normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
201.
... peki insan nedir? ne yaptığımızda insan olmanın zarif hissiyatına erişebiliriz? kendimizi dünyevi zevklerden soyutlamamız mı gerekiyor? yoksa bir şeyler mi başarmamız gerekiyor?
hayır, bence bunların hiçbiri değil. bence iki şey insanı insan yapandır.
her şeyden önce yaşamımızı belirli ilke ve prensiplere göre şekillendirmek, zaman denen bu ulu çınarın yapraklarına hayat veren bir yağmur damlası olarak düşmek için yapılması gereken en elzem düzenlemedir. ilkeler çerçevesinde hareket etmeyip, kendini çevresine göre şekillendiren bir varlığın hayatı boşa geçmiş demektir. çünkü ilkeler ve prensipler, insanın amaçsızlığa ve cehalete karşı dimdik durmasına yardım eden dayanak noktalarıdır.
saygı ise insandaki eksiklikleri kapatan tamamlayıcı parçadır. çünkü saygı çerçevesinde insan, olaylara ve varlıklara üstten bakmak yerine uzaktan bakmayı öğrenir, bu sayede damarlarında akmakta olan kibir ve çokbilmişlik duygusundan arınmayı başarır.
bu satırları daha 17 yaşımda, yolun çok başındayken yazmıştım. belki de edindiğim tecrübeler, düşüncelerimi kökten değiştirecektir. ancak bir başlangıç noktamın olması ve bunu somutlaştırmak yolunda attığım adımlar bana hep mutluluk verecektir.
hayır, bence bunların hiçbiri değil. bence iki şey insanı insan yapandır.
her şeyden önce yaşamımızı belirli ilke ve prensiplere göre şekillendirmek, zaman denen bu ulu çınarın yapraklarına hayat veren bir yağmur damlası olarak düşmek için yapılması gereken en elzem düzenlemedir. ilkeler çerçevesinde hareket etmeyip, kendini çevresine göre şekillendiren bir varlığın hayatı boşa geçmiş demektir. çünkü ilkeler ve prensipler, insanın amaçsızlığa ve cehalete karşı dimdik durmasına yardım eden dayanak noktalarıdır.
saygı ise insandaki eksiklikleri kapatan tamamlayıcı parçadır. çünkü saygı çerçevesinde insan, olaylara ve varlıklara üstten bakmak yerine uzaktan bakmayı öğrenir, bu sayede damarlarında akmakta olan kibir ve çokbilmişlik duygusundan arınmayı başarır.
bu satırları daha 17 yaşımda, yolun çok başındayken yazmıştım. belki de edindiğim tecrübeler, düşüncelerimi kökten değiştirecektir. ancak bir başlangıç noktamın olması ve bunu somutlaştırmak yolunda attığım adımlar bana hep mutluluk verecektir.
devamını gör...
202.
dar sokaktan geçiyordum. rengarenk boyalı evlerin olduğu. bir şarkı dudaklarımda geçmişin özlemiyle.
güneş dalgalandı cephelerden.
ışık yoğunlaştırdı evlerin pembelerini, kırmızılarını yeşillerini
birkaç çocuk, kendilerine has cıvıltılarıyla şarkımı bastırdı da rahatsız olmadım.
hayat akıyordu işte.
bu sokakta, kesme taş yolda.
pencerelerde yansıyan bembeyaz bulutların arasında.
nefes aldım.
tuttum nefesimi sonra salıverdim tüm hücrelerimden geçmişin kelepçelerini.
güneş dalgalandı cephelerden.
ışık yoğunlaştırdı evlerin pembelerini, kırmızılarını yeşillerini
birkaç çocuk, kendilerine has cıvıltılarıyla şarkımı bastırdı da rahatsız olmadım.
hayat akıyordu işte.
bu sokakta, kesme taş yolda.
pencerelerde yansıyan bembeyaz bulutların arasında.
nefes aldım.
tuttum nefesimi sonra salıverdim tüm hücrelerimden geçmişin kelepçelerini.
devamını gör...
203.
sevgili sokak lambam,
sana bu sözleri gecenin bir sonunda, sabahın bir başında ve bir milletin kış uykusunda yazıyorum. biliyorum hatırlanmaya değmeyecek sözler söyledik. biliyorum anadilimiz olsan sevgiyi tarihin tozlu sayfaları öksürte öksürte boğdu. ama ne diyebiliriz ki?
sevgili sokak lambam, bir hikaye yazacağın zaman giriş cümlenin ne olduğu önemlidir. ama nereye vardığın hep daha önemli olmuştur. o süreçte yaşadıkların değildir mühim olan. gösterişli bir finalin yoksa havai fişek patlatmazlar. sen tamam korkarsın havai fişeklerden bilirim. ama bütün büyük başarılar bir ışık ve gürültü cümbüşüyle kutlanır. alışmalısın. çünkü sen sen bu hikayenin demirbaşısın.
sevgili sokak lambam, bir gün yorulursam senin altında dinleneceğimi söyledim. senin ışığında yazıp okuyacak ve günü senle selamlayacaktım. ama bu dünya b-612 değil ve yola çıkarsam yorulduğumda geri dönemeyeceğimi anladım çünkü bu tüm yaptıklarımızı çöpe atmak olur.
sana bu sözleri gecenin bir sonunda, sabahın bir başında ve bir milletin kış uykusunda yazıyorum. biliyorum hatırlanmaya değmeyecek sözler söyledik. biliyorum anadilimiz olsan sevgiyi tarihin tozlu sayfaları öksürte öksürte boğdu. ama ne diyebiliriz ki?
sevgili sokak lambam, bir hikaye yazacağın zaman giriş cümlenin ne olduğu önemlidir. ama nereye vardığın hep daha önemli olmuştur. o süreçte yaşadıkların değildir mühim olan. gösterişli bir finalin yoksa havai fişek patlatmazlar. sen tamam korkarsın havai fişeklerden bilirim. ama bütün büyük başarılar bir ışık ve gürültü cümbüşüyle kutlanır. alışmalısın. çünkü sen sen bu hikayenin demirbaşısın.
sevgili sokak lambam, bir gün yorulursam senin altında dinleneceğimi söyledim. senin ışığında yazıp okuyacak ve günü senle selamlayacaktım. ama bu dünya b-612 değil ve yola çıkarsam yorulduğumda geri dönemeyeceğimi anladım çünkü bu tüm yaptıklarımızı çöpe atmak olur.
devamını gör...
204.
saat 6 küsur, buçuğu geçmiş. alexandria çalmaya başlıyor, uzaklardan uzaklardan. aklıma geliyorsun, sonra "bundan sonra adını anmayacağız onun" diyen kardeşim geliyor aklıma, o kızacak biliyorum ama akıl bu. bende yok ki?
neyse allah belanı vermesin kadın, uzak dur beynimden.
to dyhti çalmaya başladı şimdi de, mealinde kabaca der ki,
"hayatında daima gözlerini açık tut, çünkü önünde bir ağ var. "
böcek gibi yakalanmak var sonra o ağa, küçücük kırmızı siyah bir böcek, puh!!
yatayım ben, kaldır allahım!
neyse allah belanı vermesin kadın, uzak dur beynimden.
to dyhti çalmaya başladı şimdi de, mealinde kabaca der ki,
"hayatında daima gözlerini açık tut, çünkü önünde bir ağ var. "
böcek gibi yakalanmak var sonra o ağa, küçücük kırmızı siyah bir böcek, puh!!
yatayım ben, kaldır allahım!
devamını gör...
205.
dar ara sokaklar,
görüş mesafesi tanımayan binalar,
piyangodan çıkmış gibi her yerden fırlayan insanlar...
bu hengamenin içinde sakin kalabilmek, kafanın rahat olabilmesi mümkün mü?
ya da tam tersi olsa?
sokaklar geniş, gökyüzü alabildiğine açık alabildiğine mavi olsa.
kimse piyangodan çıkmasa, çıkanlar da hep bizden olsa.
o zaman sakin kalabilir miydik, kafamız rahat olur muydu?
...
yılların taksicisiydi ama istanbul işte o kadar karışıktı ki aşina olmadığınız bir muhitte sizi çaresiz bırakabiliyordu.
öyle de oldu. her zamankinden daha fazla araca ev sahipliği yapan sokağa girdi. amacı kestirmeden gitmekti.
ama hesap etmediği bir şey vardı. o gün her zamanki gibi pazar kurulmuştu. yani çıkmaz sokaktaydı.
sokağın ortasına geldiğinde ise yavaşladı. çünkü o gün zaten yer bulması zor olan sokakta bir hareketlilik vardı. yer paylaşımı önemliydi.
bazı araç sahiplerinden araçlarının yerini değiştirmeleri istenmişti. sokağınıza pazar kuruluyorsa bu tarz fedakarlıklar gerekliydi.
aracını durdurduğunda ise önündeki araçtan inen genç kendisine daha fazla ilerleyemeyeceğini, sokağın sonunun pazara çıktığını anlatmaya çalıştı. anlayamamıştı.
'gitsene işte' dedi gence.
genç, taksicinin isteğinin anlamsızlığını fark etmiş olacak ki gidecek pek bir yeri olmadığı halde diretmedi.
öyle ya burnunun ucundaki pazarı göremeyen, pazardan gelen seslere kulak tıkayan birine laf anlatamazdı.
çaresiz aracını biraz ileriye aldı. sonra indi ve taksiciye daha fazla ileri gidemeyeceğini önündeki aracın da pazarcılardan birine ait olduğunu söyledi.
aracından inme sırası taksicideydi. bir keşif çalışması işe yarayabilirdi.
bu sefer en öndeki aracın sahibi olan pazarcıyla müzakerelere başladı.
bak dedi ben yılların taksicisiyim, senin aracını çizdirmeden kaldırıma alırım. o esnada da pazar toplanmaktaydı. pazarın kestiği karşı sokaktan devam edebileceğini düşünüyordu.
pazarcı ikna olmadı. araç çekilse bile taksicinin yoluna devam edemeyeceğini öne sürdü.
hakikaten de taksici boşuna ısrar ediyordu. çünkü herkes evine dönmenin peşindeydi. bu kadar anlayışsız bir direniş onları yıpratmıştı.
sonra ne olduysa sokaktaki araçlar geri gitmek suretiyle yolu açtı.
taksici, anlamsız ısrarının sonuna gelmişti.
geri vites ve yabancısı olduğu sokaktan ayrılış.
gider gitmez pazarcı ve genç taksiciyi çekiştirmeye başladı. böyle iş olur muydu? hayret bi şeydi yani! pesti doğrusu!
sonra herkes evine gitti. fakat gencin aklına bir şey takılmıştı.
taksiciyle yüz yüze geldiği o an karşısındaki kişinin patlamaya hazır bir bomba gibi sabırsız olduğunu hissetmişti.
o an saniyeler içinde sanki bir çehov hikayesindeymiş gibi hissetmişti.
edit: anlamsal.
görüş mesafesi tanımayan binalar,
piyangodan çıkmış gibi her yerden fırlayan insanlar...
bu hengamenin içinde sakin kalabilmek, kafanın rahat olabilmesi mümkün mü?
ya da tam tersi olsa?
sokaklar geniş, gökyüzü alabildiğine açık alabildiğine mavi olsa.
kimse piyangodan çıkmasa, çıkanlar da hep bizden olsa.
o zaman sakin kalabilir miydik, kafamız rahat olur muydu?
...
yılların taksicisiydi ama istanbul işte o kadar karışıktı ki aşina olmadığınız bir muhitte sizi çaresiz bırakabiliyordu.
öyle de oldu. her zamankinden daha fazla araca ev sahipliği yapan sokağa girdi. amacı kestirmeden gitmekti.
ama hesap etmediği bir şey vardı. o gün her zamanki gibi pazar kurulmuştu. yani çıkmaz sokaktaydı.
sokağın ortasına geldiğinde ise yavaşladı. çünkü o gün zaten yer bulması zor olan sokakta bir hareketlilik vardı. yer paylaşımı önemliydi.
bazı araç sahiplerinden araçlarının yerini değiştirmeleri istenmişti. sokağınıza pazar kuruluyorsa bu tarz fedakarlıklar gerekliydi.
aracını durdurduğunda ise önündeki araçtan inen genç kendisine daha fazla ilerleyemeyeceğini, sokağın sonunun pazara çıktığını anlatmaya çalıştı. anlayamamıştı.
'gitsene işte' dedi gence.
genç, taksicinin isteğinin anlamsızlığını fark etmiş olacak ki gidecek pek bir yeri olmadığı halde diretmedi.
öyle ya burnunun ucundaki pazarı göremeyen, pazardan gelen seslere kulak tıkayan birine laf anlatamazdı.
çaresiz aracını biraz ileriye aldı. sonra indi ve taksiciye daha fazla ileri gidemeyeceğini önündeki aracın da pazarcılardan birine ait olduğunu söyledi.
aracından inme sırası taksicideydi. bir keşif çalışması işe yarayabilirdi.
bu sefer en öndeki aracın sahibi olan pazarcıyla müzakerelere başladı.
bak dedi ben yılların taksicisiyim, senin aracını çizdirmeden kaldırıma alırım. o esnada da pazar toplanmaktaydı. pazarın kestiği karşı sokaktan devam edebileceğini düşünüyordu.
pazarcı ikna olmadı. araç çekilse bile taksicinin yoluna devam edemeyeceğini öne sürdü.
hakikaten de taksici boşuna ısrar ediyordu. çünkü herkes evine dönmenin peşindeydi. bu kadar anlayışsız bir direniş onları yıpratmıştı.
sonra ne olduysa sokaktaki araçlar geri gitmek suretiyle yolu açtı.
taksici, anlamsız ısrarının sonuna gelmişti.
geri vites ve yabancısı olduğu sokaktan ayrılış.
gider gitmez pazarcı ve genç taksiciyi çekiştirmeye başladı. böyle iş olur muydu? hayret bi şeydi yani! pesti doğrusu!
sonra herkes evine gitti. fakat gencin aklına bir şey takılmıştı.
taksiciyle yüz yüze geldiği o an karşısındaki kişinin patlamaya hazır bir bomba gibi sabırsız olduğunu hissetmişti.
o an saniyeler içinde sanki bir çehov hikayesindeymiş gibi hissetmişti.
edit: anlamsal.
devamını gör...
206.
saat gecenin üçü
elimde bir kadeh
zihnim yorgun
saçlarımda aklar var
beni yıprattı yıllar
cebimdeki saatin sesi
ölümle yaşam arasında bir çizgi
tabutum ben doğmadan biçildi
boşa geçen o hayat kimindi
beni zaman bitirdi
elimde bir kadeh
zihnim yorgun
saçlarımda aklar var
beni yıprattı yıllar
cebimdeki saatin sesi
ölümle yaşam arasında bir çizgi
tabutum ben doğmadan biçildi
boşa geçen o hayat kimindi
beni zaman bitirdi
devamını gör...
207.
uyandı, şöyle bir gerindi. her zamanki gibi huzurlu uyumuştu. ne kadar şükretse azdı.
etrafına bakındı, kendine gelmesi zaman alacaktı.
evde dolaşmaya başladı. ev arkadaşları çoktan uyanmıştı.
açıkçası umurunda bile değildi. dengesiz uykularıyla mutluydu. zaten kendisine karışan da yoktu.
bir kez olsun erken yat, biraz kendine çeki düzen ver dememişlerdi.
onu en çok seven arkadaşı da kendisi gibiydi. ne zaman uyuyacağı ne zaman uyanacağı hiç belli olmazdı. sakindi.
ama bazen beklenmedik şeyler yapabiliyordu. ufak tefek şakalar falan işte. sanki çocuktu. koca adamın yapacağı şey miydi? ev birbirine giriyordu. sırf bu yüzden onunla kavga bile ediyordu. yumruklaşmalara varan kavgalar hem de. arkadaşının kanını akıttığı çoktu. kavga bittiğinde ise herkes köşesine çekiliyordu.
tabi sonra arkadaşı pişman olup ona en sevdiği tatlıdan ikram ediyordu. içinden 'sen tam bir türk'sün, ne olur maddi bir şeyle gönlümü alacağına düzgün davransan' diye geçiriyordu. ama onu değiştiremeyeceğini biliyordu. yine de seviyordu keratayı!
ısınma barında esneme hareketlerini yaptı. artık kendine gelmişti. köşesine çekilebilirdi.
pencere kenarında günün aydınlanışını seyretmeye bayılırdı. gözlem yapmayı pek severdi. saatlerce dışarıyı seyrederdi.
bir de pek bi yakışıklıydı.
karşı komşunun kızları onu gördüklerinde pencereye üşüşürlerdi. ne olurdu bir kere de onu yakından görselerdi. ama ne mümkün hiç pas vermezdi.
bir şeyler yese iyi olacaktı. kahvaltıyı yapayım biraz daha uyurum diye düşündü.
ama o da ne arkadaşı gülerek yanına yaklaşıyordu. bu işte bir iş vardı. göz bebekleri büyüdü, kaçsa iyi olurdu. nasıl olsa ondan hızlıydı.
hamlesini yaptı fakat nasıl olduysa arkadaşı onu birden yakalamıştı. böyle şans mı olurdu. kavga etmeselerdi bari.
ama daha kötüsü oldu. arkadaşı onu öpücük yağmuruna tutmuştu. ne anlıyordu şu öpücük işinden. neyse ki fazla uzatmadı da rahat bir nefes aldı. kahvaltısını yaptıktan sonra hemen uyku faslına geçti. allah'tan uykusunda rahat veriyorlardı.
uyku demişken uyuma işini kendisinden daha iyi yapan yoktu. arkadaşı onu ne zaman uyurken görse 'bir kere de ben böyle uyusam ne olur' diye iç geçirirdi. ama bu imkansızdan öte bir şeydi.
etrafına bakındı, kendine gelmesi zaman alacaktı.
evde dolaşmaya başladı. ev arkadaşları çoktan uyanmıştı.
açıkçası umurunda bile değildi. dengesiz uykularıyla mutluydu. zaten kendisine karışan da yoktu.
bir kez olsun erken yat, biraz kendine çeki düzen ver dememişlerdi.
onu en çok seven arkadaşı da kendisi gibiydi. ne zaman uyuyacağı ne zaman uyanacağı hiç belli olmazdı. sakindi.
ama bazen beklenmedik şeyler yapabiliyordu. ufak tefek şakalar falan işte. sanki çocuktu. koca adamın yapacağı şey miydi? ev birbirine giriyordu. sırf bu yüzden onunla kavga bile ediyordu. yumruklaşmalara varan kavgalar hem de. arkadaşının kanını akıttığı çoktu. kavga bittiğinde ise herkes köşesine çekiliyordu.
tabi sonra arkadaşı pişman olup ona en sevdiği tatlıdan ikram ediyordu. içinden 'sen tam bir türk'sün, ne olur maddi bir şeyle gönlümü alacağına düzgün davransan' diye geçiriyordu. ama onu değiştiremeyeceğini biliyordu. yine de seviyordu keratayı!
ısınma barında esneme hareketlerini yaptı. artık kendine gelmişti. köşesine çekilebilirdi.
pencere kenarında günün aydınlanışını seyretmeye bayılırdı. gözlem yapmayı pek severdi. saatlerce dışarıyı seyrederdi.
bir de pek bi yakışıklıydı.
karşı komşunun kızları onu gördüklerinde pencereye üşüşürlerdi. ne olurdu bir kere de onu yakından görselerdi. ama ne mümkün hiç pas vermezdi.
bir şeyler yese iyi olacaktı. kahvaltıyı yapayım biraz daha uyurum diye düşündü.
ama o da ne arkadaşı gülerek yanına yaklaşıyordu. bu işte bir iş vardı. göz bebekleri büyüdü, kaçsa iyi olurdu. nasıl olsa ondan hızlıydı.
hamlesini yaptı fakat nasıl olduysa arkadaşı onu birden yakalamıştı. böyle şans mı olurdu. kavga etmeselerdi bari.
ama daha kötüsü oldu. arkadaşı onu öpücük yağmuruna tutmuştu. ne anlıyordu şu öpücük işinden. neyse ki fazla uzatmadı da rahat bir nefes aldı. kahvaltısını yaptıktan sonra hemen uyku faslına geçti. allah'tan uykusunda rahat veriyorlardı.
uyku demişken uyuma işini kendisinden daha iyi yapan yoktu. arkadaşı onu ne zaman uyurken görse 'bir kere de ben böyle uyusam ne olur' diye iç geçirirdi. ama bu imkansızdan öte bir şeydi.
devamını gör...
208.
hüznü, hüzün yapan şey gece.
gecenin de kendine has bir mahçupluğu var.
gecenin de kendine has bir mahçupluğu var.
devamını gör...
209.
sevilmeyi çok istiyoruz ama şüphe ediyoruz. ne kadar çaresiz kaldık. üzülmekten korkuyoruz ama üzülmek için çok cesuruz.
garip hissettiren duygular var ama açığa çıkaramıyoruz...
garip hissettiren duygular var ama açığa çıkaramıyoruz...
devamını gör...
210.
kilitli taşların arasında doğru anahtarın izini çıkardım. hayat akıp gidiyor. ben, işte ben buradayım. şimdi yazmakta olan.
devamını gör...
211.
aynı kağıdın ön ve arka yüzleri gibiyiz.
sonsuza dek beraber,
ama hiçbir zaman birbirini göremeyen..
sonsuza dek beraber,
ama hiçbir zaman birbirini göremeyen..
devamını gör...
212.
hayalindeki kendi imgesi içinde sallanmaya başladı. sallandıkça yine kendi içinin aynadan duvarlarına çarpıyordu. her çarpışta rafadan yumurtasından bir kaşık daha almış gibi içinin boşaldığını hissediyordu. sallantı hızlanarak devam etti ta ki yumurtanın içinin tamamen boşalıp incecik kırılgan kabuğundan ibaret kalması gibi, şu an kendisi de en ufak bir darbede kırılıverecekmiş gibiydi. fakat nasıl pişmiş içi boşalmış yumurtanın kabuğu bütünce kırıldığında kabuğun içindeki zar tabakası parçaların etrafa dağılmasını engellerse içinde sallanan kendi imgesi de aynadan duvarlarına çarparak içini tamamen kaplayan incecik bir zar halini almıştı . artık kırılsa dahi parçaları etrafa dağılmayacak ömrünü tamamlayan bir yıldız gibi kendi içine çöküp küçülecek küçüldükçe kütlesi artacak ve en sonunda öyle bir hale gelecekti ki uzay onu taşıyamayacak ve yırtılıp içinden ışığın bile kaçamayacağı kara bir delik halini alacaktı. her saniye içindeki girdabın daha bir hızlandığını hissediyordu. o döndükçe başı dönüyor midesi bulanıyor kusmak istiyordu. sanki kusabilirse içindekilerden kurtulabilecekti. ne kadar kusarsa kussun atamazdı içinde büyüyeni dışarı. her ne kadar kendi vücuduna yapışmış bir parça olsa dahi nevi şahsına münhasır bir şeydi o.
devamını gör...
213.
binin güzelliği, ezberini bozuyor edebiyatın..
devamını gör...
214.
"ben bir göçmen kızı gördüm tuna boyunda" diye türkü söyleyesim vardı o gün, kadın göçmen değildi ama bana neydi? onun evine, daha sonra bizim olacak dediğimiz eve doğru yürüyordum, "ne istiyorsun gelirken alayım?" diye sormuştum, "ekmek al gel yeter, tamız biz zaten" demişti, zeki ve ince kadın.
dün gibi hatırlıyorum o arabanın bana çarpışını, ölüşümü, şaka gibi ama maalesef gerçek bu, biz biliyoruz siz bilmiyorsunuz.
sonrası kayıp, onu bir daha hiç görmedim, belki gelir / ve lütfen gelmesin / arasında yıllar geçti.
o ekmeği bile paylaşsam yeterdi bana, oysa o bunu bile bilemedi.
dün gibi hatırlıyorum o arabanın bana çarpışını, ölüşümü, şaka gibi ama maalesef gerçek bu, biz biliyoruz siz bilmiyorsunuz.
sonrası kayıp, onu bir daha hiç görmedim, belki gelir / ve lütfen gelmesin / arasında yıllar geçti.
o ekmeği bile paylaşsam yeterdi bana, oysa o bunu bile bilemedi.
devamını gör...
215.
ağlamadım diye iyi sanıyorlar oysa nasılsın diye sorsalar içimi dokmeye hazırdım
devamını gör...
216.
küçük prens kitabında defalarca altını çizdiğim şu cümle:
"ben üzgündüm. ama onlara yorgunum dedim.
"ben üzgündüm. ama onlara yorgunum dedim.
devamını gör...
217.
boşvermek insanın en kötü dostudur azizim. insan boşvererek en büyük insafsızlığı yapmıyor mu kendine? sorunu çözüme kavuşturmayı ertelemek; özüne yaptığın bir saygısızlık değil mi? insan ertelendiği her sorun için başka bir boşver arayışına giriyor. zihnindeki tek bir sorun için yüzlerce farklı boşver sunuyor. sanki sorun birdaha kafasını meşgul etmiyecek, her kaçtığında buluşamıyacak gibi. aslında her boşver dediğinde sorunu daha da güçlendirmiyor mu insan? olanlardan ders çıkarırcasına tokat gibi vuruyor yüzüne. yaptığımız hata sorundan kaçmak değil, sorunu güçlendirmek.
devamını gör...
218.
eğer sen kendine yetmediğini düşünüyorsan hiç öyle bi şey yok kendini üzme. sen harika bi insansın. biliyorum ağlamaya ihtiyacın var-benimde-. ama ağlamak kötü bi şey değil ki. sadece duygusuz olma bu yüzden ağlamak iyidir. geç yatağına, kulaklığını tak ve ağla. evet rahatlıyacaksın söz. sen harika bi insansın. mutlu ol ve üzüldüğünde ağla. insanız sonuçta.
devamını gör...
219.
bir anda arkasını döndü kapalı pencereye yapışmış olan yağmur damlalarının arasından gökyüzüne baktı. gerçeklikle olan bağı kaybolmuş gibiydi. rüzgarın sesini daha iyi duyabilmek için kulağını soğuk cama yasladı. yanağında hissettiği soğuk ona bir şeyler anımsattı. pencereyi açmak istedi ama bunu yapmadı. içeriye girecek olan rüzgarın her şeyi sileceğini düşünüyordu. bir kaç dakika öylece durdu. yanağındaki camdan yayılan soğuk bütün vücudunu kapamaya başladı. soğuğu hissetmek rüzgarın sesini içerden duymak istiyordu. içindeki pencereyi açma arzusu giderek artmaya başladı. pencereyi açıp rüzgara karışmak istiyordu. bu isteğinin hiç bir zaman gerçekleşmeyeceği düşüncesi beyninin bir köşesinden ona fısıldıyor ama o buna aldırış etmiyordu. her ne kadar 11. katta olsa da havada süzülürken geçireceği sürenin bu his için kendisine yetmeyeceğini düşünse de ani bir hareketle pencereyi açtı. içeriye dolan havayı bütün zerrelerinde hissetti. sonunda arzusu gerçek olmuştu. pencereden aşağıya süzülürken yüzündeki mutluluk ifadesine sonunda artık özgürüm sözü eşlik etti.
devamını gör...
220.
kuluçka makinesi bile böyle üreyemezdi. sahi, bu topraklarda kaç bebek patiği yarım kalmıştı? işte bu noktada bilinmezlere ilerleyen bir acı gerçek vardı: . çocuk gelinler. kelebek vadisine tuz ruhu katılmış gibi bir dönemin içinden geçerken çocuk gelinler ve çocuk damatların başlarına böyle bir şey gelmemeliydi. rüstem ağa bunu biliyordu . biliyordu amma ona neydi ki? parasını yiyor yedikçe mutlu oluyordu. allah'ta belasını vermemiş aksine ona bodrumdan bir yazlık vermişti. her gün kırbaçla dayak yiyen 12 yaşındaki kızına inat bodrumdaki yabancı turistlere -medeni erkek- tiplemesini sergiliyor ve hala uçkurunun zevkinden ödün vermiyordu. bok yiyesice bir herifti. sonra bir gün öğrendi ki kızı regl olmuştu. bastırılmış kadınlığın kenafirliğine serpilmiş kızın anası söylemişti kocasına. damadına talimat verdi .çocuk yapın da sevelim diye. öyle de oldu. kendini bilemeden büyüdü sezen. allah ne babasının belasını verdi ne de ona yolladığı başka erkeklerin belasını. sonra bir gün gebe kaldı sezen. öğrendi ki kız imiş. bunu öğrenen her aile bireyi tek tek yüzüne tükürdü sezen'in sanki sperm ona aitmiş gibi... sezense ne koca evinin, ne rüstem ağa evinin, ne oturduğu sokağın, kentin hatta dünyanın ona yersiz bir acıdığını anladı. daha doğmadan belasını bastırılmış toplum kadınlığı ile vermişti allah . az da olsa kendini sevdi. sonra da kızını sevdi. ama kızının böyle olmasına dayanamadı. 14 yaşına basmadan attı kendini aşağıya. böylece bir sezen bir de bebesi geçti hayatımızdan, diğer kadın cinayetleri gibi . ama rüstem ağa, sezen'in kocası ve sezen'in hayatını mahveden diğer tüm insanların ise allah hala belasını vermedi. gitti onlara evler, köşkler, altınlar, arabalar hatta yeni karılar verdi. bugün sizin de benim de hayatımızdan hiç duymadığımız bir sezen bir ünzile geçti...
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2