normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
181.
sarkacımdan asıldım
o nedenle sabit muhtıralar veriyor zaman
kahvenin köpüğünden
az sonra gemi bile geçer
insan hiçliğe bi davransa
sigortası atmazdı tutankhamun'un
o nedenle sabit muhtıralar veriyor zaman
kahvenin köpüğünden
az sonra gemi bile geçer
insan hiçliğe bi davransa
sigortası atmazdı tutankhamun'un
devamını gör...
182.
benim karalama defterimde şiirler, yazılar falan yok. eğer buraya fotoğraf atmayı bilseydim eskiz defterimden güzel bir çizimle tanımımı tamamlamak isterdim. kısmet değilmiş.
devamını gör...
183.
bazen yaşadıklarımız bedenen ve zihnen bizi zorlar..
tam o sınır işte soyutlandığım nokta.. bir dalga sesi duymak isterim, sıcak bir güneş son ışıklarını saçlarımda eritsin, mevsim farketmesin..sadece bir rüzgar essin en ılığından ve burnuma tuzlu bir deniz kokusu gelsin, hep tanıdığımı hissettiğim o ses küçük bir melodi mırıldansın günlerce sesi kulağımda kalsın uzun uzadıya çalsın o yumuşacık tınısı.. içimi ısıtan tebessüm. bir yağmur yağsın, delirmişçesine gökyüzünden düşen başıboş damlalar her gün insanların birbirine karışması gibi birbirlerini düşünmeden savrulsun, hiçbir damla bir diğerini düşünmeden dökülsün.. toprağı dövercesine yağan yağmurdan sonra süzülsün ince bir toprak kokusu havaya yükselsin.. kokuyu görmek olsun amacım gözlerimi kapatıp kokuyu hissedebilmek.. hiç tanımadığın birinin kokusunu..
şimdi bir kış günü olsun buz gibi bir ankara soğuğu yüzüklerimden başlasın dondurmaya ellerimi, içime çektiğim nefesin soğuğu göğüs kafesimi doldursun camın tuzla buz olması gibi .. eski bir sokakta küçücük bir dükkan..sıcacık bir salep kokusu tüm sokağa yayılmış, bir bardak salep üzerine serpilen tarçının kokusu beni alıp götürsün eski bir anıya.. her yudum ısıtsa içimi sakin bir heyecan duysam.. kimsenin olmadığı bu boş sokakta kirpiklerime düşse ilk kar tanesi.. kulağımda o hiç tanımadığım yıllardır içimde var olan tanıdık ses .. bir ses nasıl bu kadar tertemiz olabilir soyut ama bir o kadar gözlerimin önüne serilen o ses, tüm ihtimalleri sonlandırabilecek güzellikte ama asla olmayacak olanı beklemek gibi bir ses.. en sevdiğim şarkıyı en hüzünlü günümde dinlemek gibi sadece o ses var ötesi yok. yürüyorum kar taneleri birbiri ardına düşüyor bazıları bir kuş tüyü estetiğinde adeta süzülüyor. öyle çok yağıyor ki hepimiz dünya kar küresinde sallanmış ve bir yere oturtulmuş gibiyiz.. dönüyoruz. yürüyorum bu eski sokak beni cezbediyor en sevdiğim şey çıkıyor karşıma kokularını tarif edemediğim eski binlerce kitap binlerce anı..küçük bir zil sesiyle aralıyorum kapıyı sahafta tüm kitaplar bir şey fısıldıyor, elime hangisini alsam anlatacak çok şeyi var duyuyorum. sayfaları hızlıca karıştırırken o eski paha biçilmez anıların dokusunu hissediyorum bazen notlar ,bazen kurutulmuş bir çiçekle karşılıyor beni...sonsuz mutluyum başka hayatlarla buluştuğum bu noktada..
yazacak çok şeyim var ama bazen sadece susmak gerek bazen kör olmak bazen o sese kulağını kapamak.. onun farklı olduğunu düşündüğümüz o an aslında herkes gibi sıradan olduğunu görmek, herkes kadar kendine düşkün, bencilliğin tüm oluşan o güzel bağı yıkması. keşke bu kadar sığ olmasa gerçeklikler. ama bazen bu kadardır işte size gösterilenin altında yatan sadece bu kadar dahası yok.
tam o sınır işte soyutlandığım nokta.. bir dalga sesi duymak isterim, sıcak bir güneş son ışıklarını saçlarımda eritsin, mevsim farketmesin..sadece bir rüzgar essin en ılığından ve burnuma tuzlu bir deniz kokusu gelsin, hep tanıdığımı hissettiğim o ses küçük bir melodi mırıldansın günlerce sesi kulağımda kalsın uzun uzadıya çalsın o yumuşacık tınısı.. içimi ısıtan tebessüm. bir yağmur yağsın, delirmişçesine gökyüzünden düşen başıboş damlalar her gün insanların birbirine karışması gibi birbirlerini düşünmeden savrulsun, hiçbir damla bir diğerini düşünmeden dökülsün.. toprağı dövercesine yağan yağmurdan sonra süzülsün ince bir toprak kokusu havaya yükselsin.. kokuyu görmek olsun amacım gözlerimi kapatıp kokuyu hissedebilmek.. hiç tanımadığın birinin kokusunu..
şimdi bir kış günü olsun buz gibi bir ankara soğuğu yüzüklerimden başlasın dondurmaya ellerimi, içime çektiğim nefesin soğuğu göğüs kafesimi doldursun camın tuzla buz olması gibi .. eski bir sokakta küçücük bir dükkan..sıcacık bir salep kokusu tüm sokağa yayılmış, bir bardak salep üzerine serpilen tarçının kokusu beni alıp götürsün eski bir anıya.. her yudum ısıtsa içimi sakin bir heyecan duysam.. kimsenin olmadığı bu boş sokakta kirpiklerime düşse ilk kar tanesi.. kulağımda o hiç tanımadığım yıllardır içimde var olan tanıdık ses .. bir ses nasıl bu kadar tertemiz olabilir soyut ama bir o kadar gözlerimin önüne serilen o ses, tüm ihtimalleri sonlandırabilecek güzellikte ama asla olmayacak olanı beklemek gibi bir ses.. en sevdiğim şarkıyı en hüzünlü günümde dinlemek gibi sadece o ses var ötesi yok. yürüyorum kar taneleri birbiri ardına düşüyor bazıları bir kuş tüyü estetiğinde adeta süzülüyor. öyle çok yağıyor ki hepimiz dünya kar küresinde sallanmış ve bir yere oturtulmuş gibiyiz.. dönüyoruz. yürüyorum bu eski sokak beni cezbediyor en sevdiğim şey çıkıyor karşıma kokularını tarif edemediğim eski binlerce kitap binlerce anı..küçük bir zil sesiyle aralıyorum kapıyı sahafta tüm kitaplar bir şey fısıldıyor, elime hangisini alsam anlatacak çok şeyi var duyuyorum. sayfaları hızlıca karıştırırken o eski paha biçilmez anıların dokusunu hissediyorum bazen notlar ,bazen kurutulmuş bir çiçekle karşılıyor beni...sonsuz mutluyum başka hayatlarla buluştuğum bu noktada..
