1881.
resepsiyonda duran adam gecenin 3'ünde asansörün açılan kapısının sesini duyup kafasını asansörden çıkan adama döndürdü, "hayırdır?" dedi.

adam "uyuyamadım" dedi, "çıkıp biraz yürüyeceğim" sonra kapıdan çıktı, görevli kapıdan çıkan adamın arkasından bakıp adam hakkındaki düşüncelerinin haklı çıkmasının gururu ile "manyak bu ya" deyip tv de seyrettiği şeye geri döndü.

gece soğuktu, kar yağmıyordu. adam elleri cebinde yürürken beynindeki hayır diyen makine ile kalbindeki evet diyen makinenin aynı anda çalıştığını hissetti, epeydir unuttuğu bir şeydi bu.
karanlık ara sokaklar, yarı karanlık caddeleri geçti, ana caddeye çıkıp yukarı doğru yürümeye devam etti, boğanın oradan sola döndü, sabaha kadar açık olan cafenin yanından devam edip acıbadem'e doğru yol aldı.

evin / eski evinin / eski evlerinin önüne gelince zillerin üstündeki isimlere baktı, hala aynı isim vardı, zillerin üstüne apartmanın duvarına yazdığı yazı bile duruyordu, kati mou krivis..

kalbindeki makine aniden yönetimi ele geçirdi ve zile bastı, bir süre sonra aşina ve korkulu bir ses kim o dedi, adamın verdiği cevap aradan geçen yılların ardından ses tonunun tanınıp tanınmayacağını düşünmeden ve aptalca olan kelime idi.

"benim."

tam beyindeki makine yönetimi ele geçirip adamı ardına bile bakmadan kaçırıyordu ki otomata basıldı ve aynı anda "yukarı gel" dediğini duydu kadının.

o evden çıkalı yaklaşık 2 sene olmuştu, buraya niye geldiğini bile bilmeyen adam şimdi de o zili çalarak nasıl bir saçmalık yaptığının bir kez daha farkına vardı.

"yok gelmeyeceğim" dedi sadece beyin makinesi, sonra kalp makinesi idareyi tekrar ele aldı, "nasılsın" diye sordu, "kediler nasıl?", saat gece 3 küsur idi ve o ana kadar yapılan ve yaşanan her şey gibi bu soru da çok saçma idi.
"bacaklarım bana ait olsa kaçardım" diye düşündü adam, sonra "bekle, geliyorum" diyen bir ses duydu, bir sigara yaktı.

bir süre sonra kadın apartman kapısından çıktı, aynı gibiydi karanlıktan seçilebildiği kadarıyla, 2 sene öncesi, bu sokak, bu ev, her şey aynı gibiydi, tuhaf.

kadın adama baktı, onun böyle dengesizliklerine alışıktı, olan biteni hiç yadırgamamış olarak kendi dengesizliğini de işin içine kattı, "açık bir yer bulup çay kahve içelim" dedi, birbirlerine başka tek kelime etmeden yanyana ve çok ayrı olarak üzerinde sessiz anlaşma sağladıkları, sarhoş ve deli geçmiş gecelerinin izini taşıyan o cafeye doğru yola çıktılar.

adam kadının saçının kokusunu fark etti, "değişmiş" diye düşündü.

karanlıktı, kadıköy'dü ve kalp makinesi idareyi tamamen ele geçirmişti.
---
to be continued...
devamını gör...
1882.
hey sen, oradaki evet sana diyorum; bana mesaj mı atmak istiyorsun? evet, istiyorsun ama benden korkuyorsun, bana aşık olmaktan... biliyorum, bu senin için çok zor bir sınav. uzaktan uzağa her yazdığımı okuyor ve beğeni butonuna bile basamıyorsun hayranlığını fark edeceğim diye. son birkaç gecedir uykularının da kaçmakta olduğunu hissedebiliyorum. hadi ama, kendine niye bu eziyeti yapıyorsun? korkma, ısırmam.

tanrım, bana bu kadar mesaj atmak istiyorsan at, çünkü bu akşam mesaj almak istiyorum. arada oluyor bana bu, anlam veremediğim bir şekilde "şimdi biri mesaj atsaydı ve öylesine konuşsaydık" diyorum. yani, arada, nadiren, çok çok nadir oluyor anlıyor musun? çünkü genelde dm kutumu boş bırakmıyorlar, senin aksine bana yazma cesareti gösterenler var evet; noldu şaşırdın mı? hadi ama seni korkak, baksana millet yürüyor, koşuyor morticia'ya ve elbette hepsi ağzının payını alıyor. söylemiştim, siz sözlük erkeklerinden hazzetmiyorum, çirkinsiniz bi kere ve bana yürüyemezsiniz! yürümemelisiniz! sinirlendim bi saniye.

hah ne diyordum, yakışıklı mısın? sanmam. hala yazmak mı istiyorsun? defol tamam mı yazma sakın bana! saat kaç olmuş? bu saatte yazandan hayır gelir mi ha?! seni pis abazan, defol!

tatlım üzerine alınmadın değil mi? sana demedim, sana yazdığımı okumakta olan diğer abazanlara dedim. sen yapmazsın öyle pis şeyler, biliyorum, sen, benim, masum hayranımsın. yazabilirsin, izin verdim sana bu gece.
devamını gör...
1883.
her şeye rağmen, yazalım şuraya bir şeyler. zihnin olayları ve durumları yorumlamasından iyi diye nitelendirdiği şeyleri geçtim, olumsuz şeyleri sürekli servis etmesinden bıkmaması.

bir yandan "ben zihnim değilim" paradoksu.

dürüstlük, kendine karşı dürüst olma.

hissedemesen de iyilik, doğruluk, güzellik istemek ve dilemek.

neye odaklanırsa ve yıllardan beri odaklanmış bir hâlde kocaman ve köklü bir canavar yaratmış olmak.

yakınmak değil bu ifade etmek.

kendini anlamayanı bir başkası anlayacak değil ya.

kendinden uzaklaşana bir başkasının yaklaşamayacak olması gibi.

yine de, neden bırakayım ki mücadeleyi, önümü göremesem de? kafama koydum bir kere

ortaya çıkaracağım o çocuğu.

bütün engellere rağmen ve belki de engel dediğim şeylerin sayesinde.

körüm evet, göremiyorum önümü ama yine de yürümeye mecalim var.
devamını gör...
1884.
boşver.
devamını gör...
1885.
3 kuruş için ağız kokusu çekemem deyip aslanlar gibi bastım istifayı. kapıdan çıkarken mehter marşı çalıyordu. fonda yel-ken-leer biğ-ci-le-cek yel-ken-leeee..

ikarus gururluydu ama hayatın gerçekleri de vardı. mesela 2,560 lira kredi taksiti, mesela aileden alinan 600 tl borç, mesela 490 lira kredi kartı borcu.
cebinde sigarası yoktu ikarus'un. yüzü gülmeye devam ediyordu ama.
biliyordu kayacaklardı ona. ıkarus'a yazık.
ikarus onuruyla torbacılık yapmayı düşünüyor.
devamını gör...
1886.
sevdiğiniz için güzel, sevdiğiniz için değerli kılma hakkınız yok sevgiliyi.
güzel, değerli olduğu için sevme hakkınız, var.
sevginiz kalbinizden sunulmuş bir "fedakârlık" değildir. zira bu sadece kendinizi değerli göstermenin gizil bir yoludur. bir matematiği olmamalı sevginin. alınan ve verilen bir nesne değildir o.
tanrı’ya aitliğini hatırlayan, güzeldir. bu güzelliği gören göz de güzeldir.
devamını gör...
1887.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
1888.
yeni yıl kötünün kötüsü haberleriyle, sağlı sollu kroşeleriyle beni nakavt etmesine ramak kaldı.
devamını gör...
1889.
böyle buraya uzun uzadıya yazanlara hem hayret ediyorum hem onları tebrik ediyorum, ben yazmaya başlayınca iki cümle sonra çok saçma geliyor yazdıklarım.
devamını gör...
1890.
gecenin karanlığında sayfaları hızlıca çevirip , kahvesini yudumlayıp oturmuştu bay b ama ters giden bir şeyler vardı.. banyodaki lamba titrek bir mum gibi dans ediyordu. derken çat ! ışık sönmüştü . ardından bir gölgenin hareket ettiğini gördü bay b ama bunu gördüğüne inanmak istemiyordu . hemen telefonu çevirdi ama hızlanan fırtına ile sanırım telefon da çalışmıyordu peki ne olacaktı şimdi? salondaki lambada da titremeler başladı , lamba can çekişiyordu derken çat ! o da patladı . bay b kibriti çaktı hemen. o da neydi öyle! uzun , sivri kulaklı , ten rengi etten daha kırmızı bir varlık. gözleri bal kahvesiydi. bay b'nin etrafında turlamaya başladı. bay b başının döndüğünü hissediyordu, hey! 1 dk ne oluyor diyemeden bayıldı. gözlerini açtığında kendini bir vahşi tekerlemeyi işitirken buldu. kıyafetleri de yoktu artık. kırmızı şey ensesinde onu kokluyordu derken kırmızı şey iniltili bir sesle onu ısırdı. bay b , çaresiz bir şekilde nereden geldiği bile belli olmayan vahşi bir şarkı eşliğinde ölümle burun burunaydı ama neydi bu peki ? bay b akan kanının buhar olduğunu gördü , kalp atışları hızlanıyordu gittikçe sanırım son anlarıydı. ancak aniden salon aydınlanmıştı. kırmızı şey adete eriyordu bir mum gibi . bay b gözlerini kapadı açtığında çırılçıplak ve yaralıydı ama hayattaydı. belki de biraz dinlense iyi olacaktı. bu anlattıklarına da kimse inanmayacaktı.
devamını gör...
1891.
ceplerimden dökülen bozuk paralarım gibi sırlarım, birer birer dökülüyorlar hiç beklemediğim anda dilimden.
devamını gör...
1892.
#1702339

devam.
bitsin de izi mizi kalmasın.


---

cafeye geldiklerinde yılların alışkanlığı ile hep oturdukları aynı masalarına oturdular, adam da kadın da birbirlerinin yüzü yerine ortada artık olmayan eski bir hatıranın izine bakar gibi ara ara süzüyorlardı, kadın "neden geldin? bana değil yanlış anlama, bu şehire neden geldin?" dedi, adam kısaca cevapladı "istanbul otobüsü ankara otobüsünden daha önceydi."
zayıflamışsın dedi kadın, ve yaşlanmışız.
adam bunu duyunca o gece ilk ve son kez kadının yüzüne dikkatlice baktı, haklısın dedi, her iki dediğinde de.

sonra telefonunu çıkardı kadın, kedileri gösterdi adama, büyük olan aynı kıvamda olsa da küçüğü çok değişmişti, gülümsediler sanki, konu salt kediler değil çocuklarıydı çünkü.
adam da kadına türkan'ı gösterdi, hikayesini anlattı. bu hikayeyi bu evrende en iyi anlayacak kişi karşısındaydı, anlattı, kadın da anladı.
o bildik, o aşina, o olağanüstü güzel mavi ve nefret edilesi gözler doldu, ses çıkarmadı bir süre.
adı konmamış matem anı bitince kadın saate baktı, yaklaşık 1 saat vakit geçmişti.
adam "istersen kalkalım?" dedi, zamanı gelince ben kalkar giderim dedi kadın.
sonra sordu; "neden yaptığımı niye hiç sormadın?" adam "farketmezdi" dedi, şimdi de farketmiyor.
oldu, bitti, o kadar.

/ madem ki bu kerre mağlubuz, netsek neylesek zaid /

ikisi de aynı anda bunu söyledi içinden, yıllar öncesi karaburun dağlarında okunan eski bir destanın izine sığınarak.

biliyor musun dedi kadın, hala aynı ve hala çok farklıyız, konuşamıyorsak birer çay daha içip ayrılalım ..

olur dedi adam, sonra kadın yine bir şeyler söyledi, adam doğru düzgün dinlemedi bile, çaylar içildi, kadın toparlandı, sigarasını ve telini çantasına attı, ayağa kalktı.

adamın saçlarına parmaklarını soktu, kadim bir gelenek gibi adamın saçlarını sıktı, eğildi adamın kafasını öptü ve arkasını dönüp gitti.

tsi saati ile 4.47 idi, o ikisinin saati ile bir daha bir araya hiç gelmeyecek yelkovan akrebin üzerinden son kez geçti, kadıköy'dü.
devamını gör...
1893.
sevgili günlük kimse bu gün (bkz: okumaktan keyif alınan yazarlar) başlığına adımı yazmadı.*
devamını gör...
1894.
annem bana tanrı yalnızca günahkarları yakar dedi
canımı yakan kimdi
ellerim günah mı işledi
sana dokunmak mıydı yasak olan
gelin ve damat değildi hayalim
ben o pembe panjurlu ,çığlıkların gizlendiği hayatı istemedim
aynı kutuplar birbirini iter
bilim yalan söylemez
bizi öteleyen ne
farklı değil kimse
anne günahkar olduğumu söyleme
sana dokunmak ateşse neden yanmadım bu gece
annem bana tanrı yalnızca günahkarları yakar dedi
yanlışsa tutuşalım bütünleşince
devamını gör...
1895.
yalnız büyümeye mahkum edilenler ileriki yaşlarında göz yaşlarını, gülümsemelerini ve sevgilerini saklamaya meyillidirler. bu onların sizi sevmediğini göstermez, bu onların koruma kalkandır.
devamını gör...
1896.
iki bira, klasik! bir hikaye, kabus!
/ karanlık odasına açtı gözlerini kadın; yastığının ıslaklığı ve arkada hala çalmaya devam eden ses kayıtlarıyla hatırladı geceyi. her sabahki rutininin aksine almadı eline telefonu. belki saatin bir anlamı olmadığından belki de telefona dokunmaya cesaret edemediğinden. bir daha arkadan gelen sesin ağırlığıyla kapadı gözlerini. konuşan sesin yanında sesinin bir hükmü yoktu çünkü, varlığının olmadığı gibi. sustu, dün gece sustuğu gibi sustu her şeye. içindeki yangına, canının acısına, anlatmak istemeyip anlatamadığı ne varsa hepsine sustu!
panjurun ardında kalan gün ışığının aksine turuncu ışığını yaktı, duvarlarındaki posterlere bakamadığından başını eğerek çıktı odadan. bir sigara yaktı, evin boşluğu bir kere daha işine yaradı. içindeki tüm her şeyi dökmek istercesine başladı bağıra çağıra ağlamaya. anlatamadığı ne varsa haykırarak anlattı duvarların kulaksız tuğlalarına. içi dışına çıktı, dışı içine gömüldü. isyanlar etti ruhunun bu kadar acımasına.

iki bira, bir winston. alıp çıktı büfeden. toplayamadığı kabarık saçları ve hala üzerinde olan geceliğiyle eve attı kendisini. duyulan çakmak sesinin ardından vapurun karşısına geçti, bir vapura içti bir kendisine. bir de o vapurun içindekine! iki bira ve bir paket sigarayla, kadın kendisini bıçakladı o gece!/
devamını gör...
1897.
evde hangi komşuya ait olduğu bilinmeyen bir tabak peydah oldu. genelde karşı komşum bişeyler verir pasta, börek, çörek vs. neyse bende elimden geldiğince birşeyler yapıp karşı komşuma götürdüm malum tabakla. aradan 1 hafta geçti aynı tabakla bana tekrar birşeyler geldi. dedim tabak onların değil. bu kez de çapraz komşuya birşeyler yapıp verdim. bir kaç gün sonra tabak yine eve geldi. gözümü kan bürüdü resmen. yarın tüm apartmana helva yapıp dağıtcam sora sora gezecem kapılarda bu kimin tabağı diye. eğer sahibi çıkmazsa apartmanın önünde sirtaki yapacam. yetti canıma.
devamını gör...
1898.
aynı gökyüzü altında farklı ağaçlarız biz. ikimizde köklerimizi farklı yerlere salmışız, farklı iklimlerde yeşermiș, farklı meyveler vermişiz. belki senin gölgende birileri dinlenmiștir, belki yuva yapmıştır gölgene. şefkatle satmıştır dalların dört bir yanı gölgen daha çok kucaklasın diye. bense yüce bir dağ başındaki yanlız ardıç gibi saracağım tüm cihanı kollarımla. sevgi, ümit ve bereket götüreceğim kollarımın uzundığı o diyarlara. ama günün sonunda tek başıma oturacağım o yıldızların altında. karanlık gece yarenim olacak. bir çay demleyeceğim ümidimin sıcaklığında. ve ebediyen uyuyacağım, zamanla yüreğimde oluşan yaraların akıttığı irin ve kandan yatağımda.
devamını gör...
1899.
bir can yücel şiiri gibi ne istediğini bilen ama bilmediğini ifade eden biriyim. kendi dünyamın sınırlarını kendim belirlemek istiyorum. belirsiz görünse de belli olan kaderimin değişmesini bekliyorum belki de. ucuz sıradan hayatımın değer kazanması gibi bir derdim var sanırım. anlatsam roman olur. anlatıyorum. roman da oluyor. oluyor da neye yarıyor bilmiyorum. değirmenlere karşı akıntıya karşı hayata ve dünyaya karşı her şeye karşı belki de! içimde bir şeyler birikiyor. tanımlayamıyorum. tarifsiz yaşayamayanlardanım. bilmek istiyorum ama çok da kurcalamıyorum. kurcalasam her şey karmaşık hale gelecekmiş gibi geliyor. korkutucu bir karmaşayı kabullenebileceğimden emin değilim. herkes her şeyi yaparmış gibi geliyor. insanlardan doğadan hayvanlardan uzak olmak istiyorum. beynimin içinde kaybolsam rahatlayacak gibiyim. ölmek değil. istediğim bitkisel hayat. ölmeden ölümü görmeden paris’i anlatmak gibi bir şey.
gerçek olan nedir?
hiç bilmeden gitmek istemiyorum.
hayatta olan her şey bir zorlama sonucu ortaya çıkıyor. zorlamadan yapabildiğim şeyler istiyorum. içimden geldiği gibi yaşamak! hiçbir kanun maddesi ya da ahlaki kural olmaksızın!
birey olmak ve toplumun dışında kalmak istiyorum.
toplumun değer yargılarından uzak kalınca kendi değerlerimi bulacakmışım gibi geliyor.
bütün bildiklerimi unutsam rahatlarım. öğretilen her şey bir amaca hizmet ediyor. oysa yaşamak dışında hiç amacı olmayan ben bunları kabul etmekte zorlanıyorum. hani ittire kaktıra derler ya tam olarak yaşamımın özeti!
bazen bir ağaç olduğumu hayal ediyorum. biri dikmiş uzamışım dallanıp budaklanıyorum. kimi gelip gölgemde oturuyor dinleniyor, kimi adını kazıyor gövdeme, kimi lazım olan kısmımı kesip alıyor…
bilmediğim şeyler beni korkutmuyor. tam aksine cesaretimi bilmediklerimden alıyorum. yeteri kadar korkunç olan bilgi kirliliği içinde aklıma hükmetmeye çalışmak her geçen gün zorlaşıyor.
iyi tarafından bakalım demiyorum. iyilik düzenin bir parçasıdır. düzene uyum sağlayan her şey iyi sağlamayan her şey kötüdür. düzenin iyiliği ya da kötülüğü tartışılmıyor. milyarlarca insan her sabah acı çekerek uyanıyor ama düzenin içinden kopmamak için günaydın deyip gülümsüyor birbirine. tam bir trajedi!
çoğu zaman insanların yüzüne bakmak istemiyorum. onların sahte yaşantılarına tanık olmak beni delirtiyor. ayrıca hafızamda boşuna yer kaplıyorlar. boş şeylerle kafamı doldurmak bana fayda sağlayacakmış, tecrübe beni ayakta tutacakmış! her durum her olay kendine özgüdür. sana olan bana olmaz. bana olan sana olmaz. buna inanmak istemeyen bir sürü düşünür insanları bir arada tutabilmek için belki yüzlerce kitap yazmışlar. zaman kaybı!
geçmişi sil butonu kaçıncı yaşta eklenecek bilmiyorum. b ence bizi yaşadıklarımız yok ediyor. yaşayacaklarımıza fırsat vermek konusunda çok acımasız olduğumuzu düşünüyorum.
bilgi birikimi denen şey ortaya çıkmamalıydı. insanlar buna direniyor aslında ama yeterli değil.
düzen kurulu uyacaksın!
iyi mi geceler?
devamını gör...
1900.
birbirlerine baktılar. ikisinin de kafasında aynı şey, bakışlarından belli. birbirlerini bakışlarından anlayacak kadar uzun zamandır sürüyor dostlukları.

“alalım mı?”
“hiç üstümü değiştiremem, böyle çıkıyorum?”
“amaan kim takar kıyafeti?”


başka tek kelime etmeden, ev terlikleriyle çıktılar evden. ne mont ne telefon. anahtar ve cüzdan yeterliydi evlerinin iki üç dükkan yanındaki tekele gitmeleri için. sessizce, soğuğun getirdiği titremeyle vardılar tekele. biri dolaptan kırmızı şarabı alırken diğeri kasaya yöneldi, sanki anlaşmışlar gibi.
anahtar sesi yankılandı evde, ardından koridor aydınlandı. kendilerinin olmayan bu dört duvarın ortasında evlerindeymiş gibi hissetti ikisi de ve başlamış oldu bu uzun gece. bardak ihtiyacı bile duymadan dakikalar içinde yitirdiler kırmızılığı. önce biri açtı bir şarkı, ardından diğeri. sıra (bkz: sezen)’e geldi.
“hangi şarkı bu?”
“hasret”
“hasret…”

sessiz sessiz dinlediler şarkıyı. önce kadınlardan biri ağlamaya başladı, ardından senfoniye dahil oldu diğeri. soğuk bir kış akşamı, açık pencerelerden esen rüzgarın fısıltısıyla iki kadın başladılar ağlamaya. feryada döndü kısa süre içinde sessiz sessiz dökülen göz yaşları. birinin kahkahası yankılandı soğuk fayanslarda, ardından diğerinin kikirdemesi. sonra bardaklar, tabaklar, çatallar, kaşıklar… göz göze geldiler. sustular, gözleri buluştu yoklukta.
“delirdik mi biz?”
“ ben hep deliydim, sen kendi haline yan!”

sessizlik bilmedikleri kadar uzun sürdü. çakmak sesleri susturdu sessizliği. derin bir nefes, biraz zehir…

telefonu aldı kadın, hiçbir şey demeden çıktı mutfaktan. ardından duydu duymak istediği tek sesi. ilk önce ne diyeceğini bilemedi, ne dese eksikti. peki dedi, sadece peki!
ardından durdu, hissetti. düşünmedi, düşünse yapamazdı. ne zaman yapabilmişti ki?
bir daha kulağına götürdü telefonu, yine aynı ses, yine aynı nefes. döktü dökebildiği kadar içindekileri. sonra sustu, dinleme sırası kendisindeydi. adamın hiç söylemediklerini dinledi kısa bir süre. içinde sakladıklarını, gizlediklerini.

bıraktı kendini, çöktü yere. oturdu, düşündü. “ konuşmam gereken yerlerde susmuşum susmam gereken yerlerde konuşurken “ diye düşündü. “olaylar bu raddeye gelmeden neden konuşmadık? neden izin verdik bunlara?”

kapıdan kendisini izleyen dostuna baktı. ağzında biriktirdiği küflenmiş kelimeleri kusmak istedi sessizce. ancak yutkundu ve birkaç kelime döküldü kurumuş dudaklarından.

devam edecek, etmeli…
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim