara öncesi çabuk olsun diye poşet çayla hazırladığım ilk çay. demini bile almasını beklemeden, sigarayı yakmak için aldığım ilk birkaç yudum, sonrasında yakılan sigara... artık algılayabildiğim ağız tatları, uyarıcı etkisini gösteriyor ve tamamen uyandığımı hissedebiliyorum.
kaburgamızın altında saklı bir şeyler oluyor ve bir kitapla bir müzikle yüze vurmaya hazır bekliyor gibiler. birçok meselede çuvallayan o büyük çoğunluğun içindeki biz insanlar için bunlara bahane bulmak zor değil. evet, despot yanlarımız oluyor ama her şeyin de bizim aleyhteki pozisyonlarımızın üzerine atılabileceği kadar kriminal insanlar değiliz sonuçta. bugün yine bir kıyım, bir acı, bir çaresizlik haberi yoksa da bir başkasının yıl dönümüdür diye korkarak bakıyoruz gündem aracı mecralara. yoklukla, dövülüp horlanıp sürülmekle terbiye edilmiş halkların çocuklarıyız, ne şımarıklığımız olur bizim?
dün bir vesileyle bahsi geçmiş, aynı vesileyle uzun süredir dinlemediğim hakan yeşilyurt'u dinlemiştim. sahi ne erken bir ölümdü, ne acıtmıştı. o dokunaklı kadife sesinden bir şarkı dinlesem çok mu pastele boyanır bu sabah? yok yahu, ne olacak? ver gelsin kent yağmurlarını.
devamını gör...
2850.
küçücüktük o zamanlar..
aşk'tan bihaber yaşamın tutsakları, ufacık çocuklardık...
o zamanlar sosyal bilgiler dersinde göreceğimiz isimdi albert einstein.
doğduklarında efsane olacağı da fısıldanmamıştı kulaklarına, hayret!
dedi ki, izafiyet teorisi vardır ve doğrudur.
nedir bu teori?
fiziki anlamda kabul edilebilecek her bilimsel olayın(fikrin) sadece ışık hızı sınırları içerisinde gerçek olabileceğini, ışık hızının daha üstü hızlara ulaşılabilinen bir ortamda ise gerçek sayılamayacağını anlatır.
yani aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
aşk gibi..
felsefenin kralıdır bu cümle. bilim ve felsefe..
aşk ve bilim..
düşünün ki, mutlusunuz sevdiğinizle.. o da gülümsüyor size, fakat içi?
aklından geçenleri bilme imkanımız ne kadar gerçeksel?
ya da gece yalnız kalınca seni düşündüğü gerçeği...
seni düşündüm dün gece cümlesinin gerçeklik payı nedir?
sadece varsayımlar... ve güvenmek isteği..
ya da sen gerçekten seviyor musun onu?
evet? hayır? bilmiyorum...
hangisini seçsende, sorgulanmaya yatkınsın..
mutlu biten aşk olmadığına göre, aşkta pek iç açıcı bir şey değildir aslında...
sadece birlikte güzel zaman geçirilebilen bir insanla, daha da ileri gitme isteğine verilen bir isimden bahsediyorsak eğer,
aşk'ta da hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

e o zaman, aşk'ın da bir izafiyet teorisi olacaktır ve olmalıdır da...
o yüzden söylüyorum ki, bir ilişkide karşılıklı geçirilen güzel zamanlar içinde her şey gerçektir.
fakat bu güzel zamanlardan sonra anlaşıldığında aslında tüm gerçeklerin, yalandan ibaret olduğu ortaya çıkar..
yani aşk, sadece birbirini kandırabilme sanatıdır..
devamını gör...
2851.
dün yine bomboşşşş iki film izledim üst üste. uzun uzun düşündüm görüntüler akarken ekranda. oldukça faydalı bir eylemdir tavsiye ederim. kimisi müzik dinlerken yapabiliyor bunu sanırım, ben çok anlayamıyorum ama bende modum düşmeden düşünebilmek için boş bir içerik izliyor olmak müthiş iş görüyor.

düşündüklerim parça parça oluyor genelde böyle zamanlarda. zaten spesifik olarak yoğunlaşmak istediğim bir şey olduğunda değil de genel bağlamda bir şeyler havada, muallakta olduğunda, tarif edemediğiniz bir huzursuzluk hali vardır ya hani, o zamanlarımda seçtiğim bir yol bu benim. oradan oraya sekiyorum beynimin içinde. biraz oraya biraz buraya tik atıyorum, kimi konuları ise nihayetlendiremiyorum.

dün mesela bazı mali konulardaki gündemlere bir yol haritası çizip, fiziksel olarak kaybettiğim biri ile duygusal olarak kaybettiğim birine aslında çok da farklı yerlerden bakmadığımın tespitini yapıp, her sene düzenli olarak kedimin haşat ettiği iki balkon kapısı bir de penceredeki sineklikleri yeniletmek yerine balkonu kapattırmanın daha mantıklı bir yatırım olduğunu fark edip, saçlarımdan yine sıkıldığımı kendime itiraf edip, ay sonu çıkacağım tatilde çok içmemeye özen göstereceğime kendime söz verip olaysız dağıldım beynimin içinde. çok efektif oldu.

günün kazanımı ise her bir konuyu ve kişiyi kendi koşulları ve daha da önemlisi kendi zamanı içinde değerlendirmenin benim için diğer tüm bakış açılarına kıyasla daha mantıklı olan, haliyle de daha konforlu bir de üstüne pragmatik olan yol olduğu çıkarımını yapmış olmam oldu. olmalara doyamayan bu cümleyi açayım biraz müsaadenizle; şimdi benim babam öldü diye ben babamı ölü haliyle mi hatırlıyorum awk. bu mu mantıklı olan, konforlu olan, pragmatik olan? farkındalıklı bir seçimle olmasa da, acının, yasın ve tanımsız tüm o süreçlerin sonunda aklım beni, onun hayatta olduğu zamanlarıyla, mutlu, güzel an ve anılarıyla ilişkili hale getirmedi mi bu yeni bir form olsa da? hayatta kalma içgüdümün bana uzun ve zor yoldan ama önünde sonunda yaptırdığını ben kendime kestirme ve kolay yoldan yaptıramaz mıyım? özür dilerim ama anasını ağlatırım.

iyiydi, güzeldi hatta neredeyse mükemmeldi. zamanı bitti, koşullarıysa artık geçerli değil.

ee, yani?
devamını gör...
2852.
6 ya da 7 yıl öncesi, tam 33. sayfa ile 34. sayfa arasına ayraç koymuşum. dün bitirdiğim kitaptan sonra dava'ya geçtiğimde, başlangıç cümlesini okuduğumda bütün o okuduğum 33 sayfa olmasa da, başlangıcını yaptığım ve belli bir sayfaya geldiğim bu kitabı hatırladım; daha en son ne zaman okuduğumu dahi bilmediğim bir kitapla ilgili, bir anda bütün anılarım depreşip o kitabı nerelerde okuduğumu ve 33 sayfanın kabataslak neleri anlattığını hatırladım.

6-7 yıldır kendime güzel bir armağan verdiğimi ve okuma alışkanlığıma iyice, ta o zamanlar bile sahip olduğunu fark ettim. kimileri için başka şeyler önemlidir ama benim için bu önemliydi. 7 yıl önce normal sözlük olmadığı için, not alıp sonra okuduğum kitapla ilgili yazı bırakacağım bir yer de yoktu. belki de 7 yıl sonra okumak bu açıdan güzel bir durumdur diye düşündüm. virginia woolf'a hayran kalmanın ertesinde sıra bir başka yazara geldi belki de, tıpkı gustave flaubert, charlotte bronté, jack london gibi.
devamını gör...
2853.
aslında birkaç kelime almıştım. tekrardan kayıplara karışmadan önce karalama defterine bir şeyler bırakıp öyle gideyim diyordum. sonra vazgeçtim. içimden gelmedi bir şeyler yazmak. kalemi kağıdı tutasım zaten yok. içimdekileri döksem toplamak asırlar sürecek. tümden zarar... sadece bir şarkı ve veda!

open.spotify.com/track/5q5e...
devamını gör...
2854.
biraz daha iyi olmak adına iyi olan ne varsa dibine kadar tüketmişim gibi bir şimdideyim. bunu da hallederim, geçmeyen ne var ki? sevgisizlik, bunalım, kaygı, yalnızlık... hiçbiri aşılamaz şeyler değil sonuçta. kendim, kendime sırt çevirmediğim sürece... içimdeki bir şeyleri, düşüncelerimde rezil etmedikçe... pekâlâ çok daha iyi olabilirim.
deniyorum, herkes kadar yaşamayı. bu da beni herkes kadar hayatta kılmaz mı?
devamını gör...
2855.
tekrardan sözlüğe dönmek güzel oldu , uzun zamandır yazmıyordum . ama boş boş dolanmadık tabikide kendimi ilgi duyduğum alanlarda geliştirdim hâlada geliştiriyorum bakalım bu yolun sonu nereye çıkacak belirsiz...
devamını gör...
2856.
hayat bazen zıttına aşık eder kendini ve yeri geldiğinde baharda kışı yaşatır...
rengarenk gören gözlere güneş gözlüğü takmış gibi siyah beyaz baktırır...
devamını gör...
2857.
kendimle aram hiç iyi değil sözlük. nedense sevemedim kendimi. hani bazı insanlar olur ya nolursa olsun severler kendini ben öyle değilim. kendime karşı bağışlayıcı değilim, merhametli değilim. hatta o kadar ki bir keresinde kuaföre gitmiştim saçlarımı artık nasıl tutup da gösterdiysem adam şaşkın bir şekilde yüzüme bakıp kendinize çok kötü davranıyorsunuz demişti. sanırım haklıymış.
devamını gör...
2858.
deniz,bira ve ben . keyfimin en güzel demi. bütün sorunlar okyanus kadar uzak, ben kendime nefes kadar yakın . aradığım huzur budur bitmemesi en büyük temennim .
devamını gör...
2859.
yaşıtlarımın bir çoğu yirmilerinin başını özlüyor. ama ben hatırlamak dahi istemiyorum o derin bunalımlı yılları. kim bilir belki de olması gereken budur.
devamını gör...
2860.
insanın en büyük düşmanı kendisi derlerdi de ya bi s***** git derdim içimden harbiden öyleymiş. kusura bakma sevgili defter, bu karalama eser miktarda küfür içeriyor hak verirsin ki bir yerde benim de nezaketim bitiyor. neyse ne diyordum, insanin düşmanı kendisidir falan. aslına bakarsan istediğin her şeyi kontrol edebilirsin. üzücü bir durum karşısında, yeterince çabalarsan ona üzülmemeyi başarabilirsin. aslında başaramam. ne kadar verdiğim sözleri tutsam da kendime verdiğim sözleri hiç tutamadım. bir duvar ördüm, bu duvar beni her şeyden koruyabilir sandım. ardında bir ben olurum, kimseler canımı sıkamaz, kendim için yaşarım, kendi istediğimi yaşarım dedim. iyi bok yedim. saat 4te uyuyorum. ki ben uykuyu çok severim normalde. ama insanlar ödün vermek meselerini çok iyi yaptığım için, beni uykuya ihtiyacım yok zannederler. inanır mısın nefes almaya bile ihtiyacım yok sananlar var. ya bu dünyanın ekmeğini gamsızlar mı yiyor sadece abi.. bi lokma da bize bırakın.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim