221.
önce müziği açayım, tüm gün zivzivziv başım şişti valla sitede, har har tüm gün yandı valla gıybet kazanlarının altı, nerde lan o şarkı? hah, buldum!

kalkın oynucaz!
akşam lan, yaz akşamı geliyor, üstümüz başımız janti, öğle yemeğini müteakip başlamışız piize, kafalar hafif tatlı, akşama doğru yürüyoruz, yanımda o, koluma girmiş, koluma girmiş lan, benim koluma! çıldırtıcı! arada bana bakıyor, o da hafif sallanıyor ben de, ayakkabılar çıkalı on dakikadan fazla olmuş, sıcak aşk batıyor ayaklarımıza, allahım bu ne güzellik?

üstünde pembe çiçekli askılı elbisesi var, o gün de bunu giymişti, öyle bi yakışıyor ki gavurun kızına, o kadar olur!
solumda yürüyor, sağ omuzu dünyanın ilk günü gibi pırıl pırıl, saçları değiyor yüzüme, adım gibi hınzır ege rüzgarının marifeti ile, saçları diyorum saçları! nasıl bu kadar güzel kokar bir insanın saçları, nasıl?

yel değirmenini geçer geçmez deniz çöküyor üstümüze, öyle güzel ve öyle lacivert ki, yakıyor! "şurada iki dakika oturup öyle inelim aşağıya" diyor, iki dakikanın lafı mı olur, sen iste ben evrenin saatine çomak sokarım, bi daha da çalışmaz, o anda kalırız sonuna kadar!

adımı söylüyor, benim kalp bi kalkıp bi iniyor, "olacağız biz di mi? " diyor, saçları kokuyor, omzu inip kalkıyor hafiften, "olacağız" diyorum, gülümsüyor.

ağustos akşamı bir kendine bir de ona bakıyor, kendinden utanıyor, haklı da? avgoustos döneminden beri böylesi gelmemiş ki?

o ufacık ege köyüne gece iniyor, ağustos 19 oluyor, seneler o anda donup kalıyor.
devamını gör...
222.
yatakta dönüp duruyordu. her sabah kalktığında dövülmüş gibi hissediyordu. bu yüzden yataktan kalkmak istemiyordu. sonunda yataktan kalkmıştı. işemeye gitti, hayatı sorguladı. ellerini yıkarken aynadaki yansımasına baktı. bu aralar aynadaki insani pek sevesi gelmiyordu. yaşadığı stresten dolayı cilt sorunları tecelli etmişti. sürekli kafayı bir şeylere takıyordu. pandemi mahvetmişti psikolojisini. yaşıyor gibi hissetmiyordu. 13 aydır her günü aynıydı. her günü de kendisi ile savaş vererek geçiyordu. etrafındakiler giderek zayıfladığını söylüyordu. ne iştahı ne de hevesi hiçbir şeyi kalmamıştı. ailesi onun çok alıngan olduğundan şikayetçiydi. o ise belki de 13 aydır kırılma noktasını yaşıyordu. hayatında bir değişiklik olsun istiyordu. başarı istiyordu ama bu iki kavram ona çok uzak geliyordu. bazı günler umutlu, bazı günler umutsuzdu. sürekli geçmişin ne kadar da güzel olduğunu düşünür o insanların neden şimdi yanında olmadıklarından yakınırdı. kendisine haksızlık yapan o insanları affetmeyecekti. bazı zamanlar benim hatam neydi? diye düşünür durur, bir cevap bulamazdı. demek ki gitmek isteyen her şekilde giderdi. en yakın dostun olsa bile. bu yaşadıklarından dolayı güveni sarsılmıştı. artık bazı insanlar ona samimi gelmiyordu. ne zaman düzeleceğini ne zaman hayallerinin gerçekleşeceğini asla bilemezdi ama elbet bir gün o da bir sebeple mutlu olacaktı.
(şimdiye kadar okuduysan sağ ol dostum seviliyorsun).
devamını gör...
223.
alt dudağımın titrediğini fark ettim. içimde minik bir hüzün. tam olarak isimlendiremediğim.
dışarıdan gelen çim biçme makinesinin sesi çirkinleştiriyor anı. oysa güzel bir güne uyanmayı hayal etmiştim. bugün daha güzel olacaktı. içimdeki endişe kıpırtılarını bir yana bırakacaktım.
yalnız uyandığım yatağa baktım. yanımda kocaman bir boşluk. dolduramadığım... yalnız uyunmaktan nefret ediyorum. beş yaşında bir çocuğa döndürüyor bu, beni.
uyanır uyanmaz motor bir hareketle elim telefona uzanıyor. bir mesaj okuyorum daha da sıkılıyor canım. bugün kendimi herkese, her şeye kapatma ihtiyacı duyuyorum. derin bir nefes almak istiyorum.
korkuyorum. çok korkuyorum. anlaşılmaz bir tabloya bakıyor gözlerim. hasta sayısı, vefat sayısı, entübe sayısı. bir tablo. sanki rakamların ardındakiler insan değilmiş gibi. bir anons duyuyorum. vaka oranı çok arttığı için, bulaşma hızı çok yüksek olduğu için evde kalmak konusunda uyaran bir belediye çalışanı. bir kerede anlaşılmadığı için olsa gerek ya da defalarca söylense bile bir güruh tarafından gözardı edildiği için olsa gerek sürekli, sürekli, sürekli tekrar eden bir anons.
kahvemi bile içmeden yola düşünüyoruz sonra. bir bina, içeriye girip çıkan onlarca insan. ben dışarıda kalıyorum, yalnız. sıkıntılı bir şekilde beklemeye başlıyorum, oldukça tedirgin.
biri yaklaşıyor yanıma. yüzünde maskesi yok, pantalonunun bir paçası kıvrık. yaklaşıyor, bir yandan bağırarak bir şeyler söylüyor. anlamıyorum. elimdeki telefonu işaret ediyor sonra. kötü, diyor. kötü... anlamıyorum, biraz da korkuyorum. iyice yaklaşıyor yanıma. maskesiz yüzü, yüzüme yaklaşıyor. kötü, o kötü, kızlar var, nah şurada kızlar, git, git! tamam, diyorum. bir adım geri çekiliyorum. hala deli gözleri telefona bakıyor. korkuyorum. yavaşça binaya yaklaşıyorum.
çok şeyden korkuyorum bugün. ölen, 40 yaşındaki polis memurundan, 36 yaşındaki berberden, 70 yaşındaki nineden. savaşacak gücümün olmamasından, nasıl savaşacağımı bilmemekten.
bahçenin yan tarafındaki kafeye bakıyorum. bütün sandalyeler ters çevrilmiş masalara. camda bir ilan. karton bardakta çay 1tl. içeride olması gereken insanları düşünüyorum, servis yapması gereken insanları. ekmeğini oradan çıkarması gereken insanları düşünüyorum, korkuyorum.
yanıbaşımda ayak sesini duyuyorum. yüzünde maske. ne, dedi doktor diyorum; raporunu uzatıyor.
birlikte geçecek beş gün, yapayalnız beş gün. sesini duyuyorum. orada olduğunu biliyorum. günışığı perdelerden ulaşmıyor. çok korkuyorum tek istediğim bir sonuç. negatif.
devamını gör...
224.
“yine yolların ortasındayım. kerpiç ellerini geçirdi kalbime. senelerdir mücadele ediyorum kurtulmak için. ben her gitmek istediğimde, yeter artık çığlıklarımla etrafımdaki taş duvarlarını yıkmaya çalıştığımda daha da geçiriyor tırnaklarımı derime. türlü türlü araçları var vücudunda. her seferinde ayrı bir maharetle, ayrı bir bahaneyle olduğum yere çiviliyor beni. ya toplum ne der? ya aç kalırsan? başarısızlığı sindirebilecek misin içine? yıllarını heba edebilecek misin? bunca emek, bunca saat, mücadele bir hiç uğrana mı? ya aklını yitirene kadar direnmen? şimdi yine yolların kesiştiği noktada o sırtımda, ailem uzakta, tek başıma bekliyorum karar vermeyi. oysa atmak ne kadar kolay diyorlar. sadece iradenle bir silkinip üzerinden defetmeye bakıyor diyorlar. o zaman neden bu kadar zor diyorum. tercihler önüme bir bir sunulurken ben neden öngöremiyorum bu döngüden çıkmanın verebileceği rahatlığı. yolların kesiştiği yerde küçük bir çimen parçası. benim korunaklı alanım. tek bir limon ağacı köşesinde. ne bir trafik lambası. ne bir araç. ufukta mavi gökyüzünde güneş batacak birazdan. oturuyorum çimenin üzerine sırtımı dayıyorum. o ise şimdi benim güvendiğim ağaca tırmanıyor. usul usul konuşmaya başlıyor. düzen böyle. ne bekliyorsun ki? sen kimsin ki farklı bir yol çizebileceğini düşünüyorsun? sonra yollardan birinde biraz uzakta beliriyor bina. tüm ihtişamıyla. yarısı gömük yarısı yer yüzünde. betonun ihtişamı. ahşabın doğadan izi. işte yine oluyor. kanım ısınıyor. yüzüm kızarıyor. kendimi her seferinde gideceğim demenin yalanıyla yüz yüze buluyorum. kalkıyorum ayağa. evet yürüyeceğim binaya doğru. bırakamayacağım seni benim kerpiç mesleğim.”
devamını gör...
225.
uykusu kaçmıştı. artık ne kadar istese dahi tekrar uykuya dalamayacağını bildiği için inatla gözlerini açmadan yatakta bir sağa bir sola dönüp duruyordu. bu dönme hareketlerini o kadar ani ve hızlı yapıyordu ki bir ara yatağın ucuna geldiğini fark edemedi ve neredeyse aşağıya düşecekti. gözlerini açmadan yastığı yataktan aşağıya itip düşürdü. yüzüstü yattı, kollarını iki yana açtı, kafasını sert yatağına bastırdı. burnu acımaya başladı ama bastırmaya devam etti. zorlukla nefes alıyordu. sonra bir çırpıda sırtüstü dönüverdi. sağ elini yataktan aşağıya sarkıtıp az önce yere düşürdüğü yastığı aradı buldu yatağa geri çekti. bu ona dünyanın en zor ikinci işiymiş gibi geldi. ilki tatbikî uykusu bir kere kaçtıktan sonra tekrar onu yakalamaktı. yastığa sarıldı bacaklarını karnına doğru çekti yüzünü yastığa yapıştırıp öylece bekledi. aynı şeyi diğer yanına dönüp yine yaptı. sabaha az bir vakit kaldığını hissettiği için kendine daha çok kızdı. saate bakmamak için ne kadar dirense de buna daha fazla dayanamayacağını bildiği için aniden gözünü açtı kolundaki saate baktı. ama hiç bir şey göremedi etraf zifiri karanlıktı. gözlerini kısarak tekrar bakmayı denedi. ama imkanı yoktu. saatten yansıyan ışıklar o kadar azdı ki görmesine hiç bir şey göremiyordu. şimdide sanki uykusunun kaçması yetmiyormuş gibi birde yataktan çıkıp ışığı yakacak bir kaç saniye gözlerini ovuşturup o ışıklı ortama uyum sağlayacak seviyede göz bebeklerinin küçülmesini bekleyecek bunlar yetmezmiş gibi saatin sabaha çok az bir vakit kaldığını göstermesiyle iyice siniri bozularak yatağa geri dönüp gözlerini tavana dikip 5 - 10 dk öylece uzanacak sonra da sinirle kalkıp üzerini değiştirip dışarıya çıkması gerekecekti. bütün bu sinir bozucu düşüncelere rağmen yataktan fırladı hızlıca ışığı yaktı. gözlerini ovuşturdu saate baktı. ilk seferinde hiç bir şey göremedi tekrar baktı önce algılayamadı daha dikkatli baktı ilk düşündüğü şey saatin pilinin bittiği oldu saati kulağına dayadı hayır pili bitmemişti tıkır tıkır çalışıyordu. ama inanmadı salona koştu duvardaki saate baktı bu sefer. ama o da aynı şeyi gösteriyordu. bir an yaşadığı şaşkınlık onu kendine getirdi. hızlıca ışıkları kapatıp yatağa koştu. uzandı sağ tarafına döndü yorganı kafasına kadar çekti. sağ elini yanağının altına koydu sol elini onun hemen yanına yastığın üzerine koydu gözlerini kapattı bir kaç dakika sonra uykuya daldı. çalan alarmın sesiyle uyandığında yüzünde hala geceden kalan şaşkınlık ifadesi duruyordu. yüzünü yıkamak için aynanın önüne geldiğinde bir kaç saniye kendini seyretti. musluğu açtı akan soğuk suyu yüzüne çarptı ama hala aynı ifade duruyordu. bu nasıl olabilir diye düşündü gece uyandım ve saat hala 23.15 ti. böyle bir şey hiç başıma gelmemişti dedi. şaşkın bir gülümseme takıldı şimdide suratına. aynı ifadeyle evden çıktı işyerine doğru yola koyuldu. 
devamını gör...
226.
birçoğumuz gibi içimde * 2 kişi var ve bu kişilerin düşünceleri tabii ki birbirinden 180 derece farklı.

mesela üst kattan, gecenin bir yarısı gelen gürültü patırtıyı duyduğumda, şöyle sol omuz üzerimden bir ses "çık yukarıya, kapıyı açar açmaz beyzbol sopasıyla yüzünü dağıt!" diyor. sağ yandan gelen fısıltı ise "kulaklığın gevşemiş. biraz daha içeriye doğru itele ve uyumana bak!" diyor.

mesela dolmuşta birisi telefonla bağıra bağıra görüşme yaptığında bir ses "hava sıcak, kapı açık gidiyoruz. itiver şunu aşağıya!" diyor. diğer ses "müziği biraz daha aç da duyma!" diyor.

mesela birisi özel mesaj atıp hakarete ya da tacize varan boyutlarda bir şeyler yazdığı zaman bir tarafım "git nickaltına, nasıl biri olduğunu anlat da millet de ona göre muhatap olsun!" diyor. diğer tarafım "engelle kızım, üzerine sıçratma!" diyor.

bir yanım "uslu uslu yaşa hayatını, sakin ve düzenli ol!" derken öte yan hep "it ayağı yemiş gibi gez toz, canın ne istiyorsa düşünmeden yap!" diyor.

...

ne yapıyorum? hep sakin olan tarafın lafını dinliyorum ve hayatıma bir şekilde kıyısından köşesinden girmiş olan bazı insanlara da diyorum ki "dua edin de günün birinde soldaki sesin sahibini dinlemeye başlamayayım!"...
devamını gör...
227.
bir çift melek görürüm her bakışımda

sen ey şimdi içeride uyuyan etrafında dolanan melekten habersiz.
ne denir? nasıl söylenir?
bir melek dolanıyor etrafında bir meleğin.
bir melek ki en titrek yüreklisinden, en canisine kadar celladı olmuş ve dahi olacak tüm insanların.
bilmem sessizce üflediğinde nefesi sessizce mi alır geri vermemecesine?
nasıl görünür peki?
korkutur mu her şeyden habersiz uyuyanı?
ya haber verirse önceden?
ne söyler? nasıl söyler?
peki ya giderken arar mı yanında bir tanıdık yüz
bir sessiz yoldaş
yalnız mı gider
semaya uzanan yolda
neden diye sorar mı?
son kez koklamama izin verilmedi yavrularımı gitmeden?
nerede diye sorduklarında ne cevap verecek geride kalanlar?
her can koparken dünyadan aynı şeyi mi düşünür?
yavrusu olan can ne diye avunur?
ilk kez okuldan dönüşünü göremeyince mesela ne der?
elinden tutup çiçekten yaptıkları tacı başına koyamayınca kimi suçlar o yavrular?
sevmeyi kimden öğrenirler canı gönülden?
bir annenin elinden tutmadan bir sevgilinin elinden nasıl tutarlar?
...
en acısı da yaşar insan
her şeye rağmen yaşar
yine yemek yer
güler yeri gelince
ağlar kimi zaman
bekler gideni
gitmek ister bir an önce
sonra koklar daha uyurken
melek onları görür
görürde vaz mı geçer?
devamını gör...
228.
bir graffiti sanatçısı için en önemli materyali ne sprey nede marker kalemlerdir onlar için önemi olan tek şey blackbook tur yani eskiz defterleri kafa sözlükte benim blackbook um
devamını gör...
229.
hiçbir yara, sonsuza kadar kanamaz ama bazı yaralar yıllarca kanayabilir…
devamını gör...
230.
iyi bir insan olacağımıza dair söz verdiklerimiz gidince ne yapıyorduk? ben hiç çalışmadım buraya.
tam kırk gün oluyor bugün. seni görmeyeli, sesini duymayalı, mesajını almayalı. varlığıyla anlam bulduğun insanın varlığından bihaber olmak nedir, bunu bilir misin? bir zamanlar veya belki halen belki yüzyıl sonra da eline batan dikeni dünyanın en tehlikeli nesnesi sayan ben için elini kırk gün göremeyişimin derin sancısı nedir, ya bunu?
giden gitmiştir diye başlayan afili ve vurdumduymaz cümlelerle büyüdüm. gidenin benden de bin parça alıp götüreceğini bana söylememişlerdi. dönüp hangi parçamı nerde bıraktın acaba diye düşünüyorum. bin yolda bin parça bulsam ve yine şen kahkahalar atsam diye.
tam kırk gün oluyor bugün. ben artık asla ben olmayan biriyle yaşamaya alıştım sanıyorum artık. yalnız ve sadece bir nebze de olsa yokluğuna alışmak dilerdim. cehennemin öbür adı, dipsiz bir uçurum, bir gayya kuyusu. ne kadar kötü ne kadar korkunç ne kadar berbat şey varsa o şair gibi tuttum yokluğuna tamamladım.
tam kırk gün oluyor bugün. kırk gün geçince güzel şeyler yazacağım ve şen kahkahalarımı yeniden atacağım diye söz verdim kendime. ancak artık güzel şeylere ve şen kahkahalara kırk yıl daha erişemeyecek sanıyorum kendimi. giderken beni tüm güzel duygulardan uzakta bir köşede bırakacağını da söylemedin, buna da aşk olsun. tüm güzel şeylerle beraber yollardan bin parçamı alıp da aynı köşeye dönersen beni bulamayacaksın. o köşede artık bir boşluk var. günleri sayan bir boşluk. bugün kırkı bitirdi, birden farkı yok.
devamını gör...
231.
dün gece bir yakınımız için hastane de sabahlamak durumunda kalınca bir kere daha anladım ki saçma sapan şeylere ağlarken insanlar can acısı çekiyor çaresizliği yaşıyor sağlık çok büyük nimet vesselam kıymet bilmeli
devamını gör...
232.
şeyi hatırlıyorum dede bir kaç gündür. küçüğüm daha. 17 ağustos’a daha çok var yani. bakkalköy’de o zamanlar -bilmiyorum 6. mıydı 7. kat mıydı- neyse işte, en üst katta oturuyordunuz hani, ordayız işte. üstünde böyle koyu renk ekoseli bir gömlek vardı senin. altında da zannediyorum haki yahut kahve tonlarında kumaş bir pantolon. annemin çekmecesinde bulursam paylaşacağım burda da o fotoğrafı...

tabi gençtin o zamanlar. mesela bıyıklarında hala siyahlar vardı beyazların arasında hatırlıyorum... güreşiyorduk seninle. üstümde tabi her zamanki çocuk şımarıklığı. koca bir adamsın, nasıl şımarmayayayım. ellerin, ayakların kocaman. nah böyle, kafam kadar avuçların vardı senin... bilmiyordum o zamanlar yalandan yenildiğini tabi. koca adamı yendim ulan kolay mı! dedemi yendim. zaten o sabah bilek güreşinde de yenmiştim seni...

işte güreşirken çekilen ,muhtemelen teyzemin çektiği, o fotoğrafı hatırlıyorum bir kaç gündür. bi’de o evin balkon demirlerinin acı tadını. bi’de şey vardı dede. o balkon demirlerinin arasında mavi branda vardı. onun o plastik kokusunu hatırlıyorum bi’de...

sonra şimdi bak, yazdıkça anımsıyorum. ne çok çiçeğin vardı dede yaa. balkon renk renk, cıvıl cıvıl. hani o sadece misafir geldiğinde oturulan kocaman bi salonunuz vardı, deve tabanı mı ne, o vardı orda. böyle hayvan gibi uzamıştı. sırıklarla falan tavandan eğile eğile de büyüyordu. onu hatırlıyorum dede...

bi’de senin saray muhallebicileri’nde çalışırken getirdiğin tatlıları...
“tüylü onlar” derdim de salak gibi yemezdim güzelim tavuk göğüslerini...gider en boktan pastanede bile bulunacak pudingi yerdim hep. işte o pudingin üstündeki tatlı vişneyi hatırlıyorum bi’de dede... altın yaldızlı “saray” yazan beyaz naylon poşetleri bi’de...

biliyorum sen de hatırlıyordun hep. mesela şeyi hatırlamıyor olamazsın yaa. “gâl bahalum” diye kavrardın o koca ellerinle küçücük omuzlarımdan; o kocaman ayaklarının üstüne bastırır, ağzınla da tulum sesi yapardın, horon oynatırdın bana.

“lidddii dililil liddiiiddiii”

arka odadaki ahşap pencerenizin önüne küçük bir ayna koyardın. mavi küçük bi’ maşrapan vardı. beyaz plastik ucuz permatiklerinden bi’de. sakallarını keserken merakla izlerdim seni. hep canın yanıyor zannederdim. sen o köpüklü sakallarına jileti vurduğunda çıkan sesi hala duyabiliyorum biliyor musun? bi’de çeneni, yanak kenarını düzgün kesmek için dilinle yaptığın şeyi hatırladıkça hala gülüyorum...

anannem seslenirdi sana hep “gocamaaaan” diye. ona da çok gülerdim. bi’de televizyonda her dansöz çıktığında “gocamaan gel bak, çikti seninkilar” diye laf atardı sana. ona da çok gülerdim...

uzun zamandır bu kadar samimi çok az şeye gülebiliyorum. komik olmadığından değil ha dede, samimi çok az şey kaldığı için...

herkes bilir bunu.
bir çocuk bile bilir dede.
baba çınar ağacıdır.
ee dede, baba çınar ağacıysa sen nesin?
orman mı?...
devamını gör...
233.
sevgilisi veya eşi ile arası limoni olan yazarların ağlama duvarı.
devamını gör...
234.
kuklalar diyarında değiliz ki dedi.
birileri iplerimizi çeksin bizde oynayalım mı yani?
o sırada tırnaklarından biriyle dişine yapışmış maydanoz parçasını çıkarmaya çalışıyordu. suratında yılışık bir gülümseme vardı. aynadaki yansıması cevap vermiyordu. aynaya sinirlenmesinin anlamı yoktu ama sıkıyordu dişlerini. düşünün hem maydanoz çıkarmaya çalışıyor bir tırnağıyla, bir yandan gülüyor bir yandan da sinirleniyor. haliyle garip bir görüntü vardı aynada.
sence de öyle değil mi kadın dedi.
ve bu sefer maydanoz yapışmış tırnağıyla aynadaki yansımasına bir vuruş attı.
kel kafasında ellerini gezdirdi. gözleri hala aynada.
hem kukla olsak ne olacak? her şey daha kolay olmaz mıydı? konuşmak zorunda kalmasak. birileri bizim yerimize hareket ettirse kolumuzu, bacağımızı, çenemizi…. göğüslerimizi. ah göğüs…
duraksadı.
kollarını havaya kaldırdı.
sonra pembe tişörtünü çıkardı. arkadaki yatağın üzerine fırlattı.
bir hafta önce bu saatlerde yine ayna karşısındaydı.
yine tişörtünü çıkarmış göğüslerine bakıyordu ameliyat öncesi.
iki muntazam organ.
diyalog yoktu. sadece korku.
şimdi, şimdi iki göğsünün yerinde dikişler acıyordu aynadan taşarak. aynalar affetmiyordu gerçeği.
göğüsleri gitmişti evet. saçları gitmişti. daha ne kadarı gidecekti amansız hastalığın dişlerinde toz zerreciği olarak.
şifonyerin üstündeki kırmızı ruju aldı.
çizebildiği en güzel şeyi çizdi göğüs kafesinin üstüne.
bir kukla.
devamını gör...
235.
her insan dünyanın kendi etrafında döndüğünü zanneder. sadece o yalnızdır, o dertlidir, o yorgundur. sadece o anlaşılmııyordur. sevmeyi sadece o bilir. onun duyguları gerçek ve değerlidir. o haklıdır, o hak ettiğini alamayandır. sevilmeye layık odur. mutluluğu hakkeden yalnız odur. bu yüzden her insan biraz bencildir. onları bencilliğiyle sevmek gerekir..
devamını gör...
236.
3 küçük domuzcuk hikayesindeki kurt arabasına bindiğinde çıkacağı yolu bile bilmiyordu, karnı toktu çünkü 3 küçük domuzcuğu da yemişti az önce. ne yapacağını bilemeden salak salak öylece durdu.

hayal ve zırvalık benim beynimdeydi allahtan da buca tarafından otobana çıkardım, tüneli geçirttim, ta denizli'ye kadar kullandırttım ona arabayı. ama arabayı güzel seçtim, yorulmadan sürdü.. ilk başta yeni bişi düşündüm ama o kadarına gerek yok dedim, 70 pontiac gto verdim altına sürsün hıyar.

saatler sonra finike rampasından aşağı sallandırdım, arabayı zula bir yere çektirdim, portakal çiçeği kokusuna boğdum hain kurtu, tüm ovadan yükselen portakal çiçeği kokusu baktığı yükseklikten somut bir şekilde havada asılı duruyordu, görmesini sağladım.

acıktı, gözünü az ilerideki sürünün içindeki melez bir koyuna dikti, olmaz dedim, oldurmadım, oldurtamazdım, o melez koyunun sahibi vardı, sahibi iyi bir insandı, bir zamanlar tanırdım..

sonra arabaya bindirdim, arabayı uçurumdan aşağı doğru sürdürdüm, öldüğüne emin olana kadar da başında bekledim.


çünkü ben o 3 küçük domuzcuğu çok sevmiştim.
devamını gör...
237.
ramazan boyunca tüm gün iftar olsa da bi kahve sigara yapsam diye düşünüyorum. hoca ezanı okuduktan sonra su samuru gibi su içtiğim için akabinde sumo güreşçisi gibi koltuğa yığılıyorum. bu döngü beni mahvediyor.
devamını gör...
238.
ne de alışkınmışım bilindik izlerden gitmeye. az mı bulandım kömüre, zifte. vıcık vıcık sahtelik dedin, pek ala güzel de döne döne kaybolursun böyle işte.

sana demiştim deniz fenerini gören dalgasına hazırlıklı olmalı. düştün değil mi yine? yüzme de az biliyorsun. birkaç albatros uçuşta, yakamoz yakın, su baskın, gonca gonca pembe çiçekler görüyorsun. elin elimde mavi bir düş, mitos, yokos pokos. bırakmaz elini sahici adam, ne de güzel adam, dönüp de "oneiro itane" demiyor mu? susma hiç susma sen.
devamını gör...
239.
günler ne çabuk geçiyor değil mi? özlüyoruz geçen günlerimizi ve akıp giden yılları ama maalesef izlemek ile yetiniyoruz . geçmişi öyle özlüyorum ki ... kaygısız ,rahat ve neşeli. sokaklarda oradan oraya koştuğumuz ve her şeyden önce samimi olunan günleri . birbirini kollayan çocuklar vardı yani esaslı dostluk bağı vardı peki ne oldu onlara ? maalesef kayboldu. şimdi sadece ama sadece menfaat var ,dostluklar ise yok. samimiyet yok ,riyakarlık var . ne kadar acıdır ki çocukken birbirine güvenen çocuklarda yok artık. dürüstlük her daim yüceltilen kadim bir erdemdir değil mi ? artık o da yok maalesef ama onun yerini de fitne ve fesatlık aldı . her neyse bunlar üzücü mülahazalar biraz da mutluluk veren şeylerden bahsetmek lazım mesela bahar ya da bir güneşin doğuşu gibi. ne kadar güzel değil mi bahar ? insanın içine huzur ve mutluluk veren güzel bahar ....

bütün bu negatifliğin ve toksikliğin dışında güneşin doğuşunu da izlemek gerçekten muazzam bir şey . her gün , her saat altın değerinde ama işte nankörlük ediyoruz bazen bu güzelliklere .... hep derlerdi de inanmazdım ama sahi eski günleri işte insan böyle özlüyor . iyi insanlar biriktirmek lazım insan onu da fark ediyor yani dürüst dostluklar lazım . zamanın her bir zerresi kıymetli ve özel maalesef geriye de alınamıyor o kıymetli vakitler onun için daima dürüst kalmaya ve hayal etmeye devam ederek hayaller için çabalamaya devam !

içindeki iyiyi ve dürüstlüğü saklayabilen o güzel insanlara da selam olsun !
devamını gör...
240.
karanlık kalabalıklarda kaybolmaktan korkan ben,
beyaz yalnızlığımın uçsuz bucaksız özgürlüğünde her geçen gün biraz daha kayboluyorum ve sanırım...
artık yolumu bulmayı da istemiyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim