normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3721.
utanmasam ağlayacağım yine şuraya..
devamını gör...
3722.
öncelikle ağız dolusu bir imdat ve bilumum yardım çığlıkları. bugün de, sanki dün ve önceki diğer tüm günlerde öyle olması yetmemiş gibi sinir krizlerine girdik. çünkü bu toplumla aksi çok mümkün olmuyor. yabancı var mı aranızda? mümkünse alman vatandaşı?
devamını gör...
3723.
merhameti boyundan büyük olan o kalbim, ah bana neler çektirdin…
devamını gör...
3724.
…“bırak o zaman beni!” dedim. bir imdat çağrısından farksızdı bu. sanki avucuna bile isteye bıraktığım şey bir anahtardı. beni açacaktı. dökecekti ne varsa sanki. özgür bırakacaktı. farkında bile değildi oysa. görmüyordu, hiç görmemişti. o görmüyor diye, ben de kapatmıştım gözlerimi. ama katlanamıyorum artık karanlığa. katlanamıyorum körlüğüne! bağırıyorum durmadan. katlanamadığım bütün o yalanlarıma, gizlerime, sırlarıma ve hiç şüphe duymamasına. o eşiği aşamamasına.
uzaklaştı benden bir adım. gözlerime baktı, bir duvara bakar gibi. derdi ben değildim. tek derdi tadımızdı. benim dilimdeki mayhoş tattan haberi yoktu. umursamıyordu, çünkü bilmiyordu. hiçbir zaman bilmemişti. o benimle aynı evrenin yıldızı değildi. o bir misafirdi. ummadığı için bulduğunu yerken hiç acele etmedi. karnı doydu.
baktım arkasından uzun uzun. o giderken, biraz sonra nasıl güçlü olmam gerektiğini düşünüyordum. evet, aklımdaki tek şey buydu. mecburdum güçlü olmaya. zaten bunun için doğurmamış mıydım o küçük kızı? içimdeki histerik kız çocuğunun yerini alsın, güçlü bir kız olsun istememiş miydim?
küçük kız uyandı. role girdim hemen. hiç güçlük çekmedim. güldük beraber. kahkahalar attık. öpücükler koydum saçlarına.
kız tekrar uyudu. izledim bir süre sakin sakin.
parmağım dolabın kapağına sıkıştı, önce bir küfür düştü dudağımdan, sonra yaşlar düştü gözümden. alıştım. bu ani düşüşlere alıştım, bu yüksek tepenin kıyısında durup kahkaha atmaya alıştım.
gözümü açtım. uyuyakalmışım haliyle ağlarken. son 48 saatin 8 saati bile geçmedi uykuda. 28 dakika daha koydum düş torbasına. kalkamadım bir süre.
şimdi küçük kız ortada dolanıyor. ben de ne yemek yapacağımı düşünüyorum. :)
uzaklaştı benden bir adım. gözlerime baktı, bir duvara bakar gibi. derdi ben değildim. tek derdi tadımızdı. benim dilimdeki mayhoş tattan haberi yoktu. umursamıyordu, çünkü bilmiyordu. hiçbir zaman bilmemişti. o benimle aynı evrenin yıldızı değildi. o bir misafirdi. ummadığı için bulduğunu yerken hiç acele etmedi. karnı doydu.
baktım arkasından uzun uzun. o giderken, biraz sonra nasıl güçlü olmam gerektiğini düşünüyordum. evet, aklımdaki tek şey buydu. mecburdum güçlü olmaya. zaten bunun için doğurmamış mıydım o küçük kızı? içimdeki histerik kız çocuğunun yerini alsın, güçlü bir kız olsun istememiş miydim?
küçük kız uyandı. role girdim hemen. hiç güçlük çekmedim. güldük beraber. kahkahalar attık. öpücükler koydum saçlarına.
kız tekrar uyudu. izledim bir süre sakin sakin.
parmağım dolabın kapağına sıkıştı, önce bir küfür düştü dudağımdan, sonra yaşlar düştü gözümden. alıştım. bu ani düşüşlere alıştım, bu yüksek tepenin kıyısında durup kahkaha atmaya alıştım.
gözümü açtım. uyuyakalmışım haliyle ağlarken. son 48 saatin 8 saati bile geçmedi uykuda. 28 dakika daha koydum düş torbasına. kalkamadım bir süre.
şimdi küçük kız ortada dolanıyor. ben de ne yemek yapacağımı düşünüyorum. :)
devamını gör...
3725.
boşanmak için sabır taşının çatlamasını beklemeye gerek var mı diye düşünüyorum son zamanlarda. sevginin bittiği nasıl anlaşılır bitmese bile boşanmak daha iyi olmaz mı gibi. kafada deli sorular.
devamını gör...
3726.
bugün bambaşka bir gün.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
devamını gör...
3727.
bugün bambaşka bir gün.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
devamını gör...
3728.
bugün bambaşka bir gün.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
devamını gör...
3729.
bugün bambaşka bir gün.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
devamını gör...
3730.
bugün bambaşka bir gün.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
ilk defa onu gördüğüm günün ilk yıl dönümü.
iyi ki girmişsin hayatıma. çıkma sakın.
bambaşkasın. hep bambaşka kalacaksın.
değerin bende paha biçilemeyecek derecede çok fazla.
iyi ki.
iyi ki.
iyi ki.
devamını gör...
3731.
tam karalıycam bir gülme geliyo
devamını gör...
3732.
3733.
yaşasın iyilik. herşeye rağmen. çok zor değil lan. mükemmel insanlar değiliz hiçbirimiz. hatta genelimiz bok gibi hayatlar yaşıyoruz. ama zor değil inanın. çok zor değil iyilik. iyi insan olmak. herşeye rağmen inat etmek.
bugün mesela hediye aldım birine. o mutlu oldu. ben mutlu oldum. dönerken markete uğradım. uzun zamandır gitmediğim markete. eski evin olduğu yerdeki. kapının önünde sokakta yaşayan insanlar olurdu. marketten ufak tefek bişeyler alır verirdim. sigara isterlerdi bazen. 1 paket kendime bir paket onlara almaya başladım sonra her gidişimde. bugün işte tamda o marketin yine önündelerdi. uzun zamandır görmemelerine rağmen tanıdılar yine beni. gülümsediler. bu sefer bir paket sigara aldım marketten sigarayı bırakmama rağmen. yine ufak tefek birşeyler daha yanına. şimdi bu olaya ego tatmini filan diyenlerde olabilir. ama onlar hiç öyle düşünmüyorlar. ben biliyorum çünkü yokluğun ne olduğunu. hiç tanımadığım insanlardan kaç kez sigara istediğimi. geçtiğimiz yıllarda en zor en çaresiz zamanlarımda bütün kapıların yüzüme kapandığını da biliyorum. bazen bir sigaraya, bazen paraya bazende bir insana ihtiyaç duyulan anları biliyorum.
yaşasın iyilik. iyilik güzeldir. en kötü haha salağa bak diye gülerler arkanızdan. ama insanları güldürmekte iyidir.
dipnotu : konunun iyi parti ile ilgisi yoktur. *
bugün mesela hediye aldım birine. o mutlu oldu. ben mutlu oldum. dönerken markete uğradım. uzun zamandır gitmediğim markete. eski evin olduğu yerdeki. kapının önünde sokakta yaşayan insanlar olurdu. marketten ufak tefek bişeyler alır verirdim. sigara isterlerdi bazen. 1 paket kendime bir paket onlara almaya başladım sonra her gidişimde. bugün işte tamda o marketin yine önündelerdi. uzun zamandır görmemelerine rağmen tanıdılar yine beni. gülümsediler. bu sefer bir paket sigara aldım marketten sigarayı bırakmama rağmen. yine ufak tefek birşeyler daha yanına. şimdi bu olaya ego tatmini filan diyenlerde olabilir. ama onlar hiç öyle düşünmüyorlar. ben biliyorum çünkü yokluğun ne olduğunu. hiç tanımadığım insanlardan kaç kez sigara istediğimi. geçtiğimiz yıllarda en zor en çaresiz zamanlarımda bütün kapıların yüzüme kapandığını da biliyorum. bazen bir sigaraya, bazen paraya bazende bir insana ihtiyaç duyulan anları biliyorum.
yaşasın iyilik. iyilik güzeldir. en kötü haha salağa bak diye gülerler arkanızdan. ama insanları güldürmekte iyidir.
dipnotu : konunun iyi parti ile ilgisi yoktur. *
devamını gör...
3734.
akrep tüm ağırlığıyla yelkovana yetişmeye çabalayıp gün aydınlanmaya başlarken kalan işlerini toparladı. havanın soğukluğuna aldırış etmeden yanına aldığı ince ceketini giydi. son günlerde oldukça dalgındı. uzun bir süre neye odaklandığını fark edemediği gözleri boşlukta tek bir noktaya sabitlenmişken kendine geldi. kısa kısa notlar tuttuğu defterinin yapraklarından birinde defalarca kez yazılmış aynı kelimeyi görünce onu düşündü; uzaklardaki ismin sahibini. masaya son bir kez bakındı, unuttuğu herhangi bir şey olmadığına emindi. artık eve gitme zamanı gelmişti...
yürüyerek gittiği evine varış süresi uçları nasırlaşmış parmaklarının sayısını geçmeyecek dakikalarla sınırlı olsa da uyanık olduğu hiçbir anı müzikten yoksun bırakmak istemiyordu. henüz uyanmayan şehir ve insanlar sessizliğini koruyor olmasına karşın yolda bir iki parça dinlemek istedi. telefonunu eline aldığında tıpkı canlılar gibi bataryanın da uykuya, enerji depolamaya ihtiyacı olduğunu hatırlatan uyarısını görünce kendi aralarında ne yaptıklarını çözemediği, tuhaf oyunlar oynayan birkaç huysuz martı ve rüzgarın sesi ile yetinmeye karar verdi. karga sesini tercih etme şansı olsaydı eğer martıları dinlemezdi. yine de severdi onları. içinden deniz geçen bu büyülü şehirde yaşadığını hissettiriyordu varlıkları. tüm o keşmekeşin ve kalabalığın gürültüsünden uzaklaşıp yalnızlığıyla başbaşa kaldığı anlarda sığınmaya çalıştığı, kokusunu özlemeyi sevdiği denize kıyısı olmayan bir şehirde hayatını sürdürmenin onun için ne berbat bir kabusa dönüşeceğini düşündü ve kendini şanslı hissetti.
eve geldiğinde vakit kaybetmeden soğuk suyla buluşturdu bedenini. yorulan ruhuna neyin iyi geleceğini hala keşfedememiş olsa da bedeni için geçerli olan cevap belliydi; tenini saran buz gibi suyla tazeleneceği kısacık bir duş keyfi.
çocukluğundan beri vazgeçemediği tutkularından biri olan minik köpük balonlarıyla oynayarak renklendirirdi noktasız düşlerini. her birine ayrı bir anlam yükler, isimler verirdi. doyasıya eğlenemeden havada patlayanlar için çokça canı yanmıştı. birkaç saniyelik kısa ömürlerinde üzerlerinde taşıdıkları ışığın eşsiz yansımalarını kaleydoskop içinde dans eden rengarenk çiçeklere benzetirdi. her biri o kısacık anlarda sanki çok yakından tanıdığı hayat hikayelerini tekrar tekrar anlatıyor gibiydi.
ne yaparsa yapsın sıyrılamadığı miskinliğinin göstergelerinden biri de havlu ile kurulanmayı sevemeyişiydi. üzerine giydiği büyükçe bornozun ağırlığı ile hareket etmekte zorlanırken bir süre öylece aynada kendine bakındı. sanki görmek istemediği kusurlarını örtüyormuş hissi veren kırlaşmaya başlamış sakallarında gezindi parmakları. fazlaca uzamışlardı. gölgelerden arınmış pürüzsüz yüzünü hayal edip tıraş olmaya niyetlense de, daha önce defalarca kez yaşadığı bu anı rolünün hakkını layığıyla yerine getirmeye çalışan tiyatrocular gibi kusursuz bir tekrarla tamamladı ve vazgeçti. yüzündeki o koyu izlerden kurtulduğunda oluşan çocuksu görüntüsüne tahammül edemiyordu. yaşlandıkça zamana yenik düşen bedeninde yitirdiklerinin yerini derin kesiklerle kaplı büyük bir boşluk almaya başlamıştı. kaybettiği ne çok şey olduğunu hatırladı; kendisini ve diğerlerini terk edenleri. bir gün olsun onların eksikliğini hissedeceğini aklının ucundan geçirmemişti bile...
can sıkıcı düşüncelerden uzaklaşmak ve sallantıdaki bedenini biraz daha ayık tutabilmek için zihninde dolanan düşüncelerden daha da koyu bir kahve demledi. büyük bir fincan, şekersiz ve sütsüz. iyiden iyiye aydınlanan havaya karşın fincandaki kahvenin rengi uykuya yatan gecenin karanlığından daha koyu bir tondaydı. kendi küçük dünyasının yansıması olan yatak odasına geçti. kapıyı kapattı, anahtarla sağa doğru iki daire çizdi. bu durum onda takıntı haline gelmişti. sebebini net olarak hatırlayamasa da çocukluğundan bu yana odasının kapısının açık kalmasından hoşlanmıyordu. dışarıdaki buz gibi havaya rağmen pencereyi açtı, göğü delerek güneş ışınlarının ona ulaşmasına mani olan zevksizlik abidesi devasa beton mezarlarının inşaatını seyretti. modern zamanın insanlığa kazandırdığı birçok yeniliğe karşın onlardan çaldığı güzelliklerin fark edilmeyişlerine lanet okudu. ciğerlerini yeterli oksijenle doldurduktan sonra pencereyle beraber perdeyi örttü ve bilgisayarının başına oturdu. var olmayan sigara paketinden eğri bir dal alıp dumanı ciğerlerine çekti; bu kez nefesi kesilmemişti. acı bir çikolatayla geçiştirdiği açlığına aldırış etmeden önceki akşamdan kalma soğuk pizza diliminin tabaktaki kalıntılarının tadına baktı; hala çok lezzetliydi. çalma listesi için iki parça seçti; biri ona kendini anlatan, diğeri her dinleyişinde onu hatırlatan. duvarlarda yankılanmaya başladı müziğin sesi. ekranın tam arkasındaki büyük siyah beyaz frisco posterine baktı; caddenin ortasındaki tramvay üzerine üzerine geliyordu sanki. telefonunu eline aldı. ondan gelen son mesajları defalarca okudu. bir karşılık bulamayacağından ötürü cevap veremeyişi canını sıkmıştı. o son telefon konuşmasında kendisine söylemek istediği ama meşguliyetini bahane ederek geçiştirdiği için hiçbir zaman öğrenemeyeceği şeyin ne olduğunu bir kez daha merak etti. yazmak istediği tüm o cümlelerin hislerini anlatmaktaki kifayetsiz kalışlarına takıldı. gözlerini kapadı, bu kez hazırdı. onu düşündü, o bir düştü sanki; gerçek olmasını istediği tek düşüydü... onun için bir şeyler yazmalıydı. ötekiler henüz düşlerinden uyanmamışken gerçekliğini düşselleştirmeye çalışmalıydı. hayatına kattığı renkleri, dostluğuyla huzur veren, düşle gerçek arasındaki o ince çizgide gezinebilmesini sağlayan anılarını; derinliklerde kaybolmanın, uyananların getirdiği yeni günden kaçarken uykusuzluğun misafir ettiğii gün ışığına yakalanmanın rengi kadar tanımsız ve eşssizdi. rüyalar lordu ile cebelleşip uykularına yenik düştüğü anlarda inatla bekleyişini; her koşulda, yaptığı tüm o saçma hareketlerine karşın kendisini olduğu gibi kabul etmeye devam ettiği anları. zaman ve mesafe gibi kavramların onunla beraber yerle yeksan olduğu dünleri, buruk bir rakam içine sığdırılan sonsuzluğu, sonsuz bir çemberde dönüp duran mesafelerin nasıl da ufaldığını ve meçhul yarınları…
sancıyan midesindeki kaya gibi sertleşmiş yumruyu hissetti. en mühim olandan kıymeti olmayana doğru geçişin görünmez incelikte bir çizgi kadar keskin ve yakıcı olabileceğini gördü. doğru sandığı ya da inanmadığı bir çok şeyin ardındaki sürprizler gibi. anlamını yitirmesine aldırış etmedi ve defalarca kez söylediği o cümleyi tekrar etti...
vakit çoktan gelmişti. artık hiç olmadığı kadar kendinden emindi; korkacak bir şey yoktu ve uyanmaya hazırdı.
yürüyerek gittiği evine varış süresi uçları nasırlaşmış parmaklarının sayısını geçmeyecek dakikalarla sınırlı olsa da uyanık olduğu hiçbir anı müzikten yoksun bırakmak istemiyordu. henüz uyanmayan şehir ve insanlar sessizliğini koruyor olmasına karşın yolda bir iki parça dinlemek istedi. telefonunu eline aldığında tıpkı canlılar gibi bataryanın da uykuya, enerji depolamaya ihtiyacı olduğunu hatırlatan uyarısını görünce kendi aralarında ne yaptıklarını çözemediği, tuhaf oyunlar oynayan birkaç huysuz martı ve rüzgarın sesi ile yetinmeye karar verdi. karga sesini tercih etme şansı olsaydı eğer martıları dinlemezdi. yine de severdi onları. içinden deniz geçen bu büyülü şehirde yaşadığını hissettiriyordu varlıkları. tüm o keşmekeşin ve kalabalığın gürültüsünden uzaklaşıp yalnızlığıyla başbaşa kaldığı anlarda sığınmaya çalıştığı, kokusunu özlemeyi sevdiği denize kıyısı olmayan bir şehirde hayatını sürdürmenin onun için ne berbat bir kabusa dönüşeceğini düşündü ve kendini şanslı hissetti.
eve geldiğinde vakit kaybetmeden soğuk suyla buluşturdu bedenini. yorulan ruhuna neyin iyi geleceğini hala keşfedememiş olsa da bedeni için geçerli olan cevap belliydi; tenini saran buz gibi suyla tazeleneceği kısacık bir duş keyfi.
çocukluğundan beri vazgeçemediği tutkularından biri olan minik köpük balonlarıyla oynayarak renklendirirdi noktasız düşlerini. her birine ayrı bir anlam yükler, isimler verirdi. doyasıya eğlenemeden havada patlayanlar için çokça canı yanmıştı. birkaç saniyelik kısa ömürlerinde üzerlerinde taşıdıkları ışığın eşsiz yansımalarını kaleydoskop içinde dans eden rengarenk çiçeklere benzetirdi. her biri o kısacık anlarda sanki çok yakından tanıdığı hayat hikayelerini tekrar tekrar anlatıyor gibiydi.
ne yaparsa yapsın sıyrılamadığı miskinliğinin göstergelerinden biri de havlu ile kurulanmayı sevemeyişiydi. üzerine giydiği büyükçe bornozun ağırlığı ile hareket etmekte zorlanırken bir süre öylece aynada kendine bakındı. sanki görmek istemediği kusurlarını örtüyormuş hissi veren kırlaşmaya başlamış sakallarında gezindi parmakları. fazlaca uzamışlardı. gölgelerden arınmış pürüzsüz yüzünü hayal edip tıraş olmaya niyetlense de, daha önce defalarca kez yaşadığı bu anı rolünün hakkını layığıyla yerine getirmeye çalışan tiyatrocular gibi kusursuz bir tekrarla tamamladı ve vazgeçti. yüzündeki o koyu izlerden kurtulduğunda oluşan çocuksu görüntüsüne tahammül edemiyordu. yaşlandıkça zamana yenik düşen bedeninde yitirdiklerinin yerini derin kesiklerle kaplı büyük bir boşluk almaya başlamıştı. kaybettiği ne çok şey olduğunu hatırladı; kendisini ve diğerlerini terk edenleri. bir gün olsun onların eksikliğini hissedeceğini aklının ucundan geçirmemişti bile...
can sıkıcı düşüncelerden uzaklaşmak ve sallantıdaki bedenini biraz daha ayık tutabilmek için zihninde dolanan düşüncelerden daha da koyu bir kahve demledi. büyük bir fincan, şekersiz ve sütsüz. iyiden iyiye aydınlanan havaya karşın fincandaki kahvenin rengi uykuya yatan gecenin karanlığından daha koyu bir tondaydı. kendi küçük dünyasının yansıması olan yatak odasına geçti. kapıyı kapattı, anahtarla sağa doğru iki daire çizdi. bu durum onda takıntı haline gelmişti. sebebini net olarak hatırlayamasa da çocukluğundan bu yana odasının kapısının açık kalmasından hoşlanmıyordu. dışarıdaki buz gibi havaya rağmen pencereyi açtı, göğü delerek güneş ışınlarının ona ulaşmasına mani olan zevksizlik abidesi devasa beton mezarlarının inşaatını seyretti. modern zamanın insanlığa kazandırdığı birçok yeniliğe karşın onlardan çaldığı güzelliklerin fark edilmeyişlerine lanet okudu. ciğerlerini yeterli oksijenle doldurduktan sonra pencereyle beraber perdeyi örttü ve bilgisayarının başına oturdu. var olmayan sigara paketinden eğri bir dal alıp dumanı ciğerlerine çekti; bu kez nefesi kesilmemişti. acı bir çikolatayla geçiştirdiği açlığına aldırış etmeden önceki akşamdan kalma soğuk pizza diliminin tabaktaki kalıntılarının tadına baktı; hala çok lezzetliydi. çalma listesi için iki parça seçti; biri ona kendini anlatan, diğeri her dinleyişinde onu hatırlatan. duvarlarda yankılanmaya başladı müziğin sesi. ekranın tam arkasındaki büyük siyah beyaz frisco posterine baktı; caddenin ortasındaki tramvay üzerine üzerine geliyordu sanki. telefonunu eline aldı. ondan gelen son mesajları defalarca okudu. bir karşılık bulamayacağından ötürü cevap veremeyişi canını sıkmıştı. o son telefon konuşmasında kendisine söylemek istediği ama meşguliyetini bahane ederek geçiştirdiği için hiçbir zaman öğrenemeyeceği şeyin ne olduğunu bir kez daha merak etti. yazmak istediği tüm o cümlelerin hislerini anlatmaktaki kifayetsiz kalışlarına takıldı. gözlerini kapadı, bu kez hazırdı. onu düşündü, o bir düştü sanki; gerçek olmasını istediği tek düşüydü... onun için bir şeyler yazmalıydı. ötekiler henüz düşlerinden uyanmamışken gerçekliğini düşselleştirmeye çalışmalıydı. hayatına kattığı renkleri, dostluğuyla huzur veren, düşle gerçek arasındaki o ince çizgide gezinebilmesini sağlayan anılarını; derinliklerde kaybolmanın, uyananların getirdiği yeni günden kaçarken uykusuzluğun misafir ettiğii gün ışığına yakalanmanın rengi kadar tanımsız ve eşssizdi. rüyalar lordu ile cebelleşip uykularına yenik düştüğü anlarda inatla bekleyişini; her koşulda, yaptığı tüm o saçma hareketlerine karşın kendisini olduğu gibi kabul etmeye devam ettiği anları. zaman ve mesafe gibi kavramların onunla beraber yerle yeksan olduğu dünleri, buruk bir rakam içine sığdırılan sonsuzluğu, sonsuz bir çemberde dönüp duran mesafelerin nasıl da ufaldığını ve meçhul yarınları…
sancıyan midesindeki kaya gibi sertleşmiş yumruyu hissetti. en mühim olandan kıymeti olmayana doğru geçişin görünmez incelikte bir çizgi kadar keskin ve yakıcı olabileceğini gördü. doğru sandığı ya da inanmadığı bir çok şeyin ardındaki sürprizler gibi. anlamını yitirmesine aldırış etmedi ve defalarca kez söylediği o cümleyi tekrar etti...
vakit çoktan gelmişti. artık hiç olmadığı kadar kendinden emindi; korkacak bir şey yoktu ve uyanmaya hazırdı.
devamını gör...
3735.
işte, günün sonuydu. öylece güneşin batışını izledi. sanki güneş bir daha hiç böyle batmayacak gibiydi. sanki çok farklıydı, belki de o gün yaşadıkları içindi o gün batımı. daha annesini gömdüğü toparak tazeydi, daha annesini eliyle yanağını okşadığı yanağında annesinin kokusu vardı. annesinin astığı çamaşırları toplamamıştı. eve giderken annesinin arkasından seslenmesini bekledi, ama hayır. o ses asla gelmedi. hiç kimse ona bir daha "karanfilim" demeyecekti.
devamını gör...
3736.
“ihtiyarın saati ileride gider…”
böcek seslerinin usta bir terzi titizliğiyle, sessizliğini çok ciddi bir hünerle yırttığı bir mayıs gecesinde, ikincisi biteli epeyce olan ve asırlık bir çınar gibi masaya devrilen boş şarap şişesinden yansıyan mumun alevine takılmıştı gözlerim… tütün sarmaktan sararmış parmaklarımın arasında incecik bir sigarayı daha özenle sarıp; kanserli hücrelerimin açlığını giderme telaşıyla dudaklarımın arasına götürdüm. ayıklıktan oldukça uzaklaşmıştım fakat esrikliğe varmak için daha epeyce yolum vardı. olup biteni tekrar gözden geçirmek, geride bıraktığım yolu değerlendirmek, varacağım yeri tahmin etmek, kısacası her zaman yaptığım gibi bulmayı asla amaçlamayarak ama olur da cevaba denk gelirsem diye de buna hazırlıklı olarak hayatı sorgulamak için çok doğru bir zamandı…
etrafımda olup biten her şeyin farkındaydım ve yanımdan hızla akıp geçen zamanı görüp de ürkmemek elimde değildi. bunun yaşamayı sevmekten çok yaşamaya yetişmekle alakası olduğunu anlattım kendime defalarca ama yine de kendimle konuşmayı normalleştirmekte başarılı olduğum kadar kendimi buna ikna etmekte başarılı sayılmazdım. benim kendimle sohbetim yoktu aslında. hatta hiç olmamıştı. benim kendimle kavgam vardı ve bu kavgayı da ilk sen başlatmıştın…
ölümün beni hala çok fazla cezbettiğini ama buna rağmen ölmeyi asla arzulamadığımı sana söylemeliyim. ölüm ve yaşam odamın penceresine çakılı kalmış iki ayrı manzara benim için, evet… ve belirsizlik açısından ikisi de birbirinin aynısı benim açımdan. bazen bu gibi zamanlarda, sevgilisinden ayrılmış liseli ergen gibi yattığım yerden bu pencerenin dışında akıp giden hayatı seyre daldığımda; hangi manzaraya baktığımı bundandır ki sık sık karıştırıyorum…
“ihtiyarın saati ileride gider…” demiştin bir keresinde. söylemek için çok doğru bir zaman seçtiğinden mi bilmiyorum ama duyduğumda, itiraf etmeliyim ki, beni o gün biraz etkilemeyi başarmıştın. bugün anlıyorum ki; bu cümleni o gün, aslında biraz eksik kurmuşsun…
her ne kadar zaman hepimiz için aynı akmasa da hepimiz aynı zaman dilimi içerisinde yaşıyoruz. başımıza gelenlerle birlikte tecrübelerimiz, algılarımız birbirimizin bakış açısından farklılıklar gösterebiliyor, evet. ama yine de, yaşarken öğrenmek; genç için de ihtiyar içinde ölene kadar devam eden bir süreç. bundandır ki; ihtiyarın saati ancak onu bir başka genç koluna taktığında ileride gider…
sen yaşadıklarını yaşamamam için elinden geleni ardına koymazken; ben gençliğimin olanca toyluğunu ardıma alıp, yaşamama öfkeleneceğin her şeyi yaşamak için bütün şartlarımı zorladım. yanılmadın evet. bir çoğu benim için hüsranla sonuçlandı. bir çoğu için sızlandım belki, bir çoğunun üstesinden gelmek için kendimi oldukça yıprattım da, evet. ama yanıldığın bir nokta var ki; hiç birinden hiçbir zaman pişman olmadım…
sana bunu ilk söylediğimde hiç bir şey söylemedin. her zaman ki gibi o buz soğuğu sessizliğine gömüldün. dolu dolu gözlerini gözlerime dikip; bir gün söylediklerimden pişman olacağım günü görmeyi deliler gibi arzularcasına, hatta ve hatta bende bulmayı umduğun bu pişmanlığın daha belki bugünden bir kırıntısını görebilme umuduyla, azılı bir hırsız gibi, ruhumun gizli köşelerini karıştırırcasına baktın bana. dilinden dökülmedi sözler belki ama ruhumu delip geçen bakışlarından o kadar belliydi ki; gözlerinden beni nankörlükle suçladığını bir kör bile görebilirdi…
öfkeliyim. haklı çıkmayı bu kadar arzuladığın için öfkeliyim. haklı çıkmayı arzularken beni bile isteye yıprattığın için çok öfkeliyim sana çünkü bu kadar haklı olmak zorunda değildin. sen bu kadar haklı olmayı istemeseydin, ya da birazcık mutlu olmayı isteyebilseydin bu kadar mutsuz olmaz belki de istediğin kadar mutlu olabilirdik…
ihtiyarın saati ileride gidermiş!
sırf haklı çıkmak için koştur koştur gittin peşinden azrailin…
sırf pişman olayım diye…
o gün umduğun o pişmanlığı, iflah olmaz bir vicdan azabı kılığına bürünüp de bezgin ruhuma ansızın sızarak, taaa öbür taraftan görmek için koştur koştur öldün anne….
ihtiyarın saati ileride gidermiş evet, ama az ilerisinde de geride bıraktıklarının zamanı dururmuş…
pişman olmadım anne. hala pişman olmadım.
ama öksüz kaldım.
bu seni yeterince haklı yapar mı?
10/05/23
böcek seslerinin usta bir terzi titizliğiyle, sessizliğini çok ciddi bir hünerle yırttığı bir mayıs gecesinde, ikincisi biteli epeyce olan ve asırlık bir çınar gibi masaya devrilen boş şarap şişesinden yansıyan mumun alevine takılmıştı gözlerim… tütün sarmaktan sararmış parmaklarımın arasında incecik bir sigarayı daha özenle sarıp; kanserli hücrelerimin açlığını giderme telaşıyla dudaklarımın arasına götürdüm. ayıklıktan oldukça uzaklaşmıştım fakat esrikliğe varmak için daha epeyce yolum vardı. olup biteni tekrar gözden geçirmek, geride bıraktığım yolu değerlendirmek, varacağım yeri tahmin etmek, kısacası her zaman yaptığım gibi bulmayı asla amaçlamayarak ama olur da cevaba denk gelirsem diye de buna hazırlıklı olarak hayatı sorgulamak için çok doğru bir zamandı…
etrafımda olup biten her şeyin farkındaydım ve yanımdan hızla akıp geçen zamanı görüp de ürkmemek elimde değildi. bunun yaşamayı sevmekten çok yaşamaya yetişmekle alakası olduğunu anlattım kendime defalarca ama yine de kendimle konuşmayı normalleştirmekte başarılı olduğum kadar kendimi buna ikna etmekte başarılı sayılmazdım. benim kendimle sohbetim yoktu aslında. hatta hiç olmamıştı. benim kendimle kavgam vardı ve bu kavgayı da ilk sen başlatmıştın…
ölümün beni hala çok fazla cezbettiğini ama buna rağmen ölmeyi asla arzulamadığımı sana söylemeliyim. ölüm ve yaşam odamın penceresine çakılı kalmış iki ayrı manzara benim için, evet… ve belirsizlik açısından ikisi de birbirinin aynısı benim açımdan. bazen bu gibi zamanlarda, sevgilisinden ayrılmış liseli ergen gibi yattığım yerden bu pencerenin dışında akıp giden hayatı seyre daldığımda; hangi manzaraya baktığımı bundandır ki sık sık karıştırıyorum…
“ihtiyarın saati ileride gider…” demiştin bir keresinde. söylemek için çok doğru bir zaman seçtiğinden mi bilmiyorum ama duyduğumda, itiraf etmeliyim ki, beni o gün biraz etkilemeyi başarmıştın. bugün anlıyorum ki; bu cümleni o gün, aslında biraz eksik kurmuşsun…
her ne kadar zaman hepimiz için aynı akmasa da hepimiz aynı zaman dilimi içerisinde yaşıyoruz. başımıza gelenlerle birlikte tecrübelerimiz, algılarımız birbirimizin bakış açısından farklılıklar gösterebiliyor, evet. ama yine de, yaşarken öğrenmek; genç için de ihtiyar içinde ölene kadar devam eden bir süreç. bundandır ki; ihtiyarın saati ancak onu bir başka genç koluna taktığında ileride gider…
sen yaşadıklarını yaşamamam için elinden geleni ardına koymazken; ben gençliğimin olanca toyluğunu ardıma alıp, yaşamama öfkeleneceğin her şeyi yaşamak için bütün şartlarımı zorladım. yanılmadın evet. bir çoğu benim için hüsranla sonuçlandı. bir çoğu için sızlandım belki, bir çoğunun üstesinden gelmek için kendimi oldukça yıprattım da, evet. ama yanıldığın bir nokta var ki; hiç birinden hiçbir zaman pişman olmadım…
sana bunu ilk söylediğimde hiç bir şey söylemedin. her zaman ki gibi o buz soğuğu sessizliğine gömüldün. dolu dolu gözlerini gözlerime dikip; bir gün söylediklerimden pişman olacağım günü görmeyi deliler gibi arzularcasına, hatta ve hatta bende bulmayı umduğun bu pişmanlığın daha belki bugünden bir kırıntısını görebilme umuduyla, azılı bir hırsız gibi, ruhumun gizli köşelerini karıştırırcasına baktın bana. dilinden dökülmedi sözler belki ama ruhumu delip geçen bakışlarından o kadar belliydi ki; gözlerinden beni nankörlükle suçladığını bir kör bile görebilirdi…
öfkeliyim. haklı çıkmayı bu kadar arzuladığın için öfkeliyim. haklı çıkmayı arzularken beni bile isteye yıprattığın için çok öfkeliyim sana çünkü bu kadar haklı olmak zorunda değildin. sen bu kadar haklı olmayı istemeseydin, ya da birazcık mutlu olmayı isteyebilseydin bu kadar mutsuz olmaz belki de istediğin kadar mutlu olabilirdik…
ihtiyarın saati ileride gidermiş!
sırf haklı çıkmak için koştur koştur gittin peşinden azrailin…
sırf pişman olayım diye…
o gün umduğun o pişmanlığı, iflah olmaz bir vicdan azabı kılığına bürünüp de bezgin ruhuma ansızın sızarak, taaa öbür taraftan görmek için koştur koştur öldün anne….
ihtiyarın saati ileride gidermiş evet, ama az ilerisinde de geride bıraktıklarının zamanı dururmuş…
pişman olmadım anne. hala pişman olmadım.
ama öksüz kaldım.
bu seni yeterince haklı yapar mı?
10/05/23
devamını gör...
3737.
bu başlık ve diyelim ki o bunu okuyor başlığı bazen beni ağlatıyor.
kendinize acımıyorsanız bize acıyın dostlar.
toplu taşımadayken asla tıklanmamalı bu başlıklar...
kendinize acımıyorsanız bize acıyın dostlar.
toplu taşımadayken asla tıklanmamalı bu başlıklar...
devamını gör...
3738.
başını kaldırdı. çocukluğundan beri seviyordu bu manzarayı ve bu saatleri. gökyüzü sanki ona tüm ışığını veriyormuş gibi uzandı çimenlere. bir soluk aldı ve bir soluk daha. gözlerini kapattı ezbere biliyordu artık tepesinden geçecek olan bulutu, ona selam vermeden batmayacak olan güneşi ve onu görür görmez cıvıl cıvıl ötecek olan kuşları. içi eridi güneşin sıcaklığı ile ve öylece durdu orada. zamanın bitmesini bekler gibi...
devamını gör...
3739.
ben hep o ekim akşamındayım. dışarıda yağmur yağarken plakta “acılar sürekli olamaz” şarkısının başlaması ile elini uzattığın ve hayatımda ilk kez bana uzatılan bir eli geri çevirmediğim an. ilk ama son olmayan o dans. kokunu ilk kez bu kadar yakından hissettiğim, gözlerinin mavisinde ilk kez kendi yansımamı, yansımanın ötesindeki beni gördüğüm o andayım. yapamadım, yapamazdım. buzlarımın aşka çözülmesine izin veremezdim. beni anlamanı beklemiyorum, benim bile kendimi anlamam çok zor çünkü. “niye buldun beni? neden ömrümün geri kalanının da önceki gibi geçmesine izin vermedin?” demiştin ya ben seni üzmeyi hiç istemedim. her şeyin çok farklı olacağını sandım. biliyorum senin için beklenmeyen bir misafirdim. fakat bin kez de çalsam o kapıyı, her seferinde bana yeniden açılır o kapılar. bunu sen de biliyorsun. ben ne kadar kaçarsam kaçayım kader yine seninle aynı çıkmaza getirecek beni. biliyorum. bu ikimizin kontrolünde olan bir şey değil. keşke yapabilsem. kendimi de seni de özgür bırakabilsem ama olmuyor işte yapamıyoruz. ne sen bir adım uzaklaşabilirsin ne de ben. birbirimize bir şekilde bağlıyız biz. yoksa seni bulabilir miydim hiç? benim masumiyetim, çocuksu yanım, kalbimin en hassas kalan yanı bil ki sana çok değer verdim. hiçbir zaman kırılmayacaksın sana söz veriyorum. kendimden bile koruyacağım seni. inan bana. duman ışığı saklayamaz acılar sürekli olamaz…
eskilerdennn
eskilerdennn
devamını gör...
3740.
hiç sektirmedi her sene ilk başladığı gibi darmadağın etmeyi. ve yine geldi iki gözümün çiçeği. hani, her geçen zamanda daha çok alışırdı insan bir buna mı alışamıyorum, bilmiyorum. bildiğim tek şey ilk başladığında sebebini bilemezken şimdi biliyorum . bu yüzden acıtıyor belki de bu yüzden unutamıyorum o son bakışı ,elinin sıcaklığını, gözünden akan yaşın süzülüşünü. yılın bu zamanında kapansa tüm ışıkları dünyanın doğmasın güneş diyorum olmaz mı pazartesi hiç bir şey olmamış gibi devam etsek hayatımıza .
tam şu anda bu satırları yazarken fona gelen şarkı anlatmaya yeter mi özlemimi sana.
içimde yanan hasretinle ben
baktım durdum senin yollarına
sensizlik bir ölüm sanki
her gün ölüp hiç ölmemek neymiş öğrendim . tam tamına 20 yıl. 240 ay .7200 gün.
tam şu anda bu satırları yazarken fona gelen şarkı anlatmaya yeter mi özlemimi sana.
içimde yanan hasretinle ben
baktım durdum senin yollarına
sensizlik bir ölüm sanki
her gün ölüp hiç ölmemek neymiş öğrendim . tam tamına 20 yıl. 240 ay .7200 gün.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2