1901.
#1702339

devam.
bitsin de izi mizi kalmasın.


---

cafeye geldiklerinde yılların alışkanlığı ile hep oturdukları aynı masalarına oturdular, adam da kadın da birbirlerinin yüzü yerine ortada artık olmayan eski bir hatıranın izine bakar gibi ara ara süzüyorlardı, kadın "neden geldin? bana değil yanlış anlama, bu şehire neden geldin?" dedi, adam kısaca cevapladı "istanbul otobüsü ankara otobüsünden daha önceydi."
zayıflamışsın dedi kadın, ve yaşlanmışız.
adam bunu duyunca o gece ilk ve son kez kadının yüzüne dikkatlice baktı, haklısın dedi, her iki dediğinde de.

sonra telefonunu çıkardı kadın, kedileri gösterdi adama, büyük olan aynı kıvamda olsa da küçüğü çok değişmişti, gülümsediler sanki, konu salt kediler değil çocuklarıydı çünkü.
adam da kadına türkan'ı gösterdi, hikayesini anlattı. bu hikayeyi bu evrende en iyi anlayacak kişi karşısındaydı, anlattı, kadın da anladı.
o bildik, o aşina, o olağanüstü güzel mavi ve nefret edilesi gözler doldu, ses çıkarmadı bir süre.
adı konmamış matem anı bitince kadın saate baktı, yaklaşık 1 saat vakit geçmişti.
adam "istersen kalkalım?" dedi, zamanı gelince ben kalkar giderim dedi kadın.
sonra sordu; "neden yaptığımı niye hiç sormadın?" adam "farketmezdi" dedi, şimdi de farketmiyor.
oldu, bitti, o kadar.

/ madem ki bu kerre mağlubuz, netsek neylesek zaid /

ikisi de aynı anda bunu söyledi içinden, yıllar öncesi karaburun dağlarında okunan eski bir destanın izine sığınarak.

biliyor musun dedi kadın, hala aynı ve hala çok farklıyız, konuşamıyorsak birer çay daha içip ayrılalım ..

olur dedi adam, sonra kadın yine bir şeyler söyledi, adam doğru düzgün dinlemedi bile, çaylar içildi, kadın toparlandı, sigarasını ve telini çantasına attı, ayağa kalktı.

adamın saçlarına parmaklarını soktu, kadim bir gelenek gibi adamın saçlarını sıktı, eğildi adamın kafasını öptü ve arkasını dönüp gitti.

tsi saati ile 4.47 idi, o ikisinin saati ile bir daha bir araya hiç gelmeyecek yelkovan akrebin üzerinden son kez geçti, kadıköy'dü.
devamını gör...
1902.
sevgili günlük kimse bu gün (bkz: okumaktan keyif alınan yazarlar) başlığına adımı yazmadı.*
devamını gör...
1903.
annem bana tanrı yalnızca günahkarları yakar dedi
canımı yakan kimdi
ellerim günah mı işledi
sana dokunmak mıydı yasak olan
gelin ve damat değildi hayalim
ben o pembe panjurlu ,çığlıkların gizlendiği hayatı istemedim
aynı kutuplar birbirini iter
bilim yalan söylemez
bizi öteleyen ne
farklı değil kimse
anne günahkar olduğumu söyleme
sana dokunmak ateşse neden yanmadım bu gece
annem bana tanrı yalnızca günahkarları yakar dedi
yanlışsa tutuşalım bütünleşince
devamını gör...
1904.
yalnız büyümeye mahkum edilenler ileriki yaşlarında göz yaşlarını, gülümsemelerini ve sevgilerini saklamaya meyillidirler. bu onların sizi sevmediğini göstermez, bu onların koruma kalkandır.
devamını gör...
1905.
iki bira, klasik! bir hikaye, kabus!
/ karanlık odasına açtı gözlerini kadın; yastığının ıslaklığı ve arkada hala çalmaya devam eden ses kayıtlarıyla hatırladı geceyi. her sabahki rutininin aksine almadı eline telefonu. belki saatin bir anlamı olmadığından belki de telefona dokunmaya cesaret edemediğinden. bir daha arkadan gelen sesin ağırlığıyla kapadı gözlerini. konuşan sesin yanında sesinin bir hükmü yoktu çünkü, varlığının olmadığı gibi. sustu, dün gece sustuğu gibi sustu her şeye. içindeki yangına, canının acısına, anlatmak istemeyip anlatamadığı ne varsa hepsine sustu!
panjurun ardında kalan gün ışığının aksine turuncu ışığını yaktı, duvarlarındaki posterlere bakamadığından başını eğerek çıktı odadan. bir sigara yaktı, evin boşluğu bir kere daha işine yaradı. içindeki tüm her şeyi dökmek istercesine başladı bağıra çağıra ağlamaya. anlatamadığı ne varsa haykırarak anlattı duvarların kulaksız tuğlalarına. içi dışına çıktı, dışı içine gömüldü. isyanlar etti ruhunun bu kadar acımasına.

iki bira, bir winston. alıp çıktı büfeden. toplayamadığı kabarık saçları ve hala üzerinde olan geceliğiyle eve attı kendisini. duyulan çakmak sesinin ardından vapurun karşısına geçti, bir vapura içti bir kendisine. bir de o vapurun içindekine! iki bira ve bir paket sigarayla, kadın kendisini bıçakladı o gece!/
devamını gör...
1906.
evde hangi komşuya ait olduğu bilinmeyen bir tabak peydah oldu. genelde karşı komşum bişeyler verir pasta, börek, çörek vs. neyse bende elimden geldiğince birşeyler yapıp karşı komşuma götürdüm malum tabakla. aradan 1 hafta geçti aynı tabakla bana tekrar birşeyler geldi. dedim tabak onların değil. bu kez de çapraz komşuya birşeyler yapıp verdim. bir kaç gün sonra tabak yine eve geldi. gözümü kan bürüdü resmen. yarın tüm apartmana helva yapıp dağıtcam sora sora gezecem kapılarda bu kimin tabağı diye. eğer sahibi çıkmazsa apartmanın önünde sirtaki yapacam. yetti canıma.
devamını gör...
1907.
aynı gökyüzü altında farklı ağaçlarız biz. ikimizde köklerimizi farklı yerlere salmışız, farklı iklimlerde yeşermiș, farklı meyveler vermişiz. belki senin gölgende birileri dinlenmiștir, belki yuva yapmıştır gölgene. şefkatle satmıştır dalların dört bir yanı gölgen daha çok kucaklasın diye. bense yüce bir dağ başındaki yanlız ardıç gibi saracağım tüm cihanı kollarımla. sevgi, ümit ve bereket götüreceğim kollarımın uzundığı o diyarlara. ama günün sonunda tek başıma oturacağım o yıldızların altında. karanlık gece yarenim olacak. bir çay demleyeceğim ümidimin sıcaklığında. ve ebediyen uyuyacağım, zamanla yüreğimde oluşan yaraların akıttığı irin ve kandan yatağımda.
devamını gör...
1908.
bir can yücel şiiri gibi ne istediğini bilen ama bilmediğini ifade eden biriyim. kendi dünyamın sınırlarını kendim belirlemek istiyorum. belirsiz görünse de belli olan kaderimin değişmesini bekliyorum belki de. ucuz sıradan hayatımın değer kazanması gibi bir derdim var sanırım. anlatsam roman olur. anlatıyorum. roman da oluyor. oluyor da neye yarıyor bilmiyorum. değirmenlere karşı akıntıya karşı hayata ve dünyaya karşı her şeye karşı belki de! içimde bir şeyler birikiyor. tanımlayamıyorum. tarifsiz yaşayamayanlardanım. bilmek istiyorum ama çok da kurcalamıyorum. kurcalasam her şey karmaşık hale gelecekmiş gibi geliyor. korkutucu bir karmaşayı kabullenebileceğimden emin değilim. herkes her şeyi yaparmış gibi geliyor. insanlardan doğadan hayvanlardan uzak olmak istiyorum. beynimin içinde kaybolsam rahatlayacak gibiyim. ölmek değil. istediğim bitkisel hayat. ölmeden ölümü görmeden paris’i anlatmak gibi bir şey.
gerçek olan nedir?
hiç bilmeden gitmek istemiyorum.
hayatta olan her şey bir zorlama sonucu ortaya çıkıyor. zorlamadan yapabildiğim şeyler istiyorum. içimden geldiği gibi yaşamak! hiçbir kanun maddesi ya da ahlaki kural olmaksızın!
birey olmak ve toplumun dışında kalmak istiyorum.
toplumun değer yargılarından uzak kalınca kendi değerlerimi bulacakmışım gibi geliyor.
bütün bildiklerimi unutsam rahatlarım. öğretilen her şey bir amaca hizmet ediyor. oysa yaşamak dışında hiç amacı olmayan ben bunları kabul etmekte zorlanıyorum. hani ittire kaktıra derler ya tam olarak yaşamımın özeti!
bazen bir ağaç olduğumu hayal ediyorum. biri dikmiş uzamışım dallanıp budaklanıyorum. kimi gelip gölgemde oturuyor dinleniyor, kimi adını kazıyor gövdeme, kimi lazım olan kısmımı kesip alıyor…
bilmediğim şeyler beni korkutmuyor. tam aksine cesaretimi bilmediklerimden alıyorum. yeteri kadar korkunç olan bilgi kirliliği içinde aklıma hükmetmeye çalışmak her geçen gün zorlaşıyor.
iyi tarafından bakalım demiyorum. iyilik düzenin bir parçasıdır. düzene uyum sağlayan her şey iyi sağlamayan her şey kötüdür. düzenin iyiliği ya da kötülüğü tartışılmıyor. milyarlarca insan her sabah acı çekerek uyanıyor ama düzenin içinden kopmamak için günaydın deyip gülümsüyor birbirine. tam bir trajedi!
çoğu zaman insanların yüzüne bakmak istemiyorum. onların sahte yaşantılarına tanık olmak beni delirtiyor. ayrıca hafızamda boşuna yer kaplıyorlar. boş şeylerle kafamı doldurmak bana fayda sağlayacakmış, tecrübe beni ayakta tutacakmış! her durum her olay kendine özgüdür. sana olan bana olmaz. bana olan sana olmaz. buna inanmak istemeyen bir sürü düşünür insanları bir arada tutabilmek için belki yüzlerce kitap yazmışlar. zaman kaybı!
geçmişi sil butonu kaçıncı yaşta eklenecek bilmiyorum. b ence bizi yaşadıklarımız yok ediyor. yaşayacaklarımıza fırsat vermek konusunda çok acımasız olduğumuzu düşünüyorum.
bilgi birikimi denen şey ortaya çıkmamalıydı. insanlar buna direniyor aslında ama yeterli değil.
düzen kurulu uyacaksın!
iyi mi geceler?
devamını gör...
1909.
birbirlerine baktılar. ikisinin de kafasında aynı şey, bakışlarından belli. birbirlerini bakışlarından anlayacak kadar uzun zamandır sürüyor dostlukları.

“alalım mı?”
“hiç üstümü değiştiremem, böyle çıkıyorum?”
“amaan kim takar kıyafeti?”


başka tek kelime etmeden, ev terlikleriyle çıktılar evden. ne mont ne telefon. anahtar ve cüzdan yeterliydi evlerinin iki üç dükkan yanındaki tekele gitmeleri için. sessizce, soğuğun getirdiği titremeyle vardılar tekele. biri dolaptan kırmızı şarabı alırken diğeri kasaya yöneldi, sanki anlaşmışlar gibi.
anahtar sesi yankılandı evde, ardından koridor aydınlandı. kendilerinin olmayan bu dört duvarın ortasında evlerindeymiş gibi hissetti ikisi de ve başlamış oldu bu uzun gece. bardak ihtiyacı bile duymadan dakikalar içinde yitirdiler kırmızılığı. önce biri açtı bir şarkı, ardından diğeri. sıra (bkz: sezen)’e geldi.
“hangi şarkı bu?”
“hasret”
“hasret…”

sessiz sessiz dinlediler şarkıyı. önce kadınlardan biri ağlamaya başladı, ardından senfoniye dahil oldu diğeri. soğuk bir kış akşamı, açık pencerelerden esen rüzgarın fısıltısıyla iki kadın başladılar ağlamaya. feryada döndü kısa süre içinde sessiz sessiz dökülen göz yaşları. birinin kahkahası yankılandı soğuk fayanslarda, ardından diğerinin kikirdemesi. sonra bardaklar, tabaklar, çatallar, kaşıklar… göz göze geldiler. sustular, gözleri buluştu yoklukta.
“delirdik mi biz?”
“ ben hep deliydim, sen kendi haline yan!”

sessizlik bilmedikleri kadar uzun sürdü. çakmak sesleri susturdu sessizliği. derin bir nefes, biraz zehir…

telefonu aldı kadın, hiçbir şey demeden çıktı mutfaktan. ardından duydu duymak istediği tek sesi. ilk önce ne diyeceğini bilemedi, ne dese eksikti. peki dedi, sadece peki!
ardından durdu, hissetti. düşünmedi, düşünse yapamazdı. ne zaman yapabilmişti ki?
bir daha kulağına götürdü telefonu, yine aynı ses, yine aynı nefes. döktü dökebildiği kadar içindekileri. sonra sustu, dinleme sırası kendisindeydi. adamın hiç söylemediklerini dinledi kısa bir süre. içinde sakladıklarını, gizlediklerini.

bıraktı kendini, çöktü yere. oturdu, düşündü. “ konuşmam gereken yerlerde susmuşum susmam gereken yerlerde konuşurken “ diye düşündü. “olaylar bu raddeye gelmeden neden konuşmadık? neden izin verdik bunlara?”

kapıdan kendisini izleyen dostuna baktı. ağzında biriktirdiği küflenmiş kelimeleri kusmak istedi sessizce. ancak yutkundu ve birkaç kelime döküldü kurumuş dudaklarından.

devam edecek, etmeli…
devamını gör...
1910.
sarhoş gibiyim bağıramam
ama kelimeler geçer aklımdan
yüreğimi ele veren
bir yazıp bir sildiğim

bu soğuk havada küçük harflerle konuşabilirim değil mi
hatta konuşmak yerine fısıldayabilirim

bağırmak ya da konuşmak değil de
fısıldamak
yavaş yavaş ısınmak
bir rüyaya dalar gibi
sessiz ve sakin bir rüya
sanki kollarında gibi
kırmızı bir ölümün

en güzel sözcükler fısıldanıyor o sırada
en güzel dudaklardan
gözlerim yavaşça kapanıyor...
devamını gör...
1911.
eşim hariç beni tanıyan herkes insanları neden sevmiyorsun diye soruyoru?

zorunda mıyım lan sizi sevmeye? ne olursa olsun insan insandır yada yaşam kutsaldır lafına da gıcığım;

afganistandaki taliban denen habeş maymunları insan mı lan? bulsa seni beni çatır çutur keserler birileri geberttikçe bu ve türevlerini dünyaya iyilik yapıyor nesini seveyim lan ben bunların gebersinler kurtulalım.

hele hele yaşam kutsaldır?! hadi lan oradan? onu sen mezarındaki ölüye anlatsana lan? nesi kutsal yaşamın? 8 milyar insan var! ha bir fazla ha bir eksik nesi kutsal lan?
devamını gör...
1912.
gündüz gördüğüm ya da geceleri görmek istediğim rüyalara adadığım şahsım adına konuşuyorum, benden iz olmaz. olmaz çünkü yazgının hiç olmayan tarafını yaşarım.

- gerçeklere dön.
- düşünmeden konuşma.

düşünmeden konuşanlara kızarız ya hep; aslında üzerinde durulması gereken konuşmadan düşünmenin olmazı. dil, zincirimse eğer; kırarsam anlatamam ki. heidegger’in eviyken bu çember, nietzsche’den gadamer’e kadar birçok düşünür de unutulmuşluğuna dikkat çeker.

çok unutulmuş bir söz olsun. dikkatimi çek içine. asıl.

unutulmuşluk, ölüm korkusunun başlıca nedeni. eski paradigmayı yıkmayı başaran einstein’ın fiziğindeki kaos aslında bu. bilimin dışladığı mitleri de kucaklaması gayet doğal. tıpkı modern mitlerdeki kaos tanrısının yok ettikleri gibi asıl kâbus, gitmek değil; unutulmak. mezarlar evlerimizden ne kadar uzaksa, ölüm o kadar hatırlanmayacak. bu yüzden herkes birbirinin tarihine geçmek ister. tanrı öldürürse hayat ile ayrılırsın. ama kaos öldürürse daha önce hiç var olmamış gibi hafızalardan yok olursun. kaos öldürürse kimseden iz olmaz. neyse ki birlikte dua eden çiftler ayrılmazmış.

hava da çok erken.

hazır bir kış daha geçerken suretimden, dilimi unuttum. rüzgardan sayfa kapanmasa benim de daha yazacaklarım vardı elbet. bugün rüzgara rağmen düşen her damlanın tadını çıkardım. çok tehlikeli bir şey yaptım. aslında ben de herkes gibi dengemi sağlamaya çalışıyorum. fena halde zamansız. kapıyı açtığım anda içeri hücum eden bir anıydı çünkü. o zaman kitabına on ayraç gerekir. yine yeniden kurulmaktan sıkılmış bir tuzak kadar av aslında. yeniden sıkılmaktan tetik.

kar sustursun şehri, gece olsun.
devamını gör...
1913.
anlamını bilmediğim bir yerdin sen.
varmaya korktuğum varınca kaybolduğum.
sevmek, akıl kârı değil bilirsin ama
aklımı bir köşeye bırakarak koştum ben sana.

içimde yaşattım önce seni haberin olmadan.
sabretmeyi öğrendim. bekledim, bekledim.
yalanlarına indim, dokundum haberin olmadan.

kendinden bile sakladığın duygularına yaklaşım.
senin hiç keşfetmediğin hallerini,
hiç bilmediğin şekillerde sevdim ben.

her şeyin sonu aynı olmamalıydı artık!
belki filmlerde mümkündü belki şarkılarda.
iyiliğin var olma ihtimali yoktu yaşamımda.

ama sen, alt üst ettin tüm umutsuzlukları.
bu yüzden aklıma sızan her karanlıkta
hiçbir şeyi değil seni seçtim ben.
devamını gör...
1914.

yine yeni gece vakti daha ve ben sana susamış bir insan, özlemim uzaklarda. duymam gereken sesin, görmem gereken gökyüzünün yüzüne yansıyan maviliği bana bakan masum kişiliğin. sevdiğim göremiyorum. arıyorum kitaplarda ama yok sana benzeyen biri. olsa da okusam her seferinde aynı kitabı deli gibi, sırf sana benzediği için … hayallerimde yaşıyorum seninle yaşamak istediklerimi. o kadar şanslıyım ki senin gibi bir adama sahip olduğum için. kendimi mutsuz hissettiğim her anımda güzel deniz gözlerine baktığımı hayal ediyorum ve senden tahmin edemeyeceğin kadar güç buluyorum. düşündümde aslında beni ayakta tutan sen ve hayallerim, senli hayallerim. sen yeter ki benimle ol. çünkü bu hayattaki amacım artık seni mutlu etmek olucak. hayatımı sana adadım. şunu aklından hiç çıkarma kalbi güzel gözlerine yansıyan benim adamım seni her zaman ve sonsuza kadar tutkuyla seveceğim. senin herşeyin olmak istiyorum. soluduğun nefesin, suyun, ekmeğin olmak istiyorum. beni bir an bile yalnız bırakma olur mu ? çünkü herşeyden vazgeçebilirim ama sensizliği hayal etmek bile ihanet gibi geliyor bana. şunu çok iyi biliyorum ki sen olmazsan dünya başıma yıkılır. ben yalnızca sana aitim. her hücremle , saçımın her teli ile, gülüşümle, bakışımla, tüm düşüncelerim ve kalbim sadece sana ait. gülümsemen kalbimin huzur kaynağı, sevgi dolu bakışların yüreğimin güneşi seni çok ama çok seviyorum. kalbimin sahibi iyi ki varsın ve iyi ki bana bu duyguları yaşatıyorsun. teşekkür ederim seni çok özlediğimi dile getirmeden duramayacağım nefes almam çok zorlaştı. uzakta olman kalbimi sıkıştırıyor. ama bekliyorum elbet bitecek ve kavuşacağız. yüzünün her zerresinden yıldızlar kadar öpüyorum

çok zaman geçti, ihanet girdi araya, oysa güzel seviyormuşum seni. hiç pişman değilim yaptıklarım için. belki hata yaptık, belki her şey bir yalandı. ya da neyse ne gerek var. koca hikaye yaşandı ve bitti. bu kadar.
devamını gör...
1915.
buradan da kalkıp yürüyeceğim. muhtemelen birkaç bira içeceğim, biraz kitap okuyacağım, biraz film izleyeceğim, birkaç arkadaşımı arayacağım. kalkıp yürüyeceğim. bunu yapabileceğimi bilmek güzel. en dipten kalkmışlığım var, bu ne ki? ama şöyle de bir sıkıntı var. ben buradan kalksam da yine düşeceğim. onu da biliyorum. manyakça bir döngünün içindeyim, içindeyiz. bu kalkışın bir daha düşmeme opsiyonlusu yok mu? birkaç bira farkla onu seçemez miyim?
devamını gör...
1916.
aynada bir ben vardı
bu ben çok kızgın ve öylesine nefret dolu
bu ben gözlerini açıp açıp bana bakıyor
aynadaki ben ben değilim ama
o başka bir ben
ben gidiyorum sonra ben kalıyorum aynada
ben gidişimi izliyorum
arkamdan el hareketi çekiyor ben
sonra bu ben saçlarını yoluyor
bu ben çok kızgın ve öylesine nefret dolu
gözleri sarıyor ve göz altları kararıyor
bu ben orda hapsolduğu için mi öfkeli
yoksa ben içimde hapsolduğum için mi
camda bir ben vardı
ellerim ceplerimde gördüm onu elleri de ceplerindeydi
bu benin elleri benim mi ceplerimdeydi
ben gittim o kaldı
bakamadım ama arkamdan el hareketi çekti
bildim
kahkaha attı bir de bana
orda bekledi beni ben
ben dönmedim arkama ama döneceksin biliyorum dedi
duydum
bu ben ben bana dönmediğim için mi öfkeli
ben beni görmek istemediğim için mi
bilemedim
yansımada bir ben vardı
o ben ben be yaparsam yapayım ordaydı
bildim
devamını gör...
1917.
çok şey geçiyor içimden
ama yazmak hiç kolay değil
gizlemek
tavrımı mesela
kelimelerin soğukluğuna saklamak

çünkü biliyorum anlamazsınız
hem sizinle de uğraşamam
aslında uğraşırım da değmezsiniz

yazmak çok zor da
sabretmek kolay mı?

*
sait faik'in başından geçenlerin
bir farkı yok
yağan karın şiddetiyle
ellerimi hem kesen hem yakan
hem de üşüten soğukla

vardır bi' izahı
olmaz mı?
ama olmaz olsun ​
bütün bilimsel gerekçeler
benim izahım dururken

sait faik de hoş adammış
o kadar tanımıyorum ama
güzel bakmış

*

bu mevsim en güzel bakış senin
en sevdiğin mevsimin en güzel bakışı
eritene kadar yağan karları

bahar gelince o güzel bakışlar
sonraki kışa kadar
yine benim olacaklar

hem ben sevmiyorum kışları
yoksa bırakır mıyım sana

peki derler mi arkamdan
kıyak adammış
güzel bakmış diye...
devamını gör...
1918.
alışkanlıklar , alıştıklarımız ve de hüsranlarımız. peki ya zaman dediğimiz elimizde bile tutamadığımız şey , kıymetli değil mi ? peki ya kıymet verip , kıymet göremeyişlerimiz.... anlaşılmak isteyip anlaşılamamak. bazı vedalar vardır yapılması elzem olan , yapılmazsa kişiye yük olan. kahrolası duygularımız var değil mi ? sevgiye nail olmak ne güzel bir duygu olmalı ki bu hayatta sadece payına gül dikeni düşünlerin bilmediği ya da bildiğini sandığı. bilemezsin ki neşenin arkasında saklanan kederi ... bilemezsin ki senin için çırpan o kocaman kalbi .... hissedemezsin çünkü. doğduğunda ağlayarak başlarız hayata . gözyaşı tadını bilir misin ? tuzludur , acıdır. kalp kırıkları ile kocaman dünya.. sevmemek lazım belki de , ben bunu anladım. şimdi önümde kocaman bir dünya var. zor olsa da bazen uzaklaşmak lazım . in case i don't see ya good afternoon good evening and good night !
devamını gör...
1919.
içimde bir siyasi suçlunun neden ve niçin kaçtığını bilmeden kaçmasının garip hüznü var.
sokaklarda sadece benim gördüğüm ölüler. ve her köşe başında tutulmuş leş kargaları, ölümü hatırlatan...
içimde bir siyasi suçlunun hüznü var, arkadaşlarını idam sehpasında bırakmış..
yaşaması gerekiyormuş... iyi ama ne için?
onca ölüm ne için?
ne için yalanlamalar?
ne için bunca kaçış?..
yaşaması lazımmış bir ülküyü gerçeğe dönüştürmek için.
bir ülküyü doğruya evirmek için.
iyi ama ne için?
o ülküyü yaşayacak geriye kim kalmış?

kim kalmış geriye tüm sevdalılar pencelerde beklerken,
ölürken, ne için öldüğünü bilmeden.
ne için öldüğünü bilmeden.
düşüncelere kelepçe vurulurken ve ne için öldüğünü bilmeden ölüler...
kargalar tutulmuş her köşe başında...
kargalar kör, kargalar dilsiz.
...
içimde bir siyasi suçlunun hüznü var, bi akşam üstü çaresiz.
içimde bir hüzün var diyorum. neden kaçtığını bilemeyen bir siyasi suçlunun garip hüznü var diyorum.
içim içimden kaçıyor adeta..
şehrazat diyorum, gitme bu yağmurda.. gitme kimsesiz.
oysa şemsiyesi bile gri... ve her köşe başında tutulmuş kör kargalar.
kimse okumayacak artık o küçük öyküleri diyorum.
.. ve kimse doğurmayacak beni yeniden. yeniden hamile kalmayacak bir kadın örneğin bir akşam üstü onca yıl sonra...
içimde bir siyasi suçlunun garip hüznü var, bir akşam üstü ansızın.
tüm köşe başları tutulmuş ölü kargalar tarafından diyorum. ve yağmur bu, bu soğuk bacaklarımda çekiliyor.
kayboluyorsun
kayboluyor bu hüzün. bir akşam üstü ansızın tutulmuş her köşe başında kargalar...


*
devamını gör...
1920.
dönüyorum. hiçbir zaman mutluluğu yakaladığımı düşünmeyen biri olarak bir anlam veremediğim hayatıma devam etmekte çok zorlanıyorum. uyum sağlamak çok yorucu. mutlu olduğumda mutsuz olduğumu hissediyorum. lütfen sadece ben böyle hissediyor olmayayım... nereye dönsem, hangi sokağa girsem hep bir duvar. etrafım değil biliyorum kafam çevrili bu duvarlarla. biliyorum ben hiçbir yerde, herhangi bir zamanda mutlu olacak biri değilim. evet, elbette ben de gülüyorum, seviliyorum ama ben en çok güldüğüm, sevildiğim andan bile ne kadar içten olduğumu merak ediyorum. kendimle derdim yok. böyle olduğumu biliyorum. kendimi tanıma sürecim çoktan bitti. kabulleniyorum kendimi ama canımı yakmak istemiyorum. değişemiyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim