4441.
bi cumle gecti icimden: acaba yasayacagim kac bahar kaldi? ama uzulmedim dusununce. bana bunu dusundurten hayatin sunduğu bir soru yalnizca. yasadigim muddetce bir cevap aramaya çalıştım, çalışıyorum. acaba yasadigim son baharda bu cevaplari bulabilmis olabilecek miyim, kendimi kabul etmis olabilecek miyim?
devamını gör...
4442.
nasıl anlatsam,
öyle bir durgunluk ki, içim dahi titremiyor. çok uzak, çok donuk. ne yapacağız bilmem ama bir şey yapmazsak eğer, sonu hayır olsun.
devamını gör...
4443.
son zamanlarda rüyalarıma musallat olan biri var. tam unutacakken rüyamda karşıma çıkıyor, bir de öyle bakıp duruyor. rüyaları kontrol etme daha icat edilmedi keşke edilseymiş. ya lütfen girme rüyalarıma artık, illa ölmem mi lazım? uyumaya korkar hale geldim ya. bunu nasıl aşacağımı bilmiyorum valla. offfff yaaa.
devamını gör...
4444.
epey oldu sözlük seninle dertleşmeyeli. hazır benimki de uyumuşken gel iki lafın belini kıralım bu gece.

nasılsın iyi misin? beni soracak olursan hasta olacak gibiyim sözlük. "bana bir şey olmaz" diye diye nazar ettim kendime ve daha hastalık tam manasıyla vurmadan yorgan döşek yatacak hale geldim. zaten benim zararım hep kendimedir öyle ki nazarım bile bir tek bana değiyor.

sabahına bayram olacak bu arada, ben yine mesaideyim. yine herkesin yaptığı, ezbere bildiği hatta bilmekle de kalmayıp otonom bir şekilde uyguladığı bayram ziyaretleri başlıyor kısaca. ben ise hem hastayım hem de hiç anlamam bu işlerden. uykulu ve hasta bir şekilde gidip sadece ismen tanıdığım bir dünya akrabayla uğraşacağım yine. hazır nazardan bahsetmişken dilimi ısırsam iyi olacak. benimki falan dedim şimdi durduk yere yine kendime nazar ederim falan hiç gereği yok.

boomerlık diyebileceğim bi özelliğim var sözlük benim; hazırlıklı olmak. hemen her şeye hazırlıklı olmaya şartlıyorum kendimi. bi film izleyip arkadaşlarla "uzaylılar geldi, ne yaparsın?" ya da "zombi istilasında en güvenli yer neresi?"tarzında bi geyikle hazırlanmak değil bu bahsettiğim şey. baya baya olası tüm senaryoları düşünüp karşılaşabileceğim şeylere hazırlamak kendimi. ne zaman önümü göremediğim bi yola girsem, ne zaman kafam karışsa kendimi beşe bölüp düşünmeye başlıyorum. bunca yıl sonra bugün düşünürken farkettim ki ben sadece kötü şeylere hazırlıklıyım. mesela yarın babam ölse cenazeyi yıkamasından tut gömüleceği mezar yerine kadar düşündüm ama iyi bir şey olsa ne yapacağımı bilmiyorum. farkettiysen olabilecek iyi şeye örnek bile veremiyorum, düşün ne kadar olumsuza şartlı olduğumu.

benimki dedim ya, tüm bu farkındalık onunla ilgili düşüncelerimden çıktı aslında. olursa nasıl oluru değil, olmazsa neden olmazı düşünüyorum, ne olursa benim için çok kötü olur, toparlayamam, toparlamak için ne yapabilirim falan hep bunlara kafa yoruyorum. biraz da sanırım iyi şeyleri spontane yaşamak gerektiğinden üzerine herhangi bir hazırlığa girişmiyorum. geldiği gibi gelişine yaşamak en güzeli bence de ama en azından olabilecek mutlu senaryoları da kurgulamam gerekiyor sanki. tüm mutsuzluğum ve melankolikliğimin sebebi belki de hep kötüye hazırlanmak.

başarı anlayışı sanırım benim böyle olmamdaki ana etken. ben hazırlıklı olmayı bir başarı olarak gördüğümden ve iyi şeylere hazırlanmaya gerek olmadığını düşündüğümden hep kötüye göre yaşadım ve hayatım kötünün iyisi noktasına evrildi. gerçi iyi kötü hakkında da tartışasım var ama kafam olmuş maşukiye bir de o konuya giresim yok bu gece.

kısaca ben de durum bu sözlük. umarım sen de iyisindir, hep iyi olursundur. boş beleş bi temenniden öteye gidemediğim için kusura bakma. dedim ya, ben anlamıyorum bu tarz şeylerden.
devamını gör...
4445.
insan ait olmadığı yerde emanet duruyor. bu o kadar belli oluyor ki. hayır, gerek var mı? yok. ee. o halde neyi kanıtlamaya çalışıyor ki?
devamını gör...
4446.
ne olacak? nasıl olacak? hiç bilmiyorum. sabahlara kadar sokaklar da gezmek istiyorum. her gün deli gibi sarhoş olmak kusana kadar sarhoş olmak istiyorum. sadece eğlenmek ve kendimi kaybetmek istiyorum. peki nereye kadar gerçekliğimi kaybedebilirim bilmiyorum. tam olarak uyanışım çocukluktan vazgeçişim nerede olacak? neden bencilim ben? herkrse üzülüyorum ama en çok kendime niye böyle oldu diye? oysa yepyeni bir hayatın bir başlangıcın pençesindeydim. şimdi nasıl dayanacağım? çok yorgunum, korkuyorum, büyüyemiyorum, ne kendimi sevebiliyorum ne baska bir seyi. hic iyi değilim. durum vahim yemek yok doğru düzgün, uyku desen günde 1-2 saat sadece toparlayabilir miyim onu da bilmiyorum.
devamını gör...
4447.
on yıldır hiç büyümeyen bir bebeğe bakıyorum sanki. on yıldır bir köpek ile birlikte yaşıyorum.
pandemiden önce alışmıştı. sabah işe gidiyorum, akşam dönüyorum. o da bekliyordu. pandemi ile birlikte evden çalışmaya geçtim. 2020'den beri her gün birlikte olmaya alıştı. şimdi nadir de olsa uzun bir süre evden ayrıldığımda havlamaya başlıyor. sonra apartman grubuna şikayetler, yöneticinin araması. kendimi esir gibi hissetmeye başladım.

düşündüm de son on yıldır evde beni bekleyen biri yok, istediğimi yapar, istediğim zaman dönerim diye bir gün geçirmemişim. on yıldır bir bara gitmemişim örneğin, bir gece sinemasına.

üstüne bir de şirketten artık ofise mi gelseniz diyorlar. tamam evden çıkmayı pek sevmiyorum. ama insan ayda yılda bir kez de ilerisini gerisini düşünmeden zaman geçirmek istiyor. kararsız kaldığım bir durumdayım. sevmediğim bir durum.
devamını gör...
4448.
sizin alınız al inandım
sizin morunuz mor inandım
tanrınız büyük amenna
şiiriniz adamakıllı şiir
dumanı da caba
...
aşkım da değişebilir gerçeklerim de
pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yangelmişim diz boyu sulara
hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle dövüşemem
benim bir gizli bildiğim var
sizin alınız al inandım
morunuz mor inandım
ben tam kendime göre
ben tam dünyaya göre
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız
devamını gör...
4449.
farklı şehirlerde yaşıyoruz ve 8 aylık birlikteliğimizin son 4 ayında, her ay 8-10 günlüğüne bu evde buluşuyoruz . evdeki dolaplardan birisinin 1 çekmecesini ve kitaplığın 1 rafını ona ayırdık. yaz geliyor ama kışlık eşyaları gitgide artıyor bende. giyim kuşam ve takı, makyaj malzemesi gibi şeyler de var aralarında. ayrıca kitaplarını çok seviyor , onlardan da bir miktar getirdi. sordum okumadın mı bunları? hepsini okudum dedi. sanırım kendince değer verdiği bir şeylerin bende duruyor olması ondaki güven duygusuna karşılık geliyor.

bugün açtım o çekmeceyi. sonra kitaplarına baktım. fotoğrafını çekip atacaktım ona ''bak nereye bakıyorum'' diye ama o sırada çocukluk arkadaşı ile kahve için buluşmuştu ve foto attı bana. şimdi ben o çekmecenin fotoğrafını atarsam içlenir dedim ve vazgeçtim. enteresan bir gelgit yaşadım.

bir sonraki görüşmemiz için ekstra bir aralık vermek zorunda kaldık. en az 2 ay bir araya gelemeyeceğiz. özlemenin bir tık ötesinde bir yoksunluk gibi gelebilir bu uzun ara. bilmiyorum.
devamını gör...
4450.
son gün burada. dört buçuk aylık yoğun temponun sonu. fazlasıyla üşüdüm, yoruldum ve bazen fazlasıyla canım sıkıldı yada canımı sıktılar. hiç tanımadığım insanların dostça samimiyetini de gördüm arkadaş dost dediklerimi de. çok güzel insanlar tanıdım bir kez daha. ama fazlasıyla ağır geldi bu sefer yada ben yaşlandım galiba.
bilerek ve isteyerek girdiğim bu hapishaneye dün son kez baktım içinden. garip bir hüzün vardı. alıştım buraya da.

bir müddet kafa dinlemece ve hasret gidermece. sonra yepyeni bir hikayeyi başlatma zamanı. yüzde yüz ihtimale az kaldı. ve bu sefer yalnızda olmayacağım.
devamını gör...
4451.
bayramla ilgili karalamam, buyrunuz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
                                               
bayram denince aklıma köy bayramları gelir. muhtemelen bayramı ilk gördüğüm yer köy olduğu için öyledir. köy çocuğu olduğum için yaşadığım kıymetli günlerde ya da sıradan günlerde köyde olduğum için olabilir.
çocukluğumun bayramları gerçekten bayram gibiydi. “nerede o eski bayramlar” klişesini yapmak maksatlı yazmadım. köyde hayat zordur, yan gel yat değildir. her gün mesai olur, haliyle her gün toz toprak ile haşir neşir olunur. bu da süslü püslü olunamaz demektir. dizilerde görülen köy konseptlerini bizler sadece bayramlarda yaşardık.
bir keresinde annem hepimize etek dikmişti. annem eskinin terzi annelerinden değildi haliyle muhteşem etekler çıkmadı ortaya ama çıkan etekler de fena değildi.
bayram bizim için bayramlık demekti. bir şeyler alınırdı muhakkak. o bir şeyler giyilir ve sağdaki soldaki köyler gezilirdi.
bayram kahvaltısından çok bayram günü planlaması önemliydi.
bayram benim için en tatlı köyde geçerdi. daha sonralardan içinde otel olan bayram tatilleri de yaşadım ama köy bayramları tadında geçmediler. lüks ruhuma geçemiyor da olabilir ya da içimdeki fakir kız bir türlü zengin olamıyor. para pul keyfime işlemiyor olabilir. midem sağlam olsa soğan cücüğü edebiyatı da yapardım ama işte nazlı midem hazmedemiyor. ben de mısır ekmeği edebiyatı yapayım, mısır ekmeğini buğday ekmeğine yeğlerim. hatta mısır ekmeğimi her yerde yiyebilirim mısır ekmeğim olmadan bir yerlere gitmem, gidemem.
bayramda köyde olmalıyım hissiyatı beni bu bayram daha önce görmediğim köylere kadar götürdü. orada bir köy vardı uzakta o köy de benim köyümdür misyonuna hizmet eder bir vaziyette buldum kendimi.
ordu’nun fatsa ilçesinin çiçekli böcekli bir köyünde karşıladım bayramı. pencerem bembeyaz çiçekli armut ağacına bakıyordu. itiraf edeyim elma ağacı sandım onu ama olsun, elma ile armut ağacı çiçeği birbirine benzer.
tipik bir karadeniz köyü gibiydi köy. “dumanlı dumanlı oy bizim eller” diyen cinsten. bizim oralarda sis diye bir kelime yoktur onun yerine duman denir. aslında sis dediğini ilk defa duyanın aklına duman geleceğini sanmam.
neyse işte öyle dumanlı dağların önünde uzun bir armut ağacı vardı. armut ağacı koca yapraklı çiçekleri ile arz-ı endam ediyordu. iki kedi pencerenin altından yemek istemeye gelmişti. fındıklıklar baharın renklerini göstermek isteyen çiçeklerle doluydu. fındık dalları en açık tonda yeşillerini takınmışlardı. doğa yeni ıslanmış suluboya takımı gibiydi.
her ton sarı, yeşiller ve aralarında beyazlar vardı. beyazların yakınlarında ortamın rengini ısıtmaya çalışmak için gelivermiş gibi açan bu kırmızıya çalan pembemsi meyve çiçekleri vardı. ama öyle istanbul’un erguvanları gibi çok pembemsi, morumsu renk dalgası gibi değil aralarda beliren küçük dokunuşlar gibi olanından.
bilen bilir bahar ayları doğada taze yenebilir otların toplanma zamanıdır. bilinenin aksine ege dışında bölgelerde de birçok ot eskiden beri toplanır bazen taze iken bazen turşusu yapılarak bazen tavası yapılarak bazen kavurması yapılarak bazen yemeği yapılarak yenir. örneğin tamara otu, bizim orada gongoroş denen, merkezlerde kaldırık denen ot. bir ota farklı yerlerde farklı isimler verilmesi yurdum insanının her sevdiğini kendinden bir şey gibi görüp ayırması değil de ne! ne şahane bir ülkeyiz.
neyse ya ne diyordum, ot toplama ritüeli diyordum, en az mantar toplama kadar lezzetli, en az mantar toplama kadar bereketli, en az mantar toplama kadar keyifli. taze ot kokusunu içine çeke çeke yeşilliklere dalmak, her biri bir başka güzel bir başka endemik kır çiçeklerini görmek baharın merkezine girmek. en sevdiğim çiçekler kır çiçekleridir, kendilerine şiir yazmışlığım bile var, öyle de bir aşk ile severim onları.
benim mevsimlerim
kır çiçekleri
her biri zamanı gelince patlıyor topraktan
bunlar benim yazım
hoş geldin yaz
kokunu rengini ne çok özlemişim
iyi ki gördüm seni
(elma kokan salon, sayfa 13)
fatsa ile ünye ordu ilinin birbirine rakip iki ilçesi, bence ikisi de birbirinden güzel ama onlara sorsanız ötekinde bir numara yok. onlara sorsanız ordu’da bir numara yok. yurdumda böyle birçok ilçe vardır, kendilerine şehir içinde hasım bir ilçe bulurlar ve o hasım ilçe ile ili bile beğenmezler. şey gibi kardeşlik olgusu gibi. derler ki kardeş kardeşin olduğunu da öldüğünü de istemezmiş. insanı modern yapmaya çalışan medeniyetin insanın fıtratındaki ilkelliği beğenmeyip onu para ile terbiye etmesi ile yarışmayan zararsız sevimli ilkellikleri. insan içindeki ilkelliği saklamadan daha samimi hatta daha sevimli. ordu ile fatsa arası rekabet de o sevimli olan ilkel rekabetin ilçe arasında olanı.
fatsa, kuzeyinde karadeniz olan güneyinde köyleri olan kalabalık şahane bir ilçe. köylerinin kültürel zenginliklerinde ne ararsan var. cemevinden camiye kadar. ormanları yaban keçileri ile meşhur. bir tane yaban keçisi göreydim diye o ormanlara iyice baktım ama göremedim. hâlbuki her zaman mı geliyorum, bir tane olsun yaban keçisi bana görünebilirdi. neyse kader kısmet diyelim. keçiler gözükmedi ama birçok farklı kuş sesi ile bana arz-ı endam etti. malum mevsim bahar, kuşlar ya yavruluyor ya yavruladı birbirlerine nispet yapma zamanları. her biri ağacın bir dalını kendine mesken tutmuş koroda sıra oba gelen solist gibi uzun uzun ötmeye başlıyor. çıkan sesler o kadar güzel ki insan onu duyunca kendini şahit olduğu şey açısından şanslı hissediyor.
bir gezgin insanların gezmek deyince yurtdışına gitmeyi avrupa’yı amerika’yı görmeyi anlamasının bu ülkeye bir haksızlık olduğunu söylemişti. çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir ülkeyiz ve her bir köşesi kendi alanında benzersiz güzellikler barındırıyor. o köşeleri hakkıyla gezmeden avrupa’ya açılmak o köşelere haksızlıktır demişti. ben de ona kendimce şunu eklemek isterim. yurdumun her bir köşesi farklı kültürler barındırıyor o kültürleri tanımadan dünyaya açılmak o kültürlere haksızlıktır. düğünden cenazeye, mevsim karşılamadan mevsim yolculamaya kadar farklı kültürel etkinliklere sahip bir ülkede yaşıyoruz. fatsa’da mesela ramazan ayı arife günü yolculanırmış. herkes kapıya çıkar eline suyunu alır son iftarı öyle edermiş. çok durdun artık git der gibi şaka ile karışık yolculanırmış. yurdum insanının ibadeti bile kültüründen nasibini alıyor.
ne diyordum, fatsa hem deniz hem dağ ilçesi. dağ ilçesi demek karadeniz’de yayla demek. fatsa’nın az yukarısı aybastı. bilen bilir menderesleri ile meşhur ilçe. aybastı yaylaları menderesleri ile meşhur. farklı akarsu genişliğine sahip menderesler. oralara kadar gitmişken o menderesleri görmeden gelmemek lazım dedim ve menderesleri ben de gördüm. aşağıda ılık bir hava vardı ama yaylaya çıkınca o hava en az 10 derece kadar düştü ve ona dağ rüzgârı eklendi. dona dona menderesleri izledim. yalnız değildim birçok insan             menderes izlemeye gelmiş. menderes yolunu ilerletemeyen ırmakların kıvrıla kıvrıla akmaya çalışmasının eseri. yani sabrın ve sessizliğin eseri. haliyle mendereslerin olduğu yerde çağıl çağıl su sesi duymadık. işini yapan ama işinin reklamını yapmayan köy kadını gibi idi menderesler. eserleri tüm ovaya yayılmıştı am çıt çıkmıyordu.
soğuğu daha fazla yemeden köye döndük. öyle güzel manzaralar gördüm ki birini çeksem diğeri kırılır cinsten. literatürde çuha çiçeği diye geçen çiçekler tüm çayırları sarıya boyamıştı. yanlarında başka başka çiçekler, farklı türde papatyalar farklı türde zambaklar adını şanını bilmediğim çiçekler. boy vermemiş çayırlarda sırasını salıyor. bir iki aya o çayırlar boy verecek o zaman oralarda onlarla boy ölçüşebilecek başka çiçekler açacak. doğadaki hiyerarşideki saygı insanlarda olsa nasıl olurdu acaba, herkes haddini bilse, herkes sırasını beklese mesela, muhtemelen dünya çok güzel olurdu. saygı sevginin de önüne geçerdi. dilerim doğadan gördüklerimizi kendimize ekleyebiliriz ve onun gibi hep beraber güzel olmayı öğrenebiliriz.
fatsa bu kadar değil, yollarda pat pat ya da gırgır denen sevimli taşıma araçları var. yöre insanı onları biraz özgüvenli sürüyor yanlarından geçerken dikkatli olmakta fayda var. yeni bir sanayi olmuş olabilir oralarda her sanayide olduğu gibi acı hikâyelere de konu olmaya başlanmış. tarihi çok eskilere dayanan topraklar buralar. aybastı yaylasına yakın ta danişmentliler zamanından kalma emir yakup şehitliği var. bunun yanında bir dünya define hikâyesi var. küp bulup zengin olanlardan maden işletip tünelleri bırakanlara kadar. irili ufaklı şelaleleri ve kanyonları da var. bunlar benim gördüğüm ya da duyduğum şeyleri. buralar en az benim yazdıklarım kadar en çok görmeye gelenlerin zamanları ve merakları kadar açılabilecek yerler. insanına özel bir parantez açayım, insanı sıcacık samimi ve kesinlikle tanış olunması gereken iyi ki tanımışım denen insanlar, ben denk geldiklerimin hepsini çok sevdim.
dönüş yolunda gelinciklere denk geldim, daha da anlatırdım ama artık bir daha ki yazıya... görsel köyümden, babaannemden yadigâr şeftali ağacı çiçek açmış, ne diyordum; hayat kısa kuşlar uçuyor ülkenin her köşesini görmek lazım. her köşesini başka başka mevsimlerde tekrar tekrar görmek lazım.  çünkü çok güzelsin karadeniz, çok güzelsin türkiyem.
 
 
devamını gör...
4452.
sadece birkaç gün sonra bambaşka bir evrene geçiş yapacak olmanın heyecanı var. yalan yok. öyle korku ya da vatan millet sakarya edebiyatından bahsetmiyorum. ama ne bileyim. şimdi gidiyorum ne bok yiyeceğimi bilmediğim bir yerin kapısında avel avel bekliyorum ve biri beni içeri alıp şunları şunları yap diyor.
hele o ilk gece... yüzlerce kafası üç numaraya vurulmuş erkek, geceleri osuran, horlayan, çarşaf altında mastürbasyon yapan ahahahah.
lan çok tuhaf ortam. komutanın odasına girip bu kadar erkeğin burada ne işi var ne yapıyorsunuz lan siz burada deyip beni komplolariniza alet edemeyeceksiniz diye hönkürmem yok mu ehehehe.

şaka maka biri bana dik dik bakınca veya emir vererek konuşunca direkt kavga eden biriyim. bu yanlarimi törpülemek veyahut bir sureligine bastırmak için çabalamam gereken bir süreç olacak.

bir de kedim. gideceğimi hissettiği için midir bilmiyorum biraz duygusal top oldu o da. ilk defa göbeğimin üzerine çıkıp uyuyor. evin içinde beni göremediğinde kafa s...ne kadar miyavliyor. hayır sezar, bana bedelli yaptıramayacaksın*.

bu arada çok istisnai durum soz konusu değilse hayatım boyunca yatağımı toplamadim. orada basım agrirsa bir tek bu konudan ağrır.
devamını gör...
4453.
kendini gereksiz streslere sokma. kendini sokan akrepten farkın kalmıyor o durumda. zamanla beraber ak git, saplanma. yunus suresi 100'ü hatırla ve allah'a sığın. kontrol sende, kendini yönet. direksiyonu nereye cevirirsen, o tarafa gideceksin unutma.
devamını gör...
4454.
ölünce tekrar doğacağına inananları, intihar etmekten alıkoyan nedir?
devamını gör...
4455.
bugün istanbul'dayım.
dört ayrı arkadaşımla buluşmam gerek. benimle görüşmek istiyorlar. ama bende sosyalleşme isteği yok. özledim de aslında her birini, ama hepsiyle nasıl görüşeyim bilmiyorum.

gelince görüşeceğime dair söz de vermiştim. birini görsem diğerlerine ayıp olacak diyip hepten batmayı tercih ediyor ve hiçbiriyle görüşmüyorum. ayıp ediyorum. üzülüyorum ama halim de yok.
hepinizi çok seviyorum ve özür diliyorum.
devamını gör...
4456.
eskiden o'na çok büyük hayranlığım vardı. ben keşfetmiş gibiydim ve bana aitti. kimsenin bilmesini istemediğim ''sırran tenevverat'' sıfatının vücut bulmuş hali gibiydi. bir insan ancak bu kadar yüce, bilge ve asil olabilir hissiyatındaydım. şimdi, çok hayranı olduğunu ve bu hayranlıklarının aşk düzeyinde olduğunun farkındayım. artık yeterince özel değil ve eskisi kadar güzel gelmiyor. o yüce ruhun, afili sözlerle, kimsenin anlamsal bir bütünlüğe oturtamadığı, cümle denilen terkib oluşturması gereken yapının standardına uymayan sözleri de bana kibirli bir tavrın meyveleri gibi geliyor. bu üstten bakan hal ''gelin ateşin etrafına oturun ve anlattığımı dinleyin ama benden yarenlik beklemeyin'' diyen yalancı bir peygamberin gösterişsizlik altındaki gizli nobranlığının tezahürü gibi geliyor. öte yandan tavrırlarındaki bu dervişçiklere has gizli kibir, şehyinin her yaptığını öven ve savunan sözde müritlerinin de asabiyyesini arttırıyor. gözümün önünde aşık olduğum varlık küçülüyor ve benim yerine koyacak bir şeyim yok.
devamını gör...
4457.
garip bir hüzün var lunaparklarda. ölü bir palyaço gibi kokuyorlar. boyası akmış dipleri gelmiş ağladığından ötürü makyajı bozulmuş bir palyaço. her yanlarından geçtiğim birkaç dakikalığına aklımı çeliyor. o aletlere binip öldüğümü hayal ediyorum. hız treninin yere çakılışı, çarpışan arabanın birinin alev alışı, dönme dolabın bir teker gibi yuvarlanması… bir süreliğine ürküyorum. hikayem öyle boktan bir yerde bitebilir. şurada birkaç satır anlamsızca karaladıktan sonra tek eylemlik bir anlatıya dönüşürüm. “öldü.” tekilliğe ulaşana kadar bu böyle sürüp gidecek olur da bir şekilde çare bulunursa hiçbir jenerasyon faniliğimizin çaresizliğini anlayamayacak. buna karşın çocukken ergenken risk alma eğilimlerimiz aptallık düzeyinde yüksek. daha uzun bir müddet var gibi bakıyoruz önümde. oysaki elimden akıp gidiyor zaman ve ben bir kum saati kadar manalı an yaşamadım.
devamını gör...
4458.
her şey zamanında güzel. hayata karşı tarihi geçmiş yoğurt gibiyim. tepemden başlayan küf git gide derinleşiyor.
keşke canım allahım da bana katılıyor olsa. belki çin işkencesinden hallice akıp giden bu günler bir son bulurdu.
devamını gör...
4459.
artık karalayamıyorum, teşekkürler. birgün bitecek bu yan/ıl/gı, biliyorum.
.
devamını gör...
4460.
ıssız ormanda ezik bir kaldırım çiçeği edasıyla yaşıyorum. tasfiyesi olmayan dilimin kemiği kırıldı…
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim