normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
5021.
bu diyanet usanmadı bıkmadı gazze ve filistinliler adına fetva vermekten. hemen hemen her cuma imam hutbuye çıkar ve ey müminler bir avuç siyonist yahudi bir buçuk milyardan fazla müslüman aleminin gözünün önünde gazzede müslümanlara saldırır, zulmeder vesaire. kardeşim çözümün ne senin. diyorsunki birlik olalım. tamam olalım ne yapacaz. hurra gazzeyemi gidelim. bizidemi vursun tepemizde uçaklar bombalarla. gerçi silahta yok. ee ne yapıcaz. dua et dilinle kalbinle buğz et. bumu çözüm. ulan iki senedir etmedim küfür bela kalmadı. tövbe estağfirullah allah'ın kulaklarımı sağırda bu yahudileri alt etmiyor. demekki duaylada bir yere varamıyoruz. ben şahsen geçtiğimiz cuma hoca hutbede yine filistin naraları atarken yeter kes ulan diyesim geldi. gerçi benim gibi onlarcasıda umutsuzca hocayı dinler gibi yapıp kimi uyukladı kimi dalıp başka meseleler üzerine düşüncelere gark oldu. olmuyor kardeşim olmuyor. bu iş öyle duayla falan olacak iş değil tillahi. yeminle allah'ta göklerde hayretle bizi izliyordur. yarattım birbirine girdiler yetmedi bir avuç bozguncu aklıyla parasıyla kat kat fazla olana zulmediyor ama hepside seyrediyor. yirmibirinci yüzyılda musa'nın denizi yarması gibi mucize bekliyor diyordur eminim. neyse ben bu olayların pilanlı bir şekilde geliştiğini düşünenlerdenim. ülkemizi yöneten seçilmişler lafa geldimi mangalda köz bırakmaz lakin senin yardım gemini basan, vatandaşlarını şehit eden, üst kurmayı pilanladığın yerleri göstere göstere bombalayan o senin deyiminle terör devletine çıkar israille çatışmak istemeyiz dersin. bizde seni ölümüne destekleriz olay bu. ırak, suriye, filistin libya ve mısırda son yirmi yılda olanlar film şeridi gibi gözümüzün önünden geçerken biz dualarımızı daha bi içten edelim. belki daha büyük mucizelere şahit olur bu gözler.
devamını gör...
5022.
günaydın.
sabah sabah viskiyi eline alıp ağaçları izleyen balkonumdaki salıncakta kuş sesleri ve battaniye eşliğinde müzik dinleyerek sızmalık bir gün
ama yapamıyoruz değil mi
sabah sabah viskiyi eline alıp ağaçları izleyen balkonumdaki salıncakta kuş sesleri ve battaniye eşliğinde müzik dinleyerek sızmalık bir gün
ama yapamıyoruz değil mi
devamını gör...
5023.
(bkz: fenalaşıp yere düşen kağıt toplayıcı)
dramaya doygunluğumdan bir z-esprisi ile geçiştirmek istedim bu başlığı fakat, bu meselenin yaşanma ihtimali beni geçmişe götürdü. adana'da dilberler sekisi'nde araç içinde sabaha kadar bira içtiğimiz yıllarda, aşağıda şişe/kağıt toplayan dayı ile çok samimiydik. "adama şunu yaptık bunu yaptık" gibi, o muhteşem bayıklıkta tevazu dolu hareketlermizi saymayacağım. komik bir örnek olarak, bu adam daha çok şişe toplasın diye, daha çok bira alıp içerdik (ne kadar iyi insanlarız değil mi?).
şu adaletsiz dünyada, bu insanların söylediği, söylemek zorunda kaldığı, çok çok karın doyurmak ya da doyrulan karnın yanında bir kaç şişe yedek şarap parası yapmak ya da 3-5 bin biriktirmek için söyledikleri yalanlarına takık beyaz yaka kesimimizi, her restorana gittiğinde garsonları bilerek ve isteyerek bol bol azarlayan o müthiş beyaz yakalarımızı sevmem. sözlük konusu ile alakasız genel bir huy.
bu beyaz yakalarımız muhtemelen, kendilerinde de fazla olmayan "para" mefumunun hiç olmadığı daha alt bir sosyal sınıf görünce ezmeye kalkan, sokakta dilenene bar çıkışında kız arkadaşlarının önünde uzun uzun bilge nasihatler veren, show haber'deki uzmanlarıın yardımları ile yaşayan damcık suratlı 50-60 binlik beyaz yakalarımızdır.
reel hayatta rastladığımda, bu kişilerin ağzına vermeyi çok seviyorum bir tarz olarak. çünkü ağza vermek, bir çok sorunu çözen çok asil bir aktivitedir. üstelik çok rahatlatıcıdır. kendisinden güçlü bir insanı görünce beyin şumşuklaması yaşayan bir beyaz yaka şaşkınlığı izlemek, aşırı hoşuma gider.
işte belki o zaman, bundan sonra bir şişe toplayıcı gördüğünde o üstün bonkörlüğü ile ona aldığı yemeği anlatmak yerine, omzuna elini atıp adamın ilk aşkını, batan işini, sitemlerini falan dinlemeyi öğrenir derim içimden. çünkü ağzına verilmiştir onun, empati yapabilecektir artık. artık, sokak kenarındaki adamların hikayelerini dinleyecek kadar önemsiz sayabilecektir kendini. ağza verilmek, insana bu hissi verir. bir çok kez ağzına verdiğim beyaz yaka beylerimiz oldu. hepsinin de ılımanlaştığını gözlemledim. insanlaştırır insanı bu.
hem de, şişe toplayan güzel bir arkadaş kazandıırır insana. belki bir dost kazanır kişi.
günümüz beyaz yakasının çakma burjuvaizmi, görmemişin bordrosu olmuş şeysi gibidir...çoğu da yoksul büyümüştür bu ibişlerin. sonunda da 50 binlik beyaz yaka olmuşlardır. o nedenle ağza veririm işte. öğretici veriştir bu.
gözlemlerime göre doğuştan maddi sıkıntı görmemiş insanlar, daha tevazulu oluyor. tıpkı, askerde uzman çavuşların gücü ele alınca gaddarlaşması ama mesela bir albay'ın erlere daha babacan tavır sergilemesi gibi.
güçsüz insan, gaddar olur. ek olarak anarşik-gominis tarafım ise, dünyadaki tüm kağıt toplayanların toplanıp ebemize kaymasını istiyor aslında. çünkü onlar çekiyor o ayazı, biz ötüyoruz. kimimiz ise yemek bile veriyor. helal koçlarıma.
dramaya doygunluğumdan bir z-esprisi ile geçiştirmek istedim bu başlığı fakat, bu meselenin yaşanma ihtimali beni geçmişe götürdü. adana'da dilberler sekisi'nde araç içinde sabaha kadar bira içtiğimiz yıllarda, aşağıda şişe/kağıt toplayan dayı ile çok samimiydik. "adama şunu yaptık bunu yaptık" gibi, o muhteşem bayıklıkta tevazu dolu hareketlermizi saymayacağım. komik bir örnek olarak, bu adam daha çok şişe toplasın diye, daha çok bira alıp içerdik (ne kadar iyi insanlarız değil mi?).
şu adaletsiz dünyada, bu insanların söylediği, söylemek zorunda kaldığı, çok çok karın doyurmak ya da doyrulan karnın yanında bir kaç şişe yedek şarap parası yapmak ya da 3-5 bin biriktirmek için söyledikleri yalanlarına takık beyaz yaka kesimimizi, her restorana gittiğinde garsonları bilerek ve isteyerek bol bol azarlayan o müthiş beyaz yakalarımızı sevmem. sözlük konusu ile alakasız genel bir huy.
bu beyaz yakalarımız muhtemelen, kendilerinde de fazla olmayan "para" mefumunun hiç olmadığı daha alt bir sosyal sınıf görünce ezmeye kalkan, sokakta dilenene bar çıkışında kız arkadaşlarının önünde uzun uzun bilge nasihatler veren, show haber'deki uzmanlarıın yardımları ile yaşayan damcık suratlı 50-60 binlik beyaz yakalarımızdır.
reel hayatta rastladığımda, bu kişilerin ağzına vermeyi çok seviyorum bir tarz olarak. çünkü ağza vermek, bir çok sorunu çözen çok asil bir aktivitedir. üstelik çok rahatlatıcıdır. kendisinden güçlü bir insanı görünce beyin şumşuklaması yaşayan bir beyaz yaka şaşkınlığı izlemek, aşırı hoşuma gider.
işte belki o zaman, bundan sonra bir şişe toplayıcı gördüğünde o üstün bonkörlüğü ile ona aldığı yemeği anlatmak yerine, omzuna elini atıp adamın ilk aşkını, batan işini, sitemlerini falan dinlemeyi öğrenir derim içimden. çünkü ağzına verilmiştir onun, empati yapabilecektir artık. artık, sokak kenarındaki adamların hikayelerini dinleyecek kadar önemsiz sayabilecektir kendini. ağza verilmek, insana bu hissi verir. bir çok kez ağzına verdiğim beyaz yaka beylerimiz oldu. hepsinin de ılımanlaştığını gözlemledim. insanlaştırır insanı bu.
hem de, şişe toplayan güzel bir arkadaş kazandıırır insana. belki bir dost kazanır kişi.
günümüz beyaz yakasının çakma burjuvaizmi, görmemişin bordrosu olmuş şeysi gibidir...çoğu da yoksul büyümüştür bu ibişlerin. sonunda da 50 binlik beyaz yaka olmuşlardır. o nedenle ağza veririm işte. öğretici veriştir bu.
gözlemlerime göre doğuştan maddi sıkıntı görmemiş insanlar, daha tevazulu oluyor. tıpkı, askerde uzman çavuşların gücü ele alınca gaddarlaşması ama mesela bir albay'ın erlere daha babacan tavır sergilemesi gibi.
güçsüz insan, gaddar olur. ek olarak anarşik-gominis tarafım ise, dünyadaki tüm kağıt toplayanların toplanıp ebemize kaymasını istiyor aslında. çünkü onlar çekiyor o ayazı, biz ötüyoruz. kimimiz ise yemek bile veriyor. helal koçlarıma.
devamını gör...
5024.
romeoları sevmem. romeoları istemeyin.
tragedya aşıkları.
yeni tişörtüm hayırlısı olsun hemen alayım.

şekşpirde kafadan rahatsızdı işte.
okb anlarım, adhd anlarım, bipolar otizm hepsini anlarım hepsiyle yaşarım da bildiğin ruh hastasıysa karşı taraf onu ne yapacağız hiç anlayamam.

gerçi onca "rahatsız" "çatlak" "anlaşılmamış" insanlar sanatçı falan oldular
kimisi ressam kimisi yazar oldu çıktı ya.
sen? ya sen ? koca bir hiç. disaster. hem çığ hem bataklık. tehlike bir kombo.

alice gerçekten de atladı
ve uyandı. alice uyandı!
öteki tarafta görüşürüz.
öteki tarafa kaldı bizim..bizim bu iş.

zaten alan, aslında hiç kurtulamamıştı. içten içe de hiç istemedi. bu yüzden james olarak tekrar oraya döndün. çünkü sen hep tekrar tekrar oraya dönersin. mutlaka. pyramid headle mücadelende başarılar.
tragedya aşıkları.
yeni tişörtüm hayırlısı olsun hemen alayım.

şekşpirde kafadan rahatsızdı işte.
okb anlarım, adhd anlarım, bipolar otizm hepsini anlarım hepsiyle yaşarım da bildiğin ruh hastasıysa karşı taraf onu ne yapacağız hiç anlayamam.

gerçi onca "rahatsız" "çatlak" "anlaşılmamış" insanlar sanatçı falan oldular
kimisi ressam kimisi yazar oldu çıktı ya.
sen? ya sen ? koca bir hiç. disaster. hem çığ hem bataklık. tehlike bir kombo.

alice gerçekten de atladı
ve uyandı. alice uyandı!
öteki tarafta görüşürüz.
öteki tarafa kaldı bizim..bizim bu iş.

zaten alan, aslında hiç kurtulamamıştı. içten içe de hiç istemedi. bu yüzden james olarak tekrar oraya döndün. çünkü sen hep tekrar tekrar oraya dönersin. mutlaka. pyramid headle mücadelende başarılar.

devamını gör...
5025.
çok sıkılıyorum sözlük. rutinden, işten, şehrimden, evden, yoğunluktan, gündemden.
devamını gör...
5026.
bazı insanlar vardır sizi kontrol edemediklerinde sizi kötüleyerek başka insanların size bakış açısını kontrol etmeye çalışırlar. bunlar kaşardır, yüzünüze dostluk sırtınıza hançerlik yaparlar.
devamını gör...
5027.
karalama defteri denilince aklımdaki düşünceler hop diye kaçıyor. günlük yazayım dediğimde de böyle oluyor. işte bunun adı yokmuş da çift yarık deneyindeki gözlemcinin etkisi demişler. keşke fikibok çükübik tarzı muzip bir isim verselerdi. kaçırik isitop falan da olabilir mi diyeceğim fakat çok zorlama oluyor. ankara'da da buraya bakarlar deniliyor mesela. nispeten daha kısa ve dikkat çekici bir anlatım. zaten deney neymiş yani 21. yüzyıldayız, bilmeden konuş geç. bak ben nasıl yapabiliyorum. zaten bildiğimde konuşmaya çekiniyorum çünkü o bilgiye saygı duyuyorum. bu şekilde bakacak olursak hiç kimya ve tarih hakkında konuşmuyorum o zaman onları biliyorum gibi bir sonuca varırız. fakat tam tersine bu iki ders eğitim hayatım boyunca uzaktan izlediğim ve yanaşmaya korktuğum dersler olmuştur. inanamayıp saygı duyuyorum. hadi kimya neyse de tarih diye kurmaca anlatımlar, her ülkede farklı ama her sınavda da varlar. insan gerçekten hayret ediyor. imtihan dünyası denen meretin matruşka imtihancıklari gibi. bakın yazamam dedim ve yazdım. çünkü tüm gözlemciler sigara içmeye gitti.
devamını gör...
5028.
#3524273
evet.
ek olarak, işte tam da bu yüzden başlıklara dadanıyorum, dananıyorsun, dadanıyoruz karala deyince karalanamıyor hop, kızım karalama defteri.
evet.
ek olarak, işte tam da bu yüzden başlıklara dadanıyorum, dananıyorsun, dadanıyoruz karala deyince karalanamıyor hop, kızım karalama defteri.
devamını gör...
5029.
yalan ayan beyan sırıtıyor, ne gerek vardı demek istiyorsun. ama gözden düşmeye can atanı, neden tutmaya çabalayasın ki.
devamını gör...
5030.
alarm çaldı sabahın köründe . beşinci ertelemeden sonra nihayet uyanabildim. yani bedenim uyanmış olabilir ama ruhum hala dünün yorgunluğunu bacaklarına dolamış, yerde sürünüyor. üç gün önce yıkanması gereken bulaşıklar, bana bakıp gözyaşı döküyor. empati kurdum, birlikte ağladık.
gün başlamadan bitti aslında. zaman? o da zaten bizimle konuşmuyor artık. sanki küsmüş. vaktim yok, dedim geçen gün bir arkadaşa. o da hiç mi? dedi. hiç dedim. hatta öyle ki, bazı günler nefes almaya bile vakit bulamıyorum, oksijenle ilişkim mesafelere dayalı.
kahve içiyorum çünkü uyanık kalmam gerekiyor. uyanığım çünkü yapılacaklar listesi beni rüyamdan bile kovdu. ama o listeye hiçbir şey çizemiyorum, çünkü çizecek enerjim yok. o da yorgun, ben de yorgunum, kimse kimseye dokunmasın modundayız.
mizah anlayışım da bıkkın: eskiden espri yapardım, şimdi kahkaha atacak halim olmadığı için sadece “heh” diyorum. hani şu enerjisi bitmiş, komik olduğunu anladım ama gülmeye vaktim yok kahkahası. insan bazen kendine bile ayıracak zaman bulamıyor. aynaya bakıyorum, göz göze gelmemek için kendimi tanımazdan geliyorum.
yorgunum. ama öyle tatlı bir yorgunluk değil bu. böyle battaniyenin altına girip film izlemeden önceki, bugün çok şey başardım yorgunluğu değil. bu, otururken bile yoruluyorum yorgunluğu. otururken bile çalışıyor gibi hissediyorum. kafamda bir işyeri var, mesai asla bitmiyor.
bazen her şeyden kaçıp sessiz bir dağa yerleşmek istiyorum. sonra orada da çamaşır yıkamam gerektiğini hatırlıyorum, vazgeçiyorum. çünkü kaçsan da bulaşık geliyor, kaçsan da zaman gelmiyor.
ama neyse. bir gün her şey düzelecek. ya da alışacağız. belki de sadece başka şeylere geç kalacağız. ama merak etmeyin, geç kalmakta ustalaştım. zaten bu hayatta en iyi yaptığım şey: yetişememek.
gün başlamadan bitti aslında. zaman? o da zaten bizimle konuşmuyor artık. sanki küsmüş. vaktim yok, dedim geçen gün bir arkadaşa. o da hiç mi? dedi. hiç dedim. hatta öyle ki, bazı günler nefes almaya bile vakit bulamıyorum, oksijenle ilişkim mesafelere dayalı.
kahve içiyorum çünkü uyanık kalmam gerekiyor. uyanığım çünkü yapılacaklar listesi beni rüyamdan bile kovdu. ama o listeye hiçbir şey çizemiyorum, çünkü çizecek enerjim yok. o da yorgun, ben de yorgunum, kimse kimseye dokunmasın modundayız.
mizah anlayışım da bıkkın: eskiden espri yapardım, şimdi kahkaha atacak halim olmadığı için sadece “heh” diyorum. hani şu enerjisi bitmiş, komik olduğunu anladım ama gülmeye vaktim yok kahkahası. insan bazen kendine bile ayıracak zaman bulamıyor. aynaya bakıyorum, göz göze gelmemek için kendimi tanımazdan geliyorum.
yorgunum. ama öyle tatlı bir yorgunluk değil bu. böyle battaniyenin altına girip film izlemeden önceki, bugün çok şey başardım yorgunluğu değil. bu, otururken bile yoruluyorum yorgunluğu. otururken bile çalışıyor gibi hissediyorum. kafamda bir işyeri var, mesai asla bitmiyor.
bazen her şeyden kaçıp sessiz bir dağa yerleşmek istiyorum. sonra orada da çamaşır yıkamam gerektiğini hatırlıyorum, vazgeçiyorum. çünkü kaçsan da bulaşık geliyor, kaçsan da zaman gelmiyor.
ama neyse. bir gün her şey düzelecek. ya da alışacağız. belki de sadece başka şeylere geç kalacağız. ama merak etmeyin, geç kalmakta ustalaştım. zaten bu hayatta en iyi yaptığım şey: yetişememek.
devamını gör...
5031.
kendime bir yalanı onlarca kez tekrar edebilirim ve bu, üç bıçak koyar içime. ağzımı her açtığımda kusursuzca göğsümü dürten, ortalığı kana bulayan üç bıçak. biri, şayet kaldıysa bende vicdanım. bir diğeri çocuklukta dahi sahip olamadığım sırsız bir merhamet. diğeriyse... kısa bir zaman dilimi içinde, onu, kendi onurumu bile isteye kaç kez çiğnemem gerekti, kestiremiyorum. fakat mühim değil; ne denli noksan ve aşağılık olursa olsun, o onur bana ait, onu bir başkasının eline teslim etmiş değilim. onu ayaklar altına alan da bizzat ben isem, enkazıyla yaşamayı öğrenmekle mükellefim.
ama onuru bir kenara bırak; merak ediyorum... bir insanın kendi insaniyetini, haysiyetini ve şerefini ne kadar ezmesi gerekir gerçekten aşağılık biri olabilmek için? ilkinde mi başlar o kırılma, yoksa gönüllüce geçtiğim ikincisinde mi? bu kasıtlı ihlal, kendimi kendimden tezellül edecek hâle getirmeye yetmedi mi beni? hangisinde aşağılık demeliydim kendime, ilkinde mi yoksa ikincisinde mi? hangisinde daha kötüydüm, yaparken mi yoksa sürdürürken mi? bir insan olarak daha ne kadar dibe düşebilirdim, bunun da altı varsa şayet. ama hayır, kandırmayacağım kendi kendimi, bir başkasına reva gördüğüm gibi. içimde hâlâ kaldıysa küçücük bir parça iyi niyet, bende herhangi bir zaman diliminde vardıysa şayet ondan; kabul etmem gerekir, sahtekârca ve bütün riyakarlığımla altın rengine boyanmış bir tenekeden farksız değilim ben. süslü cümleler, abartılı sözler, üstüme kuşandığım hiçbir sahte iyi niyet örtemez bunu ve verdiğim hiçbir zarar geri alınamaz. ben olduğum şey ile yaşamak mecburiyetindeyim, bundan daha ağır bir ceza olamaz ama bunu hiç hak etmeyenlere verdiğim hasarın geri alınamazlığı benim sefaletimden çok daha büyük ve insan bu ödenemeyecek kefaretle nefes alamıyor. yazmadan, kusmadan zehri, değil nefes almak yaşayamıyor da. yine de bu bile sanıyorum hak ettiğimden fazlası.
hayır, suçlamıyorum kendimden başka birini ben. suçlanacak başka kim var ki? ne beylik laflar etmek niyetindeyim ne de parmak sallamak hayali düşmanlara. asla gözünün içine bakamadığım aynadakinden başka bir yere doğrultamam suçlu ilan eden o parmağı. “bir zamanlar öyle hak etmediğim kadar güzel görüldüm ki şimdi bu beni daha da çirkin kılıyor,” diyeceğimi de sanma çünkü çirkinlik en azından belirtisidir insan olmanın. bende ondan bile eser kalmadığını bilmek boğazıma nasıl diziliyor, söylemesi güç. bilmek de istemem çünkü sanıyorum, onu bile hak etmiyorum. sen hâlâ hicap duyulacak kadar güzelsin kuşkusuz ancak bu düşünce, kendimi esirgediğim bir hakikatin ortasında bırakıyor beni. güzelliğin uğruna kaç tuğla eksilmeliydi hiç gururla bakmadığım hüviyetimden? eğer o duvar bu kadar kolay ve zahmetsizce yıkıldıysa kendi elimle, ben baştan hiç sahip olmadım o yüce erdemlere. kendime dair duyduğum tüm bu kibirli inanç, bir zırh gibi ördüğüm hayali iyi niyetlerin sancaklığından ibaretti. erdemli olmak yeterince kolayken bir sanrıya kapılmış; kendi lehime kullanmam gerekmeyene kadar bunu bir maske gibi gönülsüzce taşımıştım üstümde sadece. bir insan olarak, budur benim özüm.
ve istiyorum ki, bu farkındalık içimi lime lime etsin. korkunç bir ızdırap versin bana ama hayır... bir boşluk var yalnızca içimde. korkunç, can yakıcı bir boşluk çünkü büyüdükçe acının varlığı, kendini bin parçaya ayıramadan hissedemiyor insan onu. öylesine büyük bir hiçlik ki, bu çöküşün utancını bile duyamıyorum. insan kendinden dahi utanamayacak kadar utanç içindeyse bununla ne yapılmalı, bilmiyorum. eğer insan olmakla insan kalmak arasında bir mücadele varsa, o savaşa başından beri hiç iştirak etmemişim ben. bunun ağırlığı beni öldürsün diye umuyorum lakin süründürmeye bile değer görmüyor o his beni ve ne yazık ki biliyorum, bu hak ettiğim iyi niyetten bile fazlası.
sen söz konusu olduğunda ise… en kötü niyetlerimi bile zihnimde nasıl kolayca aklayabildiğimi görmek, kendime dair ne hissettirmeli bana? elbette, doğru bir şey değil bu. ama şunu soruyorum içimden: sevgiyle sakatlanmış bir ruh mu daha acınasıdır, yoksa kendi çürümüş hakikatiyle yüzleşmesi mi bir insanın? ikisi aynı surette cereyan ettiğinde; bu iki hâl tek bir ruhun içinde birleştiğinde insan o zaman ne yapmalı kendisiyle? biteviye acımalı, boyuna merhamet duymalı, katlanmalı mı kendi yüreğinin çirkinliğine? yoksa verdiği zararın altında sorgulamalı mı ne kadar aşağılık olduğunu. sanki ölçülebilirmiş gibi. sanki yıkımım telafi edebilirmiş gibi senin hüsranını. insan kendi korkunç gerçekliğini tanımaya çalışacak kadar sabırlı ama ona katlanmayı dahi bilemeyecek kadar toy ise, ne yapmalı bununla? ikisi aynı anda mevcutsa şayet bende, nedir benim hüviyetim? bir cevabım yok buna kuşkusuz, fakat bilmeni isterim ki; kendi benliğime dair duyduğum tüm bu tiksinti ve hayal kırıklığı, tek bir şey dahi eksiltemedi senin güzelliğinden.
yine de, bilmiyorum... belki seni düşündüm tüm bunları yazarken; belki de düşünmedim ama sana çiçek göndermeyeceğim çünkü biliyorum ki hepsi zehirli ve gönderilmemek için yazılmış tüm mektuplar gibi onlar da yakılacak yalnızca ve sen tüm iyi insanlar gibi, benim kadar aşağılık olanların verdiği korkunç hasarı taşımak zorunda kalacaksın. oysa ben sarıp sarmalamak istemiştim tüm yaralarını, bir yenisini açmak için rezilcesine beklerken. bunun adil olmayışına içerlenip kederlenecek hakkım dahi yok ama içimde bir yerde bir başkasının, gerçekten senin gibi olan bir başkasının açtığım tüm acınası hasarları onarmasını umacağım çünkü ben o hakkı daha en başından kaybettim. acı ki, öyle olmasını umduysam da doğuştan hakkım değildin sen benim ve ben bu hatayı bir nişan gibi üstümde taşıyacağım. ne af ne acındırma için söylüyorum bunları, ben içimde bir yerde bunlara layık olmadığım gerçeğini biliyorum. insan bu denli aşağılık bir şeye merhamet dahi duymamalı çünkü ben adil değilim diye adaletin kendisinin de eğri büğrü olması gerekmedi hiçbir zaman. şimdi bir anlamı kalmadı artık ama dilerdim ki, hiç rastlaşmamış olalım. böylece kurtarabilirdim seni kendi eksikliğimden oysa ben bile isteye, gönüllüce aşağılıktım. o yüzden anlamı yok sebeplerin arkasına saklanmamın. öyle ya da böyle, ikimiz de biliyoruz; ben yalnızca altın rengine boyanmış ucuz bir tenekeden farksızım ancak kısa bir an seninle aynı vitrinde durmaya hakkım olduğuna biraz olsun inandım.
ama onuru bir kenara bırak; merak ediyorum... bir insanın kendi insaniyetini, haysiyetini ve şerefini ne kadar ezmesi gerekir gerçekten aşağılık biri olabilmek için? ilkinde mi başlar o kırılma, yoksa gönüllüce geçtiğim ikincisinde mi? bu kasıtlı ihlal, kendimi kendimden tezellül edecek hâle getirmeye yetmedi mi beni? hangisinde aşağılık demeliydim kendime, ilkinde mi yoksa ikincisinde mi? hangisinde daha kötüydüm, yaparken mi yoksa sürdürürken mi? bir insan olarak daha ne kadar dibe düşebilirdim, bunun da altı varsa şayet. ama hayır, kandırmayacağım kendi kendimi, bir başkasına reva gördüğüm gibi. içimde hâlâ kaldıysa küçücük bir parça iyi niyet, bende herhangi bir zaman diliminde vardıysa şayet ondan; kabul etmem gerekir, sahtekârca ve bütün riyakarlığımla altın rengine boyanmış bir tenekeden farksız değilim ben. süslü cümleler, abartılı sözler, üstüme kuşandığım hiçbir sahte iyi niyet örtemez bunu ve verdiğim hiçbir zarar geri alınamaz. ben olduğum şey ile yaşamak mecburiyetindeyim, bundan daha ağır bir ceza olamaz ama bunu hiç hak etmeyenlere verdiğim hasarın geri alınamazlığı benim sefaletimden çok daha büyük ve insan bu ödenemeyecek kefaretle nefes alamıyor. yazmadan, kusmadan zehri, değil nefes almak yaşayamıyor da. yine de bu bile sanıyorum hak ettiğimden fazlası.
hayır, suçlamıyorum kendimden başka birini ben. suçlanacak başka kim var ki? ne beylik laflar etmek niyetindeyim ne de parmak sallamak hayali düşmanlara. asla gözünün içine bakamadığım aynadakinden başka bir yere doğrultamam suçlu ilan eden o parmağı. “bir zamanlar öyle hak etmediğim kadar güzel görüldüm ki şimdi bu beni daha da çirkin kılıyor,” diyeceğimi de sanma çünkü çirkinlik en azından belirtisidir insan olmanın. bende ondan bile eser kalmadığını bilmek boğazıma nasıl diziliyor, söylemesi güç. bilmek de istemem çünkü sanıyorum, onu bile hak etmiyorum. sen hâlâ hicap duyulacak kadar güzelsin kuşkusuz ancak bu düşünce, kendimi esirgediğim bir hakikatin ortasında bırakıyor beni. güzelliğin uğruna kaç tuğla eksilmeliydi hiç gururla bakmadığım hüviyetimden? eğer o duvar bu kadar kolay ve zahmetsizce yıkıldıysa kendi elimle, ben baştan hiç sahip olmadım o yüce erdemlere. kendime dair duyduğum tüm bu kibirli inanç, bir zırh gibi ördüğüm hayali iyi niyetlerin sancaklığından ibaretti. erdemli olmak yeterince kolayken bir sanrıya kapılmış; kendi lehime kullanmam gerekmeyene kadar bunu bir maske gibi gönülsüzce taşımıştım üstümde sadece. bir insan olarak, budur benim özüm.
ve istiyorum ki, bu farkındalık içimi lime lime etsin. korkunç bir ızdırap versin bana ama hayır... bir boşluk var yalnızca içimde. korkunç, can yakıcı bir boşluk çünkü büyüdükçe acının varlığı, kendini bin parçaya ayıramadan hissedemiyor insan onu. öylesine büyük bir hiçlik ki, bu çöküşün utancını bile duyamıyorum. insan kendinden dahi utanamayacak kadar utanç içindeyse bununla ne yapılmalı, bilmiyorum. eğer insan olmakla insan kalmak arasında bir mücadele varsa, o savaşa başından beri hiç iştirak etmemişim ben. bunun ağırlığı beni öldürsün diye umuyorum lakin süründürmeye bile değer görmüyor o his beni ve ne yazık ki biliyorum, bu hak ettiğim iyi niyetten bile fazlası.
sen söz konusu olduğunda ise… en kötü niyetlerimi bile zihnimde nasıl kolayca aklayabildiğimi görmek, kendime dair ne hissettirmeli bana? elbette, doğru bir şey değil bu. ama şunu soruyorum içimden: sevgiyle sakatlanmış bir ruh mu daha acınasıdır, yoksa kendi çürümüş hakikatiyle yüzleşmesi mi bir insanın? ikisi aynı surette cereyan ettiğinde; bu iki hâl tek bir ruhun içinde birleştiğinde insan o zaman ne yapmalı kendisiyle? biteviye acımalı, boyuna merhamet duymalı, katlanmalı mı kendi yüreğinin çirkinliğine? yoksa verdiği zararın altında sorgulamalı mı ne kadar aşağılık olduğunu. sanki ölçülebilirmiş gibi. sanki yıkımım telafi edebilirmiş gibi senin hüsranını. insan kendi korkunç gerçekliğini tanımaya çalışacak kadar sabırlı ama ona katlanmayı dahi bilemeyecek kadar toy ise, ne yapmalı bununla? ikisi aynı anda mevcutsa şayet bende, nedir benim hüviyetim? bir cevabım yok buna kuşkusuz, fakat bilmeni isterim ki; kendi benliğime dair duyduğum tüm bu tiksinti ve hayal kırıklığı, tek bir şey dahi eksiltemedi senin güzelliğinden.
yine de, bilmiyorum... belki seni düşündüm tüm bunları yazarken; belki de düşünmedim ama sana çiçek göndermeyeceğim çünkü biliyorum ki hepsi zehirli ve gönderilmemek için yazılmış tüm mektuplar gibi onlar da yakılacak yalnızca ve sen tüm iyi insanlar gibi, benim kadar aşağılık olanların verdiği korkunç hasarı taşımak zorunda kalacaksın. oysa ben sarıp sarmalamak istemiştim tüm yaralarını, bir yenisini açmak için rezilcesine beklerken. bunun adil olmayışına içerlenip kederlenecek hakkım dahi yok ama içimde bir yerde bir başkasının, gerçekten senin gibi olan bir başkasının açtığım tüm acınası hasarları onarmasını umacağım çünkü ben o hakkı daha en başından kaybettim. acı ki, öyle olmasını umduysam da doğuştan hakkım değildin sen benim ve ben bu hatayı bir nişan gibi üstümde taşıyacağım. ne af ne acındırma için söylüyorum bunları, ben içimde bir yerde bunlara layık olmadığım gerçeğini biliyorum. insan bu denli aşağılık bir şeye merhamet dahi duymamalı çünkü ben adil değilim diye adaletin kendisinin de eğri büğrü olması gerekmedi hiçbir zaman. şimdi bir anlamı kalmadı artık ama dilerdim ki, hiç rastlaşmamış olalım. böylece kurtarabilirdim seni kendi eksikliğimden oysa ben bile isteye, gönüllüce aşağılıktım. o yüzden anlamı yok sebeplerin arkasına saklanmamın. öyle ya da böyle, ikimiz de biliyoruz; ben yalnızca altın rengine boyanmış ucuz bir tenekeden farksızım ancak kısa bir an seninle aynı vitrinde durmaya hakkım olduğuna biraz olsun inandım.
devamını gör...
5032.
haftaya harika başladım harika. kan bankası sevgili arkadaşım, kendinden habersizce üzerine kurduğum planların temeline dinamit koyup paramparça etti hepsini.
yeni başlatacağım bir deney için ayarlama yapmam lazım, bu nedenle de birilerinden kan almam lazım. tek isteğim immün sistemi etkileyecek bir ilaç kullanmamış olmaktı. mesela nsaid. arveles içmiş canım arkadaşım. arveles. nsaid.
harika ya.
yeni başlatacağım bir deney için ayarlama yapmam lazım, bu nedenle de birilerinden kan almam lazım. tek isteğim immün sistemi etkileyecek bir ilaç kullanmamış olmaktı. mesela nsaid. arveles içmiş canım arkadaşım. arveles. nsaid.
harika ya.
devamını gör...
5033.
saflık da zor iş
kendi başına alışıp yaşayabildiğin
şeylerden değil
saflığının
zor gelmediği zamanaların
üzerine tesis kurabilecek
insanlar var
kendi başına alışıp yaşayabildiğin
şeylerden değil
saflığının
zor gelmediği zamanaların
üzerine tesis kurabilecek
insanlar var
devamını gör...
5034.
ulan öyle şeyler dinliyorum ki kafayı yiyeceğim
yok mickey mouse ırkçıymış
yok titanik aslında titanik değilmiş batan başka gemiymiş insanlar kurtulmuş ama paralarını geri alabilsinler diye böyle yapmışlar
yok shakespeare aslında dolandırıcıymış hep hikayeleri çalmış kendi yazmış gibi
allah kahretsin her şey yalan gerçek diye bir şey yok neyin içinde yaşıyoruz lan biz
herkes kandırıyor bizi *
ağlıyorum dayanamiciğim a dostlar
yeto artık yeto yetoo
zaten koca ayak da yokmuş dyatlov da sahteymiş
ahh ah nerelere gidem nereye ağıt yakam
kime neye inanayım çk ktüym arkdşlr
yok mickey mouse ırkçıymış
yok titanik aslında titanik değilmiş batan başka gemiymiş insanlar kurtulmuş ama paralarını geri alabilsinler diye böyle yapmışlar
yok shakespeare aslında dolandırıcıymış hep hikayeleri çalmış kendi yazmış gibi
allah kahretsin her şey yalan gerçek diye bir şey yok neyin içinde yaşıyoruz lan biz
herkes kandırıyor bizi *
ağlıyorum dayanamiciğim a dostlar
yeto artık yeto yetoo
zaten koca ayak da yokmuş dyatlov da sahteymiş
ahh ah nerelere gidem nereye ağıt yakam
kime neye inanayım çk ktüym arkdşlr
devamını gör...
5035.
insanların zihinlerindeki dünyalarını izliyorum. orada yiyip orada içiyorlar. orada yaşıyor orada ölüyorlar. kendilerine kurallar koyup bunlardan yine kendileri muzdarip oluyorlar. herkes çok yalnız. öyle değilmiş gibi davransalar da öyleler. kalabalık olunca, birbirleriyle konuşunca ya da birlikte zaman geçirince bir şeyler paylaştıklarını sanıyorlar. yanılıyorlar. ilişkilerini muhataplarının kişilikleri üzerine değil kendileri üzerlerine kuruyorlar. kendileriyle alıp veremiyor, yine başa sarıyorlar. böylece sürüp gidiyor.
devamını gör...
5036.
günü gelir yüzümüzde güller açar,kesişir yollarımız
ölüm ne zaman gelir bilinmez, dargın bakmasın bakışlarımız
içimizde yaşarız susmalarımızı, elbet bir gün duyulur yakarışlarımız
yüksek bir tepede,huzurlu bir ölüm bekler mi bizi de ?
derdi az,her mevsimi yaz olan anlar mı hallerimizi?
kimseler bilmez,sessiz türküler çağırır bizleri
heveslerimiz gaye-i hayaldir,insanı küstüren sivri dildir
alçak bir tepede,huzursuz bir ölüm bekler mi bizi de ?
ölüm ne zaman gelir bilinmez, dargın bakmasın bakışlarımız
içimizde yaşarız susmalarımızı, elbet bir gün duyulur yakarışlarımız
yüksek bir tepede,huzurlu bir ölüm bekler mi bizi de ?
derdi az,her mevsimi yaz olan anlar mı hallerimizi?
kimseler bilmez,sessiz türküler çağırır bizleri
heveslerimiz gaye-i hayaldir,insanı küstüren sivri dildir
alçak bir tepede,huzursuz bir ölüm bekler mi bizi de ?
devamını gör...
5037.
o'nunla iletişimimde aksaklıklar olunca defter dolardı küçükken. benden gittiği de yok yengeç tıkırdamaya devam ediyor. ama karalayamaz oldum.
neden olduğu üzerine de düşünücem.
neden olduğu üzerine de düşünücem.
devamını gör...
5038.
insan ömründe sayılamayacak kadar çok şey oldu bittiye geliyor. bakıyorsun kapıda, bakıyorsun kuyudasın, bakıyorsun ellerinde kanlar, bakıyorsun yüreğinde don var. sineye çektiklerin kaybolmuş gitmiş, bir söylediğin dağ on üç vermiş ellerine. hangi kül senin, hangi çöl evin? bilmiyorsun. bilme zaten, bildin mi bittin sayarlar. inat et! kapılara buğday başakları as, kuyulara asmalar dik.. ellerini toprağa sür ve yüreğini bir battaniye altında ısıt, sineye çektiklerini özgür bırak, dağların önünden çekil. külleri beyaza eviniyse ala bula bir renge boya.
aynalara iyi bak, kendini bilene söylenen dokunmaz.
aynalara iyi bak, kendini bilene söylenen dokunmaz.
devamını gör...
5039.
bir kaç saatlik teyzeyim sözlük, heyecandan ve mutluluktan uyuyamadım.
devamını gör...
5040.
bugün 29 yaşıma girdim.
20. yaş günümü çok anımsıyorum üniversitede arkadaşlarım kutlarken "20'li yaşların ilk doğumgünü. ilk kez mumun başına 2 konuldu." demiştim. bu da 20'lerin sonuncusuydu. vay be...
20. yaş günümü çok anımsıyorum üniversitede arkadaşlarım kutlarken "20'li yaşların ilk doğumgünü. ilk kez mumun başına 2 konuldu." demiştim. bu da 20'lerin sonuncusuydu. vay be...
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2