normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
3901.
çok çok uzun şeyler yazıp içimi dökmek isterdim ama bu sadece boş bir çaba olurdu. kendimi ifade etmeye, diğer yazarlara bir şey anlatmaya dair herhangi bir çabam yok.
şu an ömrümü adadigim, uğrunda çalıştığım şey, hayalim, suya düştü. kendimi öyle bir boşlukta hissediyorum ki sırf sicilim bozulmasin diye sevmediğim ve tantanasına maruz kalıp oradan sadece uzaklastigim her insan evladına en ufak bir tahrikte senin ta ananı avradını deyip saldırabilirim.
hiç istemediğim hayatımın b planı olan yola girdim. yasal, kazancı yüksek fakat haram olan bir iş; dövme sanatçılığı.
iş teklifini bu büyük şehirde en bilinen ve çok yetenekli birinden alıp peygamber efendimizin yapan da yaptıran da lanetlenmiştir hadisi sebebiyle reddetmiştim.
teklif hala gecerli ve yaratıcım kusura bakmasın ama tüm ömrümü bir fabrikanin s***ndirik bir ofisinde kendini müdür sanacak kadar önemli gören torpille oraya gelmiş s** kırığı insan musveddelerinin arasında geçirmek istemiyorum.
bak yine uzun bir yazı oldu anasını s*** böyle işin.
şu an ömrümü adadigim, uğrunda çalıştığım şey, hayalim, suya düştü. kendimi öyle bir boşlukta hissediyorum ki sırf sicilim bozulmasin diye sevmediğim ve tantanasına maruz kalıp oradan sadece uzaklastigim her insan evladına en ufak bir tahrikte senin ta ananı avradını deyip saldırabilirim.
hiç istemediğim hayatımın b planı olan yola girdim. yasal, kazancı yüksek fakat haram olan bir iş; dövme sanatçılığı.
iş teklifini bu büyük şehirde en bilinen ve çok yetenekli birinden alıp peygamber efendimizin yapan da yaptıran da lanetlenmiştir hadisi sebebiyle reddetmiştim.
teklif hala gecerli ve yaratıcım kusura bakmasın ama tüm ömrümü bir fabrikanin s***ndirik bir ofisinde kendini müdür sanacak kadar önemli gören torpille oraya gelmiş s** kırığı insan musveddelerinin arasında geçirmek istemiyorum.
bak yine uzun bir yazı oldu anasını s*** böyle işin.
devamını gör...
3902.
sanırım ağlayarak uyumayalı baya olmuştu.
kendimi çok kötü hissediyorum.
nasıl anlatsam? sanki bir yere sıkışmışım da hem çıkış hem giriş gözükmüyor.
karanlık bir yerde birisinin beni kurtarmasını bekliyorum.
annemle tartıştık.
ama tamamı ile bir patlamaydı benim açımdan.
o patlama da çoğu şeyi tetikledi tabi.
üniversite sınavının açıklanmasına 10 gün kalmasının verdiği bir sinir stres var onu kaldıramadım sanırım.
her gün rüyamda sınav ve kabus görüyorum çok yoruyor ya.
açıp kaç netimin olduğuna bakamadım.
kitaplarımı da kaldıramadım.
biliyorum kitaplarımı kaldırırsam ve beklediğim gibi gelmezse açmak çok koyar.
sıkıntı şurada ki bir milyon gelse bile şaşırmam öyle bir kötü senaryo planı yapıyorum ki kafamda...
tamam diyorum yüz binden çok düşük gelirse mezuna kalırım ve yaptığım hataları bir daha yapmam her şey daha iyi olur diyorum ama gel bunu yüreğime anlat.
her gece mezuna kalırsam şunu şunu yaparım diye kafamda kuruyorum.
kazanıp ankara'ya gitmek istiyorum sözlük.
gerçekten çok istiyorum.
ve gerçekten sonuç çok kötü gelirse korkusu beni yiyip bitiriyor.,
tamam evdekiler her türlü beni destekliyor ama işte aması var sözlük.
kalmak çok zor.
allahın izni iel güzel bir yeri kazanıp gitmek istiyorum.
evde hiç bir şey yapmadan durmak da insana kafayı yedirtiyor.
herkesin tavırları batıyor, özellikle annemin.
ergenliğin verdiği bir batma mı yoksa gerçekten değişen şeyler mi var bilmiyorum.
ortaokuldaki varoluşsal sancım olan; ''kimsenin ilk tercih edeceği kişi ben değilim'' sancısını da bugün yaşayınca sanırım ilk tercih daha yakın.
neyse sözlük muhtemelen buraya sonraki karalama defterinde sınavlar açıklanmış olur ve heyecanla bazı şeyleri yazıyor olurum.
zira uni sınavı açıklansın 100 derdimin 99 çözülüyor.
istediğim yere gideyim artık.
kendimi çok kötü hissediyorum.
nasıl anlatsam? sanki bir yere sıkışmışım da hem çıkış hem giriş gözükmüyor.
karanlık bir yerde birisinin beni kurtarmasını bekliyorum.
annemle tartıştık.
ama tamamı ile bir patlamaydı benim açımdan.
o patlama da çoğu şeyi tetikledi tabi.
üniversite sınavının açıklanmasına 10 gün kalmasının verdiği bir sinir stres var onu kaldıramadım sanırım.
her gün rüyamda sınav ve kabus görüyorum çok yoruyor ya.
açıp kaç netimin olduğuna bakamadım.
kitaplarımı da kaldıramadım.
biliyorum kitaplarımı kaldırırsam ve beklediğim gibi gelmezse açmak çok koyar.
sıkıntı şurada ki bir milyon gelse bile şaşırmam öyle bir kötü senaryo planı yapıyorum ki kafamda...
tamam diyorum yüz binden çok düşük gelirse mezuna kalırım ve yaptığım hataları bir daha yapmam her şey daha iyi olur diyorum ama gel bunu yüreğime anlat.
her gece mezuna kalırsam şunu şunu yaparım diye kafamda kuruyorum.
kazanıp ankara'ya gitmek istiyorum sözlük.
gerçekten çok istiyorum.
ve gerçekten sonuç çok kötü gelirse korkusu beni yiyip bitiriyor.,
tamam evdekiler her türlü beni destekliyor ama işte aması var sözlük.
kalmak çok zor.
allahın izni iel güzel bir yeri kazanıp gitmek istiyorum.
evde hiç bir şey yapmadan durmak da insana kafayı yedirtiyor.
herkesin tavırları batıyor, özellikle annemin.
ergenliğin verdiği bir batma mı yoksa gerçekten değişen şeyler mi var bilmiyorum.
ortaokuldaki varoluşsal sancım olan; ''kimsenin ilk tercih edeceği kişi ben değilim'' sancısını da bugün yaşayınca sanırım ilk tercih daha yakın.
neyse sözlük muhtemelen buraya sonraki karalama defterinde sınavlar açıklanmış olur ve heyecanla bazı şeyleri yazıyor olurum.
zira uni sınavı açıklansın 100 derdimin 99 çözülüyor.
istediğim yere gideyim artık.
devamını gör...
3903.
ufak bir anlayışlı söz tüm duvarlarımı yıktı. güçlü durmaya o kadar odaklanmışım ki. şuan dokunsalar ağlayacak gibiyim..
devamını gör...
3904.
kötü haberin ilk duyrulduğu insan olmaktan da, kötü haberi başkalarına veren kişi olmaktan da, git gide daha da duygusuzlaşmaktan da, kalbimi yoklayıp yok yahu ben de insanım diye güncelleme almaya çalışmaktan da bir nebze yoruldum.
içimde bir boşluk hissediyorum ama daha da ilginci bu asla dolmayan boşluk hissini fark etme sürecinde sürekli olarak başkalarının delik deşik olmasına da şahit oluyorum.
boşluğa şükretmem için bu yorgunluk anladım, teker teker gelin.
içimde bir boşluk hissediyorum ama daha da ilginci bu asla dolmayan boşluk hissini fark etme sürecinde sürekli olarak başkalarının delik deşik olmasına da şahit oluyorum.
boşluğa şükretmem için bu yorgunluk anladım, teker teker gelin.
devamını gör...
3905.
en son yurtdışına çıktığımda, türkiye ile aramda 7 saat zaman farkı varken deprem olmuştu. deprem bölgesinde yaşamayanlarınızın çoğundan daha erken haberim olmuştur bu felaketten muhtemelen. tr saatiyle 4:26’da, telefonuma gelen bir “ben iyiyim” mesajıyla. hayatta en sevdiğim ve muhtemelen de hep en sevdiklerim arasında olacak olan bir adamdan gelen bir mesajla. normal şartlarda istanbul’da olması gereken…
seyahatimin kalan 4 gününü tarif etmem çok güç. birleşik devletlerin bana hitap etme potansiyeli en yüksek şehirlerinden birinde, o güzelim şehirde bok gibi geçen bir süreç. kaldırım kenarlarında, cafe ya da bar wifi ağlarına bağlanmaya çalışarak, ayık gezmeye tahammül edemeyecek kadar endişeli, üzgün, berbat bir ruh haliyle.
döndüm sonra. korkunç bir 1 hafta geçirdim l koltuğumda. günde bazen 1 öğün junk food, bazen sadece kahve ve sigara tükettim. alkol almadım hiç, neden bilmiyorum. erimiş gibi bir beyin, pelteleşmiş bir beden. arkadaşlarımın ısrarı olmasa en ihtiyaç duyulan zamanda nakit yardımı yapmak için bile online bankacılık sistemine giremeyecek bir takatsizlik çöktü üzerime. sadece ve hep ve durmaksızın televizyondaki canlı deprem yayınlarını takip ettim. twitterdaki yardım organizasyonlarının bir parçası bile olamayacak kadar kaçtım gerçeklikten. sanki bir ekranın ardından dramatik bir film izler gibi izlersem yaşananları, ağırlığı üzerime çökmez, çökemezmiş gibi davrandım. zannediyorum ömrümün en kontrolüm dışında akan dönemiydi. ikincil travmamı her şeyin önüne koyduğum, hareketsizliği bir kaçış olarak gördüğüm, işin kötüsü buna da razı olduğum. benim deprem fobim var. benim sevdiğim insanları en küçüğünden en büyüğüne tüm olumsuzluklardan korumaya muktedir olduğuma dair hatalı bir patternim de var. kendime dair bu bildiklerim sanırım beni sürükleyebileceği en çirkin yere sürükledi o bir haftada. işe yaramaması bir yana duygusal dünyamda her şeyin daha da karmaşık hale gelmesine sebep oldu bu katatoni. kendime gelmem gerektiğini işe döndüğümde fark ettim. ardından yaptıklarımın kendi kendime ruhumda açtığım yaralara merhem olduğuna inanmıştım. geçti sanmıştım. geçmemiş.
şimdi başka bir yerdeyim. ülkeyle aramda saat farkı yok ama evimden hiç hissetmediğim kadar uzakta hissediyorum. dünyanın bambaşka bir yerinde, afrika’nın en güzel şehirlerinden birindeyken, yapılabilecek, deneyimlenecek onlarca şey varken, hiç girmediğim kadar çok giriyorum twitter’a, hiç düşünmediğim kadar çok düşünüyorum sevdiğim insanları ve gözü karartsam istanbul’da bir saat içinde dokunabileceğim o adamı hiç özlemediğim kadar çok ve gerçek şekilde özlüyorum. çok, çok korkuyorum.
demek her uzaklaşışımda tekrar edecek kendini bu travma. demek müdahale etmek gerek gerçekten. demek yine itinayla ağzıma sıçmışım kendimin. afferim.
antakya’yı yıkılmadan önce son biz kez görebilirdik biz. bir yazı tura atmıştım. sonucu tura çıkarsa 31. yaşına 31 plaka kodlu o şehirde girme hayali kurduğunu söyleyen o adamı alıp antakya’ya götürecektim. 1 geceliğine hatta 12 saatten bile az süreliğine yanına gittim ama o benimle antakya’ya gelmedi. gözleri dolu dolu bindiği arabadan gözleri dolu dolu, antakya olmayan o şehirde indi. zaten hayali de değil şakasıymış o onun. belki gerisi ve diğer her şey de öyleydi.
önemli mi?
seyahatimin kalan 4 gününü tarif etmem çok güç. birleşik devletlerin bana hitap etme potansiyeli en yüksek şehirlerinden birinde, o güzelim şehirde bok gibi geçen bir süreç. kaldırım kenarlarında, cafe ya da bar wifi ağlarına bağlanmaya çalışarak, ayık gezmeye tahammül edemeyecek kadar endişeli, üzgün, berbat bir ruh haliyle.
döndüm sonra. korkunç bir 1 hafta geçirdim l koltuğumda. günde bazen 1 öğün junk food, bazen sadece kahve ve sigara tükettim. alkol almadım hiç, neden bilmiyorum. erimiş gibi bir beyin, pelteleşmiş bir beden. arkadaşlarımın ısrarı olmasa en ihtiyaç duyulan zamanda nakit yardımı yapmak için bile online bankacılık sistemine giremeyecek bir takatsizlik çöktü üzerime. sadece ve hep ve durmaksızın televizyondaki canlı deprem yayınlarını takip ettim. twitterdaki yardım organizasyonlarının bir parçası bile olamayacak kadar kaçtım gerçeklikten. sanki bir ekranın ardından dramatik bir film izler gibi izlersem yaşananları, ağırlığı üzerime çökmez, çökemezmiş gibi davrandım. zannediyorum ömrümün en kontrolüm dışında akan dönemiydi. ikincil travmamı her şeyin önüne koyduğum, hareketsizliği bir kaçış olarak gördüğüm, işin kötüsü buna da razı olduğum. benim deprem fobim var. benim sevdiğim insanları en küçüğünden en büyüğüne tüm olumsuzluklardan korumaya muktedir olduğuma dair hatalı bir patternim de var. kendime dair bu bildiklerim sanırım beni sürükleyebileceği en çirkin yere sürükledi o bir haftada. işe yaramaması bir yana duygusal dünyamda her şeyin daha da karmaşık hale gelmesine sebep oldu bu katatoni. kendime gelmem gerektiğini işe döndüğümde fark ettim. ardından yaptıklarımın kendi kendime ruhumda açtığım yaralara merhem olduğuna inanmıştım. geçti sanmıştım. geçmemiş.
şimdi başka bir yerdeyim. ülkeyle aramda saat farkı yok ama evimden hiç hissetmediğim kadar uzakta hissediyorum. dünyanın bambaşka bir yerinde, afrika’nın en güzel şehirlerinden birindeyken, yapılabilecek, deneyimlenecek onlarca şey varken, hiç girmediğim kadar çok giriyorum twitter’a, hiç düşünmediğim kadar çok düşünüyorum sevdiğim insanları ve gözü karartsam istanbul’da bir saat içinde dokunabileceğim o adamı hiç özlemediğim kadar çok ve gerçek şekilde özlüyorum. çok, çok korkuyorum.
demek her uzaklaşışımda tekrar edecek kendini bu travma. demek müdahale etmek gerek gerçekten. demek yine itinayla ağzıma sıçmışım kendimin. afferim.
antakya’yı yıkılmadan önce son biz kez görebilirdik biz. bir yazı tura atmıştım. sonucu tura çıkarsa 31. yaşına 31 plaka kodlu o şehirde girme hayali kurduğunu söyleyen o adamı alıp antakya’ya götürecektim. 1 geceliğine hatta 12 saatten bile az süreliğine yanına gittim ama o benimle antakya’ya gelmedi. gözleri dolu dolu bindiği arabadan gözleri dolu dolu, antakya olmayan o şehirde indi. zaten hayali de değil şakasıymış o onun. belki gerisi ve diğer her şey de öyleydi.
önemli mi?
devamını gör...
3906.
uyuşmuş hissediyorum.. ruhen, duygusal olarak uyuşmuş gibiyim. böyle biri değildim. üç gecedir ağlamadan uyuyamıyorum. inanılmaz bir ağlama tufanı var içimde. sevdiğim bir insana sarılarak, nefessiz kalana kadar ağlamak istiyorum. her şeyden uzaklaşmaya başladım, herkesten. evde şarkılarımla, yaktığım sigaralarla vakit geçirmek istiyorum. ruhum, enerjim alınmış elimden. binlerce konu beynimde dönüyor. hangisine çözüm bulacağımı kestiremiyorum, yetişemiyorum. ölü beyazı olan tenimle, adeta hayalet gibi dolanıyorum. bir şeyler yapıyorum, konuşuyorum, yatıyorum, kalkıyorum ama içimde öyle büyük bir uyuşukluk ve boşluk var ki tarif edemiyorum. nasıl hissettiğimi bile anlatamıyorum. gülüyorum ama sahici değil. çünkü gülerken bile acıyor içim. çok yazık edildi bana, bu hâle gelmemeliydim.. kimseye inanmamaya başladım, ikili ilişkilerden midem sahiden bulanmaya başladı.. neyse, o mahur beste çalsın, müjganla ben biraz daha ağlaşalım..
devamını gör...
3907.
elemanı "şu gelen atlı mıdır? git sor bakim bağdatlı mıdır" diye adamın yanına yolladım.
"aşıka bağdat sorulmazmış patrone" diye geri geldi. "ufukları aşar gidermiş"
peki bari dedim.
"aşıka bağdat sorulmazmış patrone" diye geri geldi. "ufukları aşar gidermiş"
peki bari dedim.
devamını gör...
3908.
ben gülmem gereken yaşta intiharı aklıma sokanlara (bkz: kırgınım) hakkımı helal etmiyorum.
devamını gör...
3909.
madrid’te bir klişenin önünde dilenen bir kadın, para verenler. harika bir arka zemin….
bayıldım kareye, fakirlik var , para var , din var…
ardı ardına bastım karelere ve kadın seslendi:
-“ neden fotoğraflarımı çekiyorsun?
- “çok güzel çıkrın. hatıra kalsın bende “
- “olmaz bana para vermelisin “
- “tabii “ bir euro uzattım..
- “ bu ne !!! çok az”
- “ neden fazla para vereyim? movie star mısın? porn star mı?
veeee bir euro mu aldım. fotoyu sildim. ama kare hala aklımda. keşke iki euro önerseydim
bayıldım kareye, fakirlik var , para var , din var…
ardı ardına bastım karelere ve kadın seslendi:
-“ neden fotoğraflarımı çekiyorsun?
- “çok güzel çıkrın. hatıra kalsın bende “
- “olmaz bana para vermelisin “
- “tabii “ bir euro uzattım..
- “ bu ne !!! çok az”
- “ neden fazla para vereyim? movie star mısın? porn star mı?
veeee bir euro mu aldım. fotoyu sildim. ama kare hala aklımda. keşke iki euro önerseydim
devamını gör...
3910.
arkadaşlar ben bıktım
devamını gör...
3911.
bazen kendimden sıyrılıp yaşadığım her şeye uzaktan bakıyorum. yine o anlardayım. kalkıp şehrine gitmişim, yalvarmışım, karşısında ağlamışım, delirmişim, sayıklamışım.. aylarca tutunmuşum ona. o kadar çok inanmışım ki, o kadar çok güvenmişim ki. bütün çabam bu yüzdenmiş. ben insanların bu kadar kötü olabileceğine, birini kandırabileceğine, bu kadar iyi rol yapabileceğine inanmak istemiyorum. saf deyin polyana deyin ama içim almıyor. insanlar neden bu kadar acımasız, merhametsiz? birini incitmek niye bu kadar kolay..? niye varsınız siz ya niye..?
devamını gör...
3912.
rüya yorumcularının benim, pazarcı esnafının bağırsaklarında bulunabilecek bağırsak kurtların internete ve sosyal ağlara bulaşmaması için alınacak tedbirlere dair komple yönetmelik yazdığım rüyamı da yorumlamalarını bekliyorum.
---
çocukken at diye sadece "laylon arabalara" koşulan atları gördüğümüzden mühimmat sözcüğüne anlam veremezdim. sonra bir gün bir yarış atı gördüm.
--------
düşersem alçaktan düşeyim diye avize takarken kendimi iple merdivenin birinci basamağına bağlamıştım.
---
çocukken at diye sadece "laylon arabalara" koşulan atları gördüğümüzden mühimmat sözcüğüne anlam veremezdim. sonra bir gün bir yarış atı gördüm.
--------
düşersem alçaktan düşeyim diye avize takarken kendimi iple merdivenin birinci basamağına bağlamıştım.
devamını gör...
3913.
bölüm ı.
evden ayrıldığımda, saat yedi civarındaydı. her şeyi arkamda bırakmıştım: bitmek bilmeyen, kabus gibi geceleri, kavgaları, öfke patlamalarını ve huzursuzlukları. annem sürekli ağlıyordu, dün gece yaşananlardan sonra gideceğimi anlamıştı. sarılmamıştık. daha fazla duygusallık istemiyordum. "uzaklaş! arturo," dedim, "bir daha dönmek yok! yepyeni bir hayat, sıkıntısız! baş ağrıları olmadan! geceleri uyuyabildiğin! mucize gibi!" "anne," dedim, "allaha ısmarladık!"
arkadaşımdan aldığım iki yüz, bir diğer arkadaşımın da halime acıyıp cebime sıkıştırdığı üç yüz lirayla, toplamda beş yüz lirayla yollara düşmüştüm. iyiydi çocuklar, halim haraptı! beterin beterini yaşadığımı hissediyordum. otobus garına varıp biletimi aldığımda, oturup bir sigara yaktım. 26 yıllık yaşamımın muhasebesine hemen o an başlamak istemiştim. lakin kabarıktı! yılların acıları! "boşver, arturo!"
"şu kıza bak sen! şiir gibi. onlar ne bacaklar öyle!" sonsuza kadar aşkıyla yanabilirdim onun, "sevgilim!" derdim, hadi, birlikte tatile gidiyoruz. annem ve ağabeyim için ayrı bir yerde tatil organize ettim. beş yıldızlı! dört dörtlük. biz de seninle, güzel vakit geçiririz değil mi? sevgilim? şimdi yanağından bir öpücük ver sevgiline, arturo'ya."
otobüs perona yanaşmıştı. içeri girdim. ucuz yollu bulduğum biletlerden biriydi. aras turizm! doğu'dan başlayıp tüm türkiye'yi dolanan o muhteşem otobüslerden biriydi. oturdum, yirmi bir numara. şimdi, şehri terk etme zamanı. yavaş yavaş kalkan otobüste, sanki sadece şehri değil, anılarımı da terk ediyordum. dökülüyordu adeta sancılarım, heyecanlanmıştım! o büyük şehre, istanbul'a hareket ediyordum. ne şehir! ne büyük umutlar! ne sevdalar gizliydi orada. beni bekleyen büyük kavgalar ve hüzünler ve aşk! heyecanla sağ parmağımı öpüp havaya kaldırdım, "tanrım," dedim, "beni destekle. yeterince acı çekmedim mi? biraz torpile ihtiyacım var, tanrım!"
evden ayrıldığımda, saat yedi civarındaydı. her şeyi arkamda bırakmıştım: bitmek bilmeyen, kabus gibi geceleri, kavgaları, öfke patlamalarını ve huzursuzlukları. annem sürekli ağlıyordu, dün gece yaşananlardan sonra gideceğimi anlamıştı. sarılmamıştık. daha fazla duygusallık istemiyordum. "uzaklaş! arturo," dedim, "bir daha dönmek yok! yepyeni bir hayat, sıkıntısız! baş ağrıları olmadan! geceleri uyuyabildiğin! mucize gibi!" "anne," dedim, "allaha ısmarladık!"
arkadaşımdan aldığım iki yüz, bir diğer arkadaşımın da halime acıyıp cebime sıkıştırdığı üç yüz lirayla, toplamda beş yüz lirayla yollara düşmüştüm. iyiydi çocuklar, halim haraptı! beterin beterini yaşadığımı hissediyordum. otobus garına varıp biletimi aldığımda, oturup bir sigara yaktım. 26 yıllık yaşamımın muhasebesine hemen o an başlamak istemiştim. lakin kabarıktı! yılların acıları! "boşver, arturo!"
"şu kıza bak sen! şiir gibi. onlar ne bacaklar öyle!" sonsuza kadar aşkıyla yanabilirdim onun, "sevgilim!" derdim, hadi, birlikte tatile gidiyoruz. annem ve ağabeyim için ayrı bir yerde tatil organize ettim. beş yıldızlı! dört dörtlük. biz de seninle, güzel vakit geçiririz değil mi? sevgilim? şimdi yanağından bir öpücük ver sevgiline, arturo'ya."
otobüs perona yanaşmıştı. içeri girdim. ucuz yollu bulduğum biletlerden biriydi. aras turizm! doğu'dan başlayıp tüm türkiye'yi dolanan o muhteşem otobüslerden biriydi. oturdum, yirmi bir numara. şimdi, şehri terk etme zamanı. yavaş yavaş kalkan otobüste, sanki sadece şehri değil, anılarımı da terk ediyordum. dökülüyordu adeta sancılarım, heyecanlanmıştım! o büyük şehre, istanbul'a hareket ediyordum. ne şehir! ne büyük umutlar! ne sevdalar gizliydi orada. beni bekleyen büyük kavgalar ve hüzünler ve aşk! heyecanla sağ parmağımı öpüp havaya kaldırdım, "tanrım," dedim, "beni destekle. yeterince acı çekmedim mi? biraz torpile ihtiyacım var, tanrım!"
devamını gör...
3914.
bu aralar canım sıkkın. işle ilgili iş arkadaşlarıma çığlık ata ata bağırasım var ama susuyorum. sorumsuz insanlarla çalışmak çok zor çok.
devamını gör...
3915.
bugun yol kenarındaki 2 vişne ağacından 1 torba vişne topladım.öyle duruyordu kaç zamandır kimse toplamamış,yazık olacaktı.
annem vişne şurubu yapacak.
annem vişne şurubu yapacak.
devamını gör...
3916.
her sabah işe giderken servise bindigim durağa evli bir çift geliyor.
eleman tam bir nasıl desem daha görüntüsüyle insanı rahatsiz eden tipler vardır ya hani dış görünüş olarak da değil bir hissiyat; tam da öyle bir şey..
genç kadın ise kapalı elemanın her daim gözlerinin içine bakan anladığım kadarıyla bakışlarından sadece benimle biraz ilgilen biraz kaale al der gibi bakan biri.
bu eleman her sabah servise bindiğinde sanki karısı hiç orada yokmuş gibi önden binen eşi arkada otobüse bir an önce binmeye çalışan kalabalığın arasında kaldığını umursamayan, durağa yürürken önden giden, durağa varınca da bir arkadaşını görsün eşine bir şey demeden hemen onun yanına giden biri.
ne kadar dallama değil mi ?
sonracima bir arkadaşım vardı. nişanlısını 8 defa aldatmış 8. defa yakalandığında ise terk edilmiş eski bir arkadaş. nişanlısını daha doğrusu eski nişanlısını tanırım. böyle pamuk gibi hani bu kıza da bu yapılmaz denilen türden bir insan.
bana gelirsek şahsen ben iyi bir insan olduğumu iddia etmiyorum. olduğumu da düşünmüyorum.
ama bazen bu yukarıda yazdığım dallamalara istinaden benim neyim eksik lan diye düşünüyorum. ne kadar kıymetli şeylere sahip olduklarının farkında bile değiller. ne acı.
eleman tam bir nasıl desem daha görüntüsüyle insanı rahatsiz eden tipler vardır ya hani dış görünüş olarak da değil bir hissiyat; tam da öyle bir şey..
genç kadın ise kapalı elemanın her daim gözlerinin içine bakan anladığım kadarıyla bakışlarından sadece benimle biraz ilgilen biraz kaale al der gibi bakan biri.
bu eleman her sabah servise bindiğinde sanki karısı hiç orada yokmuş gibi önden binen eşi arkada otobüse bir an önce binmeye çalışan kalabalığın arasında kaldığını umursamayan, durağa yürürken önden giden, durağa varınca da bir arkadaşını görsün eşine bir şey demeden hemen onun yanına giden biri.
ne kadar dallama değil mi ?
sonracima bir arkadaşım vardı. nişanlısını 8 defa aldatmış 8. defa yakalandığında ise terk edilmiş eski bir arkadaş. nişanlısını daha doğrusu eski nişanlısını tanırım. böyle pamuk gibi hani bu kıza da bu yapılmaz denilen türden bir insan.
bana gelirsek şahsen ben iyi bir insan olduğumu iddia etmiyorum. olduğumu da düşünmüyorum.
ama bazen bu yukarıda yazdığım dallamalara istinaden benim neyim eksik lan diye düşünüyorum. ne kadar kıymetli şeylere sahip olduklarının farkında bile değiller. ne acı.
devamını gör...
3917.
bugün gerçekten denedim ancak karalayamadım defteri
devamını gör...
3918.
çok sıcak sözlük anlatabiliyor muyum? dışarı çıkılamayacak kadar sıcak (zaten güneş alerjim var). kitap okunmayacak kadar, resim çizemeyecek kadar sıcak. bugün 33 dereceydi, yarın 35 olacakmış. fanın önüne yattım hiçbir şey yapamıyorum. help!
devamını gör...
3919.
bölüm ı.ıı
yanımda kırklı yaşlarının sonuna yaklaşmış bir adam oturuyordu. kötü kokmuyordu, yüzünde, sürekli hayatın kavgasını vermiş insanların yüzünde olan bir takım çizgiler vardı. alnı, güneşten gözlerini kısmaktan ya da öfkeden, belirgin çizgilere sahipti. bıyıkları gürdü, klasik bir kürt görünümü vardı. kürt olduğunu kilometrelerce uzaktan anlayabilirdiniz. muhabbet açacaktım, biliyordum, konuşacaktık. çünkü kürtleri severdim. garibanın halinden anlarlardı, bakışlarından anlarlardı seni, "bu da bizden, hayatın bokunu yemiş biri." derlerdi ve onu anladıkları anda konuşurlardı seninle. bazı mahallelerde kürtler kalabalık gezerlerdi ve benim yaşadığım yerde, yaşam tarzları ve görüntüleriyle insan bir miktar çekinirdi onlardan. ben çekinmezdim, seviyordum bu herifleri.
güneşin altında, saatlerce çalışırlardı. inşaatta amelelik yaparlardı. zorluk nedir bilmezlerdi. fizik gücüyle yapılacak bir iş varsa, oraya birkaç kürt bırakırdın ve sorun çözülüverirdi. çıkılmaz ağaçların tepesine çıkar, iki dakikada tüm cevizleri döküverirlerdi.
"yılan gibi," demişti dedem,
"iki taneydiler, uzun boylu, kavruk, sırayla bahçeleri gezip, dökülecek ağaç varsa döküyorlar. bana da geldiler. bizim ceviz ağacını bilirsin, uzun! bu yaşta nasıl çıkacağım?"
"dede! dökülen cevizlerden bir torbası bizim olsun. tüm cevizleri indiririz. gerisi senin olur. dalında çürümesinden iyidir. bizim geçimimiz bununla."
dedem, "davranın o halde!" demişti ve kendi ifadesiyle, "bir zıpladılar ki gözüm görmedi. bir baktım, ağacın tepesindeler. bir sallama ki dallar kırılacak sandım! on dakikada bir tane ceviz kalmadı. sonra torbalarını aldılar,
"doldurun! istediğiniz kadar!" dedim, "haketmişlerdi. öyle babayiğitlerdi ki! buraların adamı değiller, bunlar her işi görür. taşı sıksa suyunu çıkarır, içer. bunlar öyle adamlardı, arturo."
sonra biraz konuştuk, adamla. adıyamanlı, tütüncüymüş. tütünlerle alakalı ilginç şeyler söyledi. uzmanından! işi bildiği her halinden belliydi. bu işi hakkıyla yapan birinin özgüveniyle konuşuyordu. tütün ile iletişimi vardı, seviyordu onu, rızkını ondan kazanıyordu, arada tüttürüyordu.
"sarı tütün, en kötüsüdür. tütün esmerleştikçe, kalitesi artar. sarı tütün gördün mü? kaçacaksın. bazıları tütünü esmerleştirmek için üzerine fısfıs sıkarlar. fısfıs dediğim, ilaç. tarım ilacı. böcekleri öldüren cinsten. ben kullanmam, bizde böyle şeyler yoktur, neyse o! sarı tütünü garibana satarız, esmer tütünler yurt dışına gider. istanbul'da dükkanımız da var. adıyaman'da da birkaç tane alıcı var. iki tane adam, gelir, alır ve giderler. bizimkiler iyi tütün içmezler, parası olan, iyi tütünü alır. ticarette kanun budur."
molada birkaç sigara sardı benim için, içtik, ağır geldi, biraz öksürdüm. sonra istanbul'a vardık, selamlaşıp ayrıldık. yeni yaşamıma ilk adımımı atmıştım. bu sefer çözecektik bu işi, ben ve tanrım! bana yardım edecekti bu sefer, inanıyordum. şans dönecekti, sıkıntı kotamın ciddi bir miktarını doldurmuştum. karnım acıkmıştı, tam ekmek döner ve ayran. karnımı da adamakıllı doyurmuştum.
"işte," dedim,
"arturo, başarmaya hazır mısın? ve başarılı hikayelerini anlatmaya? insanlara? bugünleri unutma. hepsini anlatacaksın. yüzlerce kişiyle dolu bir salonda, herkes sana kitlenmiş bir şekilde hikayeni dinleyecek. bu abiden de bahsedeceksin, "işini iyi yapan bir adamdan öğrendiklerim!" diyerek. sonra korkunç bir alkış yükselecek. herkes, sana bakacak. seni övecekler kendi aralarında. güzel kızlar, randevu için sıraya girecekler seninle. öpücüklerin için yanıp tutuşacaklar. işte o zaman, arturo, bu hayatı oldurmuşsun demektir."
heyecanlanmıştım, otobüse binip, arkadaşlarımın yanına gidecektim. beni evlerine kabul etmişlerdi, "gel," demişlerdi, "kira falan yok, sigara paranı al ve gel." iyi adamlardı, yaşanılan kötü şeylerden haberleri vardı, daha önceden onlara adamakıllı iyiliklerim de dokunmuştu. iyi olduğum zamanlarda, birlikteydik. az ekmek paylaşmamıştık. şimdiyse, karşılığını görüyordum. eden, bulur! arturo'yla arkadaş olmanın ne demek olduğunu biliyorlardı. arturo, sağlam adam! büyük hayalleri olan biri, kolay eğilip bükülmez!
yanımda kırklı yaşlarının sonuna yaklaşmış bir adam oturuyordu. kötü kokmuyordu, yüzünde, sürekli hayatın kavgasını vermiş insanların yüzünde olan bir takım çizgiler vardı. alnı, güneşten gözlerini kısmaktan ya da öfkeden, belirgin çizgilere sahipti. bıyıkları gürdü, klasik bir kürt görünümü vardı. kürt olduğunu kilometrelerce uzaktan anlayabilirdiniz. muhabbet açacaktım, biliyordum, konuşacaktık. çünkü kürtleri severdim. garibanın halinden anlarlardı, bakışlarından anlarlardı seni, "bu da bizden, hayatın bokunu yemiş biri." derlerdi ve onu anladıkları anda konuşurlardı seninle. bazı mahallelerde kürtler kalabalık gezerlerdi ve benim yaşadığım yerde, yaşam tarzları ve görüntüleriyle insan bir miktar çekinirdi onlardan. ben çekinmezdim, seviyordum bu herifleri.
güneşin altında, saatlerce çalışırlardı. inşaatta amelelik yaparlardı. zorluk nedir bilmezlerdi. fizik gücüyle yapılacak bir iş varsa, oraya birkaç kürt bırakırdın ve sorun çözülüverirdi. çıkılmaz ağaçların tepesine çıkar, iki dakikada tüm cevizleri döküverirlerdi.
"yılan gibi," demişti dedem,
"iki taneydiler, uzun boylu, kavruk, sırayla bahçeleri gezip, dökülecek ağaç varsa döküyorlar. bana da geldiler. bizim ceviz ağacını bilirsin, uzun! bu yaşta nasıl çıkacağım?"
"dede! dökülen cevizlerden bir torbası bizim olsun. tüm cevizleri indiririz. gerisi senin olur. dalında çürümesinden iyidir. bizim geçimimiz bununla."
dedem, "davranın o halde!" demişti ve kendi ifadesiyle, "bir zıpladılar ki gözüm görmedi. bir baktım, ağacın tepesindeler. bir sallama ki dallar kırılacak sandım! on dakikada bir tane ceviz kalmadı. sonra torbalarını aldılar,
"doldurun! istediğiniz kadar!" dedim, "haketmişlerdi. öyle babayiğitlerdi ki! buraların adamı değiller, bunlar her işi görür. taşı sıksa suyunu çıkarır, içer. bunlar öyle adamlardı, arturo."
sonra biraz konuştuk, adamla. adıyamanlı, tütüncüymüş. tütünlerle alakalı ilginç şeyler söyledi. uzmanından! işi bildiği her halinden belliydi. bu işi hakkıyla yapan birinin özgüveniyle konuşuyordu. tütün ile iletişimi vardı, seviyordu onu, rızkını ondan kazanıyordu, arada tüttürüyordu.
"sarı tütün, en kötüsüdür. tütün esmerleştikçe, kalitesi artar. sarı tütün gördün mü? kaçacaksın. bazıları tütünü esmerleştirmek için üzerine fısfıs sıkarlar. fısfıs dediğim, ilaç. tarım ilacı. böcekleri öldüren cinsten. ben kullanmam, bizde böyle şeyler yoktur, neyse o! sarı tütünü garibana satarız, esmer tütünler yurt dışına gider. istanbul'da dükkanımız da var. adıyaman'da da birkaç tane alıcı var. iki tane adam, gelir, alır ve giderler. bizimkiler iyi tütün içmezler, parası olan, iyi tütünü alır. ticarette kanun budur."
molada birkaç sigara sardı benim için, içtik, ağır geldi, biraz öksürdüm. sonra istanbul'a vardık, selamlaşıp ayrıldık. yeni yaşamıma ilk adımımı atmıştım. bu sefer çözecektik bu işi, ben ve tanrım! bana yardım edecekti bu sefer, inanıyordum. şans dönecekti, sıkıntı kotamın ciddi bir miktarını doldurmuştum. karnım acıkmıştı, tam ekmek döner ve ayran. karnımı da adamakıllı doyurmuştum.
"işte," dedim,
"arturo, başarmaya hazır mısın? ve başarılı hikayelerini anlatmaya? insanlara? bugünleri unutma. hepsini anlatacaksın. yüzlerce kişiyle dolu bir salonda, herkes sana kitlenmiş bir şekilde hikayeni dinleyecek. bu abiden de bahsedeceksin, "işini iyi yapan bir adamdan öğrendiklerim!" diyerek. sonra korkunç bir alkış yükselecek. herkes, sana bakacak. seni övecekler kendi aralarında. güzel kızlar, randevu için sıraya girecekler seninle. öpücüklerin için yanıp tutuşacaklar. işte o zaman, arturo, bu hayatı oldurmuşsun demektir."
heyecanlanmıştım, otobüse binip, arkadaşlarımın yanına gidecektim. beni evlerine kabul etmişlerdi, "gel," demişlerdi, "kira falan yok, sigara paranı al ve gel." iyi adamlardı, yaşanılan kötü şeylerden haberleri vardı, daha önceden onlara adamakıllı iyiliklerim de dokunmuştu. iyi olduğum zamanlarda, birlikteydik. az ekmek paylaşmamıştık. şimdiyse, karşılığını görüyordum. eden, bulur! arturo'yla arkadaş olmanın ne demek olduğunu biliyorlardı. arturo, sağlam adam! büyük hayalleri olan biri, kolay eğilip bükülmez!
devamını gör...
3920.
uzun süredir mücadele ettiğim, başaracağım dediğim ne varsa hepsini siktir ettim artık. sıfırdan bir başlangıç yapmak zorundayım. bu benim kararım değildi, isteğim hiç değildi. sadece devam edecek hiç gücüm kalmadı.
sevdiğim bir mesleğim vardı onu bıraktım, artık yapmayacağım. yeni bir iş bulmam gerekiyor, ne yapacağıma dair en ufak bile bir fikrim yok. hiç istemediğim bir işte çalışma olanağım yüksek.
ailemle, özellikle annemle sürekli kavga ediyoruz. o bana ben ona bağırıyoruz sürekli. öğlen yaptığımız kavgadan beri doğru dürüst hiç konuşmadık.
ağladım bugün, biraz yüzdüm. 1 haftadır nerdeyse her gün yüzüyorum. eskiden olduğu gibi. denizin içinde büyüyünce dönüp dolaşıp yine oraya gidiyor ayağınız. su içmeye üşeniyorum ama denize girmeye üşenmiyorum bu aralar.
babam eskiden haftada bir denize götürürdü beni. sadece iki saat. çarşamba günleri olurdu bu genelde. 24 senelik yaşantımla benle ilgilendiği nadir anlardan biridir. bi dönem ayda bir internet kafeye götürüyordu, sonra eve pc aldım, harçlıklarımla.
son 1.5 senem depresyonla geçiyor. daha fazlada olabilir. uzun süredir anksiyete krizi geçirmiyordum niyeyse biranda çıkageldi gene. hep aynı yerden geliyor. tek bir noktadan oluk oluk akıyor.
algıda seçicilik, şans, kader, işaret adına ne derseniz deyin hep en kötü zamanda ya da en unuttum dediğiniz anda olur bu şeyler. murphy kanunu gibi bişey olsa gerek. ne olduğundan bahsetmek istemiyorum, kabak tadı veriyor artık. çoğu şeyi de ben abartıyorum zaten. sağlam kafayla düşününce bunun denk gelmesi gayet normal, önlemi baştan almalıydım.
yazınca rahatlıyorum, daha fazla yazmam lazım. bu yazma çizme işlerine geri dönmem şart. kendi kendimi tedavi etmeliyim.
babam galiba haftada bir değil ayda bir denize götürüyordu beni tam emin olamadım şimdi.
sevdiğim bir mesleğim vardı onu bıraktım, artık yapmayacağım. yeni bir iş bulmam gerekiyor, ne yapacağıma dair en ufak bile bir fikrim yok. hiç istemediğim bir işte çalışma olanağım yüksek.
ailemle, özellikle annemle sürekli kavga ediyoruz. o bana ben ona bağırıyoruz sürekli. öğlen yaptığımız kavgadan beri doğru dürüst hiç konuşmadık.
ağladım bugün, biraz yüzdüm. 1 haftadır nerdeyse her gün yüzüyorum. eskiden olduğu gibi. denizin içinde büyüyünce dönüp dolaşıp yine oraya gidiyor ayağınız. su içmeye üşeniyorum ama denize girmeye üşenmiyorum bu aralar.
babam eskiden haftada bir denize götürürdü beni. sadece iki saat. çarşamba günleri olurdu bu genelde. 24 senelik yaşantımla benle ilgilendiği nadir anlardan biridir. bi dönem ayda bir internet kafeye götürüyordu, sonra eve pc aldım, harçlıklarımla.
son 1.5 senem depresyonla geçiyor. daha fazlada olabilir. uzun süredir anksiyete krizi geçirmiyordum niyeyse biranda çıkageldi gene. hep aynı yerden geliyor. tek bir noktadan oluk oluk akıyor.
algıda seçicilik, şans, kader, işaret adına ne derseniz deyin hep en kötü zamanda ya da en unuttum dediğiniz anda olur bu şeyler. murphy kanunu gibi bişey olsa gerek. ne olduğundan bahsetmek istemiyorum, kabak tadı veriyor artık. çoğu şeyi de ben abartıyorum zaten. sağlam kafayla düşününce bunun denk gelmesi gayet normal, önlemi baştan almalıydım.
yazınca rahatlıyorum, daha fazla yazmam lazım. bu yazma çizme işlerine geri dönmem şart. kendi kendimi tedavi etmeliyim.
babam galiba haftada bir değil ayda bir denize götürüyordu beni tam emin olamadım şimdi.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
268
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2