yazacak çok şeyim var ama bazen sadece susmak gerek bazen kör olmak bazen o sese kulağını kapamak.. onun farklı olduğunu düşündüğümüz o an aslında herkes gibi sıradan olduğunu görmek, herkes kadar kendine düşkün, bencilliğin tüm oluşan o güzel bağı yıkması. keşke bu kadar sığ olmasa gerçeklikler. ama bazen bu kadardır işte size gösterilenin altında yatan sadece bu kadar dahası yok.
devamını gör...
184.
şu an çok mutluyum. güzel bir yemek yedim, hava kapalı ve çok güzel, kulağımda güzel bir şarkı* çalıyor.
bir iki sene öncesi olsa bunlar bana çok sıradan gelirdi. sanırım durum giderek kötüleştiğinden böyle ufak şeyler bile insana bulunamaz geliyor.
bir iki sene öncesi olsa bunlar bana çok sıradan gelirdi. sanırım durum giderek kötüleştiğinden böyle ufak şeyler bile insana bulunamaz geliyor.
devamını gör...
185.
karalama diyo ama?
olumsuz emir cümlesi mi, emin olamadım. şöyle küçük küçük karalasam kim anlar ki?
hiç!
iki satır daha yazar giderim, kimse anlamaz bile burada olduğumu. ne dicektim ben, onu unutmadan yazayım.
günaydın.
gününe böyle dokunmama izin var mı?
anca bu geliyor elimden çünkü, bir sürü harf, bir sürü kelimeye gebe ama aklıma yetişemiyor, gönlüme erişemiyor.
bakiym bi? daha yazarım ya, anlamazlar.
anlamazlar mı sahi?
emin misin bundan kadın?
oysa ben anlarım ve eminim.
günaydın.
olumsuz emir cümlesi mi, emin olamadım. şöyle küçük küçük karalasam kim anlar ki?
hiç!
iki satır daha yazar giderim, kimse anlamaz bile burada olduğumu. ne dicektim ben, onu unutmadan yazayım.
günaydın.
gününe böyle dokunmama izin var mı?
anca bu geliyor elimden çünkü, bir sürü harf, bir sürü kelimeye gebe ama aklıma yetişemiyor, gönlüme erişemiyor.
bakiym bi? daha yazarım ya, anlamazlar.
anlamazlar mı sahi?
emin misin bundan kadın?
oysa ben anlarım ve eminim.
günaydın.
devamını gör...
186.
çok garip fakat bazen kendimi bir yanılsama olarak görürüm. sanki geçmişte bir yerlerde bir trafik kazası geçirmişim gibi hissettirir. yerde üzerinde gazeteyle örtülmüş bir ceset bana ait olan. hatta durun bir saniye ben de ordayım. bir sigara elimde ve yoldan geçiyorum. kazayı görüyorum ve cık cık çok yazık.. diyerek devam ediyorum. artık eski ben orda yitip gitmiş gibi. zamanda ani bir kırılma yaşanmış gibi. orda bir şeyler.. 27.cadde'de bir kaza olmuş olamaz mı.. orada bir şeyler var.
something in the way... hmmm ğmmm hmm.
something in the way... hmmm ğmmm hmm.
devamını gör...
187.
çocukken girilmesi yasak salona gizlice dalıp o sahte kristallerin duvarlarda renklere dağılmasını çocuk ellerimle yakalamaya çalışırken ki his işte.
devamını gör...
188.
kurumuş toprağın üzerine çökmüştü adam. çıplak dizlerinde hissediyordu sert dokuyu. avuçlarını bastırdı toprağa. canı acıdı biraz. ileride bir ağaç gül açmaya çalışıyordu ama güneş izin vermiyordu sıcağıyla. uzun zamandır böyleydi. neden orada olduğunu unuttu bir an. fazla yol, fazla yürüme fazla susuzluk dudaklarını kurutmuştu. ah şimdi bir insan gelse. ah bir insan evladı. bu kuş uçmaz kervan geçmez tepede yolunu bulmuş ama yürümeye devam eden bir varlık. iyice gömüldü… sırtı büküldü.
durmayıp dalga geçen zaman ne zaman ihanet etmişti. ya kendine ihanetleri…. kapattı gözlerini. doğruldu tekrar ve bağdaş kurdu.
ellerinin avuçlarını açtı gökyüzüne. dua edeceği bir tanrısı yoktu. belki görürdü gökyüzü kurumuş derisini ve bir bulut geçer yağdırırdı bir damla yaşam.
o sırada aheste bir uğur böceği dizine doğru çıkmaya başladı. kirli tırnağıyla itti böceği. dirençliydi ama bu siyah benekli kırmızı uğur. mücadele edecek gücü yoktu adamın. yarı kapalı göz kapaklarının arasından gülümsedi içindeki çocuk.
“uğur mu getirmeye geldin” diye sordu.
böcek yavaşça çıplak kolundan ilerledi. boynuna doğru yol aldı.
adam sinirlendi birden. yumruk yaptı ellerini. ezecekti böceği.
böcek anladı durumu ve hızlandırdı kanatlarını, bir çırpıda kondu adamın boynundan kulağına.
bir sessizlik vardı zaten ama şimdiki siyahın daha siyah olduğu sessizlik gibiydi.
böcek konuştu…
“kalk ayağa”
durmayıp dalga geçen zaman ne zaman ihanet etmişti. ya kendine ihanetleri…. kapattı gözlerini. doğruldu tekrar ve bağdaş kurdu.
ellerinin avuçlarını açtı gökyüzüne. dua edeceği bir tanrısı yoktu. belki görürdü gökyüzü kurumuş derisini ve bir bulut geçer yağdırırdı bir damla yaşam.
o sırada aheste bir uğur böceği dizine doğru çıkmaya başladı. kirli tırnağıyla itti böceği. dirençliydi ama bu siyah benekli kırmızı uğur. mücadele edecek gücü yoktu adamın. yarı kapalı göz kapaklarının arasından gülümsedi içindeki çocuk.
“uğur mu getirmeye geldin” diye sordu.
böcek yavaşça çıplak kolundan ilerledi. boynuna doğru yol aldı.
adam sinirlendi birden. yumruk yaptı ellerini. ezecekti böceği.
böcek anladı durumu ve hızlandırdı kanatlarını, bir çırpıda kondu adamın boynundan kulağına.
bir sessizlik vardı zaten ama şimdiki siyahın daha siyah olduğu sessizlik gibiydi.
böcek konuştu…
“kalk ayağa”
devamını gör...
189.
bir gardiyanın günlüklerinden.
-tabutçu- (hayalet etkisi varyant : azrail'in payı)
ofisimde oturmuş kafa sözlük okurken mesainin bitmesini bekliyordum. o esnada ekipten bir arkadaşımın 'tüm ekipler hapishane mezarlığına derhal, mümkünse kürek benzeri bir şeyler bulun' demesiyle irkildim. gerekli techizatı sağlayıp arkadaşımın yanına ulaştım. bana bakarak 'ne trajedi ama' diye gülümsedi.
- neler oldu ? diye ekledim.
-anlatınca şaşıracaksın önce çıkarmak zorundayız. diye yanıtladı.
kazım bittiğinde çürümüş bir mahkumun cesediyle karşılaştık. tekrar sordum neden bunu yapıyoruz ?
- kolundaki künyeye bak
künyeye baktığımda 6 yıl önce firar eden bir mahkumun adını okuduğumda her yerim buz kesilmişti. mezardaki isim farklıydı. sadece - nasıl ? diye sordum. anlattı.
bir cinayet üzerine müebbet hapis alan birisiydi. epey de zengin sayılırdı. onun hapishaneden kaçırılıp bu işten sıyrılacağına kesin gözüyle bakılıyordu. ve bizim bildiğimize göre bunu başarmıştı da.. 6 yıl önce..
fakat kader mi desek ilahi adalet mi desek içerden bir tabutçuyu ayarlamış. planları her şeyi kusursuzmuş. plana göre tabutçu önce öldü süsü verecek sonra onu gömdüğü yerden çıkartıp kaçmasını sağlayacakmış. ne plan ama.. her şey yolunda gitmiş, düzene uygun gömülmüş. tabutta tiktak eden saatini izliyormuş. gece 03.00'da tabutçunun onu mezarından çıkarması gerekiyormuş. fakat taburcu kalp krizi geçirip hayatını kaybetmiş ve tabuttaki mahkum diri diri içerde can vermiş. ve ilahi adalet işlemiş. ne trajedi ama..
olayları açıklığa kavuşturup cesedi inceleme için teslim edince yazar dostum hayalet etkisiyle konuştuk bunun üzerine. şimdilik bu kadar günlük. görev bekler.
-tabutçu- (hayalet etkisi varyant : azrail'in payı)
ofisimde oturmuş kafa sözlük okurken mesainin bitmesini bekliyordum. o esnada ekipten bir arkadaşımın 'tüm ekipler hapishane mezarlığına derhal, mümkünse kürek benzeri bir şeyler bulun' demesiyle irkildim. gerekli techizatı sağlayıp arkadaşımın yanına ulaştım. bana bakarak 'ne trajedi ama' diye gülümsedi.
- neler oldu ? diye ekledim.
-anlatınca şaşıracaksın önce çıkarmak zorundayız. diye yanıtladı.
kazım bittiğinde çürümüş bir mahkumun cesediyle karşılaştık. tekrar sordum neden bunu yapıyoruz ?
- kolundaki künyeye bak
künyeye baktığımda 6 yıl önce firar eden bir mahkumun adını okuduğumda her yerim buz kesilmişti. mezardaki isim farklıydı. sadece - nasıl ? diye sordum. anlattı.
bir cinayet üzerine müebbet hapis alan birisiydi. epey de zengin sayılırdı. onun hapishaneden kaçırılıp bu işten sıyrılacağına kesin gözüyle bakılıyordu. ve bizim bildiğimize göre bunu başarmıştı da.. 6 yıl önce..
fakat kader mi desek ilahi adalet mi desek içerden bir tabutçuyu ayarlamış. planları her şeyi kusursuzmuş. plana göre tabutçu önce öldü süsü verecek sonra onu gömdüğü yerden çıkartıp kaçmasını sağlayacakmış. ne plan ama.. her şey yolunda gitmiş, düzene uygun gömülmüş. tabutta tiktak eden saatini izliyormuş. gece 03.00'da tabutçunun onu mezarından çıkarması gerekiyormuş. fakat taburcu kalp krizi geçirip hayatını kaybetmiş ve tabuttaki mahkum diri diri içerde can vermiş. ve ilahi adalet işlemiş. ne trajedi ama..
olayları açıklığa kavuşturup cesedi inceleme için teslim edince yazar dostum hayalet etkisiyle konuştuk bunun üzerine. şimdilik bu kadar günlük. görev bekler.
devamını gör...
190.
belki de içimdeki tüm hıçkırıkları dökmeliydim yerli yerince. insan hep çocuk o anlarda... yetişemiyor benliğine. öyle susuz dudaklarında kuruyup gidiyor kelimeleri. keşke, keşke kuşlar kadar özgür olsa gözyaşları. keşke ruhumuza dokunabilse bakışlar notalar kadar... dalıp gidiyorum elim sağ yanağımda... ne çok şey anlatıyor şu mandalina bahçesi... o değil de sanki ben anlatıyorum bilmeden. durmak da iyi gelirmiş bazen, dalmak... bazı notalarda ağlayasım geliyor sızlayan teller değil de benmişimcesine... çaktırmayın her şeye kendimi bu denli verebildiğimi... yaşadığımın farkında olduğumu çaktırmayın ki çalmasınlar. fısıltıyla söylüyorum söylediklerimi size, kendi kendimi içimden de duyabilirim elbette. avuçlarımda bir tohum çatlıyor sanki öylesine kutsanmış ve öpülesi...
isyan edip başımı alıp gidesim gelmişken bir dağ gibi bağrında dinlendim bu gün notaların... harflerimi incitmeden döktüler sanki. onlar anlattı, ben ağladım... dalgınlıkla yaşıyoruz hayatı, kimsenin ayaza sırtını döndüğünü görmüyor gözümüz. kim bilir o ayaz çarpan paltoda ne küskünlükler gizli. o ben miydim güneş, sen miydin yoksa? gözlerimin çizdiği resmi görebiliyor musun?
*
isyan edip başımı alıp gidesim gelmişken bir dağ gibi bağrında dinlendim bu gün notaların... harflerimi incitmeden döktüler sanki. onlar anlattı, ben ağladım... dalgınlıkla yaşıyoruz hayatı, kimsenin ayaza sırtını döndüğünü görmüyor gözümüz. kim bilir o ayaz çarpan paltoda ne küskünlükler gizli. o ben miydim güneş, sen miydin yoksa? gözlerimin çizdiği resmi görebiliyor musun?
*
devamını gör...
191.
''mücevher takmamıştı ama gözleri vardı. ''
devamını gör...
192.
havanın sapsarı, ağır, ağdalı bir faza geçtiği anlar olur. bazen de hava öyle katılaşır ki kehribarın içinde hapsolmuş milyon yıl yaşındaki sinek gibi bir tek hücrenin hareketini, değişikliği, yeniliği asırlarca bekle dur.
bize ait kafanın içinde zaman milyon kere yavaş geçebiliyor, saniyeye binlerce akrep sığabiliyorken yandaki, karşıdaki kafada zaman ne alemde acaba? altı üstü saç, deri, kemik. bunlar bu kadar mükemmel korur mu içindekileri dışarıdan? kulağımı dayasam içindekileri duyacak gibiyim ama yok. çıt yok. duyulmuyor. neler olup bitiyor o kafanın içinde?
kehribarın içinde bir sinek, "ne olursunuz bir tarafım çürürsün artık!" diye bağırıyor mudur? bilmem, duyamıyorum. sapsarı, ağır bir engel var arada, hiçbir şey işitmiyorum. altı üstü reçine, bu kadar mükemmel korur mu içindekini dışarıdan?
bize ait kafanın içinde zaman milyon kere yavaş geçebiliyor, saniyeye binlerce akrep sığabiliyorken yandaki, karşıdaki kafada zaman ne alemde acaba? altı üstü saç, deri, kemik. bunlar bu kadar mükemmel korur mu içindekileri dışarıdan? kulağımı dayasam içindekileri duyacak gibiyim ama yok. çıt yok. duyulmuyor. neler olup bitiyor o kafanın içinde?
kehribarın içinde bir sinek, "ne olursunuz bir tarafım çürürsün artık!" diye bağırıyor mudur? bilmem, duyamıyorum. sapsarı, ağır bir engel var arada, hiçbir şey işitmiyorum. altı üstü reçine, bu kadar mükemmel korur mu içindekini dışarıdan?
devamını gör...
193.
"saçmalama, yazma" dedi bir dost ve o şimdi uyudu ve kulaklıkta streotipa* var, dönüyor, dönüyor, durmadan dönüyor.
yazacağım tabii ki ama o adam anlatsın, ben olamadım.
gündüz, 10 dakikalık bir yola gideceğim ama yürümek azap. dolmuş, el, durdu. arka en sol, güneş, sıcak.
3. dakikada sanırım dizimin üstüne kırmızı siyah bir arkadaş yerleşti, kırmızı ışıkta beklerken fotoğrafını çektim, öyle huysuz ki, yerinde duramayan bişi ama benden de ayrılmıyor, sevdi beni ya da bir mesaj, o an bilmiyorum.
uçar diye bekliyorum uçmuyor, dokunsam ölecek ufacık. ineceğim yere gelmek üzereyim, gözüm onda ama artık ne yaparsa yapsın dedim, boşverdim. hep öyle yapmaz mıyım zaten?
inilecek yer, devlet grisi binalar.
içimden "sen arabada kal, gez işte, ne güzel" dedim, zor bela çıktım arabadan.
üstümü düzelteyim diyorum, orada.
sol omuzumda bana bakıyor.
güldüm, "nasıl istersen?" dedim, kulağıma yaklaşmasını beklemeden, yoluma yürüdüm. bilmiyordum ki ya o / ya da / akrabası olan aynı elbiseyi giymiş başka bir böcek yine karşıma çıkacak ileriki saatlerde?
biri birgün bişi demişti benim için, "bir kere yolunuz kesiştiğinde kopamıyorsunuz.". doğru yalan bilemiyorum, onun yalancısıyım.
/ beni bir kadının hikayesinde yaşatan arkadaşım,teşekkür ederim
sahi, sen ne diyecektin bana? /
yazacağım tabii ki ama o adam anlatsın, ben olamadım.
gündüz, 10 dakikalık bir yola gideceğim ama yürümek azap. dolmuş, el, durdu. arka en sol, güneş, sıcak.
3. dakikada sanırım dizimin üstüne kırmızı siyah bir arkadaş yerleşti, kırmızı ışıkta beklerken fotoğrafını çektim, öyle huysuz ki, yerinde duramayan bişi ama benden de ayrılmıyor, sevdi beni ya da bir mesaj, o an bilmiyorum.
uçar diye bekliyorum uçmuyor, dokunsam ölecek ufacık. ineceğim yere gelmek üzereyim, gözüm onda ama artık ne yaparsa yapsın dedim, boşverdim. hep öyle yapmaz mıyım zaten?
inilecek yer, devlet grisi binalar.
içimden "sen arabada kal, gez işte, ne güzel" dedim, zor bela çıktım arabadan.
üstümü düzelteyim diyorum, orada.
sol omuzumda bana bakıyor.
güldüm, "nasıl istersen?" dedim, kulağıma yaklaşmasını beklemeden, yoluma yürüdüm. bilmiyordum ki ya o / ya da / akrabası olan aynı elbiseyi giymiş başka bir böcek yine karşıma çıkacak ileriki saatlerde?
biri birgün bişi demişti benim için, "bir kere yolunuz kesiştiğinde kopamıyorsunuz.". doğru yalan bilemiyorum, onun yalancısıyım.
/ beni bir kadının hikayesinde yaşatan arkadaşım,teşekkür ederim
sahi, sen ne diyecektin bana? /

devamını gör...
194.
bir gardiyanın günlüklerinden -2
-cellat- (hayalet etkisi varyant : kıyametin guguklu saati)
sevgili yazar dostum hayalet etkisi bize kahve almaya çıkmışken günlüğüme şunu da aktarmak istiyorum. 20 yıldır aynı hapishanede görevliyim. dün bahsettiğim olay kadar ilgi çekici bir şey daha var. görevimin ilk yıllarında bu hapishanenin eski cellatlarından birisinin başına gelen olaylar. epeyce bir süre medyada yer alan ve her hapishane görevlisinin kulak kabarttığı bir hikaye. şöyle ki,
o zamanlar elektrikli sandalye ile idam yöntemi hala geçerliydi. bizden eski bir görevli tüm hayatını bu hapishaneye hizmet vererek geçirmiş. yıllarca mahkumları elektrikli sandalyede pişirecek kolu o indirmiş, mahkumları idam koltuğuna o hazırlamış. yıllar böyle geçip giderken hükümetin verdiği bir kararla bütün hayatı değişmiş. karara göre artık idam geçerli olmayacakmış. bunun üzerine celladımızı emekli etmeye karar vermiş hapishane yönetimi. adam bunu istememiş tabii, yıllarca tek yaptığı iş buymuş..
-can almak-
bir süre hobi edinmeye çalışmış. hayatına tat katacak değişik şeyler arayıp durmuş ama nafile tek bildiği şey buymuş. dediğim gibi can almak. gel zaman git zaman artık bu evde aslında kendisinin mahkum olduğunu anlamış. onun evi bir nevi zamanın akmadığı bir hapishane haline gelmiş. ve kendisini asmaya karar vermiş. tam altındaki tabureyi kaydıracakken gözü masadaki gazetede yazan bir habere takılmış. kendisi emekli edildikten sonra bir idam mahkumu kararın değişmesiyle bir süre yatıp serbest bırakılmış. yavaşça ilmiğini çıkarmış ve o an kararını vermiş. senin canını ben alacağım..
evde biraz kendin yap türü dergilerin yardımıyla, biraz da kendi bilgisiyle bir elektrikli sandalye düzeneği hazırlamış. işlemler bitince karşısında ona tekrar hayat enerjisi aşılayacak şeyi nihayet bulmuş. ve adamı izlemeye başlamış. günlerce.. en sonunda bir sokağın köşesinde onu bayıltmış ve arabasına attığı gibi evde hazırladığı sandalyeye oturtup başındaki çuval benzeri şeyi çıkartıp başlamış onu yargılamaya. engizisyon mahkemesinden hallice kurduğu bu kendi mahkemesinde hükmünü açıklamış. idam! ve şalteri indirip onun pişmesini izlemiş. bu ona bir süre yetse de yeni kurbanlar aramak için geç kalmamış elbette. ve genelde hayat kadınlarına yönelmiş. onlarla anlaşma sağlayıp kendi evine davet ediyor ve şalteri kapatıyormuş anlayacağınız. yoldan sapmak diye buna dense gerek.
kayıpların medyaya ve polis merkezine yansımasıyla kasabada geniş çaplı bir operasyon yapılmış. celladımız pek akıllıymış epeyce bir süre yakalanmamış. bir dedektif diğer kurbanların ortak noktasını bulmuş. haksız yere yalanla dolanla işlediği suçlardan sıyrılıp bırakılan suçlular. profiller tek bir noktaya çıkarmış her şeyi. ve kurmaca bir mahkeme hazırlanmış. olayı medyaya yansıtıp beklemişler. kurmaca bir şekilde serbest bırakılan mahkum izlenmiş. celladımız ise bu oltaya düşmüş ve onu aynı yöntemle bayıltıp hazırlayacakken polis suç üstü bir baskınla onu yakalamış.
onlarca cinayet.. tahmin edeceğiniz gibi müebbet almış. ama mutluymuş biraz da halinden. sonunda evindeymiş artık. tekrar yaşadığını hissetmiş. huzurlu bir şekilde başından geçenleri anlatacağı bir kitap yazmak için yönetimden bir daktilo talep etmiş. isteği ve izni kabul edilmiş. fakat hikayesini yazdığı kitabındaki olay örgüsünde bir değişiklik yapmış. yazdığı hikayenin sonunda kendisi elektrikli sandalyeye oturarak intihar ediyormuş. o şekilde kitabını bitirdiği günün ertesi gününde hükümet değişmiş ve katı bir politikayla başa gelmiş. hapishaneye gönderilen bildiride ise elektrikli sandalye ile idamın geri getirildiği, eski yönetimde hükmü idam olup müebbete çevrilen mahkumların cezasının tekrar görülüp onanmasına karar verilmiş. anlayacağınız kıyametin guguklu saati şimdi cellat için tik tak ediyormuş. son isteği sorulduğundaysa şalteri kendisi kapatmak istemiş. altın vuruş gibi bir şeydi onun için sanırım. saat gece yarısı 00.30'u vurduğunda hapishanedeki ışıklar 1 2 saniyeliğine gidip gelmiş ve idam tamamlanmış. yıllarca görev yaptığı bu sandalye onun da sonu olmuş anlayacağınız..
geçenlerde hapishanede duran fakat piyasaya çıkmayan bu lanetli sayılabilecek kitabı okudum. oldukça etkileyiciydi doğrusu. hala da bu geçmişten bir yerlerden hapishaneye gelen kimin olduğu belirsiz daktilo hakkında efsaneler de dolaşıp durur. onları da bir ara aktarırım.
yazımın da sonuna gelirken sevgili dostum hayalet etkisinin sesiyle irkildim bu arada.
- abi hadi çıkmıyor muyuz ?
ohoo biz kahveleri içmişiz hatta arada ben ona kafa sallama minvalinde yanıtlar vermişim de haberim yok. hoşça kal günlük. tekrar uğrayacağım bir ara.
-cellat- (hayalet etkisi varyant : kıyametin guguklu saati)
sevgili yazar dostum hayalet etkisi bize kahve almaya çıkmışken günlüğüme şunu da aktarmak istiyorum. 20 yıldır aynı hapishanede görevliyim. dün bahsettiğim olay kadar ilgi çekici bir şey daha var. görevimin ilk yıllarında bu hapishanenin eski cellatlarından birisinin başına gelen olaylar. epeyce bir süre medyada yer alan ve her hapishane görevlisinin kulak kabarttığı bir hikaye. şöyle ki,
o zamanlar elektrikli sandalye ile idam yöntemi hala geçerliydi. bizden eski bir görevli tüm hayatını bu hapishaneye hizmet vererek geçirmiş. yıllarca mahkumları elektrikli sandalyede pişirecek kolu o indirmiş, mahkumları idam koltuğuna o hazırlamış. yıllar böyle geçip giderken hükümetin verdiği bir kararla bütün hayatı değişmiş. karara göre artık idam geçerli olmayacakmış. bunun üzerine celladımızı emekli etmeye karar vermiş hapishane yönetimi. adam bunu istememiş tabii, yıllarca tek yaptığı iş buymuş..
-can almak-
bir süre hobi edinmeye çalışmış. hayatına tat katacak değişik şeyler arayıp durmuş ama nafile tek bildiği şey buymuş. dediğim gibi can almak. gel zaman git zaman artık bu evde aslında kendisinin mahkum olduğunu anlamış. onun evi bir nevi zamanın akmadığı bir hapishane haline gelmiş. ve kendisini asmaya karar vermiş. tam altındaki tabureyi kaydıracakken gözü masadaki gazetede yazan bir habere takılmış. kendisi emekli edildikten sonra bir idam mahkumu kararın değişmesiyle bir süre yatıp serbest bırakılmış. yavaşça ilmiğini çıkarmış ve o an kararını vermiş. senin canını ben alacağım..
evde biraz kendin yap türü dergilerin yardımıyla, biraz da kendi bilgisiyle bir elektrikli sandalye düzeneği hazırlamış. işlemler bitince karşısında ona tekrar hayat enerjisi aşılayacak şeyi nihayet bulmuş. ve adamı izlemeye başlamış. günlerce.. en sonunda bir sokağın köşesinde onu bayıltmış ve arabasına attığı gibi evde hazırladığı sandalyeye oturtup başındaki çuval benzeri şeyi çıkartıp başlamış onu yargılamaya. engizisyon mahkemesinden hallice kurduğu bu kendi mahkemesinde hükmünü açıklamış. idam! ve şalteri indirip onun pişmesini izlemiş. bu ona bir süre yetse de yeni kurbanlar aramak için geç kalmamış elbette. ve genelde hayat kadınlarına yönelmiş. onlarla anlaşma sağlayıp kendi evine davet ediyor ve şalteri kapatıyormuş anlayacağınız. yoldan sapmak diye buna dense gerek.
kayıpların medyaya ve polis merkezine yansımasıyla kasabada geniş çaplı bir operasyon yapılmış. celladımız pek akıllıymış epeyce bir süre yakalanmamış. bir dedektif diğer kurbanların ortak noktasını bulmuş. haksız yere yalanla dolanla işlediği suçlardan sıyrılıp bırakılan suçlular. profiller tek bir noktaya çıkarmış her şeyi. ve kurmaca bir mahkeme hazırlanmış. olayı medyaya yansıtıp beklemişler. kurmaca bir şekilde serbest bırakılan mahkum izlenmiş. celladımız ise bu oltaya düşmüş ve onu aynı yöntemle bayıltıp hazırlayacakken polis suç üstü bir baskınla onu yakalamış.
onlarca cinayet.. tahmin edeceğiniz gibi müebbet almış. ama mutluymuş biraz da halinden. sonunda evindeymiş artık. tekrar yaşadığını hissetmiş. huzurlu bir şekilde başından geçenleri anlatacağı bir kitap yazmak için yönetimden bir daktilo talep etmiş. isteği ve izni kabul edilmiş. fakat hikayesini yazdığı kitabındaki olay örgüsünde bir değişiklik yapmış. yazdığı hikayenin sonunda kendisi elektrikli sandalyeye oturarak intihar ediyormuş. o şekilde kitabını bitirdiği günün ertesi gününde hükümet değişmiş ve katı bir politikayla başa gelmiş. hapishaneye gönderilen bildiride ise elektrikli sandalye ile idamın geri getirildiği, eski yönetimde hükmü idam olup müebbete çevrilen mahkumların cezasının tekrar görülüp onanmasına karar verilmiş. anlayacağınız kıyametin guguklu saati şimdi cellat için tik tak ediyormuş. son isteği sorulduğundaysa şalteri kendisi kapatmak istemiş. altın vuruş gibi bir şeydi onun için sanırım. saat gece yarısı 00.30'u vurduğunda hapishanedeki ışıklar 1 2 saniyeliğine gidip gelmiş ve idam tamamlanmış. yıllarca görev yaptığı bu sandalye onun da sonu olmuş anlayacağınız..
geçenlerde hapishanede duran fakat piyasaya çıkmayan bu lanetli sayılabilecek kitabı okudum. oldukça etkileyiciydi doğrusu. hala da bu geçmişten bir yerlerden hapishaneye gelen kimin olduğu belirsiz daktilo hakkında efsaneler de dolaşıp durur. onları da bir ara aktarırım.
yazımın da sonuna gelirken sevgili dostum hayalet etkisinin sesiyle irkildim bu arada.
- abi hadi çıkmıyor muyuz ?
ohoo biz kahveleri içmişiz hatta arada ben ona kafa sallama minvalinde yanıtlar vermişim de haberim yok. hoşça kal günlük. tekrar uğrayacağım bir ara.
devamını gör...
195.
"yunanca! yunanca diyorum sana be köpek! hangi dilde küfür edersem edeyim özüm bu benim, içim bu, dualarım bu dilde! şimdilerde küfür edemiyorum ama yapamıyorum, o iki tarafın kayalıkları, arada kalmış hayatlar, göçüp gidenler, arkada kalıp sonsuza kadar unutulanlar, yok sayılanlar, hala geçmişini unutmayanlar, adalar, adalılar, belki bir delice zeytin anlatır sana bi'gün! bugün değil ama, ben değil! şimdi defol git yanımdan, kadim dillerce edilecek milyonlarca küfür var içimde, yunanca değil ama, sana da değil. "
devamını gör...
196.
ergin olamayış durumundan acil çıkış
önce şu meşhur söz; aydınlanma, kişinin kendi suçuyla düştüğü bir ergin olamayış durumundan çıkmasıdır. mealen aktardığım bu sözün arkasında yatan ana fikrin; aydınlanmayı birey olmakla eş tuttuğunu düşünmüşümdür hep. kimsenin umrunda olmadığını bildiğim halde tekrarlamak isterim ki; kişisel tarihimde; sahte ve kurgusal olduğunu bildiğim halde “birey” olma çabasından daha anlamlı herhangi bir şey olduğunu düşünmedim hiç. ancak nedir birey olmak? bunu tanımlamaz isek, tüm söylemeye çalıştıklarımızın içinin oyulacağını biliyorum. ondan dolayı denemek gerekiyor.
kültürle başlayalım, kültür alınan bir şey değildir. maruz kalınan, karşısındaki özneyi edilgen kılıp kendisini ona dayatarak onu şekillendiren genel bir dünya ve insan görüşü diyebiliriz. küçüklüğümüzden bu yana maruz kaldığımız genel kültürel diskur, birey olmayı şeytanlaştırdıkça bizi insanlıktan sıyırdı. bu noktada soru şudur; “içinde doğarak maruz kaldığımız bir dünya görüşünün kodlarıyla yaşamanın, bir hayvanın yaşamından teorik olarak ne farkı vardır?” birey, içinde yaşadığı dünyayı kendi kurduğu ilkeler veya ilkesizlikler üzerinden, dağınık veya düzenli bir şekilde kavramaya çalışan öznedir. veya en azından öyle bir özne olmaya çalışmalıdır. çünkü ancak bu şekilde insan, insan olduğu için sahip olduğu iradesiyle eyleyebilir veya düşünebilir. insan diyerek, kurgusal olarak kategorize ettiğimiz “sapiens”in hayatını anlamlandıracak veya anlamlandırmaya başlayacak yegane şey, iradesini hiçbir otoriteye başvurmaksızın ortaya koyabilme kudretine erişmek değil midir? buradan şöyle bir tez daha çıkarsayabiliriz; “özgürlük” en büyük değerdir. özgürlüğün eşlik etmediği hiçbir irade anlamlı değildir, çünkü öylesi bir irade, iradeyi gösterenin değil, o iradenin arkasında karmaşık bir şekilde varolan çeşitli mikro veya makro otoritelerindir. o yüzden başkası için özne, kendi için özne olmadıkça kaderi trajiktir ve işin komik tarafı bu trajedi görünür değildir. yani ona kimse ağıt yakmaz, kendisi dahil. işte doğu’da kültür, bu anlamda bireyin ve özgürlüğün düşmanıdır. çünkü tek bir düstur üzerine şekillenmiştir: birey olma.
kültürün özgürlüğe kapı araladıkça değerleneceğini, diğer türlü olursa kitlesel ve kölemen bir toplum oluşturmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı şüphe götürür mü? içinde bulunduğu kültürle kavga etmemiş ve onu elbise giyer gibi hazır olarak giymiş, mücadeleden, dolayısıyla bizzat kendisinden kaçan bir öznenin birey olması mümkün müdür? böylesi bir özne, kendi iradesini kendi elleriyle genel vasat içerisinde eritmiş ve tarihin üvey evlatlarından bir evlat olarak kalmış olmaz mı?
insan kendi olarak; kültüre, anlatıya veya betimlemeye sıkıştırılamaz. çünkü her attığı adım geleceğe yani hiçliğe yöneliktir. sayısız ihtimaller içerisinde yapılan en ufak seçimin dahi yine sayısız sonucu vardır. bu dağınıklık içerisinde kendisini, kendi iradesiyle inşa etmek, yalnızlaştırıcı olduğu kadar insanidir de. sanıyorum bunu elde etmeye çalışmaktan daha değerli herhangi bir şey yoktur. en azından ben bulamadım. dikkate alınsın. son söz:kültür kendimiz gibi olmayanlarla muhatap oldukça aşınır ve bu iyidir.
önce şu meşhur söz; aydınlanma, kişinin kendi suçuyla düştüğü bir ergin olamayış durumundan çıkmasıdır. mealen aktardığım bu sözün arkasında yatan ana fikrin; aydınlanmayı birey olmakla eş tuttuğunu düşünmüşümdür hep. kimsenin umrunda olmadığını bildiğim halde tekrarlamak isterim ki; kişisel tarihimde; sahte ve kurgusal olduğunu bildiğim halde “birey” olma çabasından daha anlamlı herhangi bir şey olduğunu düşünmedim hiç. ancak nedir birey olmak? bunu tanımlamaz isek, tüm söylemeye çalıştıklarımızın içinin oyulacağını biliyorum. ondan dolayı denemek gerekiyor.
kültürle başlayalım, kültür alınan bir şey değildir. maruz kalınan, karşısındaki özneyi edilgen kılıp kendisini ona dayatarak onu şekillendiren genel bir dünya ve insan görüşü diyebiliriz. küçüklüğümüzden bu yana maruz kaldığımız genel kültürel diskur, birey olmayı şeytanlaştırdıkça bizi insanlıktan sıyırdı. bu noktada soru şudur; “içinde doğarak maruz kaldığımız bir dünya görüşünün kodlarıyla yaşamanın, bir hayvanın yaşamından teorik olarak ne farkı vardır?” birey, içinde yaşadığı dünyayı kendi kurduğu ilkeler veya ilkesizlikler üzerinden, dağınık veya düzenli bir şekilde kavramaya çalışan öznedir. veya en azından öyle bir özne olmaya çalışmalıdır. çünkü ancak bu şekilde insan, insan olduğu için sahip olduğu iradesiyle eyleyebilir veya düşünebilir. insan diyerek, kurgusal olarak kategorize ettiğimiz “sapiens”in hayatını anlamlandıracak veya anlamlandırmaya başlayacak yegane şey, iradesini hiçbir otoriteye başvurmaksızın ortaya koyabilme kudretine erişmek değil midir? buradan şöyle bir tez daha çıkarsayabiliriz; “özgürlük” en büyük değerdir. özgürlüğün eşlik etmediği hiçbir irade anlamlı değildir, çünkü öylesi bir irade, iradeyi gösterenin değil, o iradenin arkasında karmaşık bir şekilde varolan çeşitli mikro veya makro otoritelerindir. o yüzden başkası için özne, kendi için özne olmadıkça kaderi trajiktir ve işin komik tarafı bu trajedi görünür değildir. yani ona kimse ağıt yakmaz, kendisi dahil. işte doğu’da kültür, bu anlamda bireyin ve özgürlüğün düşmanıdır. çünkü tek bir düstur üzerine şekillenmiştir: birey olma.
kültürün özgürlüğe kapı araladıkça değerleneceğini, diğer türlü olursa kitlesel ve kölemen bir toplum oluşturmaktan başka hiçbir işe yaramayacağı şüphe götürür mü? içinde bulunduğu kültürle kavga etmemiş ve onu elbise giyer gibi hazır olarak giymiş, mücadeleden, dolayısıyla bizzat kendisinden kaçan bir öznenin birey olması mümkün müdür? böylesi bir özne, kendi iradesini kendi elleriyle genel vasat içerisinde eritmiş ve tarihin üvey evlatlarından bir evlat olarak kalmış olmaz mı?
insan kendi olarak; kültüre, anlatıya veya betimlemeye sıkıştırılamaz. çünkü her attığı adım geleceğe yani hiçliğe yöneliktir. sayısız ihtimaller içerisinde yapılan en ufak seçimin dahi yine sayısız sonucu vardır. bu dağınıklık içerisinde kendisini, kendi iradesiyle inşa etmek, yalnızlaştırıcı olduğu kadar insanidir de. sanıyorum bunu elde etmeye çalışmaktan daha değerli herhangi bir şey yoktur. en azından ben bulamadım. dikkate alınsın. son söz:kültür kendimiz gibi olmayanlarla muhatap oldukça aşınır ve bu iyidir.
devamını gör...
197.
akıl zekayı geçerse yöneticilik başlar. zeka aklı geçerse yaratıcılık başlar. eğer akıl ile zekanın önüne hırs geçerse o zaman da felaket başlar.
devamını gör...
198.
huzursuz rüyalarımda o kasabayı görüyorum. beni oraya götüreceğine söz vermiştin ama götürmedin. ve şimdi ben seni orada, özel yerimizde bekliyorum.
sen, sen öldün. 4 yıl önce mezarında ağlayan bendim. bu mektup senin adına yollanmış bir şaka mı ?
görüyorsun ya bu kasabada en az senin kadar gerçeğim. ve artık yanyanayız. canlı kanlı karşındayım. etrafta kimse yok sisli bir hava tıpkı düşlediğimiz gibi. geldiğin için teşekkür ederim.
sen, sen öldün. 4 yıl önce mezarında ağlayan bendim. bu mektup senin adına yollanmış bir şaka mı ?
görüyorsun ya bu kasabada en az senin kadar gerçeğim. ve artık yanyanayız. canlı kanlı karşındayım. etrafta kimse yok sisli bir hava tıpkı düşlediğimiz gibi. geldiğin için teşekkür ederim.
devamını gör...
199.
can kurtaran olmadan, yüzme bilmeden kalkıp yüzme bilmeyen boğulanı kurtarmaya kalkmak da neyin nesi?
devamını gör...
200.
... peki insan nedir? ne yaptığımızda insan olmanın zarif hissiyatına erişebiliriz? kendimizi dünyevi zevklerden soyutlamamız mı gerekiyor? yoksa bir şeyler mi başarmamız gerekiyor?
hayır, bence bunların hiçbiri değil. bence iki şey insanı insan yapandır.
her şeyden önce yaşamımızı belirli ilke ve prensiplere göre şekillendirmek, zaman denen bu ulu çınarın yapraklarına hayat veren bir yağmur damlası olarak düşmek için yapılması gereken en elzem düzenlemedir. ilkeler çerçevesinde hareket etmeyip, kendini çevresine göre şekillendiren bir varlığın hayatı boşa geçmiş demektir. çünkü ilkeler ve prensipler, insanın amaçsızlığa ve cehalete karşı dimdik durmasına yardım eden dayanak noktalarıdır.
saygı ise insandaki eksiklikleri kapatan tamamlayıcı parçadır. çünkü saygı çerçevesinde insan, olaylara ve varlıklara üstten bakmak yerine uzaktan bakmayı öğrenir, bu sayede damarlarında akmakta olan kibir ve çokbilmişlik duygusundan arınmayı başarır.
bu satırları daha 17 yaşımda, yolun çok başındayken yazmıştım. belki de edindiğim tecrübeler, düşüncelerimi kökten değiştirecektir. ancak bir başlangıç noktamın olması ve bunu somutlaştırmak yolunda attığım adımlar bana hep mutluluk verecektir.
hayır, bence bunların hiçbiri değil. bence iki şey insanı insan yapandır.
her şeyden önce yaşamımızı belirli ilke ve prensiplere göre şekillendirmek, zaman denen bu ulu çınarın yapraklarına hayat veren bir yağmur damlası olarak düşmek için yapılması gereken en elzem düzenlemedir. ilkeler çerçevesinde hareket etmeyip, kendini çevresine göre şekillendiren bir varlığın hayatı boşa geçmiş demektir. çünkü ilkeler ve prensipler, insanın amaçsızlığa ve cehalete karşı dimdik durmasına yardım eden dayanak noktalarıdır.
saygı ise insandaki eksiklikleri kapatan tamamlayıcı parçadır. çünkü saygı çerçevesinde insan, olaylara ve varlıklara üstten bakmak yerine uzaktan bakmayı öğrenir, bu sayede damarlarında akmakta olan kibir ve çokbilmişlik duygusundan arınmayı başarır.
bu satırları daha 17 yaşımda, yolun çok başındayken yazmıştım. belki de edindiğim tecrübeler, düşüncelerimi kökten değiştirecektir. ancak bir başlangıç noktamın olması ve bunu somutlaştırmak yolunda attığım adımlar bana hep mutluluk verecektir.
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2