normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
1221.
sabrederken birden vazgeçtiğimi fark ettim.
devamını gör...
1222.
uğradığım ihanetlere bir yenisi eklendi biraz evvel. bu kez kendimi suçlamadım, eksiği kendimde aramadım, iç sesim hakaretlerini bana yağdırmadı. tebrikler birihtimaldahavar, eskiden herkese havadan dağıttığın şefkati kendine de göstermeyi öğrendin.
devamını gör...
1223.
psikolojiye olan ilgimin, içimdeki yaralardan kaynaklandığını; aslında edebiyatın da psikoloji ile çok ilgili bir alan olduğunu; belki de edebiyat* bölümü okumamın da kendimi iyileştirme çabalarımdan biri olduğunu birkaç gün önce fark ettim. aslında her edebiyatçı, biraz da psikologtur gibi bir anlama gelen bir söz okudum, çok hoşuma gitti. kendime psikolog gibi bir unvan kazandırmaya niyetim yok aslında, haddime de değil zaten ama ikisi arasındaki bağı görmek güzel bir duygu... şimdi alakasız bir şekilde buradan başka bir konuya geçeceğim... geçen gün bir aile buluşması esnasında babamın söylediği sözler beni ziyadesiyle yaraladı... daha doğrusu mentalitesini bu kadar açık bir şekilde görmek üzücüydü... dedemin köy yerinde zamanında bir köpeği varmış, bu köpek avludan kaçıp komşunun tavuklarını yiyormuş. komşusu bir gün gelip köpeği şikayet edince dedem de gözünü kırpmadan köpeği vurmuş... babam bu olayı anlatırken şöyle dedi: "işte hayvanlar bile istenmeyen, zararlı bir davranış yapınca öldürülüyor, insanların dünyasında da böyle... aile içinde istenmeyen davranışlar sergileyenler, aileden atılır, dışlanır, bu işler böyle..." dedi. bu sözler beni çok düşündürdü... demek ki ben ya da torunlarından biri (mesela küpe takan ya da dövme yaptıran erkeklere karşı aşırı tepkili) onun istediği gibi biri olmazsak bir gün bizi de aileden atabilir, dışlayabilir... her an atılma tehlikesi hissedilen bir ortamda insan, nasıl özgür olabilir? nasıl babasına güvenebilir? nasıl onunla sağlıklı bir ilişki kurabilir? evet, bunları belki ilk kez böyle açık açık dile getirdi ama ben, babamla her görüştüğümde (ki pek sık görüşmem) kendimde bir rahatsızlık hissediyor, içimdeki olumsuz duyguların tetiklendiğini fark ediyordum. ben açıkça bunları ifade edemiyordum ama içimde bir yerlerde koşulsuz olarak sevilmediğimi biliyordum... evet, belki o da dedem tarafından öyle yetiştiği için böyle biri oldu ama benim bu hayatı algılamamda olumsuz etkisinin büyük olduğunu fark etmemle birlikte kendisiyle fiziksel olarak bir araya geldiğimizde hiçbir söz söylemese dahi ondan bana doğru yayılan o olumsuz enerji, yüreğimi daraltıyor...
devamını gör...
1224.
5 dakika önce bi kazaya şahit oldum. ilk defa gözümün önünde bir kaza gerçekleşti. ben de kazanın olduğu o yoldan ilerliyordum ve yoldan geçen ve kazanın kurbanı olan diğer kişinin arkasındaydım. kendimi onun yerine koydum. tüylerim ürperdi. durakta beklerken karşı tarafı gözlemledim. ambulans geldi. umarım iki tarafta da ciddi bir şey yoktur. hayat sadece bir anlık. bu olay bütün gün sıkıntılı olan kafamın içini dağıtmaya yetti. şimdi gidip evdekilere kocaman sarılacağım.
devamını gör...
1225.
biliyor musun sevgili sözlük küçükken yediğim dayaklar dışlanmalar sevgisizlik şimdi düşününce olmasaydı acaba nasıl bir karaktere sahip olurdum düşünmeden edemiyorum. babaannem dedem 3 nesil bir evde yaşamak nasıldır bilir misiniz. evin en küçüğü olan ben dedemin annesi ve babası benim annem babam ve babaannem dedem. babaannem hizmet eden bir kadın oldu hem en büyüğüne hem en küçüğe ve arada kaynayan ben. şeker hastası olmasını savundu geçen sordum dedim babaanne böyle davranmak zorunda mıydın diye dedi kızım şeker hastasıyım ben gözüm dönüyordu dedi. üzüldüm sevgili sözlük hâlbuki bütün stresini benden atıyordu ne gerek vardı benim canımı acıtmaya. annemler hep çalışırdı hala çalışıyorlar akşam eve geliyorlar ve hiç bir şeyden haberleri yok, okula gidiyorum dışlanıp dalga geçiliyorum eve geliyorum babaannem dövüyor hep bir ağlama söz konusu hep o kırmızı koltukta ağlayarak uyurdum ben. kimsenin de haberi olmadı. eski günlere dönmek istiyorum o zamanlara değil dedemin sırtında kahveye gitmeyi özledim.
devamını gör...
1226.
bir koşuşturma, bir heyecan. herkesin yüzünde benzer bir gerginlik vardı o akşamüstü. tedirginlik, her yerden bir tehlike gelebileceği ihtimali, belirsizlik. kalabalık bir masada oturuyorlardı. kimse çantasını kucağından indirip sandalyeye bile asmamıştı. telefonlar elde. şarjlar azalmış. nöbetleşe camdan sokağa bakıp duran 9 kişiydiler. ışık'ın telefonu çaldı. arayan iş arkadaşı joseph'ti. murat'tan belgeyi alıp almadığını sordu. saatlerdir bu anın gelmesini bekliyordu ışık. derin bir iç çekti. aldım dedi. korkma dedi joseph hissetmiş gibi. "senden kimse şüphelenmez."
ışık kalktı oturdukları kahveden. ufak tefek çelimsiz bir kızdı. üniversiteye yeni başlamıştı. 2 sene önce gelmişti bu şehre, havasına suyuna bile henüz alışamamıştı. okulun ilk senesi bir hocasının yönlendirmesiyle saat ücretli olarak çalışmaya başladığı, okul ve cafe'den arta kalan zamanlarında veri girişi yaptığı, işini doğru yaptığı taktirde kimsenin kaçta gediğine kaçta gittiğine karışmadığı bu araştırma enstitüsünde, idari işler departmanında asistan olarak çalışan joseph başta olmak üzere herkes onu çok sıcak karşılaşmıştı. yabancılarla çalışmak ne güzel diye düşünmüştü ışık daha ilk haftadan. kesinlikle mezun olduğunda çokuluslu bir yerde çalışması gerektiğine ikna olmuştu çabucak. belçika tarafından fonlanan bu enstitüde neredeyse her milletten 21 tam zamanlı, ışık'ın sayısını bilmediği kadar da yarı zamanlı ya da saat ücretli personel çalışıyordu. ışık çok şanslı görüyordu kendini. onu bu işe yönlendiren hocasına da defalarca kez söylediği gibi hayatı, bakış açısı tamamen değişmişti bu işe başladığından beri.
hiç anlamadığı şeyler olup bitiyordu ama. korkuyordu ışık. ilk defa 3 ay önce enstitünün araştırmacılarından biri tutuklandığında, hemen akabinde de adalet bakanlığı'ndan enstitünün tüm yazışmalarının asıllarının taraflarına ivedilikte teslim edilmesi istendiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. joseph, ona nerede çalıştığından en yakınları haricinde pek kimseye söz etmemesi gerektiğini söylediğinde didikleme ihtiyacı duymuştu ışık. öğrendiği bilgi kırıntıları bile kanını dondurmaya yetmişti. enstitü'nün üzerinde çok baskı vardı. belçika ile ülke arasında da haber bültenlerine bile yansıyan cinsten çok ciddi bir diplomatik kriz...
joseph 3 gün önce ışık'a muratla görüşmesinin mümkün olup olmadığını sordu. ışık'ın işe girişinden 7 ay sonra direktör yardımcılığından istifa eden, 32 yaşında profesörlüğünü almış murat ve ışık hiçbir diyalog geçmişine sahip değillerdi. ışık anlamamış, nedenini sorma gereği duymuştu. joseph üstü kapalı bir şekilde cevap verdi. ışık çok kurcalamaması gerektiğini ancak bu evrakı almasının ve joseph'e teslim etmesinin ne kadar önemli olduğunu sezmişti. kabul etti. joseph'e, onu bile isteye tehlikeye atmayacağını bilecek kadar güvenirdi. yine de sorma ihtiyacı duydu. "endişelenecek bir şey yok ışık. bunu enstitüde tam zamanlı çalışan biri yapmamalı sadece, durumları biliyorsun az çok." murat ve ışık laleli'de buluşmuşlardı. saati ve yeri joseph haber vermişti ışık'a. ayaküstü bir sohbet, kapalı bir zarf ve bu kadar. 3 dakika bile sürmemişti. her zamanki gibi işe gidecek, 4. kata çıkıp bunu joseph'e verecek ve çıkacaktı. en kötü ne olabilir ki diye düşündü enstitünün bulunduğu sokağa girerken. yokuşu çok hızlı tırmanıyordu, nefes nefese kalmıştı. neredeyse koşar adım yürüdüğünü, kan ter içinde kaldığını enstitünün tam karşısındaki polis kalabalığını fark etmesiyle eş zamanlı kavradı. birden durdu yolun ortasında. ondan tarafa bakan polislerden biriyle göz göze geldi. kafasını önüne eğdi ve yürümeye devam etti. bu defa normal hızda. bahçe kapısına geldiğinde tekrar baktı polislerden tarafa. neredeyse 30 kişilerdi. 4 normal polis otosu, 4 de zırhlı araç vardı. polisler ağır silahlıydı. özel bir ekip olduklarını düşündü ışık. terörle mücadele mi acaba, onların üniforma renkleri böyle mi oluyordu diye düşündü. aynı polis gözlerini dikmiş ışık'a bakıyordu. bir an ne yapacağını bilemedi kadın. kafasını çevirdi hızla, çantasının ön gözünde olması gereken personel kimlik kartını bulamıyordu bir türlü. sinirlenmişti, göz ucuyla sağa, yokuşun yukarısına baktı yeniden. polisin ona doğru yürümeye başladığını gördü. hızla arkasına döndü, yere çömelip çantasını açtı, kimliği yoktu! beyni patlayacak gibiydi. arkasına dönüp baktı, polis ona yürümeye devam ediyordu. galiba gülümsüyordu da. sinirleri bozuldu. kalbi yerinden çıkacak bir hızda atıyordu. kalktı yerden ışık, hızla yokuş aşağı yürümeye başladı. neredeyse koşuyordu. çok yanlış bir şey yaptığını fark etti ama artık çok geçti. polisten kaçıyordu! köşeyi döner dönmez karşısına çıkan, daha önceden dükkan olan ama sonrasında ön ve arka duvarları yıkılarak bir yaya alt geçidine çeviren binanın tam altında polisin kendisine "bayan" diye seslendiğini duydu. zaten burada da bir grup polis olduğunu gördü. hatta bir de masa. kimlik kontrolü yapan, ağır silahlı olmayan polisler ve geçip gitmekte olan insanlar. durdu ışık. kendisini sakinleştirmeye çalıştı ve arkasına döndü. en sakin olmaya çalışan yüz ifadesiyle;
-buyrun memur bey?
-nereye böyle koşa koşa hanfendi?! kimlik göreyim.
-kimlik mi? ha normal kimlik mi? bir saniye. hemen.
polis 27-28 yaşlarında dev gibi bir adamdı. 1.90'ın üzerinde boylu, büyük suratlı, esmer. küçücük bir kadın olan ışık kendini olduğundan da küçük hissetti bu adam karşısında. ellerinin titrediğini fark ettirmemeye çalışarak sırt çantasında cüzdanını aradı. kimliğini verdi. polis elindeki telefondan bir şeylere baktı. kimliği geri verirken konuştu;
-ne aradın öyle yere oturup sen?
-personel kimliğimi aradım da. evde bırakmışım herhalde. bulamadım. bugün ben çalışmıyorum normalde, zaten defterimi alacaktım, unutmuşum dün, önemli bir şey değil. bugün işim bu taraflarda olunca uğrayıp onu alayım dedim ama kimlik yok. (güldü) bulamadım, eve dönüyorum.
-ne iş yapıyorsun sen?
-stajyerim ben. öğrenciyim normalde.
-neden koşarak uzaklaştın peki?
-memur bey, size açık konuşcam, ben hayatımda polis görmüş insan değilim. sizi öyle görünce korktum açıkçası. ne yapacağımı bilemedim. size çok komik gelecek belki ama durum bu. korktum, bir an önce de uzaklaşmak istedim, yemin ederim.
-etme yemin ışık hanım. hem biz korkulcak insanlar mıyız? bak bana... ben ne yapayım senin yeminini. ama gel biraz yürüyelim senlen.
-aslında acelem var benim memur bey. ben gitsem?
-bir öpücük vermeden nereye ışık hanım?
güldü polis.
-anlamadım, ne öpücüğü?
-hadi hadi uzatma, ver bir öpücük bakayım.
öne doğru eğildi. itti ışık polis'i. dehşete kapılmıştı. "ne yapıyorsunuz siz!" dedi, etrafta bir sürü polis, bir sürü insan daha varken bu hadsizlik onu şok etmişti. polisin böyle bir şeye nasıl cesaret edebildiğine anlam verememişti.
-gel bakalım ışık hanım o zaman, merkezde bir ifadenizi alalım sizin.
ne olduğunu anlamadan polis bileklerine kelepçeyi takmıştı genç kadının. inanamıyordu olanlara ışık. tarifsiz bir şekilde korkuyordu. hayatında böyle bir dehşet anı daha yaşamamıştı. bayılacak gibiydi. sürükleyerek götürüyordu onu polis. arkasına baktı. tanıdık bir yüz arıyordu. enstitünün sokağına geri döndüler. yokuşu tırmanırlarken ilerde polisin müdahaleye başladığını gördüler. her yer gazdı. göremedikleri yerleri hedef alan polisler vardı! polis ışık'a baktı, arkalarından gelen polislere belli belirsiz bir işaret yaptı ve koşar adım ışık'ın yanından uzaklaştı. kadın elleri kelepçeli vaziyette sokağın ortasında kalakaldı. arkasına döndü, sokaktaki herkesin müdahale alanına bakmakta ya da koşmakta olduğunu gördü. bir sürü insan ve polis vardı. gerisin geri yokuş aşağı koşmaya başladı. sokağı bitirip binanın altına yöneldi. hızla geçti geçitten, onunla ilgilenen kimse yoktu. incecik bileklerinden düştü düşecek kelepçeden de kurtulabilirse bu kabustan kaçabileceğini düşünürken sokağın köşesinde julio'yu gördü. çok rahatladı. julio enstitüye yeni gelen misafir araştırmacılardan biriydi. onu bu kaostan kurtarabileceğini düşündü ışık. tek derdi şu kelepçeydi. ışık'a gel diye işaret ediyordu julio. ışık ona doğru koşmaya devam etti. arkasına baktı, kendisini takip eden bir polis olup olmadığını anlayamadı. her yerdeydiler! burası kaosun tam merkeziydi. julio ışık'ın elini tuttu, ışık ona "beni bırakma" dedi. enstitünün iki arka sokağındaki depo binasına girdiler, açık plan bu apartmanda her kat ayrı bir daireydi. dış cephesi yarı cam yarı duvar olan tüm bu daireler ortadaki avluya bakacak şekilde, kare düzendeydi. 3. kata çıktılar. arşiv olarak kullanılan bu dairenin kapısının anahtarını verdi julio ışık'a. titreyen kelepçeli elleriyle kapıyı açmaya çalışırken merdivenlerden iki polisin koşarak çıktığını gördü ışık. julio bir üst kata çıkmak için merdivene yönelmişti bu esnada. ışık kapıyı açmayı başarıp içeri girdiğinde hala titriyordu. önce banyoya girdi, camlar sonuna kadar açıktı. camın önündeki mermerde kocaman büyük bir sarı kedi vardı. yangın merdiveninden polislerin çıkıp ona yakalayabileceğini fark ettiği için hızla banyodan çıktı, odalardan birine girip yere çömeldi. polisler bu esnada arşiv katına ulaşmıştı. ışık olduğu yere çömeldi. önünde bir çalışma masası vardı. küçücük olan bedenini bile saklayamayacak kadar küçük olan bu masaya ve banyoda kalmamaya karar veren aklına lanet etti. "o yangın merdivenlerinden onlar gelmeden sen de kaçabilirdin ışık, aptalsın sen" diye düşündü. polisler yere çömelip camdan içeri baktılar. biri öbür yana bakıyordu da bu kumral olan onun olduğu tarafa doğru çeviriyordu kafasını işte. saniyeler sonra görüleceğini fark eden ışık gözlerini sıkı sıkı yumdu.
ve miko uyandı. bir daha da uyuyamadı sabah'ın 3 buçuğundan beri.**
ışık kalktı oturdukları kahveden. ufak tefek çelimsiz bir kızdı. üniversiteye yeni başlamıştı. 2 sene önce gelmişti bu şehre, havasına suyuna bile henüz alışamamıştı. okulun ilk senesi bir hocasının yönlendirmesiyle saat ücretli olarak çalışmaya başladığı, okul ve cafe'den arta kalan zamanlarında veri girişi yaptığı, işini doğru yaptığı taktirde kimsenin kaçta gediğine kaçta gittiğine karışmadığı bu araştırma enstitüsünde, idari işler departmanında asistan olarak çalışan joseph başta olmak üzere herkes onu çok sıcak karşılaşmıştı. yabancılarla çalışmak ne güzel diye düşünmüştü ışık daha ilk haftadan. kesinlikle mezun olduğunda çokuluslu bir yerde çalışması gerektiğine ikna olmuştu çabucak. belçika tarafından fonlanan bu enstitüde neredeyse her milletten 21 tam zamanlı, ışık'ın sayısını bilmediği kadar da yarı zamanlı ya da saat ücretli personel çalışıyordu. ışık çok şanslı görüyordu kendini. onu bu işe yönlendiren hocasına da defalarca kez söylediği gibi hayatı, bakış açısı tamamen değişmişti bu işe başladığından beri.
hiç anlamadığı şeyler olup bitiyordu ama. korkuyordu ışık. ilk defa 3 ay önce enstitünün araştırmacılarından biri tutuklandığında, hemen akabinde de adalet bakanlığı'ndan enstitünün tüm yazışmalarının asıllarının taraflarına ivedilikte teslim edilmesi istendiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. joseph, ona nerede çalıştığından en yakınları haricinde pek kimseye söz etmemesi gerektiğini söylediğinde didikleme ihtiyacı duymuştu ışık. öğrendiği bilgi kırıntıları bile kanını dondurmaya yetmişti. enstitü'nün üzerinde çok baskı vardı. belçika ile ülke arasında da haber bültenlerine bile yansıyan cinsten çok ciddi bir diplomatik kriz...
joseph 3 gün önce ışık'a muratla görüşmesinin mümkün olup olmadığını sordu. ışık'ın işe girişinden 7 ay sonra direktör yardımcılığından istifa eden, 32 yaşında profesörlüğünü almış murat ve ışık hiçbir diyalog geçmişine sahip değillerdi. ışık anlamamış, nedenini sorma gereği duymuştu. joseph üstü kapalı bir şekilde cevap verdi. ışık çok kurcalamaması gerektiğini ancak bu evrakı almasının ve joseph'e teslim etmesinin ne kadar önemli olduğunu sezmişti. kabul etti. joseph'e, onu bile isteye tehlikeye atmayacağını bilecek kadar güvenirdi. yine de sorma ihtiyacı duydu. "endişelenecek bir şey yok ışık. bunu enstitüde tam zamanlı çalışan biri yapmamalı sadece, durumları biliyorsun az çok." murat ve ışık laleli'de buluşmuşlardı. saati ve yeri joseph haber vermişti ışık'a. ayaküstü bir sohbet, kapalı bir zarf ve bu kadar. 3 dakika bile sürmemişti. her zamanki gibi işe gidecek, 4. kata çıkıp bunu joseph'e verecek ve çıkacaktı. en kötü ne olabilir ki diye düşündü enstitünün bulunduğu sokağa girerken. yokuşu çok hızlı tırmanıyordu, nefes nefese kalmıştı. neredeyse koşar adım yürüdüğünü, kan ter içinde kaldığını enstitünün tam karşısındaki polis kalabalığını fark etmesiyle eş zamanlı kavradı. birden durdu yolun ortasında. ondan tarafa bakan polislerden biriyle göz göze geldi. kafasını önüne eğdi ve yürümeye devam etti. bu defa normal hızda. bahçe kapısına geldiğinde tekrar baktı polislerden tarafa. neredeyse 30 kişilerdi. 4 normal polis otosu, 4 de zırhlı araç vardı. polisler ağır silahlıydı. özel bir ekip olduklarını düşündü ışık. terörle mücadele mi acaba, onların üniforma renkleri böyle mi oluyordu diye düşündü. aynı polis gözlerini dikmiş ışık'a bakıyordu. bir an ne yapacağını bilemedi kadın. kafasını çevirdi hızla, çantasının ön gözünde olması gereken personel kimlik kartını bulamıyordu bir türlü. sinirlenmişti, göz ucuyla sağa, yokuşun yukarısına baktı yeniden. polisin ona doğru yürümeye başladığını gördü. hızla arkasına döndü, yere çömelip çantasını açtı, kimliği yoktu! beyni patlayacak gibiydi. arkasına dönüp baktı, polis ona yürümeye devam ediyordu. galiba gülümsüyordu da. sinirleri bozuldu. kalbi yerinden çıkacak bir hızda atıyordu. kalktı yerden ışık, hızla yokuş aşağı yürümeye başladı. neredeyse koşuyordu. çok yanlış bir şey yaptığını fark etti ama artık çok geçti. polisten kaçıyordu! köşeyi döner dönmez karşısına çıkan, daha önceden dükkan olan ama sonrasında ön ve arka duvarları yıkılarak bir yaya alt geçidine çeviren binanın tam altında polisin kendisine "bayan" diye seslendiğini duydu. zaten burada da bir grup polis olduğunu gördü. hatta bir de masa. kimlik kontrolü yapan, ağır silahlı olmayan polisler ve geçip gitmekte olan insanlar. durdu ışık. kendisini sakinleştirmeye çalıştı ve arkasına döndü. en sakin olmaya çalışan yüz ifadesiyle;
-buyrun memur bey?
-nereye böyle koşa koşa hanfendi?! kimlik göreyim.
-kimlik mi? ha normal kimlik mi? bir saniye. hemen.
polis 27-28 yaşlarında dev gibi bir adamdı. 1.90'ın üzerinde boylu, büyük suratlı, esmer. küçücük bir kadın olan ışık kendini olduğundan da küçük hissetti bu adam karşısında. ellerinin titrediğini fark ettirmemeye çalışarak sırt çantasında cüzdanını aradı. kimliğini verdi. polis elindeki telefondan bir şeylere baktı. kimliği geri verirken konuştu;
-ne aradın öyle yere oturup sen?
-personel kimliğimi aradım da. evde bırakmışım herhalde. bulamadım. bugün ben çalışmıyorum normalde, zaten defterimi alacaktım, unutmuşum dün, önemli bir şey değil. bugün işim bu taraflarda olunca uğrayıp onu alayım dedim ama kimlik yok. (güldü) bulamadım, eve dönüyorum.
-ne iş yapıyorsun sen?
-stajyerim ben. öğrenciyim normalde.
-neden koşarak uzaklaştın peki?
-memur bey, size açık konuşcam, ben hayatımda polis görmüş insan değilim. sizi öyle görünce korktum açıkçası. ne yapacağımı bilemedim. size çok komik gelecek belki ama durum bu. korktum, bir an önce de uzaklaşmak istedim, yemin ederim.
-etme yemin ışık hanım. hem biz korkulcak insanlar mıyız? bak bana... ben ne yapayım senin yeminini. ama gel biraz yürüyelim senlen.
-aslında acelem var benim memur bey. ben gitsem?
-bir öpücük vermeden nereye ışık hanım?
güldü polis.
-anlamadım, ne öpücüğü?
-hadi hadi uzatma, ver bir öpücük bakayım.
öne doğru eğildi. itti ışık polis'i. dehşete kapılmıştı. "ne yapıyorsunuz siz!" dedi, etrafta bir sürü polis, bir sürü insan daha varken bu hadsizlik onu şok etmişti. polisin böyle bir şeye nasıl cesaret edebildiğine anlam verememişti.
-gel bakalım ışık hanım o zaman, merkezde bir ifadenizi alalım sizin.
ne olduğunu anlamadan polis bileklerine kelepçeyi takmıştı genç kadının. inanamıyordu olanlara ışık. tarifsiz bir şekilde korkuyordu. hayatında böyle bir dehşet anı daha yaşamamıştı. bayılacak gibiydi. sürükleyerek götürüyordu onu polis. arkasına baktı. tanıdık bir yüz arıyordu. enstitünün sokağına geri döndüler. yokuşu tırmanırlarken ilerde polisin müdahaleye başladığını gördüler. her yer gazdı. göremedikleri yerleri hedef alan polisler vardı! polis ışık'a baktı, arkalarından gelen polislere belli belirsiz bir işaret yaptı ve koşar adım ışık'ın yanından uzaklaştı. kadın elleri kelepçeli vaziyette sokağın ortasında kalakaldı. arkasına döndü, sokaktaki herkesin müdahale alanına bakmakta ya da koşmakta olduğunu gördü. bir sürü insan ve polis vardı. gerisin geri yokuş aşağı koşmaya başladı. sokağı bitirip binanın altına yöneldi. hızla geçti geçitten, onunla ilgilenen kimse yoktu. incecik bileklerinden düştü düşecek kelepçeden de kurtulabilirse bu kabustan kaçabileceğini düşünürken sokağın köşesinde julio'yu gördü. çok rahatladı. julio enstitüye yeni gelen misafir araştırmacılardan biriydi. onu bu kaostan kurtarabileceğini düşündü ışık. tek derdi şu kelepçeydi. ışık'a gel diye işaret ediyordu julio. ışık ona doğru koşmaya devam etti. arkasına baktı, kendisini takip eden bir polis olup olmadığını anlayamadı. her yerdeydiler! burası kaosun tam merkeziydi. julio ışık'ın elini tuttu, ışık ona "beni bırakma" dedi. enstitünün iki arka sokağındaki depo binasına girdiler, açık plan bu apartmanda her kat ayrı bir daireydi. dış cephesi yarı cam yarı duvar olan tüm bu daireler ortadaki avluya bakacak şekilde, kare düzendeydi. 3. kata çıktılar. arşiv olarak kullanılan bu dairenin kapısının anahtarını verdi julio ışık'a. titreyen kelepçeli elleriyle kapıyı açmaya çalışırken merdivenlerden iki polisin koşarak çıktığını gördü ışık. julio bir üst kata çıkmak için merdivene yönelmişti bu esnada. ışık kapıyı açmayı başarıp içeri girdiğinde hala titriyordu. önce banyoya girdi, camlar sonuna kadar açıktı. camın önündeki mermerde kocaman büyük bir sarı kedi vardı. yangın merdiveninden polislerin çıkıp ona yakalayabileceğini fark ettiği için hızla banyodan çıktı, odalardan birine girip yere çömeldi. polisler bu esnada arşiv katına ulaşmıştı. ışık olduğu yere çömeldi. önünde bir çalışma masası vardı. küçücük olan bedenini bile saklayamayacak kadar küçük olan bu masaya ve banyoda kalmamaya karar veren aklına lanet etti. "o yangın merdivenlerinden onlar gelmeden sen de kaçabilirdin ışık, aptalsın sen" diye düşündü. polisler yere çömelip camdan içeri baktılar. biri öbür yana bakıyordu da bu kumral olan onun olduğu tarafa doğru çeviriyordu kafasını işte. saniyeler sonra görüleceğini fark eden ışık gözlerini sıkı sıkı yumdu.
ve miko uyandı. bir daha da uyuyamadı sabah'ın 3 buçuğundan beri.**
devamını gör...
1227.
dedi normal şarkısı çalarken kadın gözlerini devirip iri iri dedi yaşamak istiyorum işte normal.
tanımı var mıydı belli değil. insanı derinden yaralayan kelimeler havada uçuştu.
kadın geçmişini geleceğini tek bir potada eritip adama sunmaya hazırdı tüm cesaretini toplamış.
adam yalancı mıydı?
adam neydi sahi?
kadın boş verdi saniyelik akıl tutulmasıyla.
uzattı ellerini. adamın yüzüne avuçlarıyla dokundu da bir anlamı yok gibi davrandı adam.
kadın görmedi.
insan kendi içine bakarken göremiyor zira dışarıyı.
tanımı var mıydı belli değil. insanı derinden yaralayan kelimeler havada uçuştu.
kadın geçmişini geleceğini tek bir potada eritip adama sunmaya hazırdı tüm cesaretini toplamış.
adam yalancı mıydı?
adam neydi sahi?
kadın boş verdi saniyelik akıl tutulmasıyla.
uzattı ellerini. adamın yüzüne avuçlarıyla dokundu da bir anlamı yok gibi davrandı adam.
kadın görmedi.
insan kendi içine bakarken göremiyor zira dışarıyı.
devamını gör...
1228.
kış gelmiş. artık üstüme örtü alıyorum. hatta battaniye
devamını gör...
1229.
başımı yastığa koymuşum üzerimde yumuşacık battaniye. sarılmışım, yatağın içinde büzüşmüşüm. cenin olmuşum anne karnındaki gibi.
saçlarım örgülü. saçlarım tazecik.
sığınıyorum. sığınıyorum hayali bir ele.
o el ne vardı ki örgülü saçlarımı okşasa, yüzümde dolaşsa.
sığınıyorum. büzüşüyorum yatağın içinde.
ne sağlam bir göğüs ne de sıcacık eller var.
yaşıyor muyum yoksa yumuşak bir mezarın içinde miyim?
saçlarım örgülü. saçlarım tazecik.
sığınıyorum. sığınıyorum hayali bir ele.
o el ne vardı ki örgülü saçlarımı okşasa, yüzümde dolaşsa.
sığınıyorum. büzüşüyorum yatağın içinde.
ne sağlam bir göğüs ne de sıcacık eller var.
yaşıyor muyum yoksa yumuşak bir mezarın içinde miyim?
devamını gör...
1230.
insan ne tuhaf;
hep kök salamayacağı, ona uygun olmayan topraklara sevdalanıp,
belki kendi toprağında yediveren olacakken, başka topraklarda kurumayı tercih ediyor...
med cezir... *
hep kök salamayacağı, ona uygun olmayan topraklara sevdalanıp,
belki kendi toprağında yediveren olacakken, başka topraklarda kurumayı tercih ediyor...
med cezir... *
devamını gör...
1231.
en yakınının bile bilmediği bir gözyaşı saklanır bazı insanların gözünde,
çünkü hep kırılmaya müsait bir kalbi,
her an yeniden açılacakmış gibi olan bir kaç yarası vardır.
ve zehir gibi bir yalnızlık,
gözünden değil artık bedeninden akan...
ama kimsenin görmediği,
kendini bildin bileli kaç bin kez düşünmüştün oysa,
o kadar belliydi ki sana göre, birileri farkına varmalıydı,
mutlaka görmüş olmalıydı birileri o hüzünlü bakışları,
omuzlarından tutup sarsmalıydı seni...
olmadı elbette, olamazdı!
herkesin derdi kendineydi ezelden beri çünkü,
merak uzak diyarlarda bir köy adı bile değildi zaten,
merak dedikoducu teyzelerin dilinde komşunun kızıydı sadece, sakız niyetine!
sana göreyse bir "nasılsın?" değer vermekti onca iş güç arasında,
evet fazlaydı bu, çok fazla...
sen anonim olamıyorsun diye başkalarının korunaklı hayatlarına laf etmek de neyin nesiydi?
hem bu çağın insanı telefonu sessizde kullanır, kendini stresten uzak tutmak için insan ilişkilerini asgaride tutar,
kimseye tahammül edemez, sadece kendisi için yaşar.
değilsin bu çağın insanı ondan sebep hep çarpı iki hüzünler, acılar, hayal kırıklıkları...
gitmeye gidemiyor, kalsan duramıyorsun.
bu kadar insan içinde insansızlık...
ne menem bir çelişkidir bu,
hem ona gitmek istemek, hem ondan gitmek istemek...
unutulmuş muydum? *
söyle bari, son söz olsun,
kızmam bundan sonra sana...
dostuz artık geçmiş olsun,
anlat, saklama ne varsa...
çünkü hep kırılmaya müsait bir kalbi,
her an yeniden açılacakmış gibi olan bir kaç yarası vardır.
ve zehir gibi bir yalnızlık,
gözünden değil artık bedeninden akan...
ama kimsenin görmediği,
kendini bildin bileli kaç bin kez düşünmüştün oysa,
o kadar belliydi ki sana göre, birileri farkına varmalıydı,
mutlaka görmüş olmalıydı birileri o hüzünlü bakışları,
omuzlarından tutup sarsmalıydı seni...
olmadı elbette, olamazdı!
herkesin derdi kendineydi ezelden beri çünkü,
merak uzak diyarlarda bir köy adı bile değildi zaten,
merak dedikoducu teyzelerin dilinde komşunun kızıydı sadece, sakız niyetine!
sana göreyse bir "nasılsın?" değer vermekti onca iş güç arasında,
evet fazlaydı bu, çok fazla...
sen anonim olamıyorsun diye başkalarının korunaklı hayatlarına laf etmek de neyin nesiydi?
hem bu çağın insanı telefonu sessizde kullanır, kendini stresten uzak tutmak için insan ilişkilerini asgaride tutar,
kimseye tahammül edemez, sadece kendisi için yaşar.
değilsin bu çağın insanı ondan sebep hep çarpı iki hüzünler, acılar, hayal kırıklıkları...
gitmeye gidemiyor, kalsan duramıyorsun.
bu kadar insan içinde insansızlık...
ne menem bir çelişkidir bu,
hem ona gitmek istemek, hem ondan gitmek istemek...
unutulmuş muydum? *
söyle bari, son söz olsun,
kızmam bundan sonra sana...
dostuz artık geçmiş olsun,
anlat, saklama ne varsa...
devamını gör...
1232.
bazı insanlar çok güzel. böyle ansiklopedi gibi. dolu dolu. sayfaları sayılamayacak kadar çok olan bir roman gibi. soluksuz okunmalı. ya da bir manzara gibi. yeşilin ve mavinin eşsiz tonlarıyla bezeli. bembeyaz pamuktan hallice bulutlu. ama ben ne ansiklopedi maddelerinden biriyim ne romanın başkahramanı ne de manzaranın içindeyim. bana düşen açıp okumak ya da izlemek. okudukça imrenilir mi ya da izledikçe yüreği kıran mutluluklar yaşanılır mı? imreniyorum yeminlen be sözlük. yüreğim hüzünlü mutlulukla kırılıyor. romanın başkahramanı olmak için ya da manzaradaki bulutun üzerinde uzanıp seyahat etmek için insan neler vermeli?
* * *
* * *
devamını gör...
1233.
dertler derya olmuş ben de bir sandal, simsiyah gecenin koynundayım başım duman.
olmak ya da olmamak işte bütün mesafe bu. yüz kilometre hızla gidersek olmak tarafına mı yakın oluruz yoksa olmamak tarafına mı? ha bir de kaç zamanda?
kaçmalı zamandan... öyle bir geçer zaman ki. e buyursun geçsin, biz hala yüz kilo litredeyiz. bardaktaki bitsin geliriz.
ezgi günlüğüne ayşe'yi yazmış. "ayşoşum minik kuşum, sen uçtun ben vuruldum." aman uçurtmayı vurmasınlar anne! görecek daha çok gökyüzü var.
olmak ya da olmamak işte bütün mesafe bu. yüz kilometre hızla gidersek olmak tarafına mı yakın oluruz yoksa olmamak tarafına mı? ha bir de kaç zamanda?
kaçmalı zamandan... öyle bir geçer zaman ki. e buyursun geçsin, biz hala yüz kilo litredeyiz. bardaktaki bitsin geliriz.
ezgi günlüğüne ayşe'yi yazmış. "ayşoşum minik kuşum, sen uçtun ben vuruldum." aman uçurtmayı vurmasınlar anne! görecek daha çok gökyüzü var.
devamını gör...
1234.
küçükken hep dualar ederdim ailemden önce ben öleyim diye. onların acısını hiçbir zaman görmek istememiştim, buna şahit olmak kaldıramayacağım bir yük gibiydi. bununla yaşayamazdım, ama yaşıyorum? hatta küçüklüğümde hep çok korkardım yalnız kalmaktan. çünkü o yaştaki teorime göre insanlar yaş sıralamasına göre ölmeliydi. en büyük olan, sonra ondan daha küçük olan.. sıralama böyle devam etmeli ve küçük yaşta insanlar aile içinde kalan tek birey olarak yalnız kalmalıydı. çocukluk işte, bu korkularımdan dolayı çok kez ağlamış dualar etmişimdir. sanrım bu korkumdan olacak, küçükken gece herkes uyuduktan sonra teker teker annemin, babamın ve abimin nefes alışlarını dinlerdim. nasıl uyuduklarını izler, nefes aldıklarında göğüslerinin bir yukarı bir aşağı hareket etmesi beni inanılmaz rahatlatırdı. bazen uyanıp karanlıkta beni gördüklerinde çok korkarlardı ve tabii kızarlardı. ama hala bu sebeple öyle yaptığımı bilmezler.
zaman akıp gitti, tarih değişti ama bazı şeyler hiç değişmedi. acının şiddeti hiç azalmadı. ben neden hiç değişmiyorum? içimdeki acıyı neden söküp atamıyorum? içimdeki o yara ne zaman kabuk bağlasa tekrar tekrar kanatıyorum. ben değiştim aslında, büyüdüm. ama içimdeki çocuk hiç büyümedi. o 16 yaşındaki çocuk.. onu iyileştirmeyi başaramadım. bazı geceler ne zaman gözlerimi kapatsam, hep bir yerlerden buğulu gözlerle bakıyor bana..
zaman akıp gitti, tarih değişti ama bazı şeyler hiç değişmedi. acının şiddeti hiç azalmadı. ben neden hiç değişmiyorum? içimdeki acıyı neden söküp atamıyorum? içimdeki o yara ne zaman kabuk bağlasa tekrar tekrar kanatıyorum. ben değiştim aslında, büyüdüm. ama içimdeki çocuk hiç büyümedi. o 16 yaşındaki çocuk.. onu iyileştirmeyi başaramadım. bazı geceler ne zaman gözlerimi kapatsam, hep bir yerlerden buğulu gözlerle bakıyor bana..
devamını gör...
1235.
madem ortak bir defterimiz var, öncelikle belirtmek isterim ki benim gönül sayfam da canım açık seçik...
devamını gör...
1236.
ortada hiç bir bok sebep yokken insan kendini niye değiştirmek istesin ki?
devamını gör...
1237.
insan bir kere kaybolmaya başladımı bütünüyle kaybolmak istiyor.
nasıl olsa artık isteseler de bulamazlar beni.
henüz duygularımı kontrol etmeyi öğrenemedim yüzüme bakınca insanların yüzünde bir üzüntü duygusu belirirdi.
belki de bir acımaydı bana üzüntü gibi gelen.
yüzümden okunuyor olmalı bir şeyler yazdıklarımdan okunamasa bile birilerinin bir şeyler sezdiğinin farkındaydım.
istemeden bir şeylere dahil ediliyor bir şeylerden çıkarılıyordum, mesela gözden saçmalama.
kimsesiz berduşlar gibi yürürdüm sokaklarda bütün hayvanlar krallarını selamlardı insanlar anlamazdı.
her gece penceremde birkaç kedi iki tane sinek odanın içinde, birkaç kitap çekmeceler basamaklar onlarında bir beklentisi olmalıydı muhakkak,
bir şeyler bekliyor olmalı benden.
yoksa bunca zaman benim beklediğim gibi neden okunmayı bekleyesin ki kitaplar...
bekleyesi gelmiştir belki ya da buna benzer bir şey.
ınsanlar bir şey yapmadan, durduk yere yorulmanın bile bir yolunu bulmuş; yorgunluğun sebebinden ziyade dinlenmekle ilgileniyorlar. salt bir ilgisizlik.
yorulmayanları yadırgıyorlar; kendilerinden değillermiş bir işle meşgulken yorulan insanlar.
bana yine tarafımı seçme fırsatı verilmedi oradan oraya savruldum durmadan.
rüzgârla şekillendi varlığım.
huzuru toprakta, kitapta ve kahve de bulduğum halde ne toprağa kavuşabildim ne kitap okuyabildim, yalnız yazmakla yetindim.
alonewriter
nasıl olsa artık isteseler de bulamazlar beni.
henüz duygularımı kontrol etmeyi öğrenemedim yüzüme bakınca insanların yüzünde bir üzüntü duygusu belirirdi.
belki de bir acımaydı bana üzüntü gibi gelen.
yüzümden okunuyor olmalı bir şeyler yazdıklarımdan okunamasa bile birilerinin bir şeyler sezdiğinin farkındaydım.
istemeden bir şeylere dahil ediliyor bir şeylerden çıkarılıyordum, mesela gözden saçmalama.
kimsesiz berduşlar gibi yürürdüm sokaklarda bütün hayvanlar krallarını selamlardı insanlar anlamazdı.
her gece penceremde birkaç kedi iki tane sinek odanın içinde, birkaç kitap çekmeceler basamaklar onlarında bir beklentisi olmalıydı muhakkak,
bir şeyler bekliyor olmalı benden.
yoksa bunca zaman benim beklediğim gibi neden okunmayı bekleyesin ki kitaplar...
bekleyesi gelmiştir belki ya da buna benzer bir şey.
ınsanlar bir şey yapmadan, durduk yere yorulmanın bile bir yolunu bulmuş; yorgunluğun sebebinden ziyade dinlenmekle ilgileniyorlar. salt bir ilgisizlik.
yorulmayanları yadırgıyorlar; kendilerinden değillermiş bir işle meşgulken yorulan insanlar.
bana yine tarafımı seçme fırsatı verilmedi oradan oraya savruldum durmadan.
rüzgârla şekillendi varlığım.
huzuru toprakta, kitapta ve kahve de bulduğum halde ne toprağa kavuşabildim ne kitap okuyabildim, yalnız yazmakla yetindim.
alonewriter
devamını gör...
1238.
buraya ara ara gelip hâl hatır sormak istiyorum. naptınız diyesim geliyor yazıp, karalayanlara.
uzun uzun yazmanın verdiği rahatlık var bu başlıkta. kim okuyor kim okumuyor pek umrunda değil aslında. bir şeyler çıksın içinden. dök dökebildiğin kadar....
normalde de öyle değil mi? anlatıyorsun uzun uzun kim dinliyor? dinlemeye çalışanda haklı bir yerde. film kopuyor bir yerden sonra yine kendi sorunlarına dalıyorsun. bu yüzden dinlenmiyorum anlamıyorlar beni diye çok yargılamamalı insanları.
sen kimi o kadar dikkatle dinleyebiliyorsun?
sadece merak ettiğini dinlersin orada da bir motivasyon vardır.
bir amaç olmalı değil mi? seni bir yerelere çeken konu olmalı, bir insan olmalı. ortak bir payda olmalı insanlar başka türlü buluşamaz başka türlü birbirlerine dokunamaz.
kopmadan sadece akışa kendini kaptırdığın, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığın seni bir görevmiş gibi dinlemeye çalışmayan biri olmalı.
bir konu olmalı tartışacağın ve üzerine uzun uzun konuşacağın.
hayat başka türlü geçmez. geçen'in tadı olmaz. çok yavan çok çorak olan şeyler sancı verir.
uzun uzun yazmanın verdiği rahatlık var bu başlıkta. kim okuyor kim okumuyor pek umrunda değil aslında. bir şeyler çıksın içinden. dök dökebildiğin kadar....
normalde de öyle değil mi? anlatıyorsun uzun uzun kim dinliyor? dinlemeye çalışanda haklı bir yerde. film kopuyor bir yerden sonra yine kendi sorunlarına dalıyorsun. bu yüzden dinlenmiyorum anlamıyorlar beni diye çok yargılamamalı insanları.
sen kimi o kadar dikkatle dinleyebiliyorsun?
sadece merak ettiğini dinlersin orada da bir motivasyon vardır.
bir amaç olmalı değil mi? seni bir yerelere çeken konu olmalı, bir insan olmalı. ortak bir payda olmalı insanlar başka türlü buluşamaz başka türlü birbirlerine dokunamaz.
kopmadan sadece akışa kendini kaptırdığın, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığın seni bir görevmiş gibi dinlemeye çalışmayan biri olmalı.
bir konu olmalı tartışacağın ve üzerine uzun uzun konuşacağın.
hayat başka türlü geçmez. geçen'in tadı olmaz. çok yavan çok çorak olan şeyler sancı verir.
devamını gör...
1239.
sıkıldım. konular da sarmıyor. hadi biriniz gelsin de sohbet edelim.
devamını gör...
1240.
eskiden gelen bir alışkanlığım var eğer bir kitap akıcıysa ve sarıyorsa bir gün yada 2 gün içinde kitabı okurum ve bitiririm kaç sayfa olduğu da önemsiz. kitabın içinde yaşarım bir gün boyunca aynı bu gün olduğu gibi, ortalama 6 saat kitap okudum bu gün ve hiç bir şey yapmadım yapmam gereken tonla şey olmasına rağmen. bazıları der ya uyumak gerçek hayattan sıyrılabilmenin, kaçabilmenin tek yolu diye tek yolu o değil sevgili sözlük hayatsız gibi kitap okumak. bu gün hayattan kaçtım ama yarın beni bekleyen da dağ gibi sorumluluklar gece yatarken gelen gelecek kaygısı perileri bundan kaçabilmek işte orada tek başıma kalıyorum ve asıl sıkıntım da burada başlıyor.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2