1881.
çoktandır içmiyorum, fırsatını bulduğum ilk anda içeceğim.
devamını gör...
1882.
çok iğrenç bir pazartesi geçirdim, sanki bütün haftanın yorgunluğunu 1 günde üstüme aldım, bir içsel sıkıntım var ama hayırlısı...
devamını gör...
1883.
bir günün nasip bohçasında hepimiz için iyi-kötü, büyük-küçük mâceralar vardır. bu mâceralar, kimi kez bizi sevindirir, kimi kez üzer; kimi kez kalbimizi hayrete düşürürken bâzen de fikrimizi işletir. toplum hayatının nabzının attığı sokağa dar akşam üzeri çıkıp mahalle fırınına ağır ağır yürüyüşe azmettiğim bugün de pek çoğunuz için önemsiz; ancak benim için düşünmeye lâyık bu mâceralardan biri ile karşılaştım.

fırının önünde benim gibi sofraların alışılmış, aziz ve devamlı sâkini olan ekmeklerini almaya gelmiş insanların düz bir hat üzerinde sıra teşkil ettiklerini gördüm. bu sıranın ucuz ekmek sırası olmayıp, fırınımızda bu saatlerde taze ve dumanı üzerinde ekmekler çıktığından mütevellid bir sıra olduğunu söylemeliyim. neyse efendim, ben de selâmımı verip sıranın en ardına geçerek beklemeye koyuldum. ekmeğini alan seğirtir gibi hızlı ve kararlı adımlarla sıcak yuvaların huzurlu iklimine yöneliyordu. yaklaşık 10-15 dakika sonra sıra bana da gelmişti. fakat o da ne?! sıcak ekmek kokusunu ciğerlerime çekmeyi beklerken, gencin biri çeviklikle, fırının önünde hiç sıra yokmuş gibi davranarak ve kimseden müsâade isteme nezâketini sergilemeden içeri dalmasın mı! baktım, sırada bulunan insanlar arasında kafasını hoşnutsuz şekilde sallayanlar, ''saygısız çocuk!'' sözleriyle kısık seslerle söylenenler... herkes, delikanlının bu hoyrat davranışından rahatsız olmuştu. esâsen ben de bir miktar tehevvüre kapıldım. sonra, genç fırından çıkarken bir an göz göze geldik; sanki yaptığının yanlış olduğunu kabullenir bir anlam sezdim bakışlarından. ama, yine de bir güler yüz, bir incelikli kusur itirâfı olmalı değil miydi? bu önemsemediğimiz küçük hareketler, öyle kalpler kazandırırdı ki!... sırada bulunan herkesin en azından o davranış tarzı nedeniyle örselenmiş yüreklerine bir tas su serpmiş olurdu. ancak olmadı işte!... gün boyu türlü merhametsizliklere, kayıtsızlıklara, saygısızlıklara mâruz kalarak insanlık değerleri hakkında kim bilir ne kötümser duygular biriktirmiş, ekmek fırını önünde bekleyen bu insanların kalbine küçücük de olsa iyi bir duygu, bir düşünce yer etmesi imkânı o ân için artık elden çıkmıştı. işte sevgisizlik bizler farkına varmadan ahtapotun kollarının sarması gibi bireyi ve cemiyeti böyle ele geçiriyor dostlar. sözlük müdâvimlerinden sabırsız gençlerimizin ''sen ne anlatıyorsun beybaba?! anlattığın şey bir mâcera mı yâni? millet neler yaşıyor şu nankör dünyanın göbeğinde? derdin bu muydu? özür dilemedi, diye bunalıma mı girdin?'' gibi serzenişleri uzaktan uzağa kulağıma geliyor. siz de haklısınız, elbet...
devamını gör...
1884.
mahzenden çıktım, mahzene girdim, mahzenden çıktım, mahzene girdim.

kapıyla bakıştık, ne yöne diye sordu. ulan bilsem ben seninle mi konuşurdum?

üzüldü. bunca yılın kapısı. yani bu girişler çıkışlar çok sık, o da haklı. insan bir karar veremese bile üşenip kalabilmeli bir yerde.

kapının arkası serin, sessiz, güzel. kapının önü sıcak, cıvıltılı, güzel.

hocam dedi, sen dışarıya çıkarken daha mutlu görünüyorsun, kalsana orada. benim canım, ben bu kadar seneyi çakmak cebime mi sığdırıp gideyim? neyin var içeride diye sordu. neyim var? bu sorunun yanıtsızlığı zaten benim gitmemi engelleyen. insan bilmediği şeyden vazgeçemez ki.

anladı, olmayacak. ne yapacağız hocam diye sordu bu kez. sen açılıp kapanacaksın, ben girip çıkacağım herhalde, ne bileyim. peki dedi, sen bir gün içeri girmek istediğinde açılmazsam ne olur?

durdum işte burada. burada durmak gerekir. ne oluyor da açılmıyorsun mesela? mesela, öyle karar vermişim sadece, senden bağımsız, kızar mısın? suskunluk. kızar mısın hocam?

yüzümü yerden kaldıramadım. bekledi sabırla.

kızmam.
söz mü?
söz.
bir gün hocam. hazırlan.
devamını gör...
1885.
o dedi ki
oku!

gördüklerinin içini gör
gökyüzü ol
gökyüzünde bir güneş
sonra gece
gecede bir yıldız
karanlık olmayı da bil
ateş ol
su ol

çiçek ol mesela
fakat unutma bazı çiçekler zehirlidir

“bir güvercinin kalp atışında
dinlenebilir insan
şarkını söylerken gülümse yine”
çünkü hiç biri değilsin sen
yine de hepsinden bir zerresin
devamını gör...
1886.
seninle neden böyleyiz bilmiyorum. en çok senin hakaretlerin üzüyor beni ama farkında değilsin. ya da farkında olduğun için bu kadar hiddetlisin. düzeltmeye çalıştıkça bir noktada kopuyor gibi hissetmeme sebep oluyorsun. kendi içime kapandığım dönemler beni cezalandırır gibi adım atmamıştın bana. gururumdan ödün vermek istememiştim. bilmiyorum. seninle iyiyken ne kadar mutluyum oysaki. bu gerginliği sürdürürsem sürdürürsün biliyorum. hiçbir şey olmamış gibi devam etmem iletişimimizin yararına olacak ama o zaman da omurgasız biri olmuş olacağım. özür dilememi ve ders almamı isteyeceksin. ama özür dilerim, ben senin küçük kızınım ve hayata dair dersler çıkartmakta zorlanıyorum. hayatımda beni en çok yoran adam olacaksın. beni büyüt istiyorum ama büyümekte çok zorlanıyorum. keşke bu kadar sert olmasan.
devamını gör...
1887.
aşırı garip bir gündü, başım ağrıyor sevgili sözlük. umut bağladığım şeyler gerçekleşmiyor üstüne de uğraşacağım işler mental olarak yoran olaylar oluyor. huzursuzum, aksine burada kar yağıyor benim bunca şeyle uğraşmaktansa dizi film izleyip boş boş yatmam gerekiyordu. haksızlığa uğruyorum ve bunu bana layık gören insanlara bazı şeyleri anlatmam gerekiyor. mutlu değil aksine aşırı rahatsız, huzursuz hissediyorum kendimi. tabi bir kaç ay sonra oradan bakınca bu muymuş derdim diye bakacağımı bilsem de bazı düşüncelerimi kafamdan atamıyorum.
devamını gör...
1888.
çare bensiz, ben çaresiz, onlar devasız, biz umarsız, umar kimsiz, sonra hepsi bahçıvanı..
devamını gör...
1889.
tamam umut var da... nete var awm.
devamını gör...
1890.
düşünmek , varlığa bir mana yüklemek adeta sonsuz bir girdabın içinde dolaşmak gibi. karanlık bir ev karşılar ilk önce , ona hayat deriz. belirsizdir çünkü . sonra bir ışık açarız ve ona da hedef deyip yürümeye başlarız ... peki ama neden ? varlığı amaçlandırmak neden bu kadar önemli ? cevabı hem var hem de yok. bu karanlık evde duvarlar soğuktur , ona da güvensizlik deriz. hemen ısınmak isteriz çünkü soğuk bilinmez bir korkudur. perdeleri açarız o da güneşi çağırır içeri , güneş umuttur , ısıtır. kanepeye kuruluruz daha sonra ama bir şeyler eksiktir sanki , ev gözümüze fazla boş gelir sonra "boşver" diye içimizden geçiştiririz. bir yavanlık hissi tüm bunlar olsa da kalır içimizde ... çünkü sevgi denen töz yoktur. sevgi ilginç bir duygudur varlığı ile heyecan yaptırır , yokluğunda hüsrana bırakır kendini. sevgi belki de çengel bulmacada ki en bilinmez bulmaca gibidir. harfleri seçmek önemlidir , hem de çok. ilham geldiğinde yazarsın hevesle işte o da sevgi yani içimizde saklanan şey. iyi de ne işe yarar sevgi? sevgi kimisi için hayatın bir gizemi , kimisi içinde bir varoluş amacı. ama şu bir gerçek ki en fazla da hüsran barındıran duygusu. hüsranları lehimize çevirmek elimizde . nasıl bankta kös kös oturuyorsak , dilersekte bulutları izleyebiliriz değil mi ? sevgi titrek bir mum gibi aslında değerli ellerde bir meşaleye dönüşür. en büyük karanlığı bile yıkar ...
devamını gör...
1891.
resepsiyonda duran adam gecenin 3'ünde asansörün açılan kapısının sesini duyup kafasını asansörden çıkan adama döndürdü, "hayırdır?" dedi.

adam "uyuyamadım" dedi, "çıkıp biraz yürüyeceğim" sonra kapıdan çıktı, görevli kapıdan çıkan adamın arkasından bakıp adam hakkındaki düşüncelerinin haklı çıkmasının gururu ile "manyak bu ya" deyip tv de seyrettiği şeye geri döndü.

gece soğuktu, kar yağmıyordu. adam elleri cebinde yürürken beynindeki hayır diyen makine ile kalbindeki evet diyen makinenin aynı anda çalıştığını hissetti, epeydir unuttuğu bir şeydi bu.
karanlık ara sokaklar, yarı karanlık caddeleri geçti, ana caddeye çıkıp yukarı doğru yürümeye devam etti, boğanın oradan sola döndü, sabaha kadar açık olan cafenin yanından devam edip acıbadem'e doğru yol aldı.

evin / eski evinin / eski evlerinin önüne gelince zillerin üstündeki isimlere baktı, hala aynı isim vardı, zillerin üstüne apartmanın duvarına yazdığı yazı bile duruyordu, kati mou krivis..

kalbindeki makine aniden yönetimi ele geçirdi ve zile bastı, bir süre sonra aşina ve korkulu bir ses kim o dedi, adamın verdiği cevap aradan geçen yılların ardından ses tonunun tanınıp tanınmayacağını düşünmeden ve aptalca olan kelime idi.

"benim."

tam beyindeki makine yönetimi ele geçirip adamı ardına bile bakmadan kaçırıyordu ki otomata basıldı ve aynı anda "yukarı gel" dediğini duydu kadının.

o evden çıkalı yaklaşık 2 sene olmuştu, buraya niye geldiğini bile bilmeyen adam şimdi de o zili çalarak nasıl bir saçmalık yaptığının bir kez daha farkına vardı.

"yok gelmeyeceğim" dedi sadece beyin makinesi, sonra kalp makinesi idareyi tekrar ele aldı, "nasılsın" diye sordu, "kediler nasıl?", saat gece 3 küsur idi ve o ana kadar yapılan ve yaşanan her şey gibi bu soru da çok saçma idi.
"bacaklarım bana ait olsa kaçardım" diye düşündü adam, sonra "bekle, geliyorum" diyen bir ses duydu, bir sigara yaktı.

bir süre sonra kadın apartman kapısından çıktı, aynı gibiydi karanlıktan seçilebildiği kadarıyla, 2 sene öncesi, bu sokak, bu ev, her şey aynı gibiydi, tuhaf.

kadın adama baktı, onun böyle dengesizliklerine alışıktı, olan biteni hiç yadırgamamış olarak kendi dengesizliğini de işin içine kattı, "açık bir yer bulup çay kahve içelim" dedi, birbirlerine başka tek kelime etmeden yanyana ve çok ayrı olarak üzerinde sessiz anlaşma sağladıkları, sarhoş ve deli geçmiş gecelerinin izini taşıyan o cafeye doğru yola çıktılar.

adam kadının saçının kokusunu fark etti, "değişmiş" diye düşündü.

karanlıktı, kadıköy'dü ve kalp makinesi idareyi tamamen ele geçirmişti.
---
to be continued...
devamını gör...
1892.
hey sen, oradaki evet sana diyorum; bana mesaj mı atmak istiyorsun? evet, istiyorsun ama benden korkuyorsun, bana aşık olmaktan... biliyorum, bu senin için çok zor bir sınav. uzaktan uzağa her yazdığımı okuyor ve beğeni butonuna bile basamıyorsun hayranlığını fark edeceğim diye. son birkaç gecedir uykularının da kaçmakta olduğunu hissedebiliyorum. hadi ama, kendine niye bu eziyeti yapıyorsun? korkma, ısırmam.

tanrım, bana bu kadar mesaj atmak istiyorsan at, çünkü bu akşam mesaj almak istiyorum. arada oluyor bana bu, anlam veremediğim bir şekilde "şimdi biri mesaj atsaydı ve öylesine konuşsaydık" diyorum. yani, arada, nadiren, çok çok nadir oluyor anlıyor musun? çünkü genelde dm kutumu boş bırakmıyorlar, senin aksine bana yazma cesareti gösterenler var evet; noldu şaşırdın mı? hadi ama seni korkak, baksana millet yürüyor, koşuyor morticia'ya ve elbette hepsi ağzının payını alıyor. söylemiştim, siz sözlük erkeklerinden hazzetmiyorum, çirkinsiniz bi kere ve bana yürüyemezsiniz! yürümemelisiniz! sinirlendim bi saniye.

hah ne diyordum, yakışıklı mısın? sanmam. hala yazmak mı istiyorsun? defol tamam mı yazma sakın bana! saat kaç olmuş? bu saatte yazandan hayır gelir mi ha?! seni pis abazan, defol!

tatlım üzerine alınmadın değil mi? sana demedim, sana yazdığımı okumakta olan diğer abazanlara dedim. sen yapmazsın öyle pis şeyler, biliyorum, sen, benim, masum hayranımsın. yazabilirsin, izin verdim sana bu gece.
devamını gör...
1893.
her şeye rağmen, yazalım şuraya bir şeyler. zihnin olayları ve durumları yorumlamasından iyi diye nitelendirdiği şeyleri geçtim, olumsuz şeyleri sürekli servis etmesinden bıkmaması.

bir yandan "ben zihnim değilim" paradoksu.

dürüstlük, kendine karşı dürüst olma.

hissedemesen de iyilik, doğruluk, güzellik istemek ve dilemek.

neye odaklanırsa ve yıllardan beri odaklanmış bir hâlde kocaman ve köklü bir canavar yaratmış olmak.

yakınmak değil bu ifade etmek.

kendini anlamayanı bir başkası anlayacak değil ya.

kendinden uzaklaşana bir başkasının yaklaşamayacak olması gibi.

yine de, neden bırakayım ki mücadeleyi, önümü göremesem de? kafama koydum bir kere

ortaya çıkaracağım o çocuğu.

bütün engellere rağmen ve belki de engel dediğim şeylerin sayesinde.

körüm evet, göremiyorum önümü ama yine de yürümeye mecalim var.
devamını gör...
1894.
boşver.
devamını gör...
1895.
3 kuruş için ağız kokusu çekemem deyip aslanlar gibi bastım istifayı. kapıdan çıkarken mehter marşı çalıyordu. fonda yel-ken-leer biğ-ci-le-cek yel-ken-leeee..

ikarus gururluydu ama hayatın gerçekleri de vardı. mesela 2,560 lira kredi taksiti, mesela aileden alinan 600 tl borç, mesela 490 lira kredi kartı borcu.
cebinde sigarası yoktu ikarus'un. yüzü gülmeye devam ediyordu ama.
biliyordu kayacaklardı ona. ıkarus'a yazık.
ikarus onuruyla torbacılık yapmayı düşünüyor.
devamını gör...
1896.
sevdiğiniz için güzel, sevdiğiniz için değerli kılma hakkınız yok sevgiliyi.
güzel, değerli olduğu için sevme hakkınız, var.
sevginiz kalbinizden sunulmuş bir "fedakârlık" değildir. zira bu sadece kendinizi değerli göstermenin gizil bir yoludur. bir matematiği olmamalı sevginin. alınan ve verilen bir nesne değildir o.
tanrı’ya aitliğini hatırlayan, güzeldir. bu güzelliği gören göz de güzeldir.
devamını gör...
1897.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
1898.
yeni yıl kötünün kötüsü haberleriyle, sağlı sollu kroşeleriyle beni nakavt etmesine ramak kaldı.
devamını gör...
1899.
böyle buraya uzun uzadıya yazanlara hem hayret ediyorum hem onları tebrik ediyorum, ben yazmaya başlayınca iki cümle sonra çok saçma geliyor yazdıklarım.
devamını gör...
1900.
gecenin karanlığında sayfaları hızlıca çevirip , kahvesini yudumlayıp oturmuştu bay b ama ters giden bir şeyler vardı.. banyodaki lamba titrek bir mum gibi dans ediyordu. derken çat ! ışık sönmüştü . ardından bir gölgenin hareket ettiğini gördü bay b ama bunu gördüğüne inanmak istemiyordu . hemen telefonu çevirdi ama hızlanan fırtına ile sanırım telefon da çalışmıyordu peki ne olacaktı şimdi? salondaki lambada da titremeler başladı , lamba can çekişiyordu derken çat ! o da patladı . bay b kibriti çaktı hemen. o da neydi öyle! uzun , sivri kulaklı , ten rengi etten daha kırmızı bir varlık. gözleri bal kahvesiydi. bay b'nin etrafında turlamaya başladı. bay b başının döndüğünü hissediyordu, hey! 1 dk ne oluyor diyemeden bayıldı. gözlerini açtığında kendini bir vahşi tekerlemeyi işitirken buldu. kıyafetleri de yoktu artık. kırmızı şey ensesinde onu kokluyordu derken kırmızı şey iniltili bir sesle onu ısırdı. bay b , çaresiz bir şekilde nereden geldiği bile belli olmayan vahşi bir şarkı eşliğinde ölümle burun burunaydı ama neydi bu peki ? bay b akan kanının buhar olduğunu gördü , kalp atışları hızlanıyordu gittikçe sanırım son anlarıydı. ancak aniden salon aydınlanmıştı. kırmızı şey adete eriyordu bir mum gibi . bay b gözlerini kapadı açtığında çırılçıplak ve yaralıydı ama hayattaydı. belki de biraz dinlense iyi olacaktı. bu anlattıklarına da kimse inanmayacaktı.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim