601.
hayat beni senin gittiğin gün büyüttü! kolumu kanadımı koparıp savurdu kayalardan aşağı, uçamadım... çarpa çarpa düştüm uçurumdan, tutunacak bir dal bulamadım...
en diplere en diplere...
sonra bir bir gitti herkes.
bir bir bıraktı beni.
ben de gitmeye kalktım yapamadım.

zaten kim gelirse gelsin ruhumun soğukluğunu ısıtamaz ki!
yüreğimin kırıkları batar, yakar canlarını...
sonra yine giderler...
kimse gelmese. yalnız 'sen'...
yalnız 'sen' sorsan yine 'nasılsın küçük muhalefet?' diye.
söz bu sefer her şey kabul.
başımı hafifçe sallayıp onaylayacağım sizi her ne dediyseniz.
hele ki babama hiç ses çıkarmayacağım.
sen demiştin ya hani hep kulaklarımda 'onun hiç kimsesi olmamış bebekken kimsesiz kalmış, ondan bu sevmeyi bilmeyişleri biraz anlamaya çalış' diye.
şimdi o kadar iyi anlıyorum ki.
yaşın kaç olursa olsun kimsesiz kaldıysan sevmeyi bilsen bile unutuyorsun.
içinden ruhunu çekip alıyorlar biliyor musun?

asıl biz bilmiyormuşuz, ben bilmiyormuşum sevmeyi hem.
saf, katıksız sevgiyi görememek, bilememek değil midir hem?
işte senden sonra bir bir gitti herkes...
babam bile...
sevmeyi öğrenmiştim halbuki artık.
senin dediğin gibi önce kendimden başlamıştım hemde.
şimdide sevilmeyi unuttum sanırım.
nasıl bir duyguydu hatırlamıyorum biliyor musun?
can kırıklarıma takılıp düşenler kaçarken bir iki söz mırıldandı ama duvarlarımın yüksekliğinden onları pek duyamadım, anlayamadım.

örme şu duvarları demiştin bana başımı okşarken - hani sokaktaki bir çocukla kavga etmiştim daha doğrusu eşek herif beni dövmüştü de sen ağzımdan laf almaya çalışırken ben herkese nefretle bakıyordum ama ağzımdan tek bir kelime çıkmıyordu ya- işte o gün. işte o gün 'yapma böyle banum aç yaralarını, gizleme dur bakayım, merhem olayım' demiştin. açmamıştım, anlatmamıştım, itmiştim seni bile...

hele şimdi gör bir de sen beni, yaralarımı bırak sormayı varlığını bile bana hatırlatanlar en büyük düşmanım oluyor.
duvarlarım arşı alemden görülüyor.

yaralarıma çomak sokup sonra da neden duvar örüyorsun diyorlar artık biliyor musun abi?
kimse senin gibi şefkatle yaklaşmıyor artık.
kimse senin yaptığın gibi yaralarımı pansuman etmiyor daha çok kanatıyor içten içe.
sahi neden insanlar bu kadar acımasız?
neden bu kadar merhametten uzak ve sevmeyi bilmiyor?
mesela ben neden kimseye açamıyorum yüreğimi sana açtığım gibi?
neden korkuyorum bu kadar yaşamaktan?
'minik kablumbağa olma yolunda ilerliyorsun' demiştin ya hani bana bir de şimdi görsen.
o neşeli, sevimli, korkusuz, gülüşünü senden almış minik kablumbağa kocaman bir insan savara dönüştü.

evet, çok güçlü bir insana dönüştüm ama içim o kadar yalnız ki. içim içime baktıkça küçücük kalıyor...
ne anlatıyorum ben yahu?
canım acıyor yine..
ondan ne dediğimi bilmiyorum..
hayatta ki ilk vurgunum senin gidişin biliyorsun.
ilk tepe taklak oluşum. o yaşıma kadar hep çocuk kalmışım, senin gözetiminde, senin yönlendirme benim kabul etmeyiş karşı çıkış asilik yapış ama yine içten içe sana hayranlıklarımla geçirmişim hayatımı.
en yakınım, en sevdiğim, beni duymadan bile anlayan tek insan olmuştun..

son günleri hatırlıyor musun?
beni zorla yanına getirtmiştin.
başka bir şehirdeydim ve seni aradım 'ben yalova'ya geçiyorum' diye halbuki 2 hafta sonra stajım başlayacaktı senin yanında. 'olur mu canım? önce buraya gel sonra bir haftasonu beraber geçeriz yalova ya' dedin. 'yahu ben kaan'ı özledim* kaç ay oldu görmedim' dedim. 'iyi sen bilirsin peki' dedin buruk bir sesle içime işledi o ses biliyor musun? .
yalova'ya almış olduğum bileti istanbul olarak değiştirdim sonra.
hayatımda ilk defa muhalefet olmadım o gün, ilk defa akışına bıraktım.
ertesi gün c. tesi aradım seni 'ben geliyorum. beni otogardan alır mısın? ' diye.
sesin şen şakrak ama hala bir gariplik var.
aldın beni otogardan bir gece önce gece yarılarına kadar çalışmış, yorulmuş yorgunluktan sözlerin bile sayıyla çıkıyordu ağzından. bir tuhaflık vardı sen değildin sanki gözlerimin içine bakan.
yorgun, bitkin, tutuk...
yeni bir iş kuruyordun ondan gece yarılarına kadar çalışıyor haftasonları bile eve gelmiyordun.
iki gün önce ablamı arayıp 'bu pazar planım var. haftaya pazar alış verişe çıkalım üstüme başıma giyecek bir şeyler alalım iyice kılıksız bir şeye dönüştüm. işler yoluna giriyor artık biraz zaman ayıracağım kendime daha az çalışıp daha çok gezeceğim' demişsin.

eve geçtik. tvde barış akarsu haberleri ona üzüldük. kaza geçirmiş gencecik nasıl yandı yüreğimiz. organ bağışı konuşuldu haberlerde henüz ölmemişti barış ama durumu iyi değildi ve organ bağışı üzerine ailesi bir şeyler söylüyordu hatırlamıyorum şuan. bizi dürttün ve ben ölürsem benim organlarımı bağışlayın dedin. 'allah korusun' dedik. korur muydu? *

gece beraber yattık. bana 'bilal'e* 5 lira borcum vardı onu vermeye uğradım. senin yanına gelmeden' dedin. 'neden ki?' dedim bende 'bilallere zaten gideceğiz p. tesi. hem ne gerek var eniştemin yanına gittin? eve gidecektik onun için gidince adam şaşırmıştır' dedim. 'öyle oldu zaten' dedin 'ne bileyim içimden öyle yapmak geldi, üzerimde kalmasın bugün varız yarın yok' dedin. eskisi gibi konuşa konuşa uyuduk. bir yandan radyonda çalan müzik.
hep dinlerdin zaten kendimi bildim bileli.
senin sayende benim yaşımda insanların bilemeyeceği şarkıları biliyor ve seviyordum.

1 temmuz pazar. sabah erken kalktın arkadaşlarınla denize gittin.
gidiş o gidiş...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

gülüşüm, sevişim, hüznüm, özlemim hep sen...
peki ya yine gelsen? *
devamını gör...
602.
cennet'te tebessümün kendisi olmuşken yazılmıyor şiir, değil mi öz?
cehennemde oturup kendin ve tüm insanlık için yanman gerekir, öyle mi?

göz kapaklarının kullanma kılavuzunu kaybeden sarhoş! ışık diye güneşi içmişsin.
yanıyorsun ve bir damla su istemiyorsun!
böyle mi dem'lenecek şiir'in?
devamını gör...
603.
çok tükettiğimden olacak; boğazıma düğümlenen nikotinin kekremsi acısını ve ağzımda dolaşan çamursu hissi, buruşturduğum paketle birlikte bir kaldırıma fırlattım bir tükürüğün arefesinde…

sana ‘sen’ diye ilk hitap edişimde, salıncakta en hızlı sallanmasını gerçekleştiren bir çocuk kadar şendim, birazdan yüzükoyun kuma uzanacağından habersiz… sen, çocukluğumun mahalle aralarında top peşinde koşarken, kollarıma aldığım faça izlerimdin benim. giydiğim ilk takım formamın sevinci, terliyken içip beni hasta edeceğinden endişe duyduğum, ama yine de dişlerimi ağrıtarak kana kana içtiğim soğuk suyumdun benim…

seninle bana ‘biz’ diye hitap edişimizin üstünden takribi bilmem kaç gün geçti. birbiri ardına geçen her gün kanatırken bir çocuğun dizlerini; dizlerinden öptüğüm ilk günü özlediğimi fark ettim… sen benim, geceleri altından geçmeye korktuğum incir ağacımdın, bir çocuğun düş evinin ocağına diktiği…

şimdi seninle, uzanıp çıplak ayaklarla yemyeşil çimenlere, güneşin batışını izleyerek çocukluğuma inmeyi düşlüyorum, ıslak bir sokağın kuytu bir kaldırımında son sigaramı içerken… sen, bana kötü yanlarımı hatırlatan karanlığımdın benim. tanıdım seni, sevdim. sevdim seni, aydınlandım. aydınlandım derken, söndü tüm ışıklar, perde kapandı. karanlıkta kaldım…

sen kadın, sen…
karanlıktan korkan bir çocuğun, korkarak içine yürüdüğü karanlık sokağımdın benim. sana gelen o karanlık yolu aşındırırken adımlarım, etmeyi becerebildiğim hiçbir dua kalmamış içimde. kim bilir, belki seninle korkmadığımdan unutmuş olmalıyım.
belki de, seni sevmekle şirk koşarken tanrıya, cebimden düşürmüş olmalıyım…
devamını gör...
604.
içimi kararttınız bu ne hal
biraz gülün yahu değmez vallahi bu dünya
devamını gör...
605.
her gece saat 12 den sonra akışta listenin üstüne yükselen bir "karalama defteri" başlığı var. sorum şu:

-gece midir ilham veren ???
-yoksa yalnızlık mıdır körükleyen???
devamını gör...
606.
jüt kumaş.
o da ne be!
söylemesi güzel işte.
jütünüz.
jütlerden bugün.
jütizm.
jüstad.
devamını gör...
607.
insanlarla ilgili gündemlere dikkat ediyorum. dikkat ediyorum derken fark ediyorum, farkına varabiliyorum demek istiyorum. bunun için çabalamam gerekmiyor. ya da çok şey bilmem. canı sıkkın. bugün çok pozitif. şu an rol yapıyor; şöyle olmuş olabilir. şu an kendini iyi hissetmeye ihtiyacı var ve bu konuda aslında kendinden başkalarına gereksinim duyuyor. bunun gibi şeyler.

benden senarist olur. evet gündemleri fark edebiliyorum ama sebeplerle ilişkilendirmede bazen net çuvallıyorum. önemli mi? bilmem. benim için önemli. ama karşı tarafa yaklaşımımda bir parametre değil. benim için önemli olması önemli mi? bazen evet bazen hayır. duruma göre. kişiye göre. yaşanana göre. yaşananın bana etkisine göre. bunu görebiliyor muyum her zaman? bsg. random gülebilsem burada kallavisinden bir tane olurdu. gülemiyorum. oldu. olmasa da olur daha doğrusu.

ne diyordum? gündemler, evet. hayatıma da böyle insanlar sokmam gerektiğini biliyorum. öğrendim. bu bir kabiliyet mi ceza mı her ne boksa bunu kotarabilen insanlar. can'larım böyleler. apostrofu çoğul ekinde kullanmamam gerektiğini de biliyorum. bildiğim bir sürü şeyi yapmadığım gibi bunu da yapmamayı istiyor canım şu an. yapmayı mı demeliyim? her neyse ya...

sokuyorum sokmasına da çok hay bin kunduz diyorum son zamanlarda ya. özellikle kendimi kaptırdığımda, zaaflarıma yenik düşüp de yaptığımda bunu. çözmek lazım işin orasını. sorumluluk alanlarını gözden geçir miko. yap bunu. sen erteleyen insanlardan değilsin. en önemli güncel dönem çıktın bu kendinle alakalı. kurcala orayı.

sıkıldım kendimden. kendime bir şeyler söylemekten. sonra söylediklerimi yeniden söylemekten. yollara girip gitmekten. oradan başka sokaklara sapmaktan. bu halden sıkıldım. akışa geri dönmek lazım. çok uzun sürdü. bu kadarı hiç olmamıştı gerçekten de zamansal açıdan. vay arkadaş. böyle oluyormuş demek. sorumluluk alanımı gözden geçirmem gerektiği gibi iktidar alanımı da geçirmem gerekiyor galiba. tanıdığın en güçlü kadın ben olamam nimo. kendimi başka kadınlarla kıyasladığımdan değil, ben senin tanıdığın zamanda kendimin bile en güçlü versiyonunda olmadığımdan.

ne diyordum? gündemler. şu parmağımdaki yüzük. kulağımdaki küpe. kolumdaki sivilce. karnımın ağrısı mesela. gözümün seyirmesi. cep telefonuna alınan bir not. çantaya atılan ilaç. boş tampon kutusu. kedinin çok yavaş büyümesi. iyi besleyemiyor muyum acaba? herkesinkiyle birlikte kendi gündemlerimi de takip ediyor olmaktan yoruldum galiba. bir noktada bir iş bölümü gerekiyor. önceliği neye veririm acaba?

uyu miko.
devamını gör...
608.
daha küçük bir bebektim, büyüdükçe kıyafetlerime sığmamaya başladım. çocuk oldum; odaya, eve, mahalleye sığamadım. genç oldum, yaşadığım şehre, gecelere sığamadım. ve artık yavaş yavaş dünyaya da sığamamaya başladım. düşüncelerime, hayallerime, yüreğime, şiire ve kelimelere sığamıyorum. ve bir anda, yerli yersiz, fütusuzca kendimden çıkıp gitmek istiyorum.
devamını gör...
609.
"ruha ge­lin­ce,
ta­nı­ya­cak­sa ken­di­ni,
bir başka ruhun
de­rin­lik­le­ri­ne bak­ma­sı gerek
."

yok, ben yazmadım bunu, rimbaud neferi hemşerim yazmış, yorgo seferis yazmış yani. bize mi yazmış bunu?
hangi zaman diliminde içinde biz varız bunun? urla neresinde peki?

urla.

bugün gözüm hep urla'da biliyor musun? kaç gündür gözüm hep sende onu biliyor musun peki?
nasıl özlemişim yargılanma korkusu olmadan, arkamı döndüğüm anda batacak bişiler olmadan kendimi salıp akmayı?
bugün sana eski ben ile bişi anlatayım dedim, ağzıma tıktın nazik bi şekilde "bana ne müdür?" türü bişi diyerek, acayip mutlu oldum. bilmem kaç aydır geçmiş zaman dilimlerinin diyetini ödedim yaşadığım her saniye, üstüne sen? yok böyle bir şey gerçekten!
erken gittin bugün, geride kendini bıraktın ama, biliyorum. sen de şunu bil;

tek kelimene bakarım..

/ seferis'ten kavafis'e geçelim mi? yolu çok güzeldir.. /

devamını gör...
610.
mart giderken ilkin gecesinden eksilmiş, bir telefon sesi katılaşmış, ardından telaşla giysiler ters giyilmişti. haykırsam bir daha bir araya gelmeyecektim. bir şeye inanmam lazımdı, tencere kapağı gelse konuşsa ona, o raddedeydim. yoksa dağılacaktım. tüm gerçekler gidiyordu bir bir, çünkü çok acıydı, kaçtım, bir yalana bağlandım. bir zalime aldandım. bile istiye, seve seve, celladım beni bütünleyip öyle öldürecekti. biraz daha yaşar mıydım? kime inanmalı, çok karanlık ?

şimdi bir özür borcum var. bir kadına. kavga etmiştiniz ve ben kendimi önemli sanmıştım, yüzme bilmeden boğulana yardım etmek nedir demiştin, haklıydın, affet beni.

o günlerden bir yazım, o anlarıma gitsem ne diyecektim ki,

"bir deliliğin peşinden gittim. etrafta kimse yoktu ve bir ıslık sesi duydum. şöyle bir şeydi sanki; denizin sonrası nedir? kumdan taçlar yaptım sana. rüzgar çarp, rüzgar tut, ya da bana mı öyle geldi duymak istediğimi mi duydum, arkama bakmamam gerekiyordu sadece, tam olarak fark edemedim bir şeyleri. ayrıca benim de peşime takılan biri vardı tam ensemdeydi nefesinin hırıltısı, doğru ya uyku apnesi var ve hep söylüyorum televizyonun sesi çok açık, bırak onu bunu şimdi ekmek yanıyor, sol bacağını sürüklüyor, neyse o işte. bazen rüstem diyorum çoğu bir belediye parkında oturuyoruz. elinde bir poşet ekmek ve tabanı lastik ayakkabılarıyla biliyorum onu ah bilmesem.

bir deliliğin peşinden gittim. ıslık çalıyor o, arada çok yavaşsın diyor. şimdi biliyorum, hırpalanmak istediğimi. karnıma bir tekme olsa şöyle okkalı. kimse yapmaz ki ancak filmlerde. o da ne, yükseğe çıkıyor ne iyi ne iyi. aniden döndü ve bir tokat yapıştırdı. yine de dur dedim istemsizce. ne garip yine de kollarımı havaya kaldirdım. bunu ben istiyorum onun suçu yok. ezilmeyi, parçalanmayı, öğütülmeyi, un ufak olmayı istiyorum. bütünlüğüm çok ağır çok, kimse bilemez. her sabah taşımanın zorluğunu. dağılmam gerek düşerek olur o da, tabi ya, ondan yükseğe çıkıyor, anlıyorum o an. ne iyi ne iyi.

en yüksekteyiz. rüzgarı kulağıma sakladım diyor. oradan dinliyorum onun sesini. bana da dinletiyor. ne güzel bir ses, ne duru bir ses, dediği gibi bu sesin gözleri insanın içine işliyor. tabiat başka türlüsüne izin vermedi. bir tek benmişim varını sabahına uyandıramayanı ekliyor. anlıyorum o an. kimse yok kimsecikler yok. o yok ben yokum. bir an inansam tek bir an. arkamdakine dönüyorum, ne zaman yaşlandın böyle diyorum? ee haberlerde ne var ne yok? memleketten aradılar hep sevenin ne çokmuş."

bir de sen affet beni babam.
devamını gör...
611.
sanırım anılara benim kadar kimse önem vermiyor. ne zaman bir arkadaşla buluşsak geçmişte yaşadığımız bir olayı anlatır. hatırlıyor musun diye sorarım. umursamaz bir tavırla unutmuşum ben onu ya der. bu kadar önemsiz miyim sahiden?
devamını gör...
612.
masallar, hayal dünyasına yolculuktur. çok masal okudum, okuyorum ve sonrasında da çocuklara anlatıyorum. ama çok yorgun olduğum zamanlar hariç her gece masal anlatınca bir yerden sonra anlatacak masal bulamamaya, kendim masallar uydurmaya başladım. hatta öyle bir zaman geldi ki çocuklarım: "anne, senin masalların daha güzel, bir yerlerden okuyup bize masal anlatma, kendin masallar uydur, onları anlat" demeye başladılar. gün içinde hoşuma gitmeyen bir davranışları olduğunda onu masal karakterleri aracılığıyla anlatıyorum. bunun ne kadar etkili bir teknik olduğuna inanamazsınız. bir çocuğa "asla şu davranışı yapma" denildiğinde, genelde onu inadına yapar ama belli değerleri de işin içine katarak o masal karakterinin o davranışı neden yapmadığını masal içinde kurgulayınca, o davranışı yapmaktan vazgeçiyorlar, hem de inatlaşma olmadan... bu, biraz şey gibi oluyor, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla gibi... *
devamını gör...
613.
birkaç saattir çok uzun zamandır gitmediğim ama çok sevdiğim bir kafede oturuyorum. en sevdiğim masa dolu olduğu için bir yanındakine geçtim. bilgisayarın açılmasını beklerken gözüm yanımdaki duvarın üzerine monte edilmiş büyük kara tahtaya kaydı. en tepede “before i die…” yazıyordu –bu, tahtanın üzerine basılmıştı, sonradan yazılmamıştı- ve tahtanın kenarında da birkaç tebeşir ve silgi duruyordu. gelen giden istediğini yazıp çizebilsin diye. buraya, zamanında neredeyse bir aylık kiralarını benim üzerimden çıkaracakları kadar sık gelmiş olmama rağmen daha önce elime o tebeşiri hiç almadım. elbette çizmek ya da yazmak konusunda bir konu kısıtlaması yoktu. yine de şu “before i die…” yazısı beni biraz itiyordu tahtadan. ölmeden önce ne yapmak istediğimi bilmiyordum zira. birisi gelip dört saat sonra öleceğimi söylese, ne yapmayı, nereye gitmeyi, kime neyi söylemeyi istediğimi bilmiyordum. gerçekten bu kadar isteksiz ve amaçsız mıydım, yoksa ölümü bir konsept olarak bilmeme rağmen onun “tam olarak ne olduğunu” anlayacak kadar ölümün tehdidi altında hissetmemiş miydim daha önce? –ki aslında tam olarak ne olduğunu anlamak için onun tarafından tehdit edilmek bile yetmeyecektir.

“birisi öleceğimi söylese” cümlesini ele alalım mesela. koşul kipiyle yazılmış bir cümle. varsayıyoruz. ve bence ölüm gibi bir olayı sadece varsayabildiğimiz bir noktadan (ki bu nokta hayatta olmak noktası), ancak bir yere dek ciddiye alabiliriz ve “ölmeden önce ne yapmak istersin?” sorusunun en içten ve gerçek cevabını bulmamıza zeminlik yapabilecek nokta, bu ilk noktanın çok ilerisinde. belki ölümle yüz yüze gelmiş, ölümden dönmüş insanlar istisnai olarak ilk noktanın birkaç adım ilerisini görebilirler çünkü artık bu deneyime sahiptirler. ama yine de bu sorunun kişinin kendisi için tam ve doğru bir cevabı olduğunu sanmıyorum. şimdi, peş peşe radiohead çalan bu mekanda kahvemi yudumluyorken şunu diyebilirim ki, ölmeden önce montauk’a gitmek ve deniz fenerini görmek isterim. ama birisi boğazıma bıçak dayasa bu yüksek ihtimalle aklıma gelmez bile. öyle bir durumda aklıma ne gelir acaba? bu, aradığım cevap olurdu işte. ama bu cevaba ölüm sürecim varsayımsal değil de gerçekten başlayana dek ulaşamam; zira oraya dek “hayatta” statüsünde olacağım. bu sonlandıktan sonra da, eh… ölmüş olacağım için, “ölmeden önce ne yapmak istersin?” sorusunun cevabının bir önemi kalmıyor. hatta sorunun da bir önemi kalmıyor. bunu sanırım bir süre daha düşüneceğim.
devamını gör...
614.
insanların bana meraklarını gidermek amacıyla yaklaşmaları cidden canımı acıtıyor.
neden böylesin, neden öyle oldu, neden şunu yazdın, neden neden neden...

neyse, konuşmalar, mesajlaşmalar bitince haliyle merak da gidiyor. ondan sonra " sen yoluna ben yoluma " nasılsa senden merakımı giderdim düşüncesiyle irtibatı kesiyor.
sözüm meclisten dışarı, geceleri zaman harcadığım, endişelendiğim insanlar oldu. hep destek olmaya çalıştım, hep empati yaptım.
ama ne oldu ? koca bir hiç oldum.
ben üzüldüğümle kaldım, karşımdaki laylaylom devam. yani teşekkür bile beklemiyorum ama en azından arada sırada bir hal hatr sor be.

gerçekten insanlardan umudu kesme vakti gelmiş.kimseye iyi niyetle yaklaşmaya gelmiyor.
en nihayetinde koca bir hiç olup kalıyorum.
devamını gör...
615.
mutluluk üzerine çok fazla şey yazabilirim. kimileri için bir tatmin kimleri için ömür boyu sürecek uzun mu uzun bir arayış. bütün bu kavramların üzerinde insanın önceki mevzusu kim olduğuyla veya kim olmak istediğiyle alakalı bence. şu yaşıma kadar bütün ilişkilerimin benim aç gözlülüğüm ya da bir diğer adıyla maymun iştahlılığım sonucunda mahvolduğunu düşünmüştüm. oysa her şey benim kendimi kim olarak gördüğümle alakalıymış. ufak basit bir alkolik mi yoksa her şeyin farkında olan fakat kendini uyuşturmayı seçen daha büyük bir alkolik mi? çünkü geriye kalan her seçenek uyum sağlamam dışında spesifik bir çözüm önermiyor. ben bütün meseleyi çocukluktan ibaret olarak görüyorum. bütün bu takıntılarım aşırı mükemmeliyetçi ilişki beklentilerim çocukken karşılayamadığım duygulardan ibaret sanırım. inanın gerçekten bilmiyorum beni nelerin beklediğini, böyle bir hayata nasıl uyum sağlayacağımı? en basitinden yarınımı dahi nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum. tek bildiğim kadınlar konusunda ciddi sorunlarım mevcut. nietzsche gibi kırbaçla gitmesem de yalanlarla gidiyorum kadınlara ya da ben olmayan yanlarımla. uyum sağlayamıyorum ki sağlamak da istemiyorum. şiddette istemiyorum şehvette, özetle bir şey hissetmek istemiyorum. tanrıya da inanmıyorum bu arada yani, anlattıkları tanrıya. ademi yaratıp ademin havvasını yaratmak zaten inanmadığım bir tanrının işi ‘’çok belli’’ her neyse. basit, boktan ilişkilerinizle birlikte sizi hazlarınıza ve boş bırakılmışlıklarınıza emanet ediyorum. bir fasulye tanesi kadar ilerleme kaydedemeyeceğiniz bu yaratılışta umarım size yakışır bir hikayeniz olur. zira benim otobiyografimde anılmayacaksınız, muhabbetle.
devamını gör...
616.
oysa ne kadar öbürlerinden değildik di mi ilk gün?

yarım kalmış cümle yoktu aramızda, kim "saçmaladım" dese öbürü alıp tamamlıyor ve eksik kalmıyordu. sonra bir sürü tamam ve şimdin vardı, ben onlardan aklıma gelen hayaller kuruyordum, allah seni inandırsın ikimiz de sığıyorduk bir de içine o hayallerin?

sonra lahmacun ve şarkılara batık bir yol, kahve kavgaları, 5 senedir dokunulmamış bir şehir, en az beş senedir böylesine dokunulmamış bir adam.
sonrası, sonra bi tuhaf.
bi yerde bi anlam, onu anlayamama, onu anlatamama, sonrası bombok.
iyi de, neden bu kadar iç acısı, neden bu kadar ota boka sarmama rağmen tek başıma kaldığım her an sen?
hâlâ burnuna dokunuyorum, gaye su akyol beni affetsin seninki ona bin basıyor, her dokunduğumda gülümsüyorum.

çocuklar haberini verdi, ilettiler ucu benim kanıma batık hançerini, olsun dedim, "âhım ondandır, helâldir"
olur da, o karantina binasının önünde çay içip boyoz yediğimiz anın bir gram hatırı kalmışsa bi selektör yap bana, bilirim.
açığım sana, en azından şu kasaplık işin bitene kadar yanında olayım, sonrası derdim değil, yine defolup gidelim hayallerimizden.*

hâlâ şarkılarım var gün yüzü görmemiş, sana ait..

inşallah....
devamını gör...
617.
oedipus’u bilirsiniz değil mi sayın doktor? size “sayın” demekten öylesine nefret ediyorum ki… aramızdaki uzaklığı anlamanız açısından “sayın” dediğimi de ifade etmek isterim. sandığınız gibi saygı gereği ya da efendi bir beyaz yakalı olduğum için değil açıkçası. saygı… size neden saygı duyayım ki? hiçbir zaman, hiçbir kişiye, dine, inanışa ya da makama saygı duymadığımı bilmenizi isterim. siz sadece doğru zamanda doğru yerdeydiniz ve doktor oldunuz. elbette ki aileniz sizinle gurur duyuyordur lakin kendinize saygınız olmadığını gözlemleyecek kadar iyi bir izleyiciyimdir. her neyse… oidipus’u gözlerini kör etmeye iten neydi? annesi ile birlikte olması ya da babasını öldürmesi miydi? oidipus bunları bilmeden yaptı ve öğrendiğinde de kendi gözlerini kör etti. peki ya oidipus bunları bilmeseydi? yani babasını öldürdüğünü ya da annesiyle evlendiğini… oidipus o zaman gözlerini kör eder miydi? sanmıyorum. gözlerimde ne görüyorsunuz? pişmanlık mı? öfke mi? kin mi? açlık mı? kana susamışlık mı? hayır. benim gözlerime iyi bakın ve arkasındaki karanlığı görün. ben bu karanlığı kendim seçtim, oidipus gibi yaptıklarımın diyeti olarak ödediğim bir bedel değil açıkçası. dediğim gibi siz “doğru yerde doğru zamanda” oldunuz ve doktor olmayı seçtiniz. ben ise “doğru yerde ve doğru zamanda” olduğum için şu an karşınızdayım.
devamını gör...
618.
bazen hayat hiç ummadığın anda bazı yaralar nakışlar kalbindeki ay ışığına ve içindeki yıldızlar söner. bazen hayat dolunayını kırar ve geriye hilal kalır izleyebileceğin. düşersin ama ulaşacağın bir zemin yoktur ve sen sadece boşlukta süzülürsün hayatının geri kalanında. tebessümler borçlusun bana çok sevgili hayat* çaldığından ziyade.
devamını gör...
619.
gör beni anne...
çocuk için görülme ihtiyacı o kadar hayati bir şey ki o yüzden çocuk, sürekli "anne bak" deyip durur. olur da görülmediğini hissederse, görülmek uğruna en olmadık şeyleri yapar. çocuk, çok iyi bir gözlemcidir, ne zaman görüldüğünü hissederse, ona göre hareket eder. mesela, kendini hasta eder, yaramazlık yapar, sakarlık eder..
büyüdüğünde de bu döngü devam eder.. tüm dünya, annesi olur.. dünya tarafından görülmek uğruna bazen çok çalışıp akademik kariyer yapar, başarılı bir iş insanı olur, ünlü biri olmaya çalışır, ekstrem sporlar yapar, internet ortamlarında like almak için ilginç şeyler yapar, bazen dikkat çekici kıyafetler giyer, bazen de o kadar çok kilo alır ki onu görmemek imkansız hale gelir.. dünyadaki herhangi birinden aldığı her görülme emaresi * annesinin onu görmediği o acılı çocukluk anılarını telafi etme çabasıdır.. ne zaman ki içindeki bu acıyla yüzleşir, o zaman bu görülme ihtiyacından özgürleşmeye başlar...
devamını gör...
620.
zamanında gelmeyen adalete edilecek onlarca küfür biliyorum ama bunları kullanmayacağım bu yazıda. siz kendi küfür dağarcığınız elverdiğince tahminlerde bulunun ve sanki küfür ederek başlamışım gibi okuyun bu yazıyı.

adalet geciktikçe adil olmaktan çıkacağı için tam zamanında uygulanmalıdır diye bar bar bağırırken hiç gelmeyen adaletlere düşeceğimizi tahmin eder miydik acaba?

elbette hukukun belli kuralları vardır ve buna uyulması düzen gereğidir ama o kurallar yine insanlar tarafından konulduğuna göre ve biz insanlığa olan güvenimizi her geçen gün kaybettiğimize göre hukukun bağlı olduğu bu kurallara saygı duymalı mıyız hala?

doğa katliamı olaylarına tepki vererek başladık mücadeleye ama sonuçta elde kalan sıfırla ne yapacağını bilmez halde dolaşan doğaseverlere dönüştük. elimizdeki sıfır hep sola koyduk sanki. olmadı.

kadına şiddet olayları için sokaklara döküldük. bağırdık, çağırdık, adalet istedik. sanki bağırdıkça sesimiz azalıyormuş gibi davranıldı. elimizde amaçsızca tuttuğumuz sıfırımızın yanına bir sıfır daha eklendi.

çocuk istismarı konusunda yeri göğü inlettik ama yeterli değildi aslında. bu eksiğimizin farkına vardık ve artık daha da öfkeliyiz. ama bilin bakalım sonuç ne oldu? elde var üç sıfır, elde var hüzün.

olumlu yönden bakalım biz yine de. zamanı gelince elimizdeki sıfırlar sonunda çocukların, kadınların ve çiçeklerin mutlu olduğu bir masalın ardından gökten düşen üç elmaya dönüşecek.

sakın enseyi karartmayın. insanlığı, insanların elinden kurtaracağız.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim