1901.
tanım yazıyoruz. oylayan yok anasını satayım.

millet a yazınca favlar artılar havada uçuşuyor. bize de ya eli yanlışlıkla çarpınca oy geliyor, ya da seri artıcılardan birine denk gelirsek anca öyle.

bilgi içerikli tanım giriyoruz okuyan yok. girdiğin kaliteli tanım akışta kayboluyor. şevkimiz kırılıyor. saldım artık. öyle okucuya böyle tanım.

ayrica beş kardeş dizisinin rozetini düzeltmeyen zat-ı muhterem yönetiminde gözlerinden öpüyorum.

derdim bu kadar, ilgilenenlere teşekkürler.
devamını gör...
1902.
ne kadar çok şeyi bilmediğimi fark ettikçe kafayı yiyecek gibi oluyorum. diyorum ki, ben bu zamana kadar ne öğrenmişim, ne yapmışım ? bilmediğimi fark ettiklerimin hepsini öğrenmek istiyorum ama nereden, nasıl başlayacağımı bilmiyorum. kocaman bir okyanusun ortasında küçücük bir kayıkla kalmış gibiyim. kafam çok karışık.
devamını gör...
1903.
bazen ben ben miyim acaba diyorum. çoğu şey durağanlaştı özellikle ruhum. sakin, yavaş.
eski tanımlarımı okuyorum bazen diyorum bunu ben mi yazmışım. resmen bağırıyorum veya daha içten mi daha ilkel mi yazmışım karar veremiyorum.
geçen sene kendimi içten içe olgun zannederdim şimdi ise geçmişteki kendime bakıp ne kadar çocuk olduğumu fark ediyorum. çok değil sadece bir yıl geçmiş üstünden ama zaman bu neyi ne şekilde değiştireceği bilinmez.

sözlük, yazdan beri sanki beni demir döver gibi dövüyorlar. her yerime vuruyorlar, her gün, her saat, her dakika..
darbeleri aldıkça yassılaşıyorum, kıvrılıyorum, gereksiz pütürlü yerlerimi atıyorum.
canım acıyor sözlük. canım çok acıyor.
benimle birlikte bir çok kişinin de canı yanıyor, biliyorum.
hissizleşiyorum, duruluyorum. cesetten farkım yok. düşüncem yok, fikrim yok.

ben akıllı insana hasretim hem de öyle bir hasretim ki..
dilimden anlayan yok, soran yok, gözlerde ışık yok.
neyi düşünüp nasıl hareket etmem gerektiğini bilmiyorum, kafam karışık. birçok insanın birçok derdi, planı ve istekleri var. hepsi aynı ülke sınırları içinde yaşıyor ama hepsinin birbirinden farklı düşleri var.
peki benim neyim var? neyim ben bu kalabalığın içinde?
devamını gör...
1904.
kafam güzel ve bir o kadar da karışık. yalıtılmış ve bir o kadar da dışa dönük. sıkıntılı bir durum yani anlayacağınız.

şuraya yazmamaya çalışıyorum ama elim gidiyor nedense.
çünkü yazmaktan başka çarem kalmıyor nefesimin kesilmemesi için.

durduk yere şimdi nereden çıktı bu anlamsız konuşma demeyin.
bir şekilde hayata tutunmaya çalışan bireyleriz. ama beş metrekare ama otuz metrekare odalarımızda oturduğumuz koltuklara yattığımız yataklara hapis.

ve evet ben de öyleyim işte.
suskun şimdi. sadece anlamadığım müzikler çalsın ve uzaklaşayım kendi dilimden.
ama ne mümkün?
insan kendi anadilinden uzaklaşabilir mi?
3. sınıf vatandaş seni!
devamını gör...
1905.
kendini bilen ve bir çizgisi olan, insanlarla mesafesini ayarlayabilen, asla vıcık bir ilişkinin ve arkadaşlığın içinde olmayan insanlara bayılıyorum. mesela kendime. harikayım gerçekten. bir kere de ben afedersiniz g*tü başı dağıtayım bir kere de ben sarhoş olayım. assslaaa! bilinçsizce hareket etmekten asla hazzetmiyorum ve hemen durmam gereken yerde duruyorum. söyleyin bu harika bir özellik değil de nedir?
devamını gör...
1906.
sanki uzun zamandır ölmüşümde cennetin kapısını dövüyordum ve bir gün açılacağının hayalini kurduğum kapı açıldı, cennetin kapısı. çamur ve kir pas içinde, ufacık bir ışık kıvılcımı bile görülmeyen, gizli, ufak bir kapıydı açılan. bir kapanış esnasında açılıverdi. bir el gayriihtiyari ufak bir teklifle uzandı benimkine. düşünmeden, hiç bırakmak istetmiyorcasına tuttum, teatral bir sevgiyle kenetlendim ona. o el beni kendine doğru çekti, ardımdan kapıyı kapattı. ucu bucağı olmayan bir karanlığa hapsetti beni.

yere göğe sığdıramadığım sevgim senin sevgini görmeme engel olma ihtimali var mıydı acaba?

yoksa o narin eller aptalca bir teklif için mi uzanmıştı?
devamını gör...
1907.
çocuklar her şeyi fark eder. bazen bize söylenmese de ya hissederiz yada duyarız.
aileler de bence bunu göz ardı ediyor. evde aşırı sessiz kimse kimseye bir şey demiyor herkes herşeyin farkında ama kimse bir şey bilmiyor gibi davranıyor. ailede yaşanan en küçük tatsız olay herkesi etkiliyor hele ki beni, gerektiğinden fazla etkiliyor. umarım herşey düzelir en yakın zamanda.
devamını gör...
1908.
probis gömücem, umarım vardır o paketin içinde.

edit: yokmuş :(
devamını gör...
1909.
kendim olmak için geç kaldım.

bu kadar...
devamını gör...
1910.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

fazla söze gerek yok, görüyorsunuz.
devamını gör...
1911.
itirafımdır.*

son bir iki aydır düşünüyorum..sevgi, aşk, hoşlanma, bağımlılık, beğenilme arzusu.. nedir tam olarak bunlar? ayırt edemiyorum gerçekten. bu da şıpsevdi olmanın laneti sanırım.* sevgide hiç orta yolu olmayan birisi olarak aslında her türlü ilişkiyi berbat eden bir durum. duygu dürüm bozukluğu. normal sohbet ettiğin birinin ilgisi ve bitirilen arkadaşlıklar ya da ona rağmen devam etmek ama duygu olmayınca bırakmak ya da duygu olsa da bırakmak.
kahretsin, neden hep bırakmak? nerede 'işte tamam bu?' deniyor tam olarak? kararsızlık,karar verememe, kendinden bıkmak hatta bazen nefret etme. içimdeki buhrada kayboluyorum çoğu zaman.

hassas
...
hassas baksana
..
neredesin kızım sen?

insanların duygularını ve görüşlerini bozup değiştirmemek için onları hep uzaktan seyretmek daha güzel geliyor çoğu zaman. kendi suyu durulmayan birisi başkasının da içini bulandırmaz mı?
he tabi bir de şu var; ufak bir boşlukta kendi kendime kuruntu yapıp 'yok lan olmaz işte'* ya da 'bak sensin mutlu' düşüncesi. aslında öyle bir şey yok ama bu su çok dalgalı.

bir sürü şey var da aralarda kırp,bir iki şeyi yazma boş ver.. öyle.
insan garip..
ya da normal de ben garibim.*

ütü yaparken hüzünlü şarkılar dinledim, çok belli oluyordur umarım.

kafamın içinde fadime'nin düğünü var şu an!
devamını gör...
1912.
uzanmışım, simge sağın dinliyorum.
devamını gör...
1913.
when i was your man dinledikten sonra canım çektiği için haydar haydar açtım. amir bu nasıl can amir? ne yapıyorsun amir?
devamını gör...
1914.
doğa, orman, ağaçlar için: karalama defteri kullanmıyorum.
devamını gör...
1915.
hem güleç hem plastik imajlar veya postmodern cehennem
etraf çevrili. etraf; üretilen, labaratuvar yapımı gdo’lu reklam yüzleriyle, bürokratik angaryalarla ve bitmek bilmeyen yollarla çevrili. bunca hengame arasında sürüklenen insanı teslim alan karikatürize imajlar tarafından yoğun ve bitmek bilmez bir saldırı altındayız. kaybettiğimiz amaç ve anlam dünyasının yerini dolduran bu plastik imajlarla aramızdaki ilişki artık “tahammül” ilişkisine döndü. buna rağmen hala ordalar ve yaşıyorlar. bu insanlıktan çıkmış plastik imajların, reklam yüzlerinin, ünlülerin; kendilerini bir tüketim malzemesine indirgeyen bütün bir paradigmayla arası her şeye rağmen iyi. kendilerine sağlanan onca maddi imkan adına neyden vazgeçtiklerinin şuurundalar mı bilmiyorum. bizi de ilgilendirmiyor. bunlar imgelemimizde; sırıtan beyaz dişleriyle, golden cinsi köpekleri scotish tarzı kedileriyle, özel günlerde paylaştıkları toplumsal sağduyuya paralel resimlerle ve zaman zaman yazdıkları anlamsız sözlerle yaşıyorlar. insanda, toplumda, tarihte veya doğrudan bütün bir dünya’da onu ilerleten-devindiren ve onu belirli bir yöne akıtan, değişmeyen kendinde bir öz olmadığı ilan edildi edileli kültür tarihinde biz, görüngüler ve imajları temsil ettiklerinden öte bir tarafa taşıdık. artık esas değil, onun nasıl pazarlandığı önemli hale gelir oldu. asıl trajik olan tarih ilerledikçe bu esas git gide flulaştı ve artık biz, temsil olunan esasın yerine bu tarz plastik imajları koyar olduk. temsil eden temsil ettiğini yok etmekle kalmadı onun yerini aldı. böylesi bir paradigmayla evrilen toplumlar hastalanır; gerçek ve imajı ayırt etme yetisini kaybetmekle kalmaz, gerçek sorunlarla boğuşmak yerine ilkel-üretilen sahte sorunlarla meşgul olmaya başlar. kendi gerçekliğinden koparak duyarlılık ve hassasiyetlerini kendisi için üretilen sanal bir gerçekliğe düşürür ve farkında olmadan orada yaşamaya başlar. maruz kalınan plastik imajlar öylesine çoktur ki, toplumsal kutuplaşma(ki düşünsel meselelerde yaşanan kutuplaşma-conflict diyalektik düşüncenin önünü açan toplumları ilerleten bir şey olmasına rağmen) bu tarz sanal imajlar üzerinden yürür ve sonu gelmez tartışmalar başlar. “entelektüelinden” “sanatçısına” bu halaya herkes katılır, bütün topluma mal olmuş meseleler bu plastik imajların ilkel söylemleriyle sulandırılır ve toplum yolu yordamı, usulü-esası, başı-sonu olmayan rastgele söylemler tarafından esir alınır. (-ki bunu yaygın olarak herhangi bir haber kanalındaki herhangi bir tartışma programında doğrudan gözlemleyebilirsiniz)
bütün bunlar neden oldu derseniz; neo liberal piyasa ile postmodern diskurun işbirliği neticesinde derim. çoğunluğun patron olması bu işbirliğinin çıktısıdır. liberal bir dünyada patron piyasadır, piyasanın sözü geçer, böylesi bir dünya’da toplumlar farklı bireylerden oluşan komünlerden ziyade, aynı beyaz dişli golden köpek sahibi sırıtkan ve plastik imajlara maruz kalan, aynı dizileri izleyen, aynı olaylara aynı tepkileri veren, aynı köpükten içerikleri tüketen sürüler olduğu için tüketim alışkanlıkları öngörülebilir hale getirilir. bu öngörülebilirlik bütün bir tektipleştirmeye, bireycilik oynarken bireyi öldürmesine ve zihinleri iğdiş etmesine rağmen liberal dünyanın devamı için hayati önem taşır. post modern diskurun buradaki işlevi ise özü,esası ve ilerlemeyi reddettiğinden ötürü bireyler arası söylemlerdeki hiyerarşiyi öldürmesidir.(-dünya’nın yaşının 6000 yıl olduğu iddiasına sahip ilkel bir kabilenin söylemi ile 4.6 milyar yıllık fosile dayalı olarak yapılan dünyanın yaşı hakkındaki yorum postmodern diskurda 6000 yıl da onların dini paradigması, bilimsel paradigmayla arasında herhangi bir hiyerarşi yok söylemiyle eşitlenir) bu şiddette bir hakikat reddinin ve göreliliğin neticesi olarak hiyerarşi öldüğü için artık kim çoğunluktaysa onun sesi daha gür çıkmaya başlar. hakikat ötelenir ve esas olan güç haline gelir. güç ve hakikat eşitlenir. sesi gür çıkan toplum (liberal dünya için artık piyasa evrilmiş bir toplum) maruz kaldığı tüketim alışkanlıklarını, plastik imajları, politik ve kültürel iklimi eleştiren-eksiklerini vaz eden herhangi bir farklı sesten yoksun kalır ve bu korkunç tablo ortaya çıkar, gücü hakikat sanan, sesi yüksek çıkanı göklere çıkaran hakikat kaygısından azade hastalıklı bir toplum. bunca baskıya rağmen sesini çıkarabilen iyi niyetli birkaç kişi de zaten tüm bu işbirliği neticesi oluşan “linç kültürü” gereği linçlenir ve yokedilir. linç arttıkça da artık kimse suya sabuna da dokunmamaya başlar. linç ve suskunluk arası da karşılıklı böyle bir ilişki mevcuttur.
bütün bunların neticesi olarak patronu piyasa olan postmodern ve liberal bir çağda biz bugün, tuhaf evlilik veya cinayet büro gibi çalışan sabah programlarına, yukarıda bahsettiğim ne tür işlerle meşgul olduğu meçhul labaratuvar malı seri üretim ünlülere(amerika’da kim kardashian için ünlü olmasıyla ünlüdür denilmişti) absürt içeriklere ve üreticilerine, moda ikonlarına gerçekten kopuk gazetecilere, suya sabuna dokunamayan “entelektüellere” vs. maruz kalıyoruz.
ancak benim için asıl trajik olanı yukarıda bahsettiğim devasa çürümenin bize düşünmenin bilimini öğretme iddiası taşıyan bir disiplin olan felsefenin de başına gelmiş olması. tümüyle; “üretilmiş”, zorunlu olmayan(olumsal), kendi içine çökmeye mahkum ve insan varoluşuna dokunmayan, hastalıklı zihinlerce üretilmiş plastik son moda saçmaların altının tuhaf kavram analizleriyle doldurularak, bunun düşünsel bir sorun gibi pazarlanır hale geldiğini gördüm. çağdaş bir takım sonu gelmez absürt tartışmaların maddi hiçbir karşılığı olmayan tuhaf etik meselelerin bu disipline nerden geldiğini ve neyi amaçladığını unutturduğunu gördüm. zorlama kavramlarla ve teknolojiyle süslenerek yapılan ve bilimden-teknolojiden rol çalma derdine düşen felsefi bir takım absürtlükler neticesinde çağdaş tartışmaların çürümenin had safhasını işaret ettiği kanısına vardım. son kale felsefe idi o da çoktan düşmüş durumda. böylesi bir çağda akıl sağlığını korumaya çalışan herkese selam ederim. başımız sağolsun.
’22 çamlık.
devamını gör...
1916.
düşünüyorum da;
başka birisinin hayat koşturmacası içinde kendimize yer bulmaya çalışıyor gibiyiz.
bu her ilişkide böyle; aile ile de, eşi dost, sevgili ile de...

bazen oluyor bazen olmuyor. öncelikler, işler, güçler vs arasında fark edilmek için bekliyorsun, en yakının dahi olsa!
onun yeri o kadar belki ama sana yetmiyor ya da belki yeri daha büyük ama sana verebileceği o kadar ve bununla yetinmeni istiyor. yani sözlü olarak belki seni haklı buluyor ama içten içe kızıyor belki bu talepkar halinden dolayı. bu sana, kendini ite kaka birinin hayatına sıvışmış gibi hissettiriyor.


veya çok kırılıyorsunuz, susarak anlatmaya çalışıyorsunuz. istiyorsunuz ki öyle bir şey yapsın ki deli gibi pişman olduğunu bilin siz.
hani yıldız kenter'in de dediği gibi: ''hatalı olduğunu anlayan bir insanın bunu telafi etme çabasını gördüğümde özür beklemem, bu bana özürden daha samimi gelir, bana samimiyet yeter."

ben hep açık olmaktan yana oldum hayatım boyunca. yani sizi seviyorsam bilirsiniz ya da sevmiyorsam anlarsınız. kötü hissettirdiyseniz de bilirsiniz. kendim de kötü hissettirdiysem düzeltmeye çalışırım elimden geldiğince. ama içinden bana karşı ne geçtiğini bilmediğim insanlarla ilgili tahmin yapmaktan yoruldum sanırım ve hayat da böyle bir şey olmamalı. daha basit olmalı. yani aslında çok şey istiyor olabilirim, herkes çok şey istiyor belki... kimin istediği olacak peki?
devamını gör...
1917.
+ oysa senaryo böyle değildi. bi yerde es vermeliydi..
- iyi de cancağızım sen nereden biliyorsun?..
+ biliyorum çünkü ben yazıyorum.
- saçmalama canım sen de...
+ eveeet. bak çok ciddiyim.
- ciddi misin? iyi de, sen ciddi olamazsın ki?
+ harbi ciddiyim. bak bu kez çikolata değil! harbi harbi ciddiyim, krem karamelli harby barbisq değil.
- ooww. peki kilit noktası nedir?
+ basketbol topu.
- nee? ya ben de bir an inanıyordum sana..
+ vallahi öyle..
- bak bi de... heyy nereye kayboldun?..
+ gittiiiiiim, inanmıyorsan izle..


- heyyy heeeyyy. iyi de ben basketbol oynamam ki.. hem seni öpmeden son, nereye kayboldun?..
devamını gör...
1918.
tekrar ve tekrar şunu anladım. her şeyin başı sağlık ve sonrasında sabır geliyor.
kendinizi gerçekten geliştirdiğinize inanıyorsanız ve bazı zamanlar sizden kaynaklı (olmayan) olaylar ilerlemiyorsa sizlere tavsiyem lütfen pes etmeyin. çabalayın, çabalayın, çabalayın.
zaman, istediğin amacı doğru kişilerle birlikte sizlere doğru bir ortamda sunacaktır.
inanın bana. bu gerçekleşiyor.
aşk istiyorsan çabala.
iş istiyorsan çabala.
para istiyorsan çabala.
çabala güzel kardeşim, sen emek ver, verdiğin emekler doğru bir zaman diliminde seni güzelce karşılayacaktır.
devamını gör...
1919.
tiyatroyla ilgilenmek istiyorum ama bunu neden istediğimi bilmiyorum. ne alaka yani nereden çıktı bu. bu yaştan sonra ne yapacaksın değil mi. konservatuvar okuma imkanın olsa haydi neyse, tiyatroymuş hıh, adam sende. ulan ne alaka değil mi, insan bir çapına, şekline şemaline bakar, git başka bir şey iste. ne bileyim tik tok falan işte, reels falan at. çok canını yakacak bu çağ evlat senin, günceli yakala. 1 tane tiyatro oyunu bile sayamazsın... neyse.
devamını gör...
1920.
hafif serin bir ilk yaz sabahı. perde hafif aralanmış, camın gerisinde hafif koyu bir deniz ve açık mavi gökyüzü manzarası. yatağın solundasın. sağında sevilen kişi ve bahsettiğim manzara onun arkasında.

dünyanın en güzel varlığı yanında uyuyor ve dünyanın en güzel manzarası onun fonu olmuş. tuzlu bir koku var havada. biraz yosun, biraz iyot. saten güneşlik rüzgarla dalgalanırken hafif bir fısıltı sesine benzer bir ses çıkartıyor.

sağına dönüyorsun. o. o yüz. yaşamla ölüm arasındaki ince çizgi. o varsa varsın, yoksa yoksun. o yoksa yok olacaksın. duruyor orda öylece. uyuyor. ''olmasa ne yaparım'' diye düşünüyorsun. en mutlu olman gereken anda bile en kötüyü düşünecek kadar karamsarsın ki aptallık aslında ya neyse. evet ya karamsarlık aptallık değil mi? evet neyse.

kafanda yokluğunun yaratacağı enkazı düşünerek bir yüze bakıyorsun. ellerin yüzüne hafifçe düşen saçlarında. burnuna kadar inen bir parça saçı elinle atıyorsun yukarı doğru. bir çift dudak var. altlı üstlü duruyorlar. kapalılar haliyle. e sende de var aynı çiftten. neden temas etmesinler di mi?

uyanıyor. bir çift gülen göz. göz güler mi albayım? 180 derece dönebilen 2 tane küre şeklinde organ sadece. insan gülerken de ağlarken de, sakinken de sinirli iken de gözler aynı kalmalı aslında ama kalmıyor. göz güler, göz kızar, göz susar, göz bağırır. kalbin aynası değil mi ki zaten kendileri?

bir ''günaydın'' geliyor fısıltı şeklinde. ''g''si kuru kalan boğazdan çıkarken biraz zorlanıyor ama gerisi geliyor. elbette ki gün aydın olacak. o varken nasıl kararır ki?

kararıyor ama. gün karanlık. etraf karanlık. manzara yok, yatak yok, fısıldayan perde yok, saç yok göz yok yüz yok. bir tavan. beyaz. an itibariyle başımın üzerinde olan tavan. soluma bakıyorum bir kalorifer peteği, üstünde pencere ama hayalimdeki gibi değil. dümdüz pencere, sokağa bakıyor ki o pencere an itibariyle sol arka çaprazımda zaten. hayal miydi? öyle görünüyor ya da özlediğim bir anı. anılar özlenir zaten. özlemeyeceksek, özlemek de yasaksa niye yaşadık ki zaten onları?

velhasıl kelam sayın sözlük, uyuyan kişiyi öperek uyandırmak güzeldir. imkanınız varsa yapın, imkan dediğin şey çabuk yok oluyor.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim