normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
941.
tepsi kebabını çok severim.
devamını gör...
942.
genç adam işten yorgun argın gelmiş, biraz da erken çıkmıştı, ertesi gününü planlarken eşi ona seslendi:
+ hayatım deterjan bitmiş te bi gidip alsan, ben çıkamadım da bugün sana bıraktım kızmazsın değil mi? hem sana da bir yürüyüş olur baksana hava çok güzel.
genç adam nazlanmak istedi ama iyi geleceğini de düşünerek evden çıktı. hava da gerçekten çok güzeldi.
köşedeki yol kenarı korunun oradan geçerken bir ses duydu:
+ genç adam" diye seslendi o ses.
genç adam sanki bir tanıdık görmüştü ve mutlu oldu.
- ooo, ortak naber ya, nasılsın, yine mi buradasın?
+ ben hep buradayım da sen nerdesin ya nerede kaldın? yine geldin götürmeye değil mi beni?
- evet tabi yine geldim işte hem sen de bu yaşına geldin değil mi ortak, geldin tabi
ya, kalksan da gitsek artık yolumuz uzun...
+ sen nerden çıktın böyle ya bir anda, bu saatte geleceğini ummadım aslında
- seni bekliyordum gelirsin diye ama, geleceğin de yok ben geldim işte seni götürmeye.
+ ama kalan yol uzun dedin, demedin mi? biraz daha dinlenmeyi haketmiyor muyum?
- yine bekliyorsun ve hiç değişmedin ortak, yedisinde de böyleydin, simdi de böylesin, biraz bana çekseydin, böyle dururken neler kaçırmazdın bir bilsen neler kaçırdın...
+ bilmediğimi mi zannediyorsun? hissetmediğimi mi? görmediğimi mi? peki sen neden izledin bütün bu olanları, kayıp giden zamanı da şimdi başımda dikilip gidelim de gidelim diyorsun?
- bak yine fevri davranıyorsun, hep sığındığın şeylere ve sorulara yöneliyorsun ve kaçmaya çalışıyorsun.
+ ben kaçmıyorum! fevri de değilim! ama bi dur bi sık boğaz etme beni.
- bu yol kenarı ağaçlığı nasıl buldun ki, kuş uçmaz kervan geçmez...
+ senden kaçarken oldu bütün bunlar, bırakmadın peşimi.
- saçların diyorum ne kadar beyazlamış, belin de bükülmüş be ortak, gözlükler de yakışmış diyeceğim ama çökmüşsün sanki, bir de o bastonu da hatırlıyorum nereden acaba?
+ senden kaçarken yine aslında sana dönmek isterken bu hale geldim genç adam, ileride görülecek olan haline, bu arada baston dedemden kalma hatırlamıyor musun? ha unutmadan; saçlara fazla özen gösterme, eninde sonunda bu renge dönecek ama şanslısın ki dökülmeyecek :)
- ee napayım ? bununla mı teselli bulacağım? sen hakikaten bir tuhaf olmuşsun iyice ha, ben eskiden böyle değildim..
+ eskiden? sen? dur daha neler göreceksin ki bu halime gelip bana hak vereceksin, eskiden dediğin şey aslında gelmiş ve beni bulmuş olan şey işte.
- nasıl yani? şimdi ben eski gelecekte miyim?
+ hayır, gelecekteki eskidesin.
- ortak, bak gitmemek için direnip kafamı allak bullak ediyorsun, yeter ben sıkıldım artık.
+ biliyorum... işte o yüzden bu ağaçların altına geldin ve kendinle baş başa kaldın.
- açık konuş ortak bak, daha yapılacaklar var ve seninle uğraşmak istemiyorum.
+ yapılacak bir şey yok küçük ortak...sen aslında bana geldin, kendine geldin, içini kemiren beynini yiyen sorularınla geleceğine geldin ama ben seni tanıyorum, ama sen kendini bilmediğin için, ne yaşadığını da görmek için bana geldin ki öğrenmek için ama beni rahatsız etmekten başka işin gücün yok, bana dair yürüttüğün fikirler sadece tahmin, bir an yine boş bulunup şaşırıp seni unuttum diye sen bana bu soruları sormaya cesaret ettin, yoksa asla edemezdin.
- hadi canım ne alakası var ya, ben sonuçta bu hayatı en iyi şekilde yaşıyorum baksana, hatta bir sana bak bir de bana bak, gencim, param var, yakışıklıyım, saçlarım da beyaz değil.
yaşlı ortak doğruldu ve şu cümleyi söyledi...
+ bence sen kendine bir daha bak.
ağaçların arasına koca bir ayna düşmüştü ve rüzgar daha sert esmeye başladı, gökyüzü kararmaya başlamıştı ki, yağmur da geliyordu, hem de sağanak şeklinde, gökleri yıkarcasına. genç adamın kulağında uğultular başladı ve aynaya baktı, gördüklerine inanamıyordu. aynada iki siluet, iki yüz, iki beden.. yağmur aynaya düştükçe, saçları ıslanıyordu, simsiyah saçlarından akan renk mürekkebi andırıyor ve saçları beyazlamaya başlıyordu, kendi yüzüne bakmaktan yanındaki yaşlı ortağını göremez oluyordu, öyle sert esiyordu ağaçlar kökünden koparken toprakla beraber yine de kendine bir şey olmuyordu, ilahi bir kudret gibi yerinde çakılı kaldı, sanki bütün bu olanları izletmek istiyorlardı... genç adam dizlerine kadar toprağa batarken beli de bükülüyordu, aynada akan yağmurla beyazlaşan saçları ile yüzleşirken avaz avaz bağırmak istiyordu ama nafile... sesini de kimse duymuyordu. yaşlı ortak şeytani bir gülüşle olanları izliyorken genç adam birden elinde dedesinin bastonunu buldu ve ona dayanmaya ve onu içine çeken çukurdan kurtulmak için kazarak kurtulmaya çalışıyordu...
ama nafile.. kendi kazıp kurtulmaya çalıştıkça dibe doğru inerken, yanındaki yaşlı ortağı göğe doğru yükselmeye başladı.
çaresizce son bir hamle yaptı, olmadı, kalakalmıştı.
birden uyandı genç adam, eşi seslendi ve her zamanki elinde günün gazetesi vardı.
+ hayatım...
- ne oldu neredeyim ben?
kendine olanları bilmiyordu genç adam, akşam deterjan almaya çıktıktan sonrasını hatırlamıyordu, hafızada vardı birşeyler ama birleştirmedi kafasında çünkü hastane odasında burası ve anlam veremedi.
genç adam delirdiğini düşündü bir anda veya kötü bir kabus geçirdiğini. kalktı doğruldu, eşine de neden burada olduğunu soramadı.
neden sonra biraz kendine geldi, elini yüzünü yıkadı, gazetesini okumaya koyuldu, her zaman ki gibi ara sayfalara göz attı ki dün akşam üzeri başlayan fırtınanın ayrıntılarını okumaya başladı.
eşi nedensiz susarken birden seslendi biraz kırık bir sesle.
+ hadi koca adam, biraz kendine gel de birşeyler yedireyim sana... ha unutmadan bu arada sabah uyurken sen eski bir arkadaşın geldi sana bir paket bıraktı.
- kimmiş ki?
+ ismini söylemedi, sanırım seni hastaneye getirdiklerini duydu ben de ismini sormayı unuttum ama 'ortak diye söyle o bilir benim kim olduğumu ' dedi. ya sen hiç bahsetmedin kim bu ortak?
genç adam kutuyu açınca gözlerine inanamadı, içinden bir kırık ayna, bir baston ve bir mürekkep hokkası çıktı..
gözleri karardı genç adamın ve yine duymaz olmuştu.
"gelecekteki seslere"...
+ hayatım deterjan bitmiş te bi gidip alsan, ben çıkamadım da bugün sana bıraktım kızmazsın değil mi? hem sana da bir yürüyüş olur baksana hava çok güzel.
genç adam nazlanmak istedi ama iyi geleceğini de düşünerek evden çıktı. hava da gerçekten çok güzeldi.
köşedeki yol kenarı korunun oradan geçerken bir ses duydu:
+ genç adam" diye seslendi o ses.
genç adam sanki bir tanıdık görmüştü ve mutlu oldu.
- ooo, ortak naber ya, nasılsın, yine mi buradasın?
+ ben hep buradayım da sen nerdesin ya nerede kaldın? yine geldin götürmeye değil mi beni?
- evet tabi yine geldim işte hem sen de bu yaşına geldin değil mi ortak, geldin tabi
ya, kalksan da gitsek artık yolumuz uzun...
+ sen nerden çıktın böyle ya bir anda, bu saatte geleceğini ummadım aslında
- seni bekliyordum gelirsin diye ama, geleceğin de yok ben geldim işte seni götürmeye.
+ ama kalan yol uzun dedin, demedin mi? biraz daha dinlenmeyi haketmiyor muyum?
- yine bekliyorsun ve hiç değişmedin ortak, yedisinde de böyleydin, simdi de böylesin, biraz bana çekseydin, böyle dururken neler kaçırmazdın bir bilsen neler kaçırdın...
+ bilmediğimi mi zannediyorsun? hissetmediğimi mi? görmediğimi mi? peki sen neden izledin bütün bu olanları, kayıp giden zamanı da şimdi başımda dikilip gidelim de gidelim diyorsun?
- bak yine fevri davranıyorsun, hep sığındığın şeylere ve sorulara yöneliyorsun ve kaçmaya çalışıyorsun.
+ ben kaçmıyorum! fevri de değilim! ama bi dur bi sık boğaz etme beni.
- bu yol kenarı ağaçlığı nasıl buldun ki, kuş uçmaz kervan geçmez...
+ senden kaçarken oldu bütün bunlar, bırakmadın peşimi.
- saçların diyorum ne kadar beyazlamış, belin de bükülmüş be ortak, gözlükler de yakışmış diyeceğim ama çökmüşsün sanki, bir de o bastonu da hatırlıyorum nereden acaba?
+ senden kaçarken yine aslında sana dönmek isterken bu hale geldim genç adam, ileride görülecek olan haline, bu arada baston dedemden kalma hatırlamıyor musun? ha unutmadan; saçlara fazla özen gösterme, eninde sonunda bu renge dönecek ama şanslısın ki dökülmeyecek :)
- ee napayım ? bununla mı teselli bulacağım? sen hakikaten bir tuhaf olmuşsun iyice ha, ben eskiden böyle değildim..
+ eskiden? sen? dur daha neler göreceksin ki bu halime gelip bana hak vereceksin, eskiden dediğin şey aslında gelmiş ve beni bulmuş olan şey işte.
- nasıl yani? şimdi ben eski gelecekte miyim?
+ hayır, gelecekteki eskidesin.
- ortak, bak gitmemek için direnip kafamı allak bullak ediyorsun, yeter ben sıkıldım artık.
+ biliyorum... işte o yüzden bu ağaçların altına geldin ve kendinle baş başa kaldın.
- açık konuş ortak bak, daha yapılacaklar var ve seninle uğraşmak istemiyorum.
+ yapılacak bir şey yok küçük ortak...sen aslında bana geldin, kendine geldin, içini kemiren beynini yiyen sorularınla geleceğine geldin ama ben seni tanıyorum, ama sen kendini bilmediğin için, ne yaşadığını da görmek için bana geldin ki öğrenmek için ama beni rahatsız etmekten başka işin gücün yok, bana dair yürüttüğün fikirler sadece tahmin, bir an yine boş bulunup şaşırıp seni unuttum diye sen bana bu soruları sormaya cesaret ettin, yoksa asla edemezdin.
- hadi canım ne alakası var ya, ben sonuçta bu hayatı en iyi şekilde yaşıyorum baksana, hatta bir sana bak bir de bana bak, gencim, param var, yakışıklıyım, saçlarım da beyaz değil.
yaşlı ortak doğruldu ve şu cümleyi söyledi...
+ bence sen kendine bir daha bak.
ağaçların arasına koca bir ayna düşmüştü ve rüzgar daha sert esmeye başladı, gökyüzü kararmaya başlamıştı ki, yağmur da geliyordu, hem de sağanak şeklinde, gökleri yıkarcasına. genç adamın kulağında uğultular başladı ve aynaya baktı, gördüklerine inanamıyordu. aynada iki siluet, iki yüz, iki beden.. yağmur aynaya düştükçe, saçları ıslanıyordu, simsiyah saçlarından akan renk mürekkebi andırıyor ve saçları beyazlamaya başlıyordu, kendi yüzüne bakmaktan yanındaki yaşlı ortağını göremez oluyordu, öyle sert esiyordu ağaçlar kökünden koparken toprakla beraber yine de kendine bir şey olmuyordu, ilahi bir kudret gibi yerinde çakılı kaldı, sanki bütün bu olanları izletmek istiyorlardı... genç adam dizlerine kadar toprağa batarken beli de bükülüyordu, aynada akan yağmurla beyazlaşan saçları ile yüzleşirken avaz avaz bağırmak istiyordu ama nafile... sesini de kimse duymuyordu. yaşlı ortak şeytani bir gülüşle olanları izliyorken genç adam birden elinde dedesinin bastonunu buldu ve ona dayanmaya ve onu içine çeken çukurdan kurtulmak için kazarak kurtulmaya çalışıyordu...
ama nafile.. kendi kazıp kurtulmaya çalıştıkça dibe doğru inerken, yanındaki yaşlı ortağı göğe doğru yükselmeye başladı.
çaresizce son bir hamle yaptı, olmadı, kalakalmıştı.
birden uyandı genç adam, eşi seslendi ve her zamanki elinde günün gazetesi vardı.
+ hayatım...
- ne oldu neredeyim ben?
kendine olanları bilmiyordu genç adam, akşam deterjan almaya çıktıktan sonrasını hatırlamıyordu, hafızada vardı birşeyler ama birleştirmedi kafasında çünkü hastane odasında burası ve anlam veremedi.
genç adam delirdiğini düşündü bir anda veya kötü bir kabus geçirdiğini. kalktı doğruldu, eşine de neden burada olduğunu soramadı.
neden sonra biraz kendine geldi, elini yüzünü yıkadı, gazetesini okumaya koyuldu, her zaman ki gibi ara sayfalara göz attı ki dün akşam üzeri başlayan fırtınanın ayrıntılarını okumaya başladı.
eşi nedensiz susarken birden seslendi biraz kırık bir sesle.
+ hadi koca adam, biraz kendine gel de birşeyler yedireyim sana... ha unutmadan bu arada sabah uyurken sen eski bir arkadaşın geldi sana bir paket bıraktı.
- kimmiş ki?
+ ismini söylemedi, sanırım seni hastaneye getirdiklerini duydu ben de ismini sormayı unuttum ama 'ortak diye söyle o bilir benim kim olduğumu ' dedi. ya sen hiç bahsetmedin kim bu ortak?
genç adam kutuyu açınca gözlerine inanamadı, içinden bir kırık ayna, bir baston ve bir mürekkep hokkası çıktı..
gözleri karardı genç adamın ve yine duymaz olmuştu.
"gelecekteki seslere"...
devamını gör...
943.
karalayalım hadi defteri.
kalktım sofradan, adıma yaşıma kurulmuş sofradan, çünkü neden olmasın?
yeter bana, adam olana çok bile.
çok güzel, çok neşeli, çok hüzünlü bir gündü benim için, yok; yaş alma, yaşlanma vs derdim bile değil, o işleri bırakalı çok oldu.
şurada, şu sözlükte geçirdiğim bilmem kaç ay boyunca ne güzel insanlar tanımışım, ne güzel insanlar bana dokunmuş onu gördüm. açık açık yazanlar kadar bir de özel mesaj ile yazanlar oldu, inanın çok şaşırdım, çok mutlu oldum, çok utandım. benim doğum günüm çocukluğumda bile unutulan bir tarihti, alışık değildim, sadece bir kadın hiç unutmazdı, onu da ben hıyarlığım yüzünden kaybettim, her nerede ise mutlu olsun, hep mutlu olsun.
her ne ise, hepinize teşekkür ederim, eyvallah!
efharisto para poli!
kalkın oynucaz!
kalktım sofradan, adıma yaşıma kurulmuş sofradan, çünkü neden olmasın?
yeter bana, adam olana çok bile.
çok güzel, çok neşeli, çok hüzünlü bir gündü benim için, yok; yaş alma, yaşlanma vs derdim bile değil, o işleri bırakalı çok oldu.
şurada, şu sözlükte geçirdiğim bilmem kaç ay boyunca ne güzel insanlar tanımışım, ne güzel insanlar bana dokunmuş onu gördüm. açık açık yazanlar kadar bir de özel mesaj ile yazanlar oldu, inanın çok şaşırdım, çok mutlu oldum, çok utandım. benim doğum günüm çocukluğumda bile unutulan bir tarihti, alışık değildim, sadece bir kadın hiç unutmazdı, onu da ben hıyarlığım yüzünden kaybettim, her nerede ise mutlu olsun, hep mutlu olsun.
her ne ise, hepinize teşekkür ederim, eyvallah!
efharisto para poli!
kalkın oynucaz!
devamını gör...
944.
ulan maymun neden muzu yemiyorsun?
muz zehirli mi?
muz güzel bir şey oysa...
tatlı falan di mi?
maymunlar uzatılan muzları yememeye başladığında bir şey değişiyordur belki?
muz zehirli mi?
muz güzel bir şey oysa...
tatlı falan di mi?
maymunlar uzatılan muzları yememeye başladığında bir şey değişiyordur belki?
devamını gör...
945.
diğerleri için küçük olabilir ama benim için büyük bir adım gerçekten! ne mi?
annem ve babamla ilk defa bu kadar açıkça "evlilik" lafını etmem. evet sadece lafını, konusu vs değil,zaten konusunu etmem için "o" kişiyi bulmam ve her şeyiyle uyumlanmam gerekir. neyse bu kısmı şimdilik önemli değil.
benim için neden önemli? çünkü ben özel yaşamımı bugüne kadar pek kimseyle evet özellikle ailemle paylaşan biri değilim. bırakın ilişkiyi,evliligi vs biri olduğunu söylemeyi bile biraz fazla özgürlüğüme düşkün olduğum için açıklamaya gerek görmemiş kişiyim ben.
ama bu konuda düşünce ve davranışlarım 180 derece değişti. nasıl mı değişti? bilmiyorum büyüyorum galiba * ve bu saatten sonra annem ve babamla en ufak detayı paylaşıp fikir ve onaylarini alacağım. o kişiyi bulduğumda her şeye emin olduktan sonra direkt tanistiracagim kendileriyle.
evet bu konuda en doğru kararı verdigimi düşünerek bugüne kadar yapmadığım ya da yapamadığım zamanların da telafisini edeceğim.
ve bugün 3ümüz otururken evliliğe karşı olan samimiyetimi ufacık da olsa bir nüansla belirtmiş olmam beni mutlu etti,bahsetmem onların da ilgisini çekti ve sevindiklerinin de farkındayım.
sizleri seviyorum ailem ,bundan sonrası çok daha güzel olacak.
biliyorum ve eminim..
annem ve babamla ilk defa bu kadar açıkça "evlilik" lafını etmem. evet sadece lafını, konusu vs değil,zaten konusunu etmem için "o" kişiyi bulmam ve her şeyiyle uyumlanmam gerekir. neyse bu kısmı şimdilik önemli değil.
benim için neden önemli? çünkü ben özel yaşamımı bugüne kadar pek kimseyle evet özellikle ailemle paylaşan biri değilim. bırakın ilişkiyi,evliligi vs biri olduğunu söylemeyi bile biraz fazla özgürlüğüme düşkün olduğum için açıklamaya gerek görmemiş kişiyim ben.
ama bu konuda düşünce ve davranışlarım 180 derece değişti. nasıl mı değişti? bilmiyorum büyüyorum galiba * ve bu saatten sonra annem ve babamla en ufak detayı paylaşıp fikir ve onaylarini alacağım. o kişiyi bulduğumda her şeye emin olduktan sonra direkt tanistiracagim kendileriyle.
evet bu konuda en doğru kararı verdigimi düşünerek bugüne kadar yapmadığım ya da yapamadığım zamanların da telafisini edeceğim.
ve bugün 3ümüz otururken evliliğe karşı olan samimiyetimi ufacık da olsa bir nüansla belirtmiş olmam beni mutlu etti,bahsetmem onların da ilgisini çekti ve sevindiklerinin de farkındayım.
sizleri seviyorum ailem ,bundan sonrası çok daha güzel olacak.
biliyorum ve eminim..
devamını gör...
946.
ben de bu dağların nesine geldim?..
aman be emmoğlu sen de neyine geldin bu dağların? neyini özledin? hani neyi var da neyine geldin?.. manasında olduğunu düşünmediğim, aksine emin olduğum, o arabesk parçanın bilmezdim şu cazvari gönlümü bu denli etkileyebileceğini.
niçin dinlediğimi bile bilmediğim halde caz versiyonundan sıkılıp açıp ferdi tayfur'dan dinlediğimde niçin ağladığımı bile anlamadım. hala niçin açıp açıp dinliyorum?..
şu kent yaşamında yüzyıllardır devam ederken ailemin; kuzuların meleşmesinde ne zevk, ne hayranlık allah'ım.
sanki yine yaz gelecek bütün arkadaşlarım köylerine tatile gidecek ben de arkalarından imrenip kalacağım. kentinde otur. kendinle otur. sıkılırsan tatil köylerine koylarına koyul.
aman ne bahtiyarlık ne mutluluk....
şehirde üç gün yas sonrası yaşamın yine seyri...
mezarında beş karış otlar bitmeyince, gönül geçmiyor emmoğlu.
beş karış ne kadar zaman?
gönül geçmemek ne demek?
emmoğlu ne demek?
ne demek yaa ne demek?...
buradan
aman be emmoğlu sen de neyine geldin bu dağların? neyini özledin? hani neyi var da neyine geldin?.. manasında olduğunu düşünmediğim, aksine emin olduğum, o arabesk parçanın bilmezdim şu cazvari gönlümü bu denli etkileyebileceğini.
niçin dinlediğimi bile bilmediğim halde caz versiyonundan sıkılıp açıp ferdi tayfur'dan dinlediğimde niçin ağladığımı bile anlamadım. hala niçin açıp açıp dinliyorum?..
şu kent yaşamında yüzyıllardır devam ederken ailemin; kuzuların meleşmesinde ne zevk, ne hayranlık allah'ım.
sanki yine yaz gelecek bütün arkadaşlarım köylerine tatile gidecek ben de arkalarından imrenip kalacağım. kentinde otur. kendinle otur. sıkılırsan tatil köylerine koylarına koyul.
aman ne bahtiyarlık ne mutluluk....
şehirde üç gün yas sonrası yaşamın yine seyri...
mezarında beş karış otlar bitmeyince, gönül geçmiyor emmoğlu.
beş karış ne kadar zaman?
gönül geçmemek ne demek?
emmoğlu ne demek?
ne demek yaa ne demek?...
buradan
devamını gör...
947.
imdaaaaaat! mala bağladım.
bin kere dedim kendime bak gerizekalı, sakın sakın iş hayatıyla özel hayatı birbirine karıştırma. iş yerinden kimseyle dışarda arkadaş olma. orada olan orda kalsın, çalış, konuşma, dinleme, çalış, dön evine.
gerizekalı gibi bi’ boş bakış, bi’ yarım gülüşe kanmak üzereyim. belki de kandım, henüz o raddedemiyim emin olamıyorum.
çok kibar birine sırf gözleri güzel diye, çene yapısı ve dişleri güzel görünüyor diye, sırf onunla çalışmak, diğer insanları görmekten daha iyi hissettiriyor diye, çok güzel kirpikleri var diye, okumayı seven biri diye, kültürlü ve hoşgörülü diye, sırf diğerleriyle dalga geçip benle geçmiyor sessizce birlikte gülmeye başladık diğerlerine diye, sırf burnu güzel diye, bi’ kaç kelime türkçe biliyor ve beni gördüğünde türkçe günaydın diyor diye, başkalarından bunalıp, gözleriyle beni arayıp, gözlerini deviriyor o insandan şikayetçiymişcesine diye, beni güldürmeye çalışıyor diye, sırf ses tonu bana yumuşak diğerlerine hoyrat diye tutulmak üzereyim. engel olamıyorum onun bana kitap okuması nasıl olurdu, benimle aynı evde yaşaması nasıl olurdu diyen düşüncelerime…
bugün çalışmadığım halde düzenli yapılan teste gittim iş yerindeki. bu mecburi bir şey. her çalışan gelmek zorunda. onun vardiyası bitmiş bahçede diğer çalışanlarla oturuyordu. küçük bebeğimle gördü bizi, uzaktan selamladı, çok bakmadı. artık diğerleri anlamasın diye mi? bakmak istemedi diyemi? bilmiyorum. boşandığımı biliyor. hayat hakkında konuşuyorduk çalışırken vs… neyse, bugüne dönelim.
ben evrak bekliyorum diye oturuyorum, o evine gitmeden arkadaşlarıyla konuşmak için oturuyor. benim evrak hala gelmedi. o ortamından kalktı, bebeğimle benim yanıma geldi. normalde diğer bebeğim yanımdaysa herkes onu seviyor, küçük bebeğimi çok görmüyorlar bile… o geldi, bana gülümsedi, bebeğimin yanına eğildi, onunla konuştu, adını sordu, elini sıktı ve en kalbimin dışardan duyuluyor mu şuan dediğim şey gerçekleşti;
bebeğimin saçını okşadı ve başından öpmek için uzandı. bu arada nasıl tutuyorum kendimi, aşırı tepki vermemeliyim, sadece gülümse geç, sakın gülme, çok mutlu olduğunu gösterme diye nasıl kasıyorum anlatamam. içim kıpır kıpır… tınlanmayan bebeğimle ilgilendi. ben nerelere gideyim? ben manyak oldum galiba.
havadan nem mi kapıyorum ya? bi’ ince harekete düşecek kadar mı kötü davranıldı bana? yemin ederim çözemiyorum.
of offf. bitmedi.
ben salak eve geldim, kırk bin yıl önce kapanan devirdeki facebook olayına girdim. adı soyadı zaten ezberimde, direkt onu arattım, ve tüm ihtişamıyla orada duruyordu. ilkokuldan tut, şimdiye kadar kimle çalıştıysam, patronlarım dahil herkesi arkadaş ekledim. gerizekalıyım ben. iş hayatını hiç karıştırmadım özel hayatıma bak al mis gibim oldu şimdi. sonra dank etti. lan dedim burada arkadaşlarını gizleme olayı vardı. kitleyim bari de 5 kişiyle rezil olmayayım. hahahahahhahahahhaha… yaaa! nasıl… neyse…
zaaaaaar, zor, mideme kramp girdi düşünmekten. acabalarda boğuldum. yine de o boku yedim evet.
adını milyonuncu kez arat… arkadaş ekle. done.
bin kere dedim kendime bak gerizekalı, sakın sakın iş hayatıyla özel hayatı birbirine karıştırma. iş yerinden kimseyle dışarda arkadaş olma. orada olan orda kalsın, çalış, konuşma, dinleme, çalış, dön evine.
gerizekalı gibi bi’ boş bakış, bi’ yarım gülüşe kanmak üzereyim. belki de kandım, henüz o raddedemiyim emin olamıyorum.
çok kibar birine sırf gözleri güzel diye, çene yapısı ve dişleri güzel görünüyor diye, sırf onunla çalışmak, diğer insanları görmekten daha iyi hissettiriyor diye, çok güzel kirpikleri var diye, okumayı seven biri diye, kültürlü ve hoşgörülü diye, sırf diğerleriyle dalga geçip benle geçmiyor sessizce birlikte gülmeye başladık diğerlerine diye, sırf burnu güzel diye, bi’ kaç kelime türkçe biliyor ve beni gördüğünde türkçe günaydın diyor diye, başkalarından bunalıp, gözleriyle beni arayıp, gözlerini deviriyor o insandan şikayetçiymişcesine diye, beni güldürmeye çalışıyor diye, sırf ses tonu bana yumuşak diğerlerine hoyrat diye tutulmak üzereyim. engel olamıyorum onun bana kitap okuması nasıl olurdu, benimle aynı evde yaşaması nasıl olurdu diyen düşüncelerime…
bugün çalışmadığım halde düzenli yapılan teste gittim iş yerindeki. bu mecburi bir şey. her çalışan gelmek zorunda. onun vardiyası bitmiş bahçede diğer çalışanlarla oturuyordu. küçük bebeğimle gördü bizi, uzaktan selamladı, çok bakmadı. artık diğerleri anlamasın diye mi? bakmak istemedi diyemi? bilmiyorum. boşandığımı biliyor. hayat hakkında konuşuyorduk çalışırken vs… neyse, bugüne dönelim.
ben evrak bekliyorum diye oturuyorum, o evine gitmeden arkadaşlarıyla konuşmak için oturuyor. benim evrak hala gelmedi. o ortamından kalktı, bebeğimle benim yanıma geldi. normalde diğer bebeğim yanımdaysa herkes onu seviyor, küçük bebeğimi çok görmüyorlar bile… o geldi, bana gülümsedi, bebeğimin yanına eğildi, onunla konuştu, adını sordu, elini sıktı ve en kalbimin dışardan duyuluyor mu şuan dediğim şey gerçekleşti;
bebeğimin saçını okşadı ve başından öpmek için uzandı. bu arada nasıl tutuyorum kendimi, aşırı tepki vermemeliyim, sadece gülümse geç, sakın gülme, çok mutlu olduğunu gösterme diye nasıl kasıyorum anlatamam. içim kıpır kıpır… tınlanmayan bebeğimle ilgilendi. ben nerelere gideyim? ben manyak oldum galiba.
havadan nem mi kapıyorum ya? bi’ ince harekete düşecek kadar mı kötü davranıldı bana? yemin ederim çözemiyorum.
of offf. bitmedi.
ben salak eve geldim, kırk bin yıl önce kapanan devirdeki facebook olayına girdim. adı soyadı zaten ezberimde, direkt onu arattım, ve tüm ihtişamıyla orada duruyordu. ilkokuldan tut, şimdiye kadar kimle çalıştıysam, patronlarım dahil herkesi arkadaş ekledim. gerizekalıyım ben. iş hayatını hiç karıştırmadım özel hayatıma bak al mis gibim oldu şimdi. sonra dank etti. lan dedim burada arkadaşlarını gizleme olayı vardı. kitleyim bari de 5 kişiyle rezil olmayayım. hahahahahhahahahhaha… yaaa! nasıl… neyse…
zaaaaaar, zor, mideme kramp girdi düşünmekten. acabalarda boğuldum. yine de o boku yedim evet.
adını milyonuncu kez arat… arkadaş ekle. done.
devamını gör...
948.
canım çok sıkılıyo diyorum napim olum diyo sen bi şey yap diye söylemedim zaten diyorum o zaman niye söyledin diyo belirtme ihtiyacı duyamaz mıyım diyorum yok olmaz diyo niye diyorum cevap vermiyo olum söylesene niye diyorum ya bilmiyorum öylesine dedim diyo lan diyorum ne adamsın sen ne adamım diyo kalitesiz bi haysiyetsizsin diyorum sağol diyo rica ederim diyorum akşam vurcaz mı diyo işin gücün vurmak diyorum aynen öyle diyo iyi tamam vururuz o zaman diyorum neden belirtme ihtiyacın olamaz dedim biliyo musun diyo neden diyorum canım seni terslemek istedi diyo.
devamını gör...
949.
insan ve son. kül ve toz. acıklı yok oluşu şatafatlı ömürlerin. ah o yere göğe sığmaz güzellik, devletlere diz çöktüren yiğitlik. nihayetin böyle mi olacaktı. neydin, ne oldun. ihtişamını hangi hırsız çaldı, tutkularını hangi deniz yuttu, o yıldırım öfkeni hangi gök söndürdü. yirmi gramlık ruhla mı kibirlendin şu mavi gezegende. ah sen. göğsü hırsla dolu varlık. neden hor görürsün başka toprakları. peki. sen bilirsin, sev ya da karanlığa dönüşüp kahrol. sen bilirsin, o deniz, o gemi, o ufuk senin.
devamını gör...
950.
ağlamak isteyip, ağlayamanın vücut bulmuş haliyim.
yahu niye olmuyor, niye? sevgisizlik acıtıyor ruhumu. çekilmez bir adama dönüyorum. "onun" sevgisine ihtiyacım var ama onun kim olduğunu bilmiyorum.
o beni sevsin, şefkat göstersin, beni istesin, beni arzulasın, benimle olsun, her şeyi benimle yapsın,
içimde öyle bir öfke birikiyor ki, tüm dünyaya, alayınıza ve topunuza bedel bir öfke. bir insanın bu kadar öfkeyi bir bünyede barındırır mı? hataları yüzünden, hatalarından fazlasını bedel olarak ödüyorum.
halbuki "onun" sevgisiyle, ben iyi olurum. çünkü ben doydum yalnızlığa. eyvallah ben de çok çekilir bir adam değilim ama ne bileyim şiirler okurum, onu düşünürüm, onu özlerim, onu şefkatimle sararım ve her şeyden, herkesden korurum. o istemese bile ben korurum.
intihar fena fikir değil de, hem aileme, hem kendime kıyamıyorum. hem de dinim maalesef buna engel.
sevin, beni geçtim, beni hangi kadın sevsin? kimim oğlum ben. ama siz sevin, benim gibi ikinci bir "dexterın biri" yapmayın.
sevgisizlikten benim gibi kalbiniz sıkışmasın. benim gibi gözleriniz dolup dolup, akmamazlık yapmasın.
benim gibi saçlarınız şimdiden birkaç tel beyazlamasın, şimdiden benim gibi tüm dünyaya yetecek öfkeye sahip olmayın.
benim gibi sevgisiz bir dallama, bir hıyar, bir gerzek olmayın. karşınızda bir dallama var. öz eleştiri yapabilen bir dallama hem de.
demek ki ben sevgiyi hak etmiyorum. hak etsem olurdu ya ne bileyim, olmayınca olmuyor ama zorluyorum.
yaşamak için zorluyorum, bu çukurda nefes alabilmek için zorluyorum. belki de çok anlam yüklüyorsun diyen olacak, evet ama öyle açım ki sevgiye, yetimhane çocuğunun aile açlığı gibi ki ailem de beni seviyor, canım aile onlar olmasa şu durumda daha da kötü olurdum.
ancak kendi sevgimi, kendi yuvamı arıyorum ama bulamıyorum. olmayacak, ol(a)mayacak yuvamı. olmayacak işte! umut etmene tüküreyim senin ben be adam. neyse, bugün de sevilmedik ve ağlayamadık.
tam bu satırı yazarken kalbim yine sıkışmaya başladı. uyku ölüm güzel şey, çok temiz ha. yarın ola, hayrola. tabii uyanırsam.
yahu niye olmuyor, niye? sevgisizlik acıtıyor ruhumu. çekilmez bir adama dönüyorum. "onun" sevgisine ihtiyacım var ama onun kim olduğunu bilmiyorum.
o beni sevsin, şefkat göstersin, beni istesin, beni arzulasın, benimle olsun, her şeyi benimle yapsın,
içimde öyle bir öfke birikiyor ki, tüm dünyaya, alayınıza ve topunuza bedel bir öfke. bir insanın bu kadar öfkeyi bir bünyede barındırır mı? hataları yüzünden, hatalarından fazlasını bedel olarak ödüyorum.
halbuki "onun" sevgisiyle, ben iyi olurum. çünkü ben doydum yalnızlığa. eyvallah ben de çok çekilir bir adam değilim ama ne bileyim şiirler okurum, onu düşünürüm, onu özlerim, onu şefkatimle sararım ve her şeyden, herkesden korurum. o istemese bile ben korurum.
intihar fena fikir değil de, hem aileme, hem kendime kıyamıyorum. hem de dinim maalesef buna engel.
sevin, beni geçtim, beni hangi kadın sevsin? kimim oğlum ben. ama siz sevin, benim gibi ikinci bir "dexterın biri" yapmayın.
sevgisizlikten benim gibi kalbiniz sıkışmasın. benim gibi gözleriniz dolup dolup, akmamazlık yapmasın.
benim gibi saçlarınız şimdiden birkaç tel beyazlamasın, şimdiden benim gibi tüm dünyaya yetecek öfkeye sahip olmayın.
benim gibi sevgisiz bir dallama, bir hıyar, bir gerzek olmayın. karşınızda bir dallama var. öz eleştiri yapabilen bir dallama hem de.
demek ki ben sevgiyi hak etmiyorum. hak etsem olurdu ya ne bileyim, olmayınca olmuyor ama zorluyorum.
yaşamak için zorluyorum, bu çukurda nefes alabilmek için zorluyorum. belki de çok anlam yüklüyorsun diyen olacak, evet ama öyle açım ki sevgiye, yetimhane çocuğunun aile açlığı gibi ki ailem de beni seviyor, canım aile onlar olmasa şu durumda daha da kötü olurdum.
ancak kendi sevgimi, kendi yuvamı arıyorum ama bulamıyorum. olmayacak, ol(a)mayacak yuvamı. olmayacak işte! umut etmene tüküreyim senin ben be adam. neyse, bugün de sevilmedik ve ağlayamadık.
tam bu satırı yazarken kalbim yine sıkışmaya başladı. uyku ölüm güzel şey, çok temiz ha. yarın ola, hayrola. tabii uyanırsam.
devamını gör...
951.
gecenin üçünde, gözlerinin içine baktığımda kendimi alamadığım kızla aynı minibüse bindim. şimdi diyeceksiniz ki, sayın vadetmeyen alkolü fazla mı kaçırdınız acaba? hayır. yanımda arkadaşlarım vardı. onlar da o kız olduğunu onayladılar. peki o zaman sorun ne? yanında sevgilisi vardı. evet. olur öyle arkadaşlar. her istediğiniz olmaz. bazen hiçbir istediğiniz olmaz, uzunca bir süre. napalım. belki biraz daha alkol?
devamını gör...
952.
bil bakim karalama defteri.
bu gün de yağmur var, duman var, sis var.
ankara'nın güneşini özletti bana bu yağmurlar, bu gri bulutlar.
çok şükür henüz sel olmadı.
yarın dönüyorum.
daha da olmaz inşallah.
aklı, fikri, gözü karadeniz'de olan varsa tam şimdi gelsin buralara.
gelsin, ıslansın, nemlensin, gökyüzünü kaplayan gri bulutları görsün, dönsün.
tamam kabul ediyorum, yeşil olması hoş, mavi olması hoş, ama siz de kabul edin gri olması hoş değil.
asap bozuyor.
haluk levent alışamadım ben bu şehre şarkısını trabzon için yazdı.
alışmayanı zorluyor, unutanı yoruyor.
memleket, tabiki en sevdiğim
tabiki o bir yana,dünya bir yana ama işte, o gri bulutları bir gün olsun görmeseydim iyiydi.
bir yandan kızıp bir yandan şimdiden özlüyorum.
acaba diyorum geldiğimden beri yağan yağmur, ben buraları çok özlemeyeyim diye mi yağdı.
şu kadın iki sene üstüne geliyor, evine dönerken çok üzülmesin, burdaki arkadaşlarını, burdaki anılarını çok düşünmesin, bezsin burdan, diye düşünülmüş olunabilir.
olur mu olur?
korunduğuma kollandığıma inanırım ben.
derken anacığımın kahvaltıyı hazırla sesi geldi.
saat kaç oldu diyor.
duygusala bağlamayayım diye de bu geldi.
yok ben kollanıyorum.
realist olayım, duygusala bağlamayayım dağılmayayım diye tüm bunlar.
dün de büyük oğlumla tartışmıştık.
hep bunlar benim için.
söz sana dünya, kimseyi, hiç bir şeyi merkezine koymuycam.
o merkezde hep ben olacağım.
ikimiz beraber döneceğiz, dileyen de eksenimizde dönecek.
bu gün de yağmur var, duman var, sis var.
ankara'nın güneşini özletti bana bu yağmurlar, bu gri bulutlar.
çok şükür henüz sel olmadı.
yarın dönüyorum.
daha da olmaz inşallah.
aklı, fikri, gözü karadeniz'de olan varsa tam şimdi gelsin buralara.
gelsin, ıslansın, nemlensin, gökyüzünü kaplayan gri bulutları görsün, dönsün.
tamam kabul ediyorum, yeşil olması hoş, mavi olması hoş, ama siz de kabul edin gri olması hoş değil.
asap bozuyor.
haluk levent alışamadım ben bu şehre şarkısını trabzon için yazdı.
alışmayanı zorluyor, unutanı yoruyor.
memleket, tabiki en sevdiğim
tabiki o bir yana,dünya bir yana ama işte, o gri bulutları bir gün olsun görmeseydim iyiydi.
bir yandan kızıp bir yandan şimdiden özlüyorum.
acaba diyorum geldiğimden beri yağan yağmur, ben buraları çok özlemeyeyim diye mi yağdı.
şu kadın iki sene üstüne geliyor, evine dönerken çok üzülmesin, burdaki arkadaşlarını, burdaki anılarını çok düşünmesin, bezsin burdan, diye düşünülmüş olunabilir.
olur mu olur?
korunduğuma kollandığıma inanırım ben.
derken anacığımın kahvaltıyı hazırla sesi geldi.
saat kaç oldu diyor.
duygusala bağlamayayım diye de bu geldi.
yok ben kollanıyorum.
realist olayım, duygusala bağlamayayım dağılmayayım diye tüm bunlar.
dün de büyük oğlumla tartışmıştık.
hep bunlar benim için.
söz sana dünya, kimseyi, hiç bir şeyi merkezine koymuycam.
o merkezde hep ben olacağım.
ikimiz beraber döneceğiz, dileyen de eksenimizde dönecek.
devamını gör...
953.
bazı aşklar imkanla inkar arasındadır. bense imkan verdiğince inkar ettim aşkımı, ağzımla söyledim, kulağımla duydum, yaptıklarımla inkar ettim. ama şunu anladım. ne kadar sevsem de bu işin herhangi bir oluru yok. oluru varsa bile karşılıklı gururumuzdan asla ödün vermeyiz.
rüyalarımdan defol artık. sevmiyorum, istemiyorum. yeter.
rüyalarımdan defol artık. sevmiyorum, istemiyorum. yeter.
devamını gör...
954.
offf. koyde yaşıyorum daha yeni sular geldi, evet yanlış duymadınız su yeni geldi. 1 haftadır gelmediği için mutsuzdum. neyse babaanemle yaşıyorum burada ama çok yaşlandılar insan bi düşünüyor ulan ölseler nasıl bakacaksin hayatına... kötü şeyler düşünmeyi acilen bırakmam gerekiyor. istanbul'a döneceğim ise girmek ayrı dert okula gitmek ayrı dert. hepsi üst üste geliyor, umarım gelecekte güzel bir hayatım olur çünkü şu an pek yaşadığım söylenemez.
devamını gör...
955.
ön yargı
bir dal bulmuştu kendine. sığınacak bir dal. dalın bundan haberi olmasa da o hep dala sığınmak istiyordu. daldan ise arada rüzgarın etkisiyle sesler gelse de ağzını çıt açmıyordu. (odunsu şey işte,ne bekliyoruz ki?)
canı sıkkın olduğunda dalın gölgesi altında ağlar,mutlu olduğunda kütüğüne sarılır, sevgisini güzel hissettirirdi minik. dalımız ne yapardı peki? dalına bir kuş konsa ve hareket etse yaprakları bizim küçük ilgi arsizimizin kafasına değip okşasa minik mutlu olurdu. dal,kolay kolay hareket etmezdi minik ilgi arsizina. o anca güneşe kucak açar, uçan kuşu alır koynuna, yağmuru bünyesine hapseder, diğer dalları selamlardı. sevgi ve ilgi arsizi miniğin bunlardan hiç haberi yoktu. hoş olsa da gözü görmezdi. sevgiden gözü kör olan minik "ölene kadar her gün uğrayacağım yanına",dedi dal parçasına. ılgi ve sevgi arsizi minik,hiç sıkılmadan anlattı dertlerini, mutluluklarını, yalnızlıklarını, sevgisini ve hislerini...
dağdan ses geldi de bizim dal parçasından ses gelmedi yine. bu kez de buna ağladı minik ilgi arsızı. sinirlendi. yükseldi ayak uçlarına ve dalı kopardı gövdesinden. ayaklarıyla ezdi,zıpladı üstünde. tüm sinirini çıkardı dal parçasından.
o sırada kirdigi dal parçalarının arasında,yer de gözüne çarpan bir papatya gördü. sevindi hemen ,yüzü güldü. siniri yok oldu. çünkü canını acittigi,kırdığı ve onu artık ölüme terkettigi daldan özür mahiyetinde bir hediye sandı. aldı papatyayı eline ve koştura koştura eve gitti. ilk çiçeğiydi bu daldan, ilk jestiydi dalın. hemen aldı bi küçük kaba koydu papatyayı. "her gün bakacağım sana, hiç solmayacaksın "dedi. (2 gün sonra olacaklardan habersiz...)
gelelim dal parçasına. günlerce ezilen parçaları yattı yerde. öylece kalakaldılar. yabani hayvanlar çiğnedi bazen üstünü, bazen sele kapıldı baziları. uçan kuşlar bile yüzüne bakmadı. ayni çatı altında yaşadığı diğer akran dalları bile görmezden geldi onu. ne vardi güzelce ve kolayca sevgisini hissettirebilseydi ilgi ve sevgi arsızı miniğe.
"sevgi her şeyin üstesinden gelirdi hani"? dedi dal parçası. o minik için elinden geleni yapmıştı. zor günlerinde yanında olmuştu, o mutluyken yapraklarını yeşile boyamıştı. "sen mutluysan ben de mutluyum" demişti. kötülüklerden koruyup gölgesinin altına almıştı onu. rüzgarı ikna etmeye çalışırdı ki, miniğin kafasını oksayabilsin ve ben "hep burdayım" diye bilsin ,diye. ama minik kız bunları hiç görememişti. kırmıştı dallarını, acıtmıştı canını. onu son gördüğünde elinde bi papatya ile uzaklaşmıştı yanından. en çok bu canını yapmıştı dal parçasının. (dal parçası dersin hamurunda odunluk yatıyor dersin,ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir işte. zarifligine ve naifliğine, ince düşüncesine bakar mısınız?)
üstünden bir fil ordusu geçmeden önce son kez nefes aldı ve bakındı etrafına dal parçası. gözleri son kez miniği aradı. gördüğü tek şey canının acıdığıydı. minik bir fil geçti üstünden önce. sonra diğer büyük filler. toz gibi ufalandı. minik kızın saçlarını okşamak için rüşvet verdiği rüzgar öyle bir esti ki... kendisinden geriye sadece kurumuş tek tük yaprakları kaldı.
bir dal bulmuştu kendine. sığınacak bir dal. dalın bundan haberi olmasa da o hep dala sığınmak istiyordu. daldan ise arada rüzgarın etkisiyle sesler gelse de ağzını çıt açmıyordu. (odunsu şey işte,ne bekliyoruz ki?)
canı sıkkın olduğunda dalın gölgesi altında ağlar,mutlu olduğunda kütüğüne sarılır, sevgisini güzel hissettirirdi minik. dalımız ne yapardı peki? dalına bir kuş konsa ve hareket etse yaprakları bizim küçük ilgi arsizimizin kafasına değip okşasa minik mutlu olurdu. dal,kolay kolay hareket etmezdi minik ilgi arsizina. o anca güneşe kucak açar, uçan kuşu alır koynuna, yağmuru bünyesine hapseder, diğer dalları selamlardı. sevgi ve ilgi arsizi miniğin bunlardan hiç haberi yoktu. hoş olsa da gözü görmezdi. sevgiden gözü kör olan minik "ölene kadar her gün uğrayacağım yanına",dedi dal parçasına. ılgi ve sevgi arsizi minik,hiç sıkılmadan anlattı dertlerini, mutluluklarını, yalnızlıklarını, sevgisini ve hislerini...
dağdan ses geldi de bizim dal parçasından ses gelmedi yine. bu kez de buna ağladı minik ilgi arsızı. sinirlendi. yükseldi ayak uçlarına ve dalı kopardı gövdesinden. ayaklarıyla ezdi,zıpladı üstünde. tüm sinirini çıkardı dal parçasından.
o sırada kirdigi dal parçalarının arasında,yer de gözüne çarpan bir papatya gördü. sevindi hemen ,yüzü güldü. siniri yok oldu. çünkü canını acittigi,kırdığı ve onu artık ölüme terkettigi daldan özür mahiyetinde bir hediye sandı. aldı papatyayı eline ve koştura koştura eve gitti. ilk çiçeğiydi bu daldan, ilk jestiydi dalın. hemen aldı bi küçük kaba koydu papatyayı. "her gün bakacağım sana, hiç solmayacaksın "dedi. (2 gün sonra olacaklardan habersiz...)
gelelim dal parçasına. günlerce ezilen parçaları yattı yerde. öylece kalakaldılar. yabani hayvanlar çiğnedi bazen üstünü, bazen sele kapıldı baziları. uçan kuşlar bile yüzüne bakmadı. ayni çatı altında yaşadığı diğer akran dalları bile görmezden geldi onu. ne vardi güzelce ve kolayca sevgisini hissettirebilseydi ilgi ve sevgi arsızı miniğe.
"sevgi her şeyin üstesinden gelirdi hani"? dedi dal parçası. o minik için elinden geleni yapmıştı. zor günlerinde yanında olmuştu, o mutluyken yapraklarını yeşile boyamıştı. "sen mutluysan ben de mutluyum" demişti. kötülüklerden koruyup gölgesinin altına almıştı onu. rüzgarı ikna etmeye çalışırdı ki, miniğin kafasını oksayabilsin ve ben "hep burdayım" diye bilsin ,diye. ama minik kız bunları hiç görememişti. kırmıştı dallarını, acıtmıştı canını. onu son gördüğünde elinde bi papatya ile uzaklaşmıştı yanından. en çok bu canını yapmıştı dal parçasının. (dal parçası dersin hamurunda odunluk yatıyor dersin,ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir işte. zarifligine ve naifliğine, ince düşüncesine bakar mısınız?)
üstünden bir fil ordusu geçmeden önce son kez nefes aldı ve bakındı etrafına dal parçası. gözleri son kez miniği aradı. gördüğü tek şey canının acıdığıydı. minik bir fil geçti üstünden önce. sonra diğer büyük filler. toz gibi ufalandı. minik kızın saçlarını okşamak için rüşvet verdiği rüzgar öyle bir esti ki... kendisinden geriye sadece kurumuş tek tük yaprakları kaldı.
devamını gör...
956.
sus artık dedi.
sert bir dimağ karşıladı bu sesi.
bu bir hoş geldin sayılmazdı. adeta,
bu boğuk atmosfere mahkumsun der gibiydi.
sus demek yerine dinle der gibi bir karşılamaydı.
özgürlüğün şifreleri sanki bu mahkumiyette gizliydi.
tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır mı?
gardiyan hadi aç kapıyı da çıkalım. lütfen!
kapı açık mı?
arkadaşlar kapı açıkmış, çıkabilen çıksın...
sert bir dimağ karşıladı bu sesi.
bu bir hoş geldin sayılmazdı. adeta,
bu boğuk atmosfere mahkumsun der gibiydi.
sus demek yerine dinle der gibi bir karşılamaydı.
özgürlüğün şifreleri sanki bu mahkumiyette gizliydi.
tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır mı?
gardiyan hadi aç kapıyı da çıkalım. lütfen!
kapı açık mı?
arkadaşlar kapı açıkmış, çıkabilen çıksın...
devamını gör...
957.
kafam karışık son zamanlarda
ruhum bedenimden daha yorgun belki de
dizlerim, çocukluğuma kanıyor
ben hala senin peşinde
oturuyorum gözyaşı iskelesinde
çıplak ayaklarım suyun yüzeyinde
sen uzakta bir gemide
ben ellerinin derdinde
canım yanıyor çok defa
susmak da yetmiyor sanırım
şiirlerim yakıyor ağıtlarımı
sinemde koca bir ağırlık
yaşamım ve varlığım
bir bir seriliyor önüme
ah keşke bir bilsen
daha neler var da,neyse...
deliliğimin gerçekliği vuruyor yüzüme
doktorun sözleri kurcalıyor aklımı
sözlerim yalnızlığımı acıtıyor
paylaşıyoruz uzaklığın yakınlığını
ruhum bedenimden daha yorgun belki de
dizlerim, çocukluğuma kanıyor
ben hala senin peşinde
oturuyorum gözyaşı iskelesinde
çıplak ayaklarım suyun yüzeyinde
sen uzakta bir gemide
ben ellerinin derdinde
canım yanıyor çok defa
susmak da yetmiyor sanırım
şiirlerim yakıyor ağıtlarımı
sinemde koca bir ağırlık
yaşamım ve varlığım
bir bir seriliyor önüme
ah keşke bir bilsen
daha neler var da,neyse...
deliliğimin gerçekliği vuruyor yüzüme
doktorun sözleri kurcalıyor aklımı
sözlerim yalnızlığımı acıtıyor
paylaşıyoruz uzaklığın yakınlığını
devamını gör...
958.
albert’in yalanı
albert bir yalancıdır!
şimdi bu parmaklıklar arkasında hissedebileceğim son duygu mutluluktur herhalde. kendimi bu kadar kötü hissettiğim başka bir zaman dilimi olmamıştı hayatım boyunca. bu kadar kapana kısılmamıştım hiçbir zaman. yalnız kalmak aklıma getirebileceğim son şeydi. her zaman yanımda birileri mutlaka olurdu.
konuşabileceğim, sorunlarımı paylaşabileceğim, sevişebileceğim, kavga edebileceğim. ama mutlaka biri ya da birileri. vicdan azaplarım da her zaman gelip geçici olurdu. asla beni, şu an olduğu gibi esir almazdı, altına alıp çiğnemezdi.
albert bir yalancıdır!
hiç mutlu değilim çünkü. sevgilim beni terk etti, haklıydı da. ona kötü davranmaya, onu umursamamaya, yok saymaya başlamıştım. ona karşı hissettiğim bütün iyi, güzel duygularımı öldürmek için kendimle savaşmıştım. sanırım başarmıştım da. bunları yaparken tek istediğim mutlu bir şekilde yaşamak ve bu şekilde ölmekti. hapse tıkıldığımdan bu yana ziyaretime hiç gelmedi. onu ciddiye almamamın bir sonucuydu bu, biliyorum. yine de gelmesini isterdim ziyaretime, görmek isterdim, belki dokunmak bir kez daha. ama olmuyor işte. sadece o mu, mutlu olmak adına kırdığım bütün arkadaşlarım kaybolup gitti hayatımdan. sigara külü gibi, püff!!, yok oldular.
konuşamıyorum dört duvar arasında kimseyle, zaten bu öyküyü okumanızın nedeni de budur. bari sizinle paylaşayım bu suç öyküsünü ve nedenlerini.
aslında yalnız kalmak o kadar kötü olmayabilirdi. bu vicdan azabı dokunduğum her yerden fışkırmasaydı eğer. neden yaptım, nasıl yaptım, o an ne hissettim tam olarak bilemiyorum. ama mutlu olmak fikri sarıp sarmalamıştı beni. tetiği çektiğim an mutluluk sanki ani beliren bir güneş ışığı gibi kuşatacaktı beni. olmadı. birden namludan gelen o sağır edici ve kurşunun bir bedene saplanırken çıkarttığı korku verici ve koltuk değneklerini yere düşerken ortama saldığı mide bulandırıcı sesler beni karanlık bir kuyunun dibine doğru itti. yapmamalıydım biliyorum, şimdi olsa yapmazdım da. ama o an için o kadar doğru bir hareket gelmişti ki bana yapmasam olmazdı.
neler oldu o gün ve o günden önce?
yıllar önce yabancı bir şehirde dolaşırken tanışmıştık onunla. uzun süreli de bir dostluğumuz olmuştu. onu öldürmeseydim eğer ( bu ikinci cinayetimdi ve yargılanmadım bile) daha uzun yıllar sürecekti aramızdaki bu bağ. 1958 yılında bir bahar ayında bana elinde tuttuğu bir top kağıdı uzatıp, “bunları oku” demişti. ben de soluk almadan bir gecede okumuştum yazdığı ne varsa. defalarca okumuştum yazdıklarını. bedenim gibi zihnimin de kontrolü elimden kaçıp gitmişti yüzüncü okumamda. albert bana yapmam gerekenleri anlatmıştı. yazdığı bu metin benim için bir yol haritasıydı adeta. beni iyi tanırdı albert, mutsuzluğumu en iyi o görürdü. bu metinin yazılma amacı da buydu zaten; benim mutsuzluğum. bir sene kadar görüşmedik albert’le. yani bu metni bana verdiği günden onun öldürdüğüm güne kadar.
onunla ikinci görüşmemizden önce yapmak gerekenleri yapmıştım. birkaç sokak ötede oturan koltuk değnekleriyle yürüyen, tek ayağı diğerinden kısa olan adamı hiçbir haklı gerekçem yokken öldürmüştüm. aslında tekerlekli sandalyede olan birini aramıştım uzun süre ama maalesef yoktu çevremde böyle biri. ben de gözüme ilk kurbanımı kestirmiştim. onunla tanışmaya karar verdikten bir iki gün sonra kendimi evine davet ettirdim. eve gireceğimiz zaman tabancamı kontrol ettim. içeri girdiğimizde çok renkli bir karaktere sahip olduğunu hemen anlamıştım. evi harika dekore edilmişti. oturma odası bir renk cümbüşüydü adeta, perdeler, biblolar, tablolar, her şey uyum içindeydi. bir an onun eşcinsel olabileceği geldi aklıma ama bu tür düşüncelerle kurbanıma bir insan gibi yaklaşabilirdim. o yüzden düşüncelerimi yarım bırakıp, mutfak kapısından görünen kurbanıma doğru tek bir adım attım. silahı doğrulttum ve bana bakmasına bile fırsat vermeden iki el ateş ettim. tam anda işte kuyuya düşüşüm başladı. aklımda ne para vardı o anda ne de mutluluk. sadece oradan çıkıp gitmeyi düşünüyordum. silahı bırakmayı akıl edemedim, oysa albert bunu yapmamı özellikle belirtmişti. kapı arkamdan kapanırken beynimde hiçbir şey yoktu, sadece albert’e duyduğum nefret.
ne yapacağımı şaşırmıştım. hemen bir karakola gidip teslim olmam gerektiğini biliyordum elbet ama yapmadım. aralık ayıydı. kar yağmaktaydı. yeni yıla birkaç gün vardı. albert’i aradım, buluşmamız gerektiğini söyledim. albert küçük bir kasabadaydı o gün. bana 1 hafta sonra döneceğini o zaman görüşebileceğimi söyledi. o kadar vaktim yoktu. hemen bulunduğu küçük kasabaya gitmek için yola çıkmaya karar verdim. albert beni orda karşılayacaktı. uzun bir tren yolculuğundan sonra oraya varmıştım. bu arada onun içimde kendim için de birer tren bileti almıştım. trenler dönerken yolda işini bitirecektim. planım buydu ama olmadı. oraya vardığımda albert kendini tanıyan insanlarla meşguldü. o yüzden beni bir arkadaşı karşıladı. birlikte kaldıkları küçük otele gittik. albert beni yüzünde mutlu bir gülümsemeyle karşıladı. yüzündeki bu tomurcuk aslında onun sonunu hazırlamıştı. o an onu öldürmek konusunda en ufak bir tereddüdüm kalmamıştı.
o geceyi otelde geçirdik. onu burada öldüremeyeceğim kesindi. o yüzden geri dönüş yoluna çıkana kadar beklemem şarttı. 4 ocak dönüş tarihimizdi. o güne kadar sabretmeliydim. öyle de yaptım. dönüş tarihi gelene kadar sohbetlerimizi olabildiğince kısa tuttum, onu korkutacak bir taşkınlık yapabilirdim. aslında yaptım da ama albert bunu yorgunluğuma ve mutsuzluğuma verdi sanırım.
bir gün öğle yemeği sırasında bana verdiği metni okuyup okumadığımı sorduğunda beynimden vurulmuşa döndüm, ona saldırmamak için kendimi zor tuttum önce elimdeki bardağı kırdım, sonra da kalkıp yemek odasından dışarı çıktım. bir sigara yakıp kendimi toplamaya çalışırken albert yanıma geldi, sırtıma dostça dokundu, beni anladığını, elinden gelen her şeyi yapmak istediğini söyledi. yapacağı bir şey olmadığını söyledim, hem özür diledim hem de teşekkür ettim. dünya üzerinde en nefret ettiğim varlıktan özür dilemiştim, ama asıl özür dilemesi gereken oydu. intikam garip bir şekilde zihnimi ele geçirmişti ve 4 ocak benim için bir milat olacaktı.
4 ocak geldiğinde gidiş hazırlıkları hızlandı ama bu telaş içinde benim heyecanı belli olmuyordu, bu da benim için müthiş bir kamuflajdı. kimse benim heyecanımı yolculuk heyecanından ayrı tutmuyordu. ben de bunu kullandım, en iyi biçimde. hazırlıklara yardım ettim, ara sıra sohbetlere katıldım, kahvaltıda elimden geldiğince neşeli görünmeye çalıştım ama son anda benim geç öğrendiğim bir durum canımı fena halde sıktı. yolculuk bir arabayla yapılacaktı; facel vega marka bir araçla. benim planıma göreyse biz trenle gidecektik tren biletlerinden biri benim cebimde öteki ise albert’teydi. ama unutkanlıktan olsa gerek ya da benden şüphelendiği için albert otomobil yolculuğu yapacağımızı bana söyleme gereği duymamıştı ve öğrendiğimde ise planım alt üst olmuştu bile.
araç çalıştığında albert ile ben arkada oturuyorduk, albert’in yayıncı arkadaşıysa şoförün yanındaydı. bunu lehime kullanabilirdim. aklımdan bin bir türlü cinayet planı geçiyordu ama hiç biri uygulanacak gibi değildi. şartlar albert’i öldürmemi engellemek için el ele vermişlerdi adeta. onu bıçaklamam mümkün değildi, arabayı durdurup bir köşede öldürebilirdim ama ya diğer ikisini de öldürmek zorunda kalırdım o zaman, ya da planım toptan başarısız olurdu. albert’i arabadan itebilirdim ama bu da garanti bir ölüm olmazdı. bu düşüncelerden kurtulmak ve daha sakin düşünebilmek için kendimi yolun akışkanlığına verdim. yol çizgilerini yutan aracın çıkardığı sesleri dinleyerek daha akıllıca bir yol olarak albert’i yolculuk sonunda öldürmeye karar verdim.
tam bu kararı aldığımda büyük bir gürültüyle önce yol çizgileri sonra da içinde bulunduğumuz araç alt üst oldu. büyük bir kaza ve beklenmedik ölümler. şoför ve yayımcı önde oturmalarının şanssızlığıyla anında can verdiler. albert’in şanssızlığı ise bu yolculukta yanında oturan kişinin ben olmamdı. kaza olduğunda albert hafif bir baygınlık geçirmişti ve şans eseri ben sapasağlamdım. albert’in bu baygınlığından istifade ederek ilk yardım çantasıyla kafasına sertçe vurdum. bütün hıncımı bu vuruşta toplamıştım. albert de orada sonsuzluğa doğru akarken benim vicdanımda en ufak bir rahatlama olmamıştı. kendimi yine mutsuz hissediyordum. içimden geçen tek düşünce “keşke albert sağ olsaydı” oldu. çünkü sağ olsaydı onu bir kez daha öldürebilirdim.
şimdi bu kapalı kutunun içinde, parmaklıklarla gölgelenen yüzümü insanlardan saklayarak düşünüyorum. içeride oluşumun nedeni sakat bir adamı öldürmek. diğer cinayetimdense yargılanmadım bile. ilk cinayetim için beni suçlayabilirsiniz ama albert’i öldürmem konusunda asla çünkü;
albert bir yalancıdır!
albert bir yalancıdır!
şimdi bu parmaklıklar arkasında hissedebileceğim son duygu mutluluktur herhalde. kendimi bu kadar kötü hissettiğim başka bir zaman dilimi olmamıştı hayatım boyunca. bu kadar kapana kısılmamıştım hiçbir zaman. yalnız kalmak aklıma getirebileceğim son şeydi. her zaman yanımda birileri mutlaka olurdu.
konuşabileceğim, sorunlarımı paylaşabileceğim, sevişebileceğim, kavga edebileceğim. ama mutlaka biri ya da birileri. vicdan azaplarım da her zaman gelip geçici olurdu. asla beni, şu an olduğu gibi esir almazdı, altına alıp çiğnemezdi.
albert bir yalancıdır!
hiç mutlu değilim çünkü. sevgilim beni terk etti, haklıydı da. ona kötü davranmaya, onu umursamamaya, yok saymaya başlamıştım. ona karşı hissettiğim bütün iyi, güzel duygularımı öldürmek için kendimle savaşmıştım. sanırım başarmıştım da. bunları yaparken tek istediğim mutlu bir şekilde yaşamak ve bu şekilde ölmekti. hapse tıkıldığımdan bu yana ziyaretime hiç gelmedi. onu ciddiye almamamın bir sonucuydu bu, biliyorum. yine de gelmesini isterdim ziyaretime, görmek isterdim, belki dokunmak bir kez daha. ama olmuyor işte. sadece o mu, mutlu olmak adına kırdığım bütün arkadaşlarım kaybolup gitti hayatımdan. sigara külü gibi, püff!!, yok oldular.
konuşamıyorum dört duvar arasında kimseyle, zaten bu öyküyü okumanızın nedeni de budur. bari sizinle paylaşayım bu suç öyküsünü ve nedenlerini.
aslında yalnız kalmak o kadar kötü olmayabilirdi. bu vicdan azabı dokunduğum her yerden fışkırmasaydı eğer. neden yaptım, nasıl yaptım, o an ne hissettim tam olarak bilemiyorum. ama mutlu olmak fikri sarıp sarmalamıştı beni. tetiği çektiğim an mutluluk sanki ani beliren bir güneş ışığı gibi kuşatacaktı beni. olmadı. birden namludan gelen o sağır edici ve kurşunun bir bedene saplanırken çıkarttığı korku verici ve koltuk değneklerini yere düşerken ortama saldığı mide bulandırıcı sesler beni karanlık bir kuyunun dibine doğru itti. yapmamalıydım biliyorum, şimdi olsa yapmazdım da. ama o an için o kadar doğru bir hareket gelmişti ki bana yapmasam olmazdı.
neler oldu o gün ve o günden önce?
yıllar önce yabancı bir şehirde dolaşırken tanışmıştık onunla. uzun süreli de bir dostluğumuz olmuştu. onu öldürmeseydim eğer ( bu ikinci cinayetimdi ve yargılanmadım bile) daha uzun yıllar sürecekti aramızdaki bu bağ. 1958 yılında bir bahar ayında bana elinde tuttuğu bir top kağıdı uzatıp, “bunları oku” demişti. ben de soluk almadan bir gecede okumuştum yazdığı ne varsa. defalarca okumuştum yazdıklarını. bedenim gibi zihnimin de kontrolü elimden kaçıp gitmişti yüzüncü okumamda. albert bana yapmam gerekenleri anlatmıştı. yazdığı bu metin benim için bir yol haritasıydı adeta. beni iyi tanırdı albert, mutsuzluğumu en iyi o görürdü. bu metinin yazılma amacı da buydu zaten; benim mutsuzluğum. bir sene kadar görüşmedik albert’le. yani bu metni bana verdiği günden onun öldürdüğüm güne kadar.
onunla ikinci görüşmemizden önce yapmak gerekenleri yapmıştım. birkaç sokak ötede oturan koltuk değnekleriyle yürüyen, tek ayağı diğerinden kısa olan adamı hiçbir haklı gerekçem yokken öldürmüştüm. aslında tekerlekli sandalyede olan birini aramıştım uzun süre ama maalesef yoktu çevremde böyle biri. ben de gözüme ilk kurbanımı kestirmiştim. onunla tanışmaya karar verdikten bir iki gün sonra kendimi evine davet ettirdim. eve gireceğimiz zaman tabancamı kontrol ettim. içeri girdiğimizde çok renkli bir karaktere sahip olduğunu hemen anlamıştım. evi harika dekore edilmişti. oturma odası bir renk cümbüşüydü adeta, perdeler, biblolar, tablolar, her şey uyum içindeydi. bir an onun eşcinsel olabileceği geldi aklıma ama bu tür düşüncelerle kurbanıma bir insan gibi yaklaşabilirdim. o yüzden düşüncelerimi yarım bırakıp, mutfak kapısından görünen kurbanıma doğru tek bir adım attım. silahı doğrulttum ve bana bakmasına bile fırsat vermeden iki el ateş ettim. tam anda işte kuyuya düşüşüm başladı. aklımda ne para vardı o anda ne de mutluluk. sadece oradan çıkıp gitmeyi düşünüyordum. silahı bırakmayı akıl edemedim, oysa albert bunu yapmamı özellikle belirtmişti. kapı arkamdan kapanırken beynimde hiçbir şey yoktu, sadece albert’e duyduğum nefret.
ne yapacağımı şaşırmıştım. hemen bir karakola gidip teslim olmam gerektiğini biliyordum elbet ama yapmadım. aralık ayıydı. kar yağmaktaydı. yeni yıla birkaç gün vardı. albert’i aradım, buluşmamız gerektiğini söyledim. albert küçük bir kasabadaydı o gün. bana 1 hafta sonra döneceğini o zaman görüşebileceğimi söyledi. o kadar vaktim yoktu. hemen bulunduğu küçük kasabaya gitmek için yola çıkmaya karar verdim. albert beni orda karşılayacaktı. uzun bir tren yolculuğundan sonra oraya varmıştım. bu arada onun içimde kendim için de birer tren bileti almıştım. trenler dönerken yolda işini bitirecektim. planım buydu ama olmadı. oraya vardığımda albert kendini tanıyan insanlarla meşguldü. o yüzden beni bir arkadaşı karşıladı. birlikte kaldıkları küçük otele gittik. albert beni yüzünde mutlu bir gülümsemeyle karşıladı. yüzündeki bu tomurcuk aslında onun sonunu hazırlamıştı. o an onu öldürmek konusunda en ufak bir tereddüdüm kalmamıştı.
o geceyi otelde geçirdik. onu burada öldüremeyeceğim kesindi. o yüzden geri dönüş yoluna çıkana kadar beklemem şarttı. 4 ocak dönüş tarihimizdi. o güne kadar sabretmeliydim. öyle de yaptım. dönüş tarihi gelene kadar sohbetlerimizi olabildiğince kısa tuttum, onu korkutacak bir taşkınlık yapabilirdim. aslında yaptım da ama albert bunu yorgunluğuma ve mutsuzluğuma verdi sanırım.
bir gün öğle yemeği sırasında bana verdiği metni okuyup okumadığımı sorduğunda beynimden vurulmuşa döndüm, ona saldırmamak için kendimi zor tuttum önce elimdeki bardağı kırdım, sonra da kalkıp yemek odasından dışarı çıktım. bir sigara yakıp kendimi toplamaya çalışırken albert yanıma geldi, sırtıma dostça dokundu, beni anladığını, elinden gelen her şeyi yapmak istediğini söyledi. yapacağı bir şey olmadığını söyledim, hem özür diledim hem de teşekkür ettim. dünya üzerinde en nefret ettiğim varlıktan özür dilemiştim, ama asıl özür dilemesi gereken oydu. intikam garip bir şekilde zihnimi ele geçirmişti ve 4 ocak benim için bir milat olacaktı.
4 ocak geldiğinde gidiş hazırlıkları hızlandı ama bu telaş içinde benim heyecanı belli olmuyordu, bu da benim için müthiş bir kamuflajdı. kimse benim heyecanımı yolculuk heyecanından ayrı tutmuyordu. ben de bunu kullandım, en iyi biçimde. hazırlıklara yardım ettim, ara sıra sohbetlere katıldım, kahvaltıda elimden geldiğince neşeli görünmeye çalıştım ama son anda benim geç öğrendiğim bir durum canımı fena halde sıktı. yolculuk bir arabayla yapılacaktı; facel vega marka bir araçla. benim planıma göreyse biz trenle gidecektik tren biletlerinden biri benim cebimde öteki ise albert’teydi. ama unutkanlıktan olsa gerek ya da benden şüphelendiği için albert otomobil yolculuğu yapacağımızı bana söyleme gereği duymamıştı ve öğrendiğimde ise planım alt üst olmuştu bile.
araç çalıştığında albert ile ben arkada oturuyorduk, albert’in yayıncı arkadaşıysa şoförün yanındaydı. bunu lehime kullanabilirdim. aklımdan bin bir türlü cinayet planı geçiyordu ama hiç biri uygulanacak gibi değildi. şartlar albert’i öldürmemi engellemek için el ele vermişlerdi adeta. onu bıçaklamam mümkün değildi, arabayı durdurup bir köşede öldürebilirdim ama ya diğer ikisini de öldürmek zorunda kalırdım o zaman, ya da planım toptan başarısız olurdu. albert’i arabadan itebilirdim ama bu da garanti bir ölüm olmazdı. bu düşüncelerden kurtulmak ve daha sakin düşünebilmek için kendimi yolun akışkanlığına verdim. yol çizgilerini yutan aracın çıkardığı sesleri dinleyerek daha akıllıca bir yol olarak albert’i yolculuk sonunda öldürmeye karar verdim.
tam bu kararı aldığımda büyük bir gürültüyle önce yol çizgileri sonra da içinde bulunduğumuz araç alt üst oldu. büyük bir kaza ve beklenmedik ölümler. şoför ve yayımcı önde oturmalarının şanssızlığıyla anında can verdiler. albert’in şanssızlığı ise bu yolculukta yanında oturan kişinin ben olmamdı. kaza olduğunda albert hafif bir baygınlık geçirmişti ve şans eseri ben sapasağlamdım. albert’in bu baygınlığından istifade ederek ilk yardım çantasıyla kafasına sertçe vurdum. bütün hıncımı bu vuruşta toplamıştım. albert de orada sonsuzluğa doğru akarken benim vicdanımda en ufak bir rahatlama olmamıştı. kendimi yine mutsuz hissediyordum. içimden geçen tek düşünce “keşke albert sağ olsaydı” oldu. çünkü sağ olsaydı onu bir kez daha öldürebilirdim.
şimdi bu kapalı kutunun içinde, parmaklıklarla gölgelenen yüzümü insanlardan saklayarak düşünüyorum. içeride oluşumun nedeni sakat bir adamı öldürmek. diğer cinayetimdense yargılanmadım bile. ilk cinayetim için beni suçlayabilirsiniz ama albert’i öldürmem konusunda asla çünkü;
albert bir yalancıdır!
devamını gör...
959.
tuhaf bir insanım...
tüm tuhaflığım bir abide gibi. böyle kaskatı, keskin, dikenli tel gibi... kimsenin yaklaşması mümkün değil.
mutlu olmak yerine, insanların mutsuzluğunu toplayıp kendime pay çıkarıyorum. bu durum şundan kaynaklı olabilir mi diye düşünüyorum hep.
bahsedilen şu; birinin mutsuzluğunu, derdini öğrendiğin zaman; yarasını keşfettiğin zaman; ortak bir payda bulduğun zaman derdini hafifletirsin. derdini hafifletirken kendine yük etmiyor musun aslında? kimin umurunda ki? tükenip tükenip bir hiç olmak istiyorum.
mutlulukları paylaşmak karşısında ne hissediyorum peki? bu noktada hissizim. güzel gibi, sıkıcı gibi. biri mutlu; ama mevzubahis biri sen değilsin. dinliyorsun, gülüyorsun, öyle miydi diyorsun. gerçekten öyle mi?
olmuyorsa zorlama. olmuyorsa zorlama. olmuyorsa zorlama. bu zamana kadar hep bir şeyleri zorladım. bundan sonra zorlamayacağım. mutlu olmaya zorlamayacağım. mutsuz olmaya da zorlamayacağım. sevmek için de zorlamayacağım.
burada duraksıyorum. sevmeye, daha doğrusu sevilmeye ihtiyacımız olduğu muhakkak. çiçeklenmek mümkün. en çok gözlerimin gülmesini seviyorum. nasıl mı oluyor? sevince... sonuçta sevildiğimi, en önemlisi "ne kadar" sevildiğimi hiçbir zaman bilemedim. sadece güzel sevdim. bunu hep bildim.
işte bundan sonra kendimi, sevmek için de zorlamayacağım. beklentisiz bir hayat sundum kendime. belki biraz bencilce. böyle olması gerekiyor.
he şu da var: açık bir kapı hep var. yeter ki elinde bir kalem, bir taş, bir tebeşir veyahut parmağınla çizebildiğin hayali bir çizgi olsun. o kapı her türlü çizilir ve her türlü açık bırakılır.
yine bir gün çok saçmaladım. daldan dala atlamalı bi karalama defteri oldu. karalama defterinin özelliği de o değil mi canım... allaa allaa. *
tüm tuhaflığım bir abide gibi. böyle kaskatı, keskin, dikenli tel gibi... kimsenin yaklaşması mümkün değil.
mutlu olmak yerine, insanların mutsuzluğunu toplayıp kendime pay çıkarıyorum. bu durum şundan kaynaklı olabilir mi diye düşünüyorum hep.
bahsedilen şu; birinin mutsuzluğunu, derdini öğrendiğin zaman; yarasını keşfettiğin zaman; ortak bir payda bulduğun zaman derdini hafifletirsin. derdini hafifletirken kendine yük etmiyor musun aslında? kimin umurunda ki? tükenip tükenip bir hiç olmak istiyorum.
mutlulukları paylaşmak karşısında ne hissediyorum peki? bu noktada hissizim. güzel gibi, sıkıcı gibi. biri mutlu; ama mevzubahis biri sen değilsin. dinliyorsun, gülüyorsun, öyle miydi diyorsun. gerçekten öyle mi?
olmuyorsa zorlama. olmuyorsa zorlama. olmuyorsa zorlama. bu zamana kadar hep bir şeyleri zorladım. bundan sonra zorlamayacağım. mutlu olmaya zorlamayacağım. mutsuz olmaya da zorlamayacağım. sevmek için de zorlamayacağım.
burada duraksıyorum. sevmeye, daha doğrusu sevilmeye ihtiyacımız olduğu muhakkak. çiçeklenmek mümkün. en çok gözlerimin gülmesini seviyorum. nasıl mı oluyor? sevince... sonuçta sevildiğimi, en önemlisi "ne kadar" sevildiğimi hiçbir zaman bilemedim. sadece güzel sevdim. bunu hep bildim.
işte bundan sonra kendimi, sevmek için de zorlamayacağım. beklentisiz bir hayat sundum kendime. belki biraz bencilce. böyle olması gerekiyor.
he şu da var: açık bir kapı hep var. yeter ki elinde bir kalem, bir taş, bir tebeşir veyahut parmağınla çizebildiğin hayali bir çizgi olsun. o kapı her türlü çizilir ve her türlü açık bırakılır.
yine bir gün çok saçmaladım. daldan dala atlamalı bi karalama defteri oldu. karalama defterinin özelliği de o değil mi canım... allaa allaa. *
devamını gör...
960.
bir hafta yokum sözlük kendine iyi bak. haftaya görüşürüz..
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2