961.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
962.
daha öncede çok zor dönemlerim oldu. kendi başıma bir şekilde yendim(öyle sanıyordum). girdiğim her savaşı o kadar mücadalenin hakkı bu olmamalıydı. ailem ile aram hiçbir zaman mükemmel olmadı. biz desteğe hazırır deyip daha sonra psikiyatrik ve ruhsal sorunlarımın teşhisinden sonra sana inanmıyoruz bu kadar hastalık bir arada olmaz deyip beni yalancı olarak değerlendirip destek olamayız tek başına hallet demeleri beni resmen ortadan ikiye ayırdı. dünden beri hayatı sorgulamaya başladım. ne için savaşacağım? kazansam bana ne katacak? böyle bir hayat için kendimi yormaya değecek mi?.. cevap bulamazsam bu hayatı terk etmek en iyi seçenek olacak.
devamını gör...
963.
kalabalık bir ortama girdiğimde eğer etkin olmam veya sürekli konuşmam gereken bir görevim yoksa, bekleme modunda kalmam gerekiyorsa kendim bile fark etmeden insanların hallerini gözlemliyorum. dıdısının dıdısı olarak mecburiyetten gittiğim akraba toplantılarında, hiçbir işe yaramayacağını bildiğim ve insanların sırf yasak savmak için katıldığı ve konuşmacıların da çıkıp içi dolu sözler söyler gibi yaptığı kurum toplantılarında, boş derslerde, bir yerde sıra beklerken, çarşıda pazarda bir şey satın alacakken örneğin. bu tür gözlemlerin en eğlencelisi de çarşı pazardayken oluyor, çünkü esnafından sucusuna her yaştan insanın, türlü çeşit rengin bir arada toplandığı nadir yerler pazarlar. en azından böyle bir ortamı gözlemlemiştim ömrümün erken dönemlerinde.

bir zamanlar ege'nin çok da büyük olmayan bir ilçesinde büyüme telaşı içindeyken ben, haftanın en büyük pazarının olduğu perşembe günleri okul sonrası eğer dersim filan yoksa annemle ıvır zıvır almaya sosyete pazarına giderdik, o zamanlar öyle mağazalar filan ancak bayramlık almak için gittiğimiz yerler olduğundan gündelik kıyafetlerimiz pazar işiydi. ama hakkını vermek gerekir, oraya gelen ürünler ihraç fazlası olduğundan hem güzel hem uygun fiyatlı olurdu. pazarın kurulduğu mahallede esnafın da ihya olduğu bir gündü o gün, ama sanırım tek bir esnaf hariç: dağınık amca. adını duyduğumda istemsizce gülmeye başladığım bir züccaciyeci, huysuz olduğu söylenen bir ihtiyar adam. her gidişimde hallerini izleyip içimden kıkırdadığım için benim gözümde bir tür halk ünlüsü. gerçek adının ne olduğunu bilmiyorum ama lakabını ve dillere destan dükkanının bilmeyen yoktur; yani dağınık amca'yı kime sorsanız gösterir. bu orta halli ilçedeki amcalar ya da teyzeler mutfağa/banyoya/eve dair herhangi bir alışveriş yapmak istediklerinde önce buraya gelirlerdi ben çocukken. ama öyle içeride gezindiklerini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. büyükçe bir bakkal dükkanı boyundaki dükkanının içine eşyadan girilmezdi dağınık amca'nın. adıyla müsemma olduğundan dükkanın kapısından öteye geçebilmek bir tek onun yapabileceği işti. "o dükkanın kendi içinde bir düzeni var."dı ne de olsa. bu lafı yıllardır düstur edinmiş dağınık amca ne konuda hangi ürünü isterseniz isteyin eliyle koymuş gibi hemencecik buluverirdi. oldu ya bulamadıysa, size çarşıda şöyle bir tur atmanızı, varsa işinizi gücünüzü halledip dönüşte tekrar uğramanızı, o zaman siparişinizin hazır olacağını söylerdi. sahiden de sizi gördüğünde poşetinizi uzatır, aradığınız ürünle gönderirdi sizi.

genellikle ters bir adamdı, çocukluğumdan beri yüzünün güldüğünü görmedim desem yeridir hani. üstü başı da namıyla uyum içinde, dağınık beyaz saçları çılgın profesör edasındaydı. ama ciddiydi, bir şeyleri arayıp bulması bugünün arama motorlarına nispet eder gibi saniyeler sürse de ciddiyetinden taviz vermezdi. bu nedenle pazarlık yapmaya çekinirdiniz. gerçi fiyatları pazarlık yapmayı gerektirmeyecek kadar uygundu ya, başka bir yerde de o ürünleri bulmak güç olurdu. süpermarketlerle bir milyoncuların açıldığı ve perşembe pazarının şehir merkezinden biraz uzak bir yere taşındığı iki binli yıllarda bile insanlar kolay bulamadıkları ürünler için sık sık ziyaret ederdi dağınık amcayı. çünkü hiçbir dükkanda bulamadığınız teferruatlu bir ürünü ancak burada bulabilirdiniz. bir keresinde annemin tarihi eser sayılabilecek düdüklü tenceresi için lastik sormaya gitmiştik, biz söyler söylemez iki dakika içinde bulup getirince adamın karşısında esas duruşa geçip "saygılar dağınık amca!" demek için zor tutmuştum kendimi. sabahları dükkanının önüne kap kacak leğen ne varsa yayar, akşamları da her şeyi toplayıp teperdi dükkanın içine. öyle bir yerdi ki bu dükkan, benim gibi antin kuntin şeylere meraklı biri iseniz türkiye tarihinde ilk üretilen borcam'ı bile bulabilirdiniz burada.

bundan birkaç yıl önce çok yorulmuş olmalı ki sessiz sedasız kapatmış dükkanı, ne var ne yoksa boşaltmışlar. vefat mı etti diye düşündüm ama değilmiş. yorulduysa karmaşadan değildir diye düşündüm, belki başka bir şeydi onu hep bildiğimiz huysuz dağınık amca yapan, "benden bu kadar" demesine vesile olan. o dükkanın yerine çok alakasız bir şey açılmış, en son gittiğimde gördüğüm buydu. günlük hayatta karşılaştığımız nice ilginç karakter gibi, sadece ilçenin değil bölgenin de önemli bir değeri, farklı bir rengiydi dağınık amca. yaşıyorsa mutlu bir ömrü olsun. namını da hakikaten dağınık insanlar için kullanmak üzere ara sıra ödünç aldığımızı bilse bir kerecik güler miydi bilmiyorum ama onun hallerine bugün bile gülerken önemli bir şey anımsamama neden olduğu için müteşekkirim. herkesin hikayesi ayrı, herkesin hikayesi kendine özgü. insanların farklı hallerine tanık olurken eğer safi bir kötülük değilse sezdiğimiz, yargılamadan düşünmek doğru bir yaklaşım olacak. belki o zaman kendimize dair yargılarla başa çıkmayı da öğreniriz şu kısa ömürde.
devamını gör...
964.
düşündüm de çalışmak boş iş gerçekten insanlar her türlü para bulup geçinebilir.
devamını gör...
965.
tanju okan urlam demişti zamanında, orijinal halini de bilirdim, kaset kartoteksinde beste anonim diyordu, ben gülüyordum.

ama tanju babanın yüzüne bişi diyemezdik, son zamanlarında çok sinirli olmuştu zaten, yakaladığı yerde tansu abiden hıncını çıkarıyordu, tamam efendi adamdı ama hastalık onu ruhen de mahvetmişti.

o zamanlar ibrahim daldal sağdı, hemşerimdi ibrahim amca, giritliydi, bir trafik kazasında eşini ve kızını kaybettiğinden beri hiç gülmemişti. daldalın kahvesi mekanı idi, ocağın yanında asılı duran eski takvimlerin, haritaların az ötesinde benim de bir çerçeve köşesine iliştirmiş ufaklık fotoğrafım vardı, yanımda babam.
seneler sonra ibrahim amcadan kız ister gibi istemiştim kahvesinin işletmesini, artık günde sabit müşterileri olan beş on kişiden fazlası gelmiyordu, iskeledeki fener gibi ibrahim amca da yaşlanmıştı, yanında çalışayım dedim, her ne dersem diyeyim tek bir şey diyordu, "buranın sahipleri çok, yurt dışındalar, ben istesem de bir şey yapamam."

sonra öldü ibrahim amca, kahvenin o eski rum yapısı günden güne çürüdü, sonra tadilat, sonra şıkır şıkır bir mekan.

niye anlatıyorum bunları bilmiyorum, belki bugün umudumun son kırıntısını tuborgda erken kaybettiğim için, belki o cennet bahçesi kıvamındaki kadın ile kaybettiklerimi beraber anmak için belki de sadece urlam şarkısının orijinal hali spotify'da karşıma çıktığı için.

neyse, tek kişilik şarkılar dardır, siz dinleyin bari, o artık duymayacak beni, son, finito, telos!
devamını gör...
966.
geçmişim beynimde fırtınalar koparırken ben çaresizce bir korkuya teslimim. korkuyorum, çok. bedenim bu korku hissine tepki olarak titriyor. yaşamak istemezdim tüm bunları. her gece o korkuya teslim olmak istemezdim. kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum ama telkinlerim yetersiz kalıyor. son 3 yıldır ara ara zihnimi bulandıran bu korku beni öldürüyor. yapmam lazım, bir şeyler yapıp bu korkuyu unutmam lazım. kendime kızıyorum, bağırıyorum, dövüyorum ama nafile. ben kimseye anlatamadığım bu korkuyla hep yüzleşiyorum. bir şeyler yapmam lazım, eğer o şeyi yaparsam bu his geçecek. çözümü olduğunu bilmeme rağmen korkuyorum. ben korkuyorum ve benim saçlarımı okşayıp sakinleştirecek kimse yok. aksine yaftalayan çok. korkuyorum, tek bildiğim bu. düşünmemek için, hissetmemek için biraz önce damağımda ilacımı erittim. uyku lazım, çokça uyku, sonsuz uyku. hissetmek istemiyorum bunu. çözümü olan bu şeye ulaşmam için daha zamanım var. güzel kızım, bahtı yaman kızım.. titrek ve ürkek olma, herkese gösterdiğin gücünü yeniden kullan.. yok yetmiyor, korkuyorum.. gözyaşlarım yine akmaya başladı.. ben çok korkuyorum.. kimden nasıl bir yardım isteyeceğimi de bilmiyorum..
devamını gör...
967.
kaos teorisindeki denge

sevgi ve nefretin 2 üvey kardeş olduğunu biliyoruz. bunlar aynı duygu kaynağından beslenen soyut kavramlardır. kaotik düzen içerisinde bu iki kelime muntazam uyumla çalışır. meşhur japon felsefesinde olduğu gibi, gibi zıtlıklar dengesindeki muhteşem düzendir. doğuştan (fıtraten) sevgi ve nefret kavramlarıyla kodlanmış olarak yaratılan insanoğlu, içindeki sevgiyi (aşkı) melekle özdeşleştirir ve onu sembolize eder. nefret ise iblisin kendisiyle özdeşleşmesi ve sembolik temsilcilerinden bir tanesidir.

her ikisini de beseleyen alt dinamikler ise şunlardır: ön yargı nefreti beslerken, son yargı sevgiyi besler. kibir nefreti beslerken, mütevazılık sevgiyi besler. bencillik nefreti beslerken, empati duygusu sevgiyi besler.
tahammülsüzlük nefreti beslerken, hoşgörü sevgiyi besler. menfaati gereği iyilik yapmak nefreti beslerken, karşılıksız vermek sevgiyi besler. kızgınlık ve öfke nefreti beslerken, sakinlik ve ağırbaşlılık sevgiyi besler. ezmek nefreti beslerken, acı çekmek dengeli bir biçimde sevgiyi besler.
allah’ın koyduğu sünnetullahta asla ve asla değimle şaşma olmamıştır ve olmayacaktır. dünya kaos teorisi ve prensiplerine uygun olarak hareket etmektedir. bizim bu kaotik düzendeki yerimizi bilmeliyiz. basitleşerek, basitleştirerek kaosu çözmeliyiz.
devamını gör...
968.
gözlerimi kapattım. karanlık.
gözlerimi açtım. hâlâ karanlık. ilginç.

her tarafım karanlığa bulanmış sanki. gözlerim yorgun, kapanmak istiyor sonsuza denk. ama bir türlü başaramıyor. çünkü izin vermiyorum. istemiyorumdur belki de? kim bilir.

bugün sıradan bir gün değil, bunu ruhumun derinliklerinde hissediyorum ve biliyorum. bugünün sıradan olması imkansız. en azından benim için..

bugün hüzünle mutluluğun birleşimi gibi. bugün günlerden özlem. yaralarımın kanamasına izin verdiğim kutsal bir gün. özlem kokacağım baştan sona. ve biraz da kan, biraz da duman. düşüneceğim, geçmişe gideceğim. geri geleceğim sonra. özleyeceğim, çok özleyeceğim.
bugün özel bir gün, biliyorum.

burnumda bir koku var, hayatımda yalnızca bir kez soluduğum ama hiç unutamadığım bir koku. nasıl silinir hafızamdan bilmiyorum.
avuç içimde en çok da parmak uçlarımda dolanan bir doku var. hayali ama özledim.
saçlarımın ucuyla oynuyor biri, hatırlıyorum. sonra nedense saçımı çekiyor, canım acıdığı için ağlıyorum. bugün saçlarımın ucunu kestim.

bunların hiçbirini hatırlamak istemiyorum. ama unutmayı bilmiyorum. söylesenize nasıl unutulur kalbe kazınanlar? öğretmiyor kimse, kendi başıma da öğrenemiyorum. beceriksizim işte.

ama bugün düşünmek istemiyorum bunu, bugün özel bir gün. ışıkları kapattım her gece olduğu gibi. hiçbir ışığın bu kutsallığı bozmasını istemiyorum. bugünkü karanlık daha bir hoş. tıpkı gökyuzünün daha güzel olması gibi. her şey bugün daha bir güzel sanki. belki de bana öyle geliyordur. kim bilir.

bazen bazı şeyler öylesine çok sevilir, öylesine kaybedilir ve öylesine çok özlenir.
bazen gidersin, geri dönmek için.
bazen ölürsün, tekrar yaşayabilmek için.
bazen yanarsın, küllerinden yeniden doğmak için.


sonrası karanlık, daha çok karanlık..
devamını gör...
969.
ve evet.. 1000008. kattayım. bir binanın çatı katı burası, korkuluksuz kenarlarda yürüyorum, rüzgar esiyor, yıldızlar düşüyor, aldırmıyorum. düşmeden ne kadar dengede durabilirsin. rüzgar fısıldıyor. "dont look back, dont look back, herşey gözlerinin önünde olup bitiyor." unutmamak için tekrar et, "her şey gözlerimin önünde oluyor". ve o an, rüzgar minicik elleriyle itiveriyor beni, düşüyor muyum? uçuyor muyum?.. aslında ne fark eder, çok güzel! everything happening front of my eyes.. zaten bir rüya olmalı, zaten rüyalarında düşersen uyanırsın yere çarpmadan.. o zaman tadını çıkar. "kimsin sen?" "ben herşeyim?" "herşey mi?" gülüyor.. "everything the butterfly.." göreceksin göreceksin, yine kozana döneceksin." tekrarladım. "yine kozama döneceğim.." düşüyorum, hala uyanmadım oysa.. 600079, 600078, 600077... daha erken, bu uzun bir yolculuk, zaman alır.. "zaman mı?" gülüyor.. "zaman nedir everything the butterfly?" zaman nedir? bilmiyorum geçen bir şey.. geçiyor işte.. "gördüğüm tek şey sensin geçen, 1000008 katlı bir binanın önünden 400132, 400131, 400130... zaman bu saydığın katlar olabilir mi?" "no not like that.. the time is, something else.. as fast as this.." "hmm enteresan bir yanılsama.. öyle hızlı düşüyorsun ki, kanatlarındaki pullar sökülüyor, ne de güzel renkleri.." "i have no wings.." "hmm öyleyse bunlar yıldız olmalı.." "who are you?" "i’m the butterfly." "where is everything?" "it’s gone it’s just me now.." "iyi, just you the butterfly.." 12500, 12499, 12498.. uyanmama çok az kaldı düşeceğim denizi görüyorum şimdiden, just me and the sea.. büyük süpriz, küçücük bir sandal bekliyor beni, tam üzerine düşüp ikimizi birden sulara gömüyorum, sular şıçrıyor yükseklere, 60. katta uyuyan birinin yüzüne damlıyor, şaşkın bakışlarla uyanıyor, yüzündeki damlacıkları silip, uykusuna geri dönüyor. deniz ikimizi de geri kusuyor yüzeye, ben ve sandal... öyle yoruldum ki düşerken, uyanmadığıma göre bu bir rüya da değil, sandal beni annem gibi sallıyor yavaş ve nazik, kolumun biri dışarıda denize değiyor, öyle yoruldum ki düşerken, içeri çekemiyorum, öylece kalıyorum.. "who are you?" "i’m the butterfly.." "where’s you?" "it’s gone, it’s just butterfly.." dışarıya sarkmış denize değen elimin altında bir şey hissediyorum, bebek bir balina.. mağrur ve huzurlu.. önce ürküyorum, sonra anlıyorum, janis joplin’in kayıp ruhu bu! eeeeek diye bağırıyor, “it’s all the same fucking day, man”, kuyruğunu suya vurup dalıyor derinlere tekrar, sular yüzüme çarpıyor, ama söylediği söz kadar değil.. "it’s all the same day", unutmamak için tekrarlıyorum, "it’s all the same.."
"who are you?" "nothing.." "what time is it?" "just now.." "what are you?" "this moment.."
"well done.. now start counting.. don’t look back.. 1000008, 1000007, 1000006...."
devamını gör...
970.
hani deriz ya hiç tadım yok hah işte tam öyleyim :/
devamını gör...
971.
tepsi kebabını çok severim.
devamını gör...
972.
genç adam işten yorgun argın gelmiş, biraz da erken çıkmıştı, ertesi gününü planlarken eşi ona seslendi:

+ hayatım deterjan bitmiş te bi gidip alsan, ben çıkamadım da bugün sana bıraktım kızmazsın değil mi? hem sana da bir yürüyüş olur baksana hava çok güzel.

genç adam nazlanmak istedi ama iyi geleceğini de düşünerek evden çıktı. hava da gerçekten çok güzeldi.

köşedeki yol kenarı korunun oradan geçerken bir ses duydu:


+ genç adam" diye seslendi o ses.

genç adam sanki bir tanıdık görmüştü ve mutlu oldu.
- ooo, ortak naber ya, nasılsın, yine mi buradasın?
+ ben hep buradayım da sen nerdesin ya nerede kaldın? yine geldin götürmeye değil mi beni?
- evet tabi yine geldim işte hem sen de bu yaşına geldin değil mi ortak, geldin tabi
ya, kalksan da gitsek artık yolumuz uzun...
+ sen nerden çıktın böyle ya bir anda, bu saatte geleceğini ummadım aslında
- seni bekliyordum gelirsin diye ama, geleceğin de yok ben geldim işte seni götürmeye.
+ ama kalan yol uzun dedin, demedin mi? biraz daha dinlenmeyi haketmiyor muyum?
- yine bekliyorsun ve hiç değişmedin ortak, yedisinde de böyleydin, simdi de böylesin, biraz bana çekseydin, böyle dururken neler kaçırmazdın bir bilsen neler kaçırdın...
+ bilmediğimi mi zannediyorsun? hissetmediğimi mi? görmediğimi mi? peki sen neden izledin bütün bu olanları, kayıp giden zamanı da şimdi başımda dikilip gidelim de gidelim diyorsun?
- bak yine fevri davranıyorsun, hep sığındığın şeylere ve sorulara yöneliyorsun ve kaçmaya çalışıyorsun.
+ ben kaçmıyorum! fevri de değilim! ama bi dur bi sık boğaz etme beni.
- bu yol kenarı ağaçlığı nasıl buldun ki, kuş uçmaz kervan geçmez...
+ senden kaçarken oldu bütün bunlar, bırakmadın peşimi.
- saçların diyorum ne kadar beyazlamış, belin de bükülmüş be ortak, gözlükler de yakışmış diyeceğim ama çökmüşsün sanki, bir de o bastonu da hatırlıyorum nereden acaba?
+ senden kaçarken yine aslında sana dönmek isterken bu hale geldim genç adam, ileride görülecek olan haline, bu arada baston dedemden kalma hatırlamıyor musun? ha unutmadan; saçlara fazla özen gösterme, eninde sonunda bu renge dönecek ama şanslısın ki dökülmeyecek :)
- ee napayım ? bununla mı teselli bulacağım? sen hakikaten bir tuhaf olmuşsun iyice ha, ben eskiden böyle değildim..
+ eskiden? sen? dur daha neler göreceksin ki bu halime gelip bana hak vereceksin, eskiden dediğin şey aslında gelmiş ve beni bulmuş olan şey işte.
- nasıl yani? şimdi ben eski gelecekte miyim?
+ hayır, gelecekteki eskidesin.
- ortak, bak gitmemek için direnip kafamı allak bullak ediyorsun, yeter ben sıkıldım artık.
+ biliyorum... işte o yüzden bu ağaçların altına geldin ve kendinle baş başa kaldın.
- açık konuş ortak bak, daha yapılacaklar var ve seninle uğraşmak istemiyorum.
+ yapılacak bir şey yok küçük ortak...sen aslında bana geldin, kendine geldin, içini kemiren beynini yiyen sorularınla geleceğine geldin ama ben seni tanıyorum, ama sen kendini bilmediğin için, ne yaşadığını da görmek için bana geldin ki öğrenmek için ama beni rahatsız etmekten başka işin gücün yok, bana dair yürüttüğün fikirler sadece tahmin, bir an yine boş bulunup şaşırıp seni unuttum diye sen bana bu soruları sormaya cesaret ettin, yoksa asla edemezdin.

- hadi canım ne alakası var ya, ben sonuçta bu hayatı en iyi şekilde yaşıyorum baksana, hatta bir sana bak bir de bana bak, gencim, param var, yakışıklıyım, saçlarım da beyaz değil.

yaşlı ortak doğruldu ve şu cümleyi söyledi...

+ bence sen kendine bir daha bak.

ağaçların arasına koca bir ayna düşmüştü ve rüzgar daha sert esmeye başladı, gökyüzü kararmaya başlamıştı ki, yağmur da geliyordu, hem de sağanak şeklinde, gökleri yıkarcasına. genç adamın kulağında uğultular başladı ve aynaya baktı, gördüklerine inanamıyordu. aynada iki siluet, iki yüz, iki beden.. yağmur aynaya düştükçe, saçları ıslanıyordu, simsiyah saçlarından akan renk mürekkebi andırıyor ve saçları beyazlamaya başlıyordu, kendi yüzüne bakmaktan yanındaki yaşlı ortağını göremez oluyordu, öyle sert esiyordu ağaçlar kökünden koparken toprakla beraber yine de kendine bir şey olmuyordu, ilahi bir kudret gibi yerinde çakılı kaldı, sanki bütün bu olanları izletmek istiyorlardı... genç adam dizlerine kadar toprağa batarken beli de bükülüyordu, aynada akan yağmurla beyazlaşan saçları ile yüzleşirken avaz avaz bağırmak istiyordu ama nafile... sesini de kimse duymuyordu. yaşlı ortak şeytani bir gülüşle olanları izliyorken genç adam birden elinde dedesinin bastonunu buldu ve ona dayanmaya ve onu içine çeken çukurdan kurtulmak için kazarak kurtulmaya çalışıyordu...
ama nafile.. kendi kazıp kurtulmaya çalıştıkça dibe doğru inerken, yanındaki yaşlı ortağı göğe doğru yükselmeye başladı.
çaresizce son bir hamle yaptı, olmadı, kalakalmıştı.

birden uyandı genç adam, eşi seslendi ve her zamanki elinde günün gazetesi vardı.

+ hayatım...
- ne oldu neredeyim ben?

kendine olanları bilmiyordu genç adam, akşam deterjan almaya çıktıktan sonrasını hatırlamıyordu, hafızada vardı birşeyler ama birleştirmedi kafasında çünkü hastane odasında burası ve anlam veremedi.

genç adam delirdiğini düşündü bir anda veya kötü bir kabus geçirdiğini. kalktı doğruldu, eşine de neden burada olduğunu soramadı.
neden sonra biraz kendine geldi, elini yüzünü yıkadı, gazetesini okumaya koyuldu, her zaman ki gibi ara sayfalara göz attı ki dün akşam üzeri başlayan fırtınanın ayrıntılarını okumaya başladı.
eşi nedensiz susarken birden seslendi biraz kırık bir sesle.

+ hadi koca adam, biraz kendine gel de birşeyler yedireyim sana... ha unutmadan bu arada sabah uyurken sen eski bir arkadaşın geldi sana bir paket bıraktı.
- kimmiş ki?
+ ismini söylemedi, sanırım seni hastaneye getirdiklerini duydu ben de ismini sormayı unuttum ama 'ortak diye söyle o bilir benim kim olduğumu ' dedi. ya sen hiç bahsetmedin kim bu ortak?

genç adam kutuyu açınca gözlerine inanamadı, içinden bir kırık ayna, bir baston ve bir mürekkep hokkası çıktı..

gözleri karardı genç adamın ve yine duymaz olmuştu.


"gelecekteki seslere"...
devamını gör...
973.
karalayalım hadi defteri.

kalktım sofradan, adıma yaşıma kurulmuş sofradan, çünkü neden olmasın?

yeter bana, adam olana çok bile.
çok güzel, çok neşeli, çok hüzünlü bir gündü benim için, yok; yaş alma, yaşlanma vs derdim bile değil, o işleri bırakalı çok oldu.
şurada, şu sözlükte geçirdiğim bilmem kaç ay boyunca ne güzel insanlar tanımışım, ne güzel insanlar bana dokunmuş onu gördüm. açık açık yazanlar kadar bir de özel mesaj ile yazanlar oldu, inanın çok şaşırdım, çok mutlu oldum, çok utandım. benim doğum günüm çocukluğumda bile unutulan bir tarihti, alışık değildim, sadece bir kadın hiç unutmazdı, onu da ben hıyarlığım yüzünden kaybettim, her nerede ise mutlu olsun, hep mutlu olsun.

her ne ise, hepinize teşekkür ederim, eyvallah!

efharisto para poli!

kalkın oynucaz!
devamını gör...
974.
ulan maymun neden muzu yemiyorsun?
muz zehirli mi?
muz güzel bir şey oysa...
tatlı falan di mi?
maymunlar uzatılan muzları yememeye başladığında bir şey değişiyordur belki?
devamını gör...
975.
diğerleri için küçük olabilir ama benim için büyük bir adım gerçekten! ne mi?
annem ve babamla ilk defa bu kadar açıkça "evlilik" lafını etmem. evet sadece lafını, konusu vs değil,zaten konusunu etmem için "o" kişiyi bulmam ve her şeyiyle uyumlanmam gerekir. neyse bu kısmı şimdilik önemli değil.
benim için neden önemli? çünkü ben özel yaşamımı bugüne kadar pek kimseyle evet özellikle ailemle paylaşan biri değilim. bırakın ilişkiyi,evliligi vs biri olduğunu söylemeyi bile biraz fazla özgürlüğüme düşkün olduğum için açıklamaya gerek görmemiş kişiyim ben.
ama bu konuda düşünce ve davranışlarım 180 derece değişti. nasıl mı değişti? bilmiyorum büyüyorum galiba * ve bu saatten sonra annem ve babamla en ufak detayı paylaşıp fikir ve onaylarini alacağım. o kişiyi bulduğumda her şeye emin olduktan sonra direkt tanistiracagim kendileriyle.
evet bu konuda en doğru kararı verdigimi düşünerek bugüne kadar yapmadığım ya da yapamadığım zamanların da telafisini edeceğim.
ve bugün 3ümüz otururken evliliğe karşı olan samimiyetimi ufacık da olsa bir nüansla belirtmiş olmam beni mutlu etti,bahsetmem onların da ilgisini çekti ve sevindiklerinin de farkındayım.
sizleri seviyorum ailem ,bundan sonrası çok daha güzel olacak.
biliyorum ve eminim..
devamını gör...
976.
ben de bu dağların nesine geldim?..

aman be emmoğlu sen de neyine geldin bu dağların? neyini özledin? hani neyi var da neyine geldin?.. manasında olduğunu düşünmediğim, aksine emin olduğum, o arabesk parçanın bilmezdim şu cazvari gönlümü bu denli etkileyebileceğini.

niçin dinlediğimi bile bilmediğim halde caz versiyonundan sıkılıp açıp ferdi tayfur'dan dinlediğimde niçin ağladığımı bile anlamadım. hala niçin açıp açıp dinliyorum?..

şu kent yaşamında yüzyıllardır devam ederken ailemin; kuzuların meleşmesinde ne zevk, ne hayranlık allah'ım.
sanki yine yaz gelecek bütün arkadaşlarım köylerine tatile gidecek ben de arkalarından imrenip kalacağım. kentinde otur. kendinle otur. sıkılırsan tatil köylerine koylarına koyul.
aman ne bahtiyarlık ne mutluluk....

şehirde üç gün yas sonrası yaşamın yine seyri...
mezarında beş karış otlar bitmeyince, gönül geçmiyor emmoğlu.
beş karış ne kadar zaman?
gönül geçmemek ne demek?
emmoğlu ne demek?
ne demek yaa ne demek?...

buradan
devamını gör...
977.
imdaaaaaat! mala bağladım.

bin kere dedim kendime bak gerizekalı, sakın sakın iş hayatıyla özel hayatı birbirine karıştırma. iş yerinden kimseyle dışarda arkadaş olma. orada olan orda kalsın, çalış, konuşma, dinleme, çalış, dön evine.

gerizekalı gibi bi’ boş bakış, bi’ yarım gülüşe kanmak üzereyim. belki de kandım, henüz o raddedemiyim emin olamıyorum.

çok kibar birine sırf gözleri güzel diye, çene yapısı ve dişleri güzel görünüyor diye, sırf onunla çalışmak, diğer insanları görmekten daha iyi hissettiriyor diye, çok güzel kirpikleri var diye, okumayı seven biri diye, kültürlü ve hoşgörülü diye, sırf diğerleriyle dalga geçip benle geçmiyor sessizce birlikte gülmeye başladık diğerlerine diye, sırf burnu güzel diye, bi’ kaç kelime türkçe biliyor ve beni gördüğünde türkçe günaydın diyor diye, başkalarından bunalıp, gözleriyle beni arayıp, gözlerini deviriyor o insandan şikayetçiymişcesine diye, beni güldürmeye çalışıyor diye, sırf ses tonu bana yumuşak diğerlerine hoyrat diye tutulmak üzereyim. engel olamıyorum onun bana kitap okuması nasıl olurdu, benimle aynı evde yaşaması nasıl olurdu diyen düşüncelerime…

bugün çalışmadığım halde düzenli yapılan teste gittim iş yerindeki. bu mecburi bir şey. her çalışan gelmek zorunda. onun vardiyası bitmiş bahçede diğer çalışanlarla oturuyordu. küçük bebeğimle gördü bizi, uzaktan selamladı, çok bakmadı. artık diğerleri anlamasın diye mi? bakmak istemedi diyemi? bilmiyorum. boşandığımı biliyor. hayat hakkında konuşuyorduk çalışırken vs… neyse, bugüne dönelim.

ben evrak bekliyorum diye oturuyorum, o evine gitmeden arkadaşlarıyla konuşmak için oturuyor. benim evrak hala gelmedi. o ortamından kalktı, bebeğimle benim yanıma geldi. normalde diğer bebeğim yanımdaysa herkes onu seviyor, küçük bebeğimi çok görmüyorlar bile… o geldi, bana gülümsedi, bebeğimin yanına eğildi, onunla konuştu, adını sordu, elini sıktı ve en kalbimin dışardan duyuluyor mu şuan dediğim şey gerçekleşti;
bebeğimin saçını okşadı ve başından öpmek için uzandı. bu arada nasıl tutuyorum kendimi, aşırı tepki vermemeliyim, sadece gülümse geç, sakın gülme, çok mutlu olduğunu gösterme diye nasıl kasıyorum anlatamam. içim kıpır kıpır… tınlanmayan bebeğimle ilgilendi. ben nerelere gideyim? ben manyak oldum galiba.

havadan nem mi kapıyorum ya? bi’ ince harekete düşecek kadar mı kötü davranıldı bana? yemin ederim çözemiyorum.

of offf. bitmedi.

ben salak eve geldim, kırk bin yıl önce kapanan devirdeki facebook olayına girdim. adı soyadı zaten ezberimde, direkt onu arattım, ve tüm ihtişamıyla orada duruyordu. ilkokuldan tut, şimdiye kadar kimle çalıştıysam, patronlarım dahil herkesi arkadaş ekledim. gerizekalıyım ben. iş hayatını hiç karıştırmadım özel hayatıma bak al mis gibim oldu şimdi. sonra dank etti. lan dedim burada arkadaşlarını gizleme olayı vardı. kitleyim bari de 5 kişiyle rezil olmayayım. hahahahahhahahahhaha… yaaa! nasıl… neyse…

zaaaaaar, zor, mideme kramp girdi düşünmekten. acabalarda boğuldum. yine de o boku yedim evet.

adını milyonuncu kez arat… arkadaş ekle. done.
devamını gör...
978.
canım çok sıkılıyo diyorum napim olum diyo sen bi şey yap diye söylemedim zaten diyorum o zaman niye söyledin diyo belirtme ihtiyacı duyamaz mıyım diyorum yok olmaz diyo niye diyorum cevap vermiyo olum söylesene niye diyorum ya bilmiyorum öylesine dedim diyo lan diyorum ne adamsın sen ne adamım diyo kalitesiz bi haysiyetsizsin diyorum sağol diyo rica ederim diyorum akşam vurcaz mı diyo işin gücün vurmak diyorum aynen öyle diyo iyi tamam vururuz o zaman diyorum neden belirtme ihtiyacın olamaz dedim biliyo musun diyo neden diyorum canım seni terslemek istedi diyo.
devamını gör...
979.
insan ve son. kül ve toz. acıklı yok oluşu şatafatlı ömürlerin. ah o yere göğe sığmaz güzellik, devletlere diz çöktüren yiğitlik. nihayetin böyle mi olacaktı. neydin, ne oldun. ihtişamını hangi hırsız çaldı, tutkularını hangi deniz yuttu, o yıldırım öfkeni hangi gök söndürdü. yirmi gramlık ruhla mı kibirlendin şu mavi gezegende. ah sen. göğsü hırsla dolu varlık. neden hor görürsün başka toprakları. peki. sen bilirsin, sev ya da karanlığa dönüşüp kahrol. sen bilirsin, o deniz, o gemi, o ufuk senin.
devamını gör...
980.
ağlamak isteyip, ağlayamanın vücut bulmuş haliyim.

yahu niye olmuyor, niye? sevgisizlik acıtıyor ruhumu. çekilmez bir adama dönüyorum. "onun" sevgisine ihtiyacım var ama onun kim olduğunu bilmiyorum.

o beni sevsin, şefkat göstersin, beni istesin, beni arzulasın, benimle olsun, her şeyi benimle yapsın,

içimde öyle bir öfke birikiyor ki, tüm dünyaya, alayınıza ve topunuza bedel bir öfke. bir insanın bu kadar öfkeyi bir bünyede barındırır mı? hataları yüzünden, hatalarından fazlasını bedel olarak ödüyorum.

halbuki "onun" sevgisiyle, ben iyi olurum. çünkü ben doydum yalnızlığa. eyvallah ben de çok çekilir bir adam değilim ama ne bileyim şiirler okurum, onu düşünürüm, onu özlerim, onu şefkatimle sararım ve her şeyden, herkesden korurum. o istemese bile ben korurum.

intihar fena fikir değil de, hem aileme, hem kendime kıyamıyorum. hem de dinim maalesef buna engel.

sevin, beni geçtim, beni hangi kadın sevsin? kimim oğlum ben. ama siz sevin, benim gibi ikinci bir "dexterın biri" yapmayın.

sevgisizlikten benim gibi kalbiniz sıkışmasın. benim gibi gözleriniz dolup dolup, akmamazlık yapmasın.

benim gibi saçlarınız şimdiden birkaç tel beyazlamasın, şimdiden benim gibi tüm dünyaya yetecek öfkeye sahip olmayın.

benim gibi sevgisiz bir dallama, bir hıyar, bir gerzek olmayın. karşınızda bir dallama var. öz eleştiri yapabilen bir dallama hem de.

demek ki ben sevgiyi hak etmiyorum. hak etsem olurdu ya ne bileyim, olmayınca olmuyor ama zorluyorum.

yaşamak için zorluyorum, bu çukurda nefes alabilmek için zorluyorum. belki de çok anlam yüklüyorsun diyen olacak, evet ama öyle açım ki sevgiye, yetimhane çocuğunun aile açlığı gibi ki ailem de beni seviyor, canım aile onlar olmasa şu durumda daha da kötü olurdum.

ancak kendi sevgimi, kendi yuvamı arıyorum ama bulamıyorum. olmayacak, ol(a)mayacak yuvamı. olmayacak işte! umut etmene tüküreyim senin ben be adam. neyse, bugün de sevilmedik ve ağlayamadık.

tam bu satırı yazarken kalbim yine sıkışmaya başladı. uyku ölüm güzel şey, çok temiz ha. yarın ola, hayrola. tabii uyanırsam.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